Coni yahut Moskof tiranlarının tüm hesapları; insanlık
idealleri üzerine değil, tiranların çıkarları üzerineydi. Tiranlar asla
halklarının ya da halkların çıkarını düşünemezlerdi, düşünmediler de. Lütfen
söyleyin; hangi savaş, kirli ve kanlı savaşlarda evlatlarını yitirenlerin,
yuvalarını ve rızıklarını kaybedenlerin, yokluğa ve yoksulluğa mahkûm olanların
çıkarlarına hizmet edebilirdi ki? Kanlı ve kirli savaşlardan, ancak ve ancak,
kan kusan silahları satan karanlık tüccarlar, kabadayı bozuntusu mafyavari tipler,
karanlıktan ve kandan beslenen ve küçük hesaplar peşinde koşan hain
politikacılar kazanırdı ve kazanmaktadırlar da. Öyleyse, Kapitalizm, Komünizm,
Faşizm kime hizmet etmektedir? Coni de, Moskof ta, karşıtlık ne düzeyde olursa
olsun, gerginlik hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın, detantın hiçbir koşulda ve
şartta zarar görmeyeceğini, zedelenmeyeceğini söylüyorlardı. Çünkü politik
kavgaların ekonomik dengelere etki yapmayacağını biliyorlardı. Ekonominin,
politik sertliğe rağmen yumuşak seyir izlemesi ise çıkarın tam da kendisiydi.
Detantta bu demekti zaten. İnsanlık aldatılıyordu, aldanıyordu ama bir türlü
uyanmıyordu. Çünkü aldatanlar tarafından uyutuluyorlardı! Uyandıracak olana ise
yüz çeviriyorlardı cahilce, bilinçsizce, akılsızca, alıkça.
Coni’nin de Moskof’un da zihniyetlerinin temeli
maddeciliğe istinat eder yani kardeş zihniyetlerdir. İki tarafın paradigmaları
da Materyalist temellerde şekillenir. Thomes Hobbes kimdir? Neredeyse
Materyalizmin babası sayılabilecek bir isimdir. Yani iki fikrinde kökeni
Hobbes’e dayanır dersek yalan söz etmeyiz. Birileri bir düşünce, diğerleri
farklı bir düşünceye ulaşmış olabilirler, köken aynıysa dalın farklı olması ne
anlam ifade eder ki? Liberte-Egalite-Fraternite gibi mevhumlar temelinde
yükselen isyanların ihtilalle neticelendiği Fransız İhtilali de masonik
yapıların marifetidir esasında. Ki bu ihtilal malum zihniyetlere ilham kaynağı
olmuştur diyebiliriz. Güya insanlığa yeryüzünde cennet vaat etmektedirler.
Mutlak maddecilik temelinde şekillenmiş, dinden ise mutlak olarak arınmış bir
dünya; nasıl cennetse!
Karl Marks, Marksizm’i, fikir olarak sistemleştirmiş olan
filozoftu. Din ile ilgisi yoktu. Haddizatında yoksul bir aileden değil
burjuvazi bir aileden geliyordu. Zaten bunu Komünistlerde dillendirirler, Engelsin
de, Marks’ın da burjuva olduklarını söylerler. Hatta bunlardan biri Lenin’in
bizatihi kendisidir, yanılmıyorsam. Proletaryaya yeryüzünde kurulacak cennet
adına kan dökmelerini söylüyordu. Ya zincirlerinizle yaşayacaksınız ya da
cenneti kuracaksınız diyordu. Kanlı kavga istiyordu, bilakis yok oluş
gerçekleşecekti. Ölmeye hazırız, itaat yok isyan var diyordu. Burada çok ince
ve derin bir detay dikkatimi celbediyor; şahsi mütalaamdır. Şimdi Marks’ın
kendisi bir Yahudi’dir. Güya Yahudilere sonsuz acılara çektirildi ya, işte
bunun intikamını, tüm insanlığı birbirlerine karşı ayaklandırarak ve kırdırarak
ödetiyordu adeta. Böylece insanlığın arasına bitemeyen bir kini sokuyor ve
ilanihaye sürecek olan acılara yol açıyordu. Oğlu babaya, kızı anaya, kardeşi kardeşe
düşman ediyordu. Sevgiyi, merhameti, hülasa duyguyu iptal ediyordu. Güya
Kapitalizme hayır diyordu ama dine muhalif olmada Kapitalizmle birleşiyordu.
İşin garibi; tüm ideolojiler din düşmanlığında ve bahusus İslam’ın yeryüzünden
silinmesinde müttefiktirler. İlginç değil mi?
Yeryüzü şeytanı, ideolojileri boşuna üretmedi. İlerleyin,
görecek ve anlayacaksınız, hayretler içerisinde kalacaksınız. Şeytan ne demişti
bidayette; kullarının doğu yollarının üzerine oturacağım ve onları sapmış
olanlardan kılacağım. Yeryüzü şeytanı sağa, sola, ortaya seslenen ideolojiler
üretti ve İslam’a giden yolu örttü, görünmez kıldı. Nihayet insanlar aldandılar
ve sapıttılar. Ruhları ve beyinleri artık çürümüş olduğu içinde bir türlü
göremiyorlar, idrak edemiyorlar.
‘’Yahudilikte Mesih’e yüklenen anlam, öç alıcıdır. Yahudi
intikamcıdır. Yeryüzü cenneti fikri Yahudilik mahreçlidir. Bu fikri Aziz
Augustin Nasraniyete, Karl Marks ise Komünizme uyarlamıştır.’’ Bu yorum
Bertnard Russel’e aittir. Siyonist Yahudi kompleksli ve kıskanç bir psikolojiye
sahiptir. Yaşadığı acıları unutmamış ve varoluşundan bu yana öç duygusuyla
hareket etmiş, bitevi, Müslümanların kanını akıtmıştır. Siyonist Yahudi adeta
Allah ile savaşmaktadır.
‘’Yeryüzü cenneti rüyasıyla kurgulanan tüm uzak
ütopyalar, kanlı ihtilaller, komünizmler ve sair akımlar, ideolojiler, esasında
Tevrat menşelidir. Yahudi kökenlidir.’’ Bu yorum Aliya İzzet Begoviç’e
aittir. ‘’Doğu ve Batı Arasında İslam’’
isimli mutena ve muhteşem eserini muhakkak okumalısınız bendenize göre.
İnsanlık sözde cennet hayalleriyle avutulmakta ve acımasızca sömürülmektedir.
Karanlık devrimlerde koyun gibi kanlı kavga meydanlarına sürülmektedir. Oysa
tüm bu yollar Siyonist Yahudi’nin intikam yollarıdır. İnsanlıktan adeta intikam
almaktadır bu yolla, güya kendisine çektirilen acıları dindirmekte, sürgünleri
unutmaktadır.
Meşhur Sosyolog Karl Popper de keza Karl Marks ve Tevrat
arasında paralellik kurar. ‘’Marksizm, Tevrat’ın kehanetlerini insanlığa dikte
etmektedir.’’ Bu yorum Karl Popper’e aittir. İlk başta da söylemiştik.
Komünizm, Tevrat’ın icracısıdır. Bu yolla, insanlığın kanını akıtmakta,
değerleri sıfırlamakta, devletleri ele geçirmekte, hazinlere el koymaktadır.
Komünizm, yeryüzüne, cehennemden başka hiçbir şey getiremez ve getirdiği de
cehennemdi zaten.
‘’Karl Marks gençlik dönemlerinde satanist törenlere ilgi
duyardı, iştirak ederdi. Oulanem’e atfen şiirsel eserler kaleme alırdı. Peki,
neydi bu Oulanem? Şeytandı.’’ Bu yorum Martin Malachi’ye aittir. Küfretmiyoruz
bebeğim, sadece ama sadece hakikatleri yazıyoruz. Karl Marks ilginç bir tiptir.
Bilmiyorsan öğreneceksin. Öğrenmiyorsan susmasını bileceksin. Bizim ülkemizde
garip bir durum vardır; hiç kimse inandığı şeyi, savunduğu şeyi ve insanları
çağırdığı şeyi bilmez. Kahir ekseriyetle böyledir bu. Faşist Faşizmi bilmez,
Komünist Komünizmi bilmez, Liberalist Liberalizmi bilmez, Anarşist Anarşizmi
bilmez, Kemalist Kemalizm’i bilmez, Kapitalist Kapitalizmi bilmez. Hatta ve
hatta çok acı bir şeydir ki, Müslümanların pek çoğu da İslam’ı bilmez. Ama
insanları bilmediklerine çağırırlar. Bizim milletimize mahsus bir durumdur bu.
Kapitalizmden doğ Komünizmde bat. İşte Karl Marks budur.
Lenin, Sosyalist teorinin, Kapital sahibi zümrelerin eğitilmiş mümessilleri
tarafından geliştirildiğini söyler. Karl Marks’ın da, Friedrich Engels'in de
burjuva sınıfından olduklarını beyan eder. Müritlerine şok edici gelebilir amma
velakin, sözde burjuva muhalifi olan ama kendisi de bir burjuvazi olan Yahudi
Karl Marks’ın, Alman orijinli İngiliz baronu olan para babası Yahudi Rothschild
ve türevleri ile sıkı bir münasebeti vardı. Çok saf ya da çok alık olduğumuzdan
her şeyin bize anlatıldığı gibi olduğunu sanıyoruz. Bilmiyoruz. Bilmediğimiz
söylenince de kafayı yiyoruz. Bilmiyoruz kardeşim bilmiyoruz. Bilseydik, bize
yalan söyleyenlerin peşlerinden koşar mıydık?
Dünya Komünist derneklerini yönetenler kimlerdir? Mason
orijinli baronlar. Masonlar Karl Marks’tan ne talep ettiler? Karanlık
İllimünati örgütünün programını hazırlamasını istediler. Şimdi sıkı durun; bu
program piyasaya ne olarak çıktı, düşünün bakalım. Elbette ki, malum Komünist
Manifesto kıvamında çıktı. Adam Weishaupt kimdir?
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Adam_Weishaupt) İllimünati örgütünün kurucusu.
Karl Marks, bu adamın devrimci ilkelerini piyasaya sürmüştür. Allah, aklı
boşuna vermedi ya, neyse! Komünizm, insanlığa vurulan zincirlerin en şedididir.
Komünizm, insanlığa kurulmuş en tehlikeli tezgâhtır. Haddizatında, ideolojileri
tüm detaylarıyla sarahaten bilseydik, dinimizin kıymetini daha iyi idrak
ederdik ve dinimizden başka hiçbir kurtuluş yolu olmadığını fark ederdik.
Bizler, maalesef bilmediklerimize inanıyor, bilmediklerimizi savunuyor ve
bilmediklerimize insanları çağırıyoruz.
Şimdi söyleyin bakalım sözde Komünist Manifesto’yu
hazırlayan üçüncü kişi kimdi? Tabi ki de; Jean Laffite. Karl Marks’ta,
Friedrich Engels'te, Jean Laffite’te; üç Yahudi ve üç Burjuvazi. Komünizmde
ölenler daima gariban insanlar olmuşlardır. Bir hayale kapılıp kavga
meydanlarında düşmüşlerdir yoksul insanların yoksul çocukları. Kodamanlar ve
veletleri şarap ve votka kadehleri ile keyif yaparlarken. Bu ülkede ki, bir
kodamanlar kulübü var, onun kadın başkanı alenen ne diyordu bir ara
ekranlardan; gençliği sokağa çıkmaya teşvike diyordu. Ama kimse sormuyordu;
senin çocuğun niye çıkmıyor diye! Hey gidi dünya hey! Genç Kürt kardeşlerimizi
Marksist-Leninist PKK örgütünün yanına gönderen kravatlı kompradorların
çocukları nerededirler, nereye gitmektedirler? Cehalet, öldürücüdür! Karl Marks
hem ırkına meftundu hem de ırkını paraya tapmakla itham ederek ırkına karşı
muhalefet yaratıyordu. Paradoksa bak hizaya gel bebeğim! Yersek diyecem amma
yiyoruz maalesef.
Komünizmin fikirsel olarak gelişip, kabul görmesinde,
Anarşist teoriyi ortaya atan Proudhon’un ciddi katkısı vardır. Anarşist
teorinin dâhilinde individüalist bir kişidir Proudhon. Kendisine göre
hiyerarşik iptidai toplumların var olmaları Anarşizmle tahakkuk edecektir.
Mülkiyet kitabı, ileri sürdüğü teorinin baş kitabıdır. Anarşizmi, Sosyalizm
bünyesinde değerlendirir ama Sosyalizmi, Anarşizmden ayrı tutar. Yani bir kişi
Anarşistse aynı zamanda Sosyalisttir de ama Sosyalist bir kişi aynı zamanda
Anarşist değildir. Proudhon aynı zamanda Masondur. Otoriteye isyan eder am
ardını düşünmez. Haddizatında otorite ardında değerleredir isyanı, değerleri
yok etmek ve bireyleri değerlerden uzak tutmaktır maksadı. Hassaten dinden uzak
tutmaktır. Ki zaten hangi ideoloji, kitleleri dinden uzaklaştırmak için var
değildir ki? Devlet yok olsun ister, ki ancak o zaman Anarşizm var olacaktır.
Otoritesizlik ardında otorite yaratmak içindir aslında teorisi. Yani bir nevi
Komünizmin anarşist hüviyet kazanmasıdır. Bu yüzden Karl Marks ile zıt düşer.
İhtilale inanır. Dine şiddetle muhaliftir. Dini, şer olarak telakki eder. Varsa
da bir yaratıcı, varlığı ortadan kaldırılmalıdır der. Marks, kendisini,
Nasraniyet’e savaş açabilen kahraman olarak lanse eder. Proudhon’un yoldaşı
olan Bakunin’i de Lenin örnek alır. Hatta Lenin’in fikirlerinde Marks’tan
ziyade Bakunin etkilidir. Kendisi şeytancı bir satanisttir. Devrimi, metafizik
bir fenomen olarak telakki eder. Devrim, Batı’ya hamledilir ama tersi tahakkuk
etmiştir. Yani Marks yanıldı ve devrim Moskof topraklarında tahakkuk etti, tabi
güya tahakkuk etti. Oysa hakikat şudur; devrim küresel baronların tavassutu ile
gerçekleştirildi. Ki farklı bir gerçekte şudur ki; Sovyetler, her açıdan uygun
bir zemine sahipti devrim için. Toplum boyutuyla, egemen kültür boyutuyla
devrime uygundu. Bu yüzden de baronlar en ideal zemin olarak Sovyetleri uygun
gördüler ve devrimi yaptılar ya da yaptırdılar, en uygun profillere. İnsanlık
bitevi yalanlarla yaşadı maalesef. Tabi suç kendisinindi insanın. Çünkü aldanmayan
insanı kimse aldatamazdı.
‘’Dünyada tahakkuk etmiş hiçbir devrimin ya da ihtilalin
ciddi bir teşkilat yapısı olmadan ve sermayesi tahakkuk edemeyeceğini’’ söyler
Garry Allen. Ve der ki; ‘’proletarya belki teşkilatlanabilir ve gücü temin eder
ama asla sermayeyi temine demez. Ama ekonomik güce hükmeden baronlar hem
teşkilatı teşekkül ettirebilirler hem de o teşkilatın idamesini
sağlayabilirler.’’ Peki, sermaye kimdedir ve sermayeyi temin edenler, teşekkül
eden teşkilatı bağımsız bırakırlar mı? Hülasa, Moskof devrimini tertip
edenlerde, devrimi finanse edenler de küresel bazda büyük bir ekonomik güce
sahip olan Siyonistlerdi. Lenin’e milyonlarla mark transferi yapan kimdi? Ve
Lenin’i Alman garından trene bindirip Sovyet topraklarına gönderen kimdi? Jacop
Schiff isimli kişiydi tabi ki de. Ama gariban Komünistler zannederler ki,
devrimler halkaların eseridirler. Tabi parayla olsaydı aldanmak, kimse satın
almazdı.
Ekstrem yapılar ve bu tür yapıların ortaya koydukları
eylemler, asla ve kata sermaye ve dış güçlerin müzahereti olmadan yapılamaz. Bu
tür yapılar, mütemadiyen toplumları istendik yöne kanalize etmek adına istimal
edilmektedirler ve tabi bunda başarılı da olunmaktadır maalesef. Meşhur
tarihçilerden Oswald Spengler, kitleleri etkileyen ve dünya düzeninin
teşekkülünde ciddi etkisi olan Sol orijinli devrimlerin, Sol ideolojilerin güya
düşman oldukları Kapitalizmin babaları tarafından finanse edildiklerini deklare
eden biridir. Şimdi sıkı durun ve ülkemiz temelinde derin bir şekilde düşünün;
Sol mahreçli kitlesel eylemlerin destekçileri niye hep burjuvazi olur ve niye
burjuvazi kesif olarak Sol orijinli politik teşekküllerin bünyesinde yer alır
ya da yer bulur? Ya da Basını düşünün, Sol fraksiyondan başka hiçbir fraksiyonu
desteklerler mi? Sizce düşünmeye değmeyecek bir şey midir bu nokta? Aynı mezkûr
meşhur tarihçi, insanlık tarihi sürecinde Kapitalist baronların desteği olmayan
hiçbir proleter eyleme tanıklık edilmemiştir der. Aklı olan şunu idrak eder
zaten; Komünistler niçin Kapitalist baronlarla hiç çatışmazlar. Ha teoride
belki karşıymış gibi dururlar ama pratikçe karşıtlığın zerre emaresini
göremezsiniz. Sokak eylemcileri, niçin para babalarının otellerine sığınırlar?
Bu ülkemizde olmadı mı? Aklımızı kullanalım aklımız!
Allah’a itaat etmek, Öndere intisap etmek, Kitaba talebe
olmak, devlete sadakatli olmak, millete hizmet etmek şerefimizdir. Gayrısı bizi
enterese etmez. Ortaya koyduğumuz hakikatler kime yarar, kime zarar
ilgilenmeyiz. Bir yola baş koyduk, yalnız da kalsak gideriz. Bu yolda şahadeti
şeref biliriz. Tek bir kimse kalmasa dahi, biz varız diyebiliriz. Ne kuru
kavgalarda harcayacak ömrümüz, ne de kavgalarımızı kurutmaya yüzümüz vardır.
Verdiğimiz bir sözümüz vardır. İnsanlığa dair kuvvetli tezimiz vardır.
Açıklarız, ortaya koyarız, uyarırız. Elimizden gelen budur. Artısını, eksisini
düşünmek ve icap edeni icra etmek insanların işidir. Geçelim!
Nedir bilir misiniz, küresel Komünist rejim? İnsanlığa
ait mülkün devlete ait kılınmasıdır. Tabi bu sözde böyledir, özde değil. Özde
olacak olan, mülkün küresel kompradorların inhisarlarına devredilecek
olmasıdır. Zira bu rejimde, devleti murakabe edecek olanlar zaten büyük kapital
sahipleridirler. Devrimi kim yapıyorsa, mülkte onun olacaktır. Komünist
önderlerin tanzim ettikleri plan, program, sermayedarların planları ve
programlarıdır. Lenin, kodamanların programlarını ortaya koymuştur. İşte bu
yüzden de, istediği şeyin, devlet kapitalizmi olduğunu sarahaten beyan
etmiştir. Ki bu gerçeğin illa ifşa edilmesine de lüzum yoktur. Zaten birazcık
kafası basan algılar bunu. Rejimlerin rengi değildir mühim olan, o rejimleri
kimlerin yönlendirdikleridir. Genellikle de baronlar yönlendirirler. Çünkü
politika, ekonominin esiridir bir yerde. Salak olmaya gerek var mı? Dünyaya
bakınız, kompradorlar, kahir ekseriyetle Sol tandanslı politik yapıların
yanındadırlar.
Ekim Devrimi, küresel lortaların himayelerinde tahakkuk
ettirilmiştir. Güya şahsi mülkün ilga edilip, ortaklığın ikamesiydi gaye yani
küresel baronların mülklerine el koymaktı istenilen ve beklenilen şey. Fakat ne
garipti ki, bu melun baronlar, asla korkmuyorlardı, tam aksine devrimi
destekliyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki, devrim, kendilerinin kontrolünde
ilerliyordu. Hülasa, Komünizm, Kapitalizmin çocuğuydu ama dünyadan gizleniyordu
bu. Bilakis, iki sütkardeş, düşman olarak lanse ediliyordu dünya kamuoyuna.
Zira kitleleri boş bir hayalin peşinden koşturmak imkânsızlaşabilirdi. Oyunu
fark eden ve hakikati idrak eden kitleler, kendilerine tuzak kuranlara
yönelebilirlerdi. Bu da istenmedik neticeleri intaç ederdi. Dünyaya hükmeden
lortların kimler oldukları eminim hepimizin malumudur. İşte bu lortlar bir
yandan Kapitalizme çalışırlarken, diğer yandan da Komünizme müzaherette
bulunuyorlardı. Çünkü bunların Kapitalizmini kuvvetlendiren Komünizm’di.
Komünistlere matuf ortaya atılan bir iddia güya
Siyonizm’e muhalif olduklarıdır. Oysa bizatihi Lenin’in kendisi Siyonizm’e
muhalefeti şeytani bir tavır olarak addetmiştir. Yani iddia boştur, yalandır,
büyük bir palavradır. İhdas ettiği kanunlarla bizzat Siyonist Yahudileri
muhafaza etmiştir. Teşekkül ettirdiği örgüt yapılanmaları ile yeryüzü
şeytanının haklarının savunucusu olmuştur adeta. Çünkü kendisi zaten Yahudi
olan birinin, Yahudilere muhalif olması beklenemezdi. Ki bir ekstrası da,
Masondu Lenin. Keşke gerçeğe yüzümüzü dönebilecek cesaretimiz olsaydı da, aldanarak
yaşamasaydık bugüne dek. Gerçeklerden kaçınca, yalanlarda kucağını açınca,
aldanış kader oldu bize!
Ülkemizde çıkan bir gazete var, adı; Şalom. Bu,
bağrımızda barınan basında, Lenin’in Yahudi olduğunu bizatihi ortaya koymuştur.
Bu izahatlarımızdan hiçbir kimse Yahudi muhalifi olduğumuzu çıkarmasın. Çünkü
böyle bir çıkarım alçaklıktır, kanı bozukluktur. Zira böyle bir düşüncemiz
olamaz. Elbette Yahudilere de zararı olan Siyonistlere mutlak muhalifiz, bu
ayrı. Lenin’in Yahudi olduğu hakikatinin, bizatihi kız kardeşince ifşasının,
Stalin tarafından engellendiği söylenir. İnsanlığın bunu bilmeye hakkının
olduğunu söyler gazete ve geniş yer ayırır bu habere. Şalom isimli gazete, yine
Lenin’in, yoldaşlarını, toplantı anlarında, Minha’ya geç kaldıkları mevzusunda
uyardığını beyan eder. Bu neye işarettir acaba?
Soljenitsin, Lenin’in acımasız bir tiran olduğunu ifade
eder. Hiçbir tavrı, eylemi kesinlikle insani durum taşımazdı der. Kitleleri
düşündüğü yalandır, kendisine itaat etmeyenleri katletmekte tereddütsüzdür,
diye de söyler. Hayır, burada bir detay eksiktir. Lenin, Yahudilere
müsamahakârdı, şefkatliydi. Kendisi de Yahudi’ydi çünkü. Peki, Stalin farksız
mıydı? Asla. Yahudi’ydi. Tıpkı Lenin gibi acımasız bir tirandı. Bir yoldaşı
Stalin için şöyle der; çocukluğundan bu yana bilir, tanırım. Babası bir
eskiciydi, Yahudi’ydi. Ama piyasa laflarına bakarsanız, güya katı bir
antisemittir. İsrail isimli katil devlet kurulurken en büyük destekçilerinden
biri kimdi acaba? Merak etmek, düşünmek, sormak ve sorgulamak kime zarar
vermiştir? Yeryüzü şeytanı, yeryüzünün en büyük şarlatanı, palavracısı,
yalancısıdır.
Tüm ideolojiler şeytanın izleridirler. Sizi, direkt
olarak şeytana götürürler. İnsanlara, şeytanın izlerini takip etmemeleri
gerektiği emredilmiştir oysa. Akletmiyor musunuz?
Hitler ne yapmıştı. Güya zulüm yapmıştı ama ne gariptir
ki yaptığı zulüm Yahudileri kendi topraklarına yönlendirmişti. İşte Stalin’in
yaptığı da buydu. İki tiran da kendilerine verilen gizli emri icra etmişlerdi.
Zira ufukta bir Siyonist Devlet görülüyordu ve bu devlet her hâlükârda
kurulmalıydı. İki tiranın da güya zulüm yaptığı iddiası Yahudilere yaramıştı.
Çünkü Yahudileri mazlum yapmıştı ve bu sahte masumiyet ve mazlumiyet,
yarınlarda Müslümanlara karşı yapacakları emsalsiz zulümleri örtecekti.
Yaptıkları her katliamda, insanlığın önüne bu yalanı süreceklerdi. Yani
soykırımlar, sürgünler birer gelecek için hazırlanan malzemeden ibaretti.
Hülasa, her şey koca bir yalandı, tezgâhtı. Ama insanlık kördü, sağırdı,
hissizdi, alıktı.
Dini afyon telakki eder Karl Marks. Lenin’de öyle der;
Komünist Marksist’tir, Marksist’te Materyalist felsefeye inanır, Materyalizm
dini reddeder. Bunu teferruatlı izaha lüzum yoktur, çünkü mevzu gayet sarihtir.
Dünya hayatı da gözümüzün önündedir. Bizde alık değiliz. Küresel şeytani
düzenin Komünizmden beklentisi, inancın eritilmesi, imanın kalpten çıkarılması
idi. Böylece, insanlık, ahlakın ve adaletin rafa kalktığı ve hayata tiranların
hükmettiği bir düzenin kuklaları olacaklardı. Ki hakikatte tüm ideolojilerin
son hedefleri buydu. İnsanlığa görkemli bir şey gibi sunulan cennet budur işte.
Cennet mi, cehennem mi siz karar verin artık. Ahlak çürümüş, adalet tiranların
elinde oyuncak olmuş, hürriyet sıfırlanmış, insanlar robotlaştırılmış ve
duyguları ve tüm hisleri iptal edilmiş, düşünceleri dondurulmuş, yani insanlık
bir nevi çiplenmiş; işte, küresel şeytani baronların istedikleri yeryüzü
cenneti budur dostlarım. Bu yolda da tüm ideolojileri kullanmaktadırlar. Dini
unutturmaktadırlar insanlara. Göz göre göre aldanıyoruz. Ne acı!
İdeolojilerin mahreci de aynıdır, çalıştıkları yerde
aynıdır. Şeytan mahreçlidir ve şeytana hizmet etmektedirler. Siyonizm’in
küresel egemenliği adına birer araçtır tümü de. Şeytan, insanı çok iyi tahlil
etmiştir ve tanımaktadır. Muhakkak bilmektedir ki, insan kompleks bir yapıdır
ve tek bir ideolojinin, tüm insanları kuşatması, etki altına alması muhaldir.
Öyleyse insanın muhtelif yönlerine hitap eden muhtelif ideolojiler icat
etmelidir ki, birine gitmeyen diğerine gitsin ama sonunda hepsi şeytana gitsin.
Tezgâh ne manyak ama! Kahpece bir tezgâh
ama süper tezgâh! Hemen hemen yekpare ideolojiler Materyalist temele istinat
ederler. İnsanlığa etkide bulunan filozofların kahir ekseriyeti bu felsefenin
teorisini ortaya koymuşlar ve pratiğini göstermişlerdir. Dine, en büyük darbeyi
indirecek olan ideoloji ise, Komünizm’di, baronlara göre ve buna ağırlık
verildi.
Dine karşı savaşımız gerçektir ve daima savaşacağız
derler Komünizmin en belirgin teorik ve pratik önderleri. Allahsız olduklarını
deklare ederler, tüm dinlere muhalif olduklarını söylerler. Diyalektik ve
tarihselcidirler. Dinlerle savaşırken itinalı olmalıdır derler. Eğer bireylerin
din kökenli duyguları yaralanırsa ve birey bunu hissederse bizim zararımıza
olur diye taktik davranmayı önerirler. Savaş yumuşak yöntemlerle
yürütülmelidir. Yığınlar üzerimize abanırlarsa zayıflayan bizler oluruz. Böyle
bir şey, dini yönelimi artırır ve derinleştirir. Din kaynaklı önyargıları
paramparça etmeliyiz derler. Komünizmin ve komünistlerin hayatları taktik ve
stratejidir. Başarılarının yegâne sebebi de budur.
Bir Pravda Gazetesi bilgisidir; Lenin bizatihi kendisi
diyor ki; ‘’dışarıdan bakanlar bize zalim diyorlar ve bizi ayıplıyorlar. Bunu
söyleyenlerin Marksizm’in umdelerinden yana cahil olduklarını görüyoruz.’’
Yeryüzünde ki vahşet, dini yok etmeye azmetmiş ideolojilerin ortak
noktalarıdır. Bu vahşetin mahreci de Tevrat’tan başka bir şey değildir. Çünkü
Tevrat tüm insanlığı bir köle telakki eder ve Yahudi’ye hizmet etmeleri gerektiğini
söyler. Tevrat der ki; ‘’Rab, sana bildirecek ve sen vuracaksın, acımadan yok
edeceksin hepsini.’’ Tevrat bir din kitabı değil, kin kitabıdır, bu yüzden de
inananları yeryüzüne kinlerini boşaltmaktadırlar. Keza Zebur da diyor;
‘’yeryüzü senindir, sen de benimsin, milletler ve mülkler sana mirasımdır. Sana
karşı gelenleri parçalayacak ve mirasına sahip olacaksın.’’ Yine Tevrat’a
dönelim; ‘’mirasında yaşayanlardan nefes alan kalmayacak.’’ Yine Tevrat söyler;
‘’miras bıraktığım mülklere casuslar yolla.’’ Ki bu casusları hepimiz
biliyoruz, kanlı katillerin yuvası MOSSAD. Komünizmin kökeni nereye dayanır sır
değildir. Ve Komünizmin, insanlığa, ölümden başka verdiği hiçbir şey yoktur.
Marşlarda bile yüreğine kin doldur söylenir. Niye? Çünkü Siyonist Yahudi, mirasına
(!) daha çabuk ve kolay konsun diye. Siyonist Yahudi şeytan, yüreklerden dini
söküp alır ve yerine kin bırakır ve kinle büyüyenler Siyonist Yahudi’nin
intikam savaşçıları olurlar.
Lenin, umde olarak, teröre karşı hiçbir zaman reddediş
içinde olmadıklarını beyan eder. Terör, Komünizmin cansuyudur. Terörü, anarşiyi
çıkarın Komünizm nefes bile alamaz. Çünkü devletleri, ekonomileri ancak
terörle, anarşiyle felç edebilirsiniz ve Komünizm ancak böyle yerlerde iktidar
savaşını daha kolay verebilir. Burada detaya girmeye lüzum yok, gözlerinizin
varlığı kifayet eder, alık bile olsanız. Çünkü göz görür, göz önünde ne
oluyorsa! Zaten Komünist önderlerin devr-i iktidarlarına baktığımız zamanda
başka bir şeye tanıklık etmeyiz. Bugün de aynıdır. Fikir olarak değil, şiddet
olarak vardır Komünizm. Çünkü fikir olarak asla kuvvetli bir tabana erişemez,
erişemeyecektir de. Bu yüzden de ajitasyon, tedhiş gibi yöntemlerle kendi yol
açmaya çalışacaktır.