Bir insanlık davasıdır. Medeniyet davasıdır. Diriliş
davasıdır. Adalet ve ahlak davasıdır. Eğitim davasıdır. İdeolojileri .iktiretmendir.
Tevhid Davası aynı zamanda İlay-ı Kelimetullah Davasıdır. Putçuluktan kurtulup özgürleşmendir.
Sekterlikten ve dar kafalılıktan kurtulmandır. Selçuklu ve Osmanlı ruhunu
kuşanmandır. Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurmandır. Süper muhafızlar yetiştirmendir.
Hakikatle beslenen ve hakikati nefes kılıp, o nefesi âleme soluyan ve insanlık
ailesini o nefesle diriltecek âlimler yetiştirmendir. Yetiştirdiğin muhafızları
ve âlimleri ruy-i zeminin yedi kıtasına gönderip, o kıtalarda ki soydaşlarına
ve dindaşlarına, hem bizi hem de onları terk eden Selçuklu ve Osmanlı Ruhunu yeniden
aşılamandır. Bize ait olan her yerde Selçuklu ve Osmanlı Ruhunun hâkim olması
demek; devletlerimizin bu ruha göre biçimlendirilmesi ve milletlerimizin bu
ruha göre şekillendirilmesidir. İşte Kadim Devletimiz olan Osmanlı Devletini
yani Devlet-i Aliye’yi diriltmek budur. Gidip o coğrafyalara bizatihi egemen
olmak değildir mesele, o coğrafik bedenlere Selçuklu ve Osmanlı Ruhunu
nakşetmektir, yerleştirmektir. Davamız, tüm ümmetin davasıdır. Derdimiz tüm
ümmetin derdidir. İnsanlık önderlerinin davası da budur. Kadim devletlerimizin
kendilerini ifade şekilleri de böyle olmuştur. Biz madde medeniyeti değil mana
medeniyetiyiz. İlay-ı Kelimetullah Davasını dava edinmemiş bir devlet bizim
devletimiz olamaz. Zira Müslüman Türk Milletine ait bir devletin meşruiyetinin
garantisi bu davayı sahiplenmesiyle belli olur. Bizim devlet olarak değil,
yekpare olarakta tüm ferdi ve kolektif mücadelelerimizin, gayretlerimizin ana
ekseninde bu bilinç ve şuur vardır, olmalıdır. İmanımızın fiiliyata dökülmüş
halidir, İlay-ı Kelimetullah Davası. Yegâne arzumuz, insanlık ailesini,
şeytanilerin tasallutundan kurtarmaktır. Bu arzunun tahakkukunda devlet
mekanizması bir araç mesabesindedir, başka bir şey değildir. Eğer
benimseyeceğimiz, sahipleneceğimiz, uğruna can vereceğimiz bir devlet olacaksa,
işte bu tarihi misyonu deruhte etmelidir. Bu misyona mugayir bir işleyiş içinde olan, bu
misyonu çiğneyen, bu misyona ihanet eden bir devlet bizim devletimiz değildir
ve olamaz. Binaenaleyh, devletimiz, bu davaya göre şekillendirilmeli ve
biçimlendirilmelidir.
Türk Milleti, tarihin hiçbir sürecinde, asla gâvur
olmamış, gavurlaşmaya temayül göstermemiş, bilakis gâvurlaşmaya direnmiş ve
gâvurlara karşı da amansız ve fasılasız mücadele vermiştir. Çünkü Türk Milleti
tarihin her safhasında İslam’ın izzeti ve Ümmetin şerefi için kılıç ve kalkan
görevi görmüştür. Bitevi, İslam ahlak ve adaletinin mümessilliğini yapmıştır.
Türk Milleti, temiz gövdesinde taşıdığı ve yüce bir direnç kaynağı olan iman
sayesinde ruy-i zemine hükmetmiş ve bitevi gavurlarla cenk etmiştir. Gavur
denildiği zaman ilk aklımıza gelen her ne kadar Küresel Yayılımcı Haçlı
Şebekesi olsa da, Türk Milletinin temiz gövdesinde ki imanı hedef alan her odak
gavur taifesinden sayılır. Bu milletin ekonomisine darbe vuran, bu milletin
ahlakına darbe vuran, bu milletin birliğine kasteden, bu milletin kültürünü
yozlaştıran fert, güruh ya da odak her ne olursa olsun gavur taifesindendir. Bu
yüzden gavuru ille de dışarıda aramamalıyız ve içimizde ki gavurlara karşı da
müteyakkız olmalıyız. Binaenaleyh, topraklarımızda yaşayan ve bizim yüce
davamıza müzaherette bulunan ya da davamızın önünde handikap teşkil etmeyen bir
yabancı, davamıza kasteden ve davamızın önünde takoz olan bir yerliye nazaran
daha muteberdir ve yabancı gavurluğa uzak, yerli olansa gavurluğa yakındır. Zira
Allah Davasının saflarında olan herkes birdir, bizdir. İlay-ı Kelimetullah
Davası da tabir caizse Allah Davasıdır. İşte tam da bu yüzden Nasraniyet’in ve
Museviliğin tezgâhlarına, tuzaklarına ve küresel sömürüsüne karşı mukavemet
gösteren ve İslam’ın yanında yer alan yerli ya da yabancı her kim olursa olsun
kardeştir ve gâvurluktan uzaktır. Bizim kaybettiğimiz yönümüz budur yani
davamızdır ve davamızı yeniden sahiplenmemiz ve hayatlaştırmamız iktiza
etmektedir. İlay-ı Kelimetullah, ümmetin
kolektif şuuru ve bilincidir. Bu bilinci ve şuuru, muhakkak nesillerimize
aktarmamız icap etmektedir. Çünkü bu dava nesillerimize miras bırakacağımız en
kutlu şeydir. Bu kutlu dava, nefsi olgulardan, arzulardan, hırslardan
münezzehtir. Bu dava, insanlık davasıdır, ümmetin davasıdır, Türk Milletinin
diriliş ve direniş davasıdır. Selçuklu ve Osmanlı Ruhunu tazammum eden ve bu
ruhu gündeme taşıyacak ve hayat yapacak olan, nihayetinde ise tarihin akışını
değiştirecek güce haiz bulunan yüce bir davadır.
Tevhid ehli tek millettir; İbrahim Milletindendir.
Bu mutlak hakikattir. Bu yüzden davamızda Önderlerimizden Hz. İbrahim’in
davasıdır. Kardeşlik davasıdır, özgürlük davasıdır, ahlak ve adalet davasıdır,
putlara ve putçuluğa hayır davasıdır. Nemrutlara, Firavunlara, Hamanlara karşı
duruş davasıdır. Aldatıcı, sömürücü, kan emici, kullaştırıcı ve bozucu
şeytanilerle mücadele davasıdır. Bu davada detaylar sair meseledir. Mühim olan
mutlak ruhtur, o ruhtan fışkıran kardeşliktir ve ancak Allah Davasına adananlar
kardeştirler. Bu davaya inanan ve yüksek bir samimiyetle yanımızda duran bir
yabancı, bizden kopmuş ve çağdaşlaşmanın ve gâvurlaşmanın merkezi gücü olan
Avrupa şeytanının yanında duran bir yerliye göre daha önce gelir. Zira küfür
milletinin yanında yer alanlar, asla bizim yanımızda olamazlar, kardeşimizde
olamazlar. Kadim değerlerimize, töremize, gelenek ve göreneklerimize muhalif
olupta, batıl değerlere meftun olanlar ve o süfli değerlerle bu milletin temiz
gövdesini dağlama derdinde olanların bizimle aynı millet olmaları, aynı ruha
sahip bulunmaları ve aynı kardeşlik iklimini solumaları muhaldir. Bugün biz,
Türk, Kürt, Sünni, Alevi diyerek bir yaklaşımda ya da tavır da bulunamayız.
Gâvur mudur, değil midir diye yaklaşımda ya da tavır da bulunuruz. Çünkü tek
millet olmanın ve kadim kardeşliğin icabı budur. Bugün bu devlete samimi olarak
tabi olmuş, bu milletle gönül bağı kurmuş, İslam dinini tahrif ve tahrip
gayreti içerisine girmemiş ve bizim topraklarımızda yaşamakta olan bir yabancı,
Avrupa şeytanına benliğini satmış ve o şeytanın pisliklerini bu temiz
topraklara akıtan bir Müslüman Türk’ten bin kat daha muteberdir. Bu yüzden
kimlik ve din bir anlamda sair meseledir. Aynı şekilde yekpare olarak bu
toprakları toprak yapan tüm değerlere sadakatli olan bir Alevi kardeşimizde,
Hz. Ali’yi reddeden ve şeytanın kucağına oturmuş hain bir Alevi’den sonsuz kez
daha muteberdir, asildir, soyludur. Keza, Siyonist kuklası olan PKK ile hiçbir
gönül bağı olmayan bir Kürt kardeşimiz, PKK egemenliğine girmiş ve PKK denilen
kirli ve kanlı örgütün hizmet eri olmuş bir Kürt kimlikliden bin kat daha
saygıdeğerdir, asildir, soyludur. Ki haddizatında, Avrupa şeytanının
değerleriyle yaşan bir Türk, Türk değildir. Alisiz bir Alevi, Alevi değildir.
PKK hizmetinde olan bir Kürt, Kürt değildir.
Şunu bitevi dile getirmekteyim; sarsılmaz imanı,
Türk Milletin varoluş kavgasının mutlak dinamiğidir. Kardeşliğin hakiki
sigortasıdır. Birliğin zamkıdır. Bu bedenden o iman çıktığı vakit, Türk
Milletinin tarih sahnesini terk ettiği vakittir. Türk Milletinin temiz
gövdesinde ki sarsılmaz imanı hiçbir ideolojiyi tolere etmez. Türk Milleti
ideolojilere tapar hale geldiği günden beridir düşmüştür ve doğrulmayı
beklemektedir. İdeolojiler, hem kimliğini hem de dinini çalmıştır. Aklımızın ve
kalbimizin gücü, imanımızdan gelmektedir. İmanı olmayanın, insanlık düşmanı
ideolojilere sahici mukavemet etmesi kabil değildir. Bir kez daha tekrar
etmekte fayda telakki ediyorum; imansız olanın, zulme, sömürüye, ahlaksızlığa
ve adaletsizliğe direnmesi; kardeşliği, barışı, hürriyeti savunması muhaldir.
Çünkü Siyonizm imansızdır, Kapitalizm imansızdır, Komünizm imansızdır, Faşizm imansızdır,
Kemalizm imansızdır, Liberalizm imansızdır, Anarşizm imansızdır. Binaenaleyh,
aynı temele istinat eden bir Komünizm, aynı temelde varolan bir Kapitalizme
asla sahici karşı duruş sergileyemez ve mukavemet edemez. Zira tüm ideolojilerin özünde kula kulluk
telakkisi vardır. Bir tek İslam da Allah’a kulluk vardır. Nasraniyet’te ve
Musevilikte bile kula kulluk vardır. Ki ideolojiler de en diplerinde bu iki
olgudan tevellüt ettiğine göre, kula kulluğa dayanmaları normaldir. Tüm
zulümlere, sömürülere, ayrılıkçılığa mutlak karşı duruş ancak ve ancak Tevhid
ile kabildir. İdeolojik baronlar, ideolojik müntesipleri vallahi, billahi,
tallahi aldatmaktadırlar. İdeolojik müntesipler, özlerinde birer kan emici ve
sömürücü vahşiler olan ideolojik baronlarca namussuzca sömürülmektedirler ve
Küresel Emperyalistlere satılmaktadırlar. Tüm ideolojiler orijin olarak
maddecidirler yani kardeştirler. İnsanlık ailesi için tek dava vardır; Tevhit
altyapısı üzerinde varolan ve can bulan İLAY-I KELİMETULLAH DAVASI.
Hiçbir ideoloji, Vahiy temelinde var olmaz. Vahiyle
hayat bulmayan, var olmayan hiçbir şey de hayat sunmaz. Çünkü, ancak, hayat
kaynağı olan bir şey hayat verebilir, hakikati hayat kılabilir. Tüm ideolojiler
dünyayla birleşiktirler. Dünya da var olmuşlardır ve dünya için vardırlar. Binaenaleyh,
kesinkes maddecidirler. Varlıkları da, varoluşları da, hedefledikleri dünya da
ve arzuladıkları insan tipi de maddeyle sınırlıdır. İnsanlığın sonsuzluğa uçan
nefsini keserler ve insanı adeta boğarlar. Maddeye kulan olan, kula da kul
olmak zorundadır. Derununda ki sonsuzluk yok olan insan mutlaka kula kul olur. Her
ideoloji putçudur. Çünkü insanlara yapay bir sonsuzluk duygusu zerk etmek ve
insanları büyüleyerek kendisine meftun kılmak için illa bir put var etmeleri
iktiza ettiğini düşünürler ve insanları putlar önünde baş eğmeye zorlarlar. Ne
gariptir ki Allah’a kulluğu reddedenler, ideolojik baronlara kul olmaya
bayılıyorlar. Şöyle bir soru sormak istiyorum buradan; İslam’da ne bulamadınız
da ideolojilerde buldunuz, ideolojilerde ne buldunuz da İslam’da bulamadınız?
Hakikaten bu sorunun cevabını merak ediyorum. Haddizatında verilebilecek bir
cevap yok amma merak işte. Benzer bir soru; Hz. Muhammed’de (sav) neyi aradınız
da bulamadınız ve o bulamadığınızı hangi çakma önderde buldunuz? Ya da hangi çakma
önderde bulduğunuz güzel bir şey vardır da, o güzel şey her ne ise, Hz.
Muhammed’de (sav) yoktur? Ama saf bir akılla ve kalple cevap vereceksiniz. İşte
vereceğim cevap benim paradigmalarımın iflası olur diyerek basit ve kısır
düşüncelere kaçmayacaksınız. Düşüncenizde sığlaşmayacak ve
sıradanlaşmayacaksınız, bilakis yükselecek ve yüceleceksiniz. Ki zaten böyle
yapan yani kalıplarım parçalanır diye hakikati örten ya da görmezden gelen
birinin fikir adamı olması kabil-i mümkün değildir. O kişinin düşünceyle iştigal
ettiği de yalandır. Çünkü düşünen insan korkmaz. Düşünen insanın kalıpları,
klişeleri olmaz. Fikir put değildir, putlaştırılamaz. Ta ki, düşünen bir insan,
fikir adamı olan biri, bir hakikat bulmuşsa ve o hakikat kendi putlarını
deviriyorsa, yine de korkmaz ve hakikati itiraf eder, izhar eder. İdeoloji,
ideolojinin alternatifi de olamaz bu yüzden. Çünkü maddenin karşısında madde
değil, madde olmayan, maddeyi de anlamlandıran bir şey olması iktiza eder ve maddenin
karşısında ruh vardır, mana vardır. Mana maddeyi kapsar ama madde manayı asla
kapsayamaz. Mana maddenin özünde ki cevherdir ve maddeyle vardır ama madde
manasız bir hiçtir. Ruh bir bedende yaşar ama ruhsuz beden yaşayamaz. Yeryüzünde
tüm ideolojiler ve tahrif ve tahrip edilmiş dinler bir yana, İslam bir yanadır.
Mutlak alternatif İslam’dır. İşte İlay-ı Kelimetullah Davasının ruhu da;
İSLAM’dır. Ama bu dava, Türk gibi bir bedende can bulmuş ve insanlığa can
olmuştur. Burada Türk derken, Türk Milletini meydana getiren tüm unsurları
kastediyoruz. Çünkü Türk mevhumu artık bir ırkın adından ziyade küfre direnen
ve gâvurlaşmaya karşı aşılmaz set olan bir ümmetin adı olmuş ve adeta İslam ile
bütünleşmiştir. Yani olaya akli ve kalbi boyuttan dürüstçe baktığımız zaman
fasit daireye mahkûm olmaz ve olayı daha sağlıklı değerlendirebiliriz. Sadece dürüstlük
kifayet edecektir olayın hakiki yüzünü görmeye. Bizim, tarih boyunca tüm
devletlerimizin tek bir davaları olmuştur; o da, İLAY-I KELİMETULLAH
DAVASI’dır.
Dünya da açık ya da gizli iki güç çarpışmaktadır. Bu
çarpışma bidayetten nihayete idame ettirilecek bir çatışmadır. Bu çatışma,
Hilal ile Haç’ın çatışmasıdır. İnsan ile şeytanın çatışmasıdır. Bu çatışmada
iki taraf vardır: Osmanlı ve İngiliz-Yahudi ittifakı. Türkiye, Osmanlı’nın
mirasçısı olduğu için, Osmanlı adına tüm saldırılara göğüs germektedir.
Osmanlı’nın ruhu çalınmış ve Osmanlı yıkılmıştır ama ruhen değil bedenen
yıkılmıştır, ki korku da budur, bedenen yıkılan Osmanlı ruhen diridir ve bir
kıvılcım beklemektedir büyük diriliş için, kahpe İngiliz ise entrikalarla
dünyaya hükmetmektedir. Bir de paraya sahiptir. Ki zaten görünen dünyada en
büyük güç paradır maalesef. Bilgi bile tali meselesidir. Çünkü parası olan
beyini de satın alabilmektedir. İngiliz o kadar kahpe bir millettir ki, sınırları
çizer, dünyaya rengini verir, egemen olacak siyaseti belirler ve çekilir. Artık
köpeklerini salar meydana. Baş köpekler; Coni ve Siyonist’tir. Köpekleri birbirleriyle
hırlaşırken, komşularına saldırırlarken, sahiplerinin çarkı dönmeye devam eder.
Biz zannederiz ki, küfür birbirleriyle mücadele içindedir, birbirlerine karşı
başkalarıyla işbirliği yapabilirler. Hayır, bu tamamen yanılgıdır. Şeytanın
çocukları her yerde, zamanda ve çıkarlarda bir ve ortaktırlar. Kutsal Kitap en
büyük hüccettir buna. Herkesin bir görevi vardır ve görevini yapar o kadar. Osmanlı
tarafı ise paramparçadır, hem küçük mikyasta hem de büyük mikyasta parçalanmış
haldedir. PKK denilen kanlı, kahpe ve kirli örgütün maskesini sıyırın altından
İngiliz çıkar. Fransız İhtilalinin maskesini sıyırın altından İngiliz çıkar.
Bolşevik İhtilalinin maskesini sıyırın altından İngiliz çıkar. Dinler Arası Diyalog
tezgâhını sıkı ve derin bir tetkikten geçirin altından İngiliz çıkar. Osmanlı’nın
yok ediliş sürecini tafsilatı olarak tetkik edin altından İngiliz çıkar. Burada
kahpe İngiliz gavurunu büyütmüyorum, ki böyle yapacak kadar soysuz değilim,
zira böyle bir şey ceddime, dinime, kimliğime ve tarihime ihanet sayılır. Ben
düşmanın ne kadar sinsi, kahpe ve büyük olduğunu vurgulamak istiyorum. Tabi
burada her memleketteki yerli maskeli yabancı gavurları da yok saymıyorum.
Çünkü kahpe İngiliz’in önemsiz görülmeyecek kadar önemli olan işbirlikçilerinin
büyük rolü vardır her şeyde. Şeytanın çocuklarının bir davaları vardır ve
davalarına sarsılmaz bir sadakatle bağlıdırlar, ihanet eden yok edilir,
davalarının mutlak bir dayanağı vardır. Ama Osmanlı çocuklarının maalesef bir
davaları yoktur, hem davalarını hem de davalarının tevlit ettiği yüce kaynağı
kaybetmişlerdir. Ki içinde bulundukları durumun yegane sebebi budur. Bir an
önce öze dönüş, söze dönüş tahakkuk etmeli, öz ve söz ekseninde tevhid ve
vahdet sağlanmalı, herkes İlay-ı Kelimetullah Davasını dava edinmelidir.
Maalesef alelade yaşıyoruz. İnandığımız şeyi
bilmiyoruz, bildiğimiz şeye inanmıyoruz. Bir şeyi tabulaştırdık mı, bitti
artık, ondan başka doğru yoktur, o tenkit edilemez, onun ancak gerçekliğinden
söz edilebilir. Bundan böyle herkesin, bizim inandığımız şeye inanmasını
bekliyoruz. İnanmayanları siliyoruz. Misal, içimizde ki şeytanlar dâhil olmak
üzere yekpare küresel şeytanlar Ermeni Soykırımı denilen büyük yalandan ve
soysuzluktan dem vurur da söz, Türk ve İslam dünyasına yapılanlardan açıldı mı
herkes susar. Filistin ve Doğu Türkistan için soykırım hayatın kendisi olmuştur
ama kimse gık demez. Keza, içimizde ki şeytanlar dâhil, Koca Sultan Abdülhamit
Han söz konusu olunca Kızıl Sultan demek için laf bana gelsin diye bekleşirler
ama nice zalim gâvurlar mevzubahis olduğunda suspus olurlar. Bizi mahveden işte
bu melun mantalitedir. Kendimiz olamayız, kendimizi sevemeyiz ama düşmanları
sevmekte, övmekte ve onlar gibi olmakta, yaşamakta yarışırız. Gerçekten cahil
bir milletiz. Niye böyleyiz? Çünkü ruhumuzu kaybetmişiz. Davamızı kaybetmişiz.
Dinimizi ve kimliğimizi kaybetmişiz. Bilincimizi ve şuurumuzu kaybetmişiz. Her
şeye kahvehane mantığıyla bakarız, her şeyi kahvehane mantığıyla
değerlendiririz, sorularımız kahvehane muhabbeti düzeyindedir, her şeye
kahvehane mantığıyla cevap yetiştiririz. İlim, bilim sıfırdır. Bilmeyiz,
anlamayız, okumayız, araştırmayız, birisi bir şey söyledi mi; ne alaka demeyi
marifet sanırız. Ve münhasıran bu kelimeyi söylediğimiz için, haddizatında bir
şey bildiğimizi düşünürüz yani bu kadar trajikomik bir hal içindeyiz. Komünizm,
insanlığı ayakta tutan değerleri silip süpürme ve ruhu bedenlerden çıkarıp atma
adına ihdas edilmiş bir ideolojidir ve arka planda küresel kapitalist baronlara
hizmet etmektedir yani bunların ajanlığını yapmaktadır denildi mi, ya
küfrederiz ya da ne alaka çekeriz ama olayı hayatla ve insanlıkla bağlantılandırıp
üzerinde tefekkür etmeyi hiç akıl etmeyiz. Oysa çıplak bir insan olarak kalsak
yani kalbimizde ki ve kafamızda ki her şeyi bir kenara atsak ve bu halde gözlem
yapıp, tefekkür etsek tüm gerçekleri sarahaten müşahede edebileceğiz. Ama bu da
büyük bir yürek, yüce bir cesareti iktiza eder. Putlarımızın yerle yeksan
olmasından korkmuyorsak yapabiliriz bunu! Bilakis alıkça yaşamaya devam
cancağızım. Bir kere dünya tarihini, politikasını, kendi tarihini, politikanı
az çok bileceksin, anlayacaksın. İdeolojilerin şifrelerini çözeceksin.
Şeytanilerin tahrif ve tahrip edilmiş kitaplarını karıştıracaksın, Allah’ın
sana OKU diye indirdiği yüce hakikatler deryası olan yüce ve yüksek Kur’an’ın
temiz sayfalarını açıp bir kere de olsa bakacaksın. Yoksa angutça yaşamanın,
alıkça konuşmanın hiçbir faydası yok maalesef.
BİR SORU: Niçin, Coni’yi, Toni’yi, Siyon’u,
Moskof’u, Ermeni’yi severiz de, Selçuklu’yu ve Osmanlı’yı hatta Türkiye’yi ve
Türk’ü sevmeyiz? Hakikaten ilginçtir bu. Bakarsın, adam, yukarı da saydığımız,
şeytanın malum hadimlerini adeta tapar gibi sever, onlardan bir şey geldi mi
tereddütsüz alır, onlara yönelik tenkitlere göğsünü siper eder, onların
değerlerini yüceltir ama söz, Selçuklu’ya, Osmanlı’ya, Türkiye’ye ve Türk’e
geldi mi, kırmızı gömüş boğaya döner. Hayır, Selçuklu yahut Osmanlı da hatta
Türkiye’de ve Türk’te ne yoktur da bu şeytanilerde vardır, o şeytanlarda ne
vardır da Selçuklu yahut Osmanlı da hatta Türkiye’de ve Türk’te yoktur?
Kendini, ceddini, tarihini ve kendine ait olanları sevmeyi öğreneceksin
cancağızım! Sonra da güya zulme, sömürüye, zalimlere karşı mücadele ettiğini
sanmayacaksın.
Çakallar bir olup Koca Devi devirdiler, şimdi de
devrilen devden mütevellit küçük ama büyümekte olan devi devirmeye
çalışıyorlar. Biz anlamıyoruz! Çünkü binlerce zehirli aşı yapılmış. Nasıl
Kızılderililer zehirli battaniyelerle katledilmişlerse, birer deli gömleği olan
ideolojilerle de özel de Türk Milleti, genelde de İslam Ümmeti katledilmeye
çalışılmaktadır. Uyanmalıyız! Mutlaka uyanmalıyız. Türk’te uyanmalı, Kürt’te
uyanmalı, Alevi de uyanmalı. Hatta Ermeni de uyanmalı, Rum da uyanmalı. Uyanmalısın
kardeşim! Şerefli Türk şerefsiz Türk’ü görmeli, şerefli Kürt şerefsiz Kürt’ü
görmeli, şerefli Alevi şerefsiz Alevi’yi görmeli. Ve tüm şerefliler birleşerek
kuvvet bulmalı. Ermeniler tekrar sadık millet olmalı ve huzura kavuşmalı. Kürt
kardeşte, Alevi kardeşte, Türk ağabeyin tarihi tecrübesine inanarak ve
güvenerek, büyük birliğin teşekkülüne gönülden evet demeli. Herkes Selçuklu ve
Osmanlı ruhunu kuşanmalı, kuşanmakta sakınca görmemeli. Kürt kardeşlerimizin
içinden çıkan bir âlimin sözü olması lazım, şöyle diyordu; ‘’Türkler binlerce
yıllık tecrübe sahibi olarak akıl mesabesinde bulunmaktadırlar, bizler ise o
tecrübenin istimal edilerek, o tecrübeler ışığında yeni bir hayat kurulmasında
kuvvet olabiliriz.’’ Çok isabetli, hakkaniyetli ve hakikatli bir sözdür bu.
Akıl ve kalp ortaklığının ürünüdür. Ama bizleri birbirimize düşürdüler ve
birbirimize kırdırıyorlar. Bu melun oyuna gelmemeli, kanlı ve kirli oyunu
bozmalı ve oyuna gelen kardeşlerimizi de kirli ve kanlı oyundan kurtarmalıyız. Kardeşlerim!
Dışarıda ki domuzlar, içeride ki itleri ayartıyorlar, birleşerek dişlerinden
kan akan kirli çakallar buluyorlar ve meydanlara salıyorlar. Böylece birlik
dokumuzu zedeliyorlar. Birlik bozulunca dirlik kaçıyor, düzen keşmekeş bir hal
alıyor. Bizler göremiyor, düşünemiyor, anlayamıyoruz maalesef. İçeri de ki
kodaman itlerin ipleri, dışarıda ki domuzların ellerinde. Ölüm kusan silahları
kullananlar ise, bu kanlı ve kirli ittifakın maşaları. Biz zannediyoruz ki, her
şey masumca gelişiyor, maşalar bizim için mücadele veriyor. Hayır, asla böyle
bir hakikat yok cancağızım. Sadece biz alığız ve körüz; o kadar! Bizi bize,
sizi size bırakırlar mı hiç cancağızım? Biz kendimizi tanımadığımız gibi,
düşmanı da tanımıyoruz maalesef. Çanakkale de üstümüze kimler gelmişti?
Kurtuluş Savaşında topraklarımızı yağmalamak isteyenler kimlerdi? Hangi
ideoloji bize saadeti garantileyebildi ve garantileyebilir? Hangi ideoloji bize
bağımsızlık, hürriyet, birlik, dirlik, barış ve kardeşlik sunabildi, sunabilir?
İdeolojiler bizleri dirilttiler mi yoksa düşmanın kucağına iyice mi oturttular?
Hangi ideoloji, bizim temiz ve sağlam ruhumuzdan fışkırmıştır? Kur’an’ın ve
ceddimizin bize miras bıraktığın ideoloji hangisidir? Kardeşlerim! İdeolojiler
bizim ruhumuzu çaldılar, kanımızı zehirlediler. İslam’ı söküp çıkardılar
bedenlerimizden ve topraklarımızdan. Bizi, bizim olandan kovdular! İngiliz
kahpesi bizi sevebilir mi? Amerikan şeytanı bize iyilik edebilir mi? Fransız
gâvuru bizim yanımızda durabilir mi? Moskof ayısı bizimle birlikte hareket
edebilir mi? Olmaz bu kardeşlerim, asla olamaz. İşte tam da bu yüzden artık
kendimize dönmemiz, kendimiz olmamız ve kadim ruhu kuşanmamız iktiza eder. Ezeli ve ebedi davamıza sahip çıkmamız icap
eder.
Şeytaniler münhasıran bizim tarihimizi çalmadılar,
insanlığın tarihini de çaldılar. Hakikatleri tahrip ve tahrif ettiler. Bir
tarafta putlara tapınç içinde olan insanlık, diğer tarafta Allah’a tapan
insanlık. Bir tarafta mutlak maddecilik, diğer tarafta manayla yüceliş ve
yükseliş. Bir tarafta şeytani uygarlık, diğer tarafta insanlık medeniyeti.
Tarih; tevhit ve şirkin mücadelesinden ibarettir! İsteniyor ki, tek bir
insanlık tipi olsun, bu tip aynı şeyi yesin, içsin, giysin, düşünsün, tek bir
dine inansın, tek bir kitabı olsun, tek bir devletin himayesinde olsun, tek bir
yerden yönetilsin. Hülasa; Küresel Siyonist Yahudi Krallığı. İmansız, akılsız,
vatansız, hiçliğin mahkûmu olan bir insanlık düşleniyor yani. Böyle bir
insanlığın koyun sürüsünden ne farkı vardır söyler misiniz lütfen? Ama ne
hazindir ki, gönüllü olarak sürüleşiyoruz. Ne dirilmeye mecalimiz var ne de
direnmeye yüreğimiz! Moskof’un Coni’ye karşı savaştığını zannediyor Moskof’un
saflarına iltihak ediyoruz. Coni’nin Moskof’a karşı savaştığını sanıyor
Coni’nin saflarına iltihak ediyoruz. Oysa bilmiyoruz ki, zevahirde farklı olan
ama batında aynı olan yere iltihak ediyoruz. Söyler misiniz, Moskof ayısının
katlettiği Çenen kimdir? Söyler misiniz, Siyon domuzunun katlettiği Filistinli
kimdir? Söyler misiniz, Çin itinin katlettiği Türkistanlı kimdir? Söyler
misiniz, Coni şeytanın katlettiği Kızılderili kimdir? Şimdi bu alçak, vahşi,
barbar şeytanlardan bize dost olur mu? Bizim bunları dost görmemiz akıl işi
midir, alık işi midir? Kendi davanı terk et, düşmanın davasını güt dünya böyle
bir alıklığa şahit olmuş mudur acep? Birazcık akıl, sadece birazcık! Hayvanla
insan bir olur mu? Bir tarafta hayvanlar dünyası var, diğer tarafta insanlar
dünyası. Hangi tarafta olacağınızı, duracağınız aklınız ve kalbiniz sayesinde
kendiniz belirleyeceksiniz. Bir tarafta Osmanlı aklı-kalbi, diğer tarafta
yekpare şeytanilerin nefsin izinden giden aklı. Ya hayvanlar âlemine dalıp,
orada kaybolup hayvanlaşacaksınız ya da insanlar âlemine dalıp, orada kendinizi
bulup vahşi hayvanlara karşı mücadele edeceksiniz. Seçim senin kardeşim!
SON TAHLİLDE; bakınız, bugün, insanlığın ruhu
çalınmış durumdadır ama insan, ruhuna dönmek istemektedir.
İnsanlık, tasavvur edilen Yahudi çobanın önüne
kattığı sürüye dönüştürülmek istenmektedir.
İslam ve Müslüman, hayvanların yok etmek için tüm
güçleriyle saldırdıkları yegâne hedeftir.
İslam ve Müslüman, tefessüh eden insan ve dünya
nezdinde yegâne alternatiftir.
Bugün, Coni, Moskof, Siyon, İngiliz, Çin yoktur;
bugün vahşi hayvanlar sürüsü vardır.
Vahşi hayvanlar, masum insanlara karşı dayanışma
içerisindedirler.
Bugün çıkarlar ve kutsal ülküler vardır.
Hayvanların çıkarları vardır, insanların ülküleri.
Hayvanlar pençelerini, insanlar dillerini
kullanmaktadırlar ama pençe şu an üstün gibi görünmektedir.
Elbet birgün, dil, pençeye galebe çalacaktır ve
insanlık dillenecek, dil kendine gelecektir.
Bugün, dünya insanlığı mankurtlaştırılmış haldedir.
Şeytaniler, küçük mikyasta Türk Milletini, büyük
mikyasta da İslam Ümmetini mankurtlaştırmak istemektedirler.
Dinimiz bizim olmalı, tarihimiz bizim olmalı,
devletimiz bizim olmalı, bunu sağlamalıyız mutlaka.
Sonra da tüm soydaşlarımızla ve dindaşlarımızla
tümleşmemiz iktiza ediyor.
Osmanlı havuzunda yıkanmamız, arınmamız, toplanmamız
icap ediyor.
Ve öylece dirilmemiz ve direnişe geçmemiz iktiza
ediyor.
Köklerimize geri dönmemiz ve ilk dirilişi oradan
başlatmamız icap ediyor.
Şeytanın içimize gizlenmiş ajanlarını deşifre
etmemiz iktiza ediyor.
Mülkü ele geçiren ajanları, basına hükmeden ajanları
bilmemiz ve onları saf dışı bırakmamız iktiza ediyor.
Terörü finanse eden ajanları mutlak deşifre etmemiz
ve ekarte etmemiz icap ediyor.
Tüm coğrafyalarımıza dönmemiz, tüm milletlerimizi
kucaklamamız ve aynı ruhta buluşmamız iktiza ediyor.
İdeolojiler
artık tamamen hayatımızdan çıkarıp atmamız şarttır. Çünkü ideolojilere
merbutiyet, İslam’dan kopuş demektir.
Devletin bir dini olur ama ideolojisi asla olamaz.
Çünkü devlet ahlaklı ve adaletli olmak zorundadır.
Din de, zaten ahlak ve adaletin kendisidir.
Zira devlet adaletin teminatıdır, fakat ideolojisi
olan devletin asla adaleti olamaz.
Din, tüm vicdanların otaklığıdır ve ortak faydasıdır
ama ideoloji fertlerin ve gurupların çıkarlarıdır.
Putçuluk nihayet bulmalı ve akıllar, kalpler
özgürleşmelidir.
Hz. İbrahim put yapmadı, put kırdı O.
Davamızı bilelim, davamıza inanalım ve sahip
çıkalım, davamız bizim ışığımızdır, güneşimizdir. Bilakis lakaytlığımız ve
cehaletimiz, felaketimizdir.