TEVHİD DAVASI NEDİR?...

Özgür DENİZ - 17.04.2015

Bir insanlık davasıdır. Medeniyet davasıdır. Diriliş davasıdır. Adalet ve ahlak davasıdır. Eğitim davasıdır. İdeolojileri .iktiretmendir. Tevhid Davası aynı zamanda İlay-ı Kelimetullah Davasıdır. Putçuluktan kurtulup özgürleşmendir. Sekterlikten ve dar kafalılıktan kurtulmandır. Selçuklu ve Osmanlı ruhunu kuşanmandır. Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurmandır. Süper muhafızlar yetiştirmendir. Hakikatle beslenen ve hakikati nefes kılıp, o nefesi âleme soluyan ve insanlık ailesini o nefesle diriltecek âlimler yetiştirmendir. Yetiştirdiğin muhafızları ve âlimleri ruy-i zeminin yedi kıtasına gönderip, o kıtalarda ki soydaşlarına ve dindaşlarına, hem bizi hem de onları terk eden Selçuklu ve Osmanlı Ruhunu yeniden aşılamandır. Bize ait olan her yerde Selçuklu ve Osmanlı Ruhunun hâkim olması demek; devletlerimizin bu ruha göre biçimlendirilmesi ve milletlerimizin bu ruha göre şekillendirilmesidir. İşte Kadim Devletimiz olan Osmanlı Devletini yani Devlet-i Aliye’yi diriltmek budur. Gidip o coğrafyalara bizatihi egemen olmak değildir mesele, o coğrafik bedenlere Selçuklu ve Osmanlı Ruhunu nakşetmektir, yerleştirmektir. Davamız, tüm ümmetin davasıdır. Derdimiz tüm ümmetin derdidir. İnsanlık önderlerinin davası da budur. Kadim devletlerimizin kendilerini ifade şekilleri de böyle olmuştur. Biz madde medeniyeti değil mana medeniyetiyiz. İlay-ı Kelimetullah Davasını dava edinmemiş bir devlet bizim devletimiz olamaz. Zira Müslüman Türk Milletine ait bir devletin meşruiyetinin garantisi bu davayı sahiplenmesiyle belli olur. Bizim devlet olarak değil, yekpare olarakta tüm ferdi ve kolektif mücadelelerimizin, gayretlerimizin ana ekseninde bu bilinç ve şuur vardır, olmalıdır. İmanımızın fiiliyata dökülmüş halidir, İlay-ı Kelimetullah Davası. Yegâne arzumuz, insanlık ailesini, şeytanilerin tasallutundan kurtarmaktır. Bu arzunun tahakkukunda devlet mekanizması bir araç mesabesindedir, başka bir şey değildir. Eğer benimseyeceğimiz, sahipleneceğimiz, uğruna can vereceğimiz bir devlet olacaksa, işte bu tarihi misyonu deruhte etmelidir.  Bu misyona mugayir bir işleyiş içinde olan, bu misyonu çiğneyen, bu misyona ihanet eden bir devlet bizim devletimiz değildir ve olamaz. Binaenaleyh, devletimiz, bu davaya göre şekillendirilmeli ve biçimlendirilmelidir.  

 

Türk Milleti, tarihin hiçbir sürecinde, asla gâvur olmamış, gavurlaşmaya temayül göstermemiş, bilakis gâvurlaşmaya direnmiş ve gâvurlara karşı da amansız ve fasılasız mücadele vermiştir. Çünkü Türk Milleti tarihin her safhasında İslam’ın izzeti ve Ümmetin şerefi için kılıç ve kalkan görevi görmüştür. Bitevi, İslam ahlak ve adaletinin mümessilliğini yapmıştır. Türk Milleti, temiz gövdesinde taşıdığı ve yüce bir direnç kaynağı olan iman sayesinde ruy-i zemine hükmetmiş ve bitevi gavurlarla cenk etmiştir. Gavur denildiği zaman ilk aklımıza gelen her ne kadar Küresel Yayılımcı Haçlı Şebekesi olsa da, Türk Milletinin temiz gövdesinde ki imanı hedef alan her odak gavur taifesinden sayılır. Bu milletin ekonomisine darbe vuran, bu milletin ahlakına darbe vuran, bu milletin birliğine kasteden, bu milletin kültürünü yozlaştıran fert, güruh ya da odak her ne olursa olsun gavur taifesindendir. Bu yüzden gavuru ille de dışarıda aramamalıyız ve içimizde ki gavurlara karşı da müteyakkız olmalıyız. Binaenaleyh, topraklarımızda yaşayan ve bizim yüce davamıza müzaherette bulunan ya da davamızın önünde handikap teşkil etmeyen bir yabancı, davamıza kasteden ve davamızın önünde takoz olan bir yerliye nazaran daha muteberdir ve yabancı gavurluğa uzak, yerli olansa gavurluğa yakındır. Zira Allah Davasının saflarında olan herkes birdir, bizdir. İlay-ı Kelimetullah Davası da tabir caizse Allah Davasıdır. İşte tam da bu yüzden Nasraniyet’in ve Museviliğin tezgâhlarına, tuzaklarına ve küresel sömürüsüne karşı mukavemet gösteren ve İslam’ın yanında yer alan yerli ya da yabancı her kim olursa olsun kardeştir ve gâvurluktan uzaktır. Bizim kaybettiğimiz yönümüz budur yani davamızdır ve davamızı yeniden sahiplenmemiz ve hayatlaştırmamız iktiza etmektedir. İlay-ı Kelimetullah,  ümmetin kolektif şuuru ve bilincidir. Bu bilinci ve şuuru, muhakkak nesillerimize aktarmamız icap etmektedir. Çünkü bu dava nesillerimize miras bırakacağımız en kutlu şeydir. Bu kutlu dava, nefsi olgulardan, arzulardan, hırslardan münezzehtir. Bu dava, insanlık davasıdır, ümmetin davasıdır, Türk Milletinin diriliş ve direniş davasıdır. Selçuklu ve Osmanlı Ruhunu tazammum eden ve bu ruhu gündeme taşıyacak ve hayat yapacak olan, nihayetinde ise tarihin akışını değiştirecek güce haiz bulunan yüce bir davadır.

 

Tevhid ehli tek millettir; İbrahim Milletindendir. Bu mutlak hakikattir. Bu yüzden davamızda Önderlerimizden Hz. İbrahim’in davasıdır. Kardeşlik davasıdır, özgürlük davasıdır, ahlak ve adalet davasıdır, putlara ve putçuluğa hayır davasıdır. Nemrutlara, Firavunlara, Hamanlara karşı duruş davasıdır. Aldatıcı, sömürücü, kan emici, kullaştırıcı ve bozucu şeytanilerle mücadele davasıdır. Bu davada detaylar sair meseledir. Mühim olan mutlak ruhtur, o ruhtan fışkıran kardeşliktir ve ancak Allah Davasına adananlar kardeştirler. Bu davaya inanan ve yüksek bir samimiyetle yanımızda duran bir yabancı, bizden kopmuş ve çağdaşlaşmanın ve gâvurlaşmanın merkezi gücü olan Avrupa şeytanının yanında duran bir yerliye göre daha önce gelir. Zira küfür milletinin yanında yer alanlar, asla bizim yanımızda olamazlar, kardeşimizde olamazlar. Kadim değerlerimize, töremize, gelenek ve göreneklerimize muhalif olupta, batıl değerlere meftun olanlar ve o süfli değerlerle bu milletin temiz gövdesini dağlama derdinde olanların bizimle aynı millet olmaları, aynı ruha sahip bulunmaları ve aynı kardeşlik iklimini solumaları muhaldir. Bugün biz, Türk, Kürt, Sünni, Alevi diyerek bir yaklaşımda ya da tavır da bulunamayız. Gâvur mudur, değil midir diye yaklaşımda ya da tavır da bulunuruz. Çünkü tek millet olmanın ve kadim kardeşliğin icabı budur. Bugün bu devlete samimi olarak tabi olmuş, bu milletle gönül bağı kurmuş, İslam dinini tahrif ve tahrip gayreti içerisine girmemiş ve bizim topraklarımızda yaşamakta olan bir yabancı, Avrupa şeytanına benliğini satmış ve o şeytanın pisliklerini bu temiz topraklara akıtan bir Müslüman Türk’ten bin kat daha muteberdir. Bu yüzden kimlik ve din bir anlamda sair meseledir. Aynı şekilde yekpare olarak bu toprakları toprak yapan tüm değerlere sadakatli olan bir Alevi kardeşimizde, Hz. Ali’yi reddeden ve şeytanın kucağına oturmuş hain bir Alevi’den sonsuz kez daha muteberdir, asildir, soyludur. Keza, Siyonist kuklası olan PKK ile hiçbir gönül bağı olmayan bir Kürt kardeşimiz, PKK egemenliğine girmiş ve PKK denilen kirli ve kanlı örgütün hizmet eri olmuş bir Kürt kimlikliden bin kat daha saygıdeğerdir, asildir, soyludur. Ki haddizatında, Avrupa şeytanının değerleriyle yaşan bir Türk, Türk değildir. Alisiz bir Alevi, Alevi değildir. PKK hizmetinde olan bir Kürt, Kürt değildir.

 

Şunu bitevi dile getirmekteyim; sarsılmaz imanı, Türk Milletin varoluş kavgasının mutlak dinamiğidir. Kardeşliğin hakiki sigortasıdır. Birliğin zamkıdır. Bu bedenden o iman çıktığı vakit, Türk Milletinin tarih sahnesini terk ettiği vakittir. Türk Milletinin temiz gövdesinde ki sarsılmaz imanı hiçbir ideolojiyi tolere etmez. Türk Milleti ideolojilere tapar hale geldiği günden beridir düşmüştür ve doğrulmayı beklemektedir. İdeolojiler, hem kimliğini hem de dinini çalmıştır. Aklımızın ve kalbimizin gücü, imanımızdan gelmektedir. İmanı olmayanın, insanlık düşmanı ideolojilere sahici mukavemet etmesi kabil değildir. Bir kez daha tekrar etmekte fayda telakki ediyorum; imansız olanın, zulme, sömürüye, ahlaksızlığa ve adaletsizliğe direnmesi; kardeşliği, barışı, hürriyeti savunması muhaldir. Çünkü Siyonizm imansızdır, Kapitalizm imansızdır, Komünizm imansızdır, Faşizm imansızdır, Kemalizm imansızdır, Liberalizm imansızdır, Anarşizm imansızdır. Binaenaleyh, aynı temele istinat eden bir Komünizm, aynı temelde varolan bir Kapitalizme asla sahici karşı duruş sergileyemez ve mukavemet edemez.  Zira tüm ideolojilerin özünde kula kulluk telakkisi vardır. Bir tek İslam da Allah’a kulluk vardır. Nasraniyet’te ve Musevilikte bile kula kulluk vardır. Ki ideolojiler de en diplerinde bu iki olgudan tevellüt ettiğine göre, kula kulluğa dayanmaları normaldir. Tüm zulümlere, sömürülere, ayrılıkçılığa mutlak karşı duruş ancak ve ancak Tevhid ile kabildir. İdeolojik baronlar, ideolojik müntesipleri vallahi, billahi, tallahi aldatmaktadırlar. İdeolojik müntesipler, özlerinde birer kan emici ve sömürücü vahşiler olan ideolojik baronlarca namussuzca sömürülmektedirler ve Küresel Emperyalistlere satılmaktadırlar. Tüm ideolojiler orijin olarak maddecidirler yani kardeştirler. İnsanlık ailesi için tek dava vardır; Tevhit altyapısı üzerinde varolan ve can bulan İLAY-I KELİMETULLAH DAVASI.

 

Hiçbir ideoloji, Vahiy temelinde var olmaz. Vahiyle hayat bulmayan, var olmayan hiçbir şey de hayat sunmaz. Çünkü, ancak, hayat kaynağı olan bir şey hayat verebilir, hakikati hayat kılabilir. Tüm ideolojiler dünyayla birleşiktirler. Dünya da var olmuşlardır ve dünya için vardırlar. Binaenaleyh, kesinkes maddecidirler. Varlıkları da, varoluşları da, hedefledikleri dünya da ve arzuladıkları insan tipi de maddeyle sınırlıdır. İnsanlığın sonsuzluğa uçan nefsini keserler ve insanı adeta boğarlar. Maddeye kulan olan, kula da kul olmak zorundadır. Derununda ki sonsuzluk yok olan insan mutlaka kula kul olur. Her ideoloji putçudur. Çünkü insanlara yapay bir sonsuzluk duygusu zerk etmek ve insanları büyüleyerek kendisine meftun kılmak için illa bir put var etmeleri iktiza ettiğini düşünürler ve insanları putlar önünde baş eğmeye zorlarlar. Ne gariptir ki Allah’a kulluğu reddedenler, ideolojik baronlara kul olmaya bayılıyorlar. Şöyle bir soru sormak istiyorum buradan; İslam’da ne bulamadınız da ideolojilerde buldunuz, ideolojilerde ne buldunuz da İslam’da bulamadınız? Hakikaten bu sorunun cevabını merak ediyorum. Haddizatında verilebilecek bir cevap yok amma merak işte. Benzer bir soru; Hz. Muhammed’de (sav) neyi aradınız da bulamadınız ve o bulamadığınızı hangi çakma önderde buldunuz? Ya da hangi çakma önderde bulduğunuz güzel bir şey vardır da, o güzel şey her ne ise, Hz. Muhammed’de (sav) yoktur? Ama saf bir akılla ve kalple cevap vereceksiniz. İşte vereceğim cevap benim paradigmalarımın iflası olur diyerek basit ve kısır düşüncelere kaçmayacaksınız. Düşüncenizde sığlaşmayacak ve sıradanlaşmayacaksınız, bilakis yükselecek ve yüceleceksiniz. Ki zaten böyle yapan yani kalıplarım parçalanır diye hakikati örten ya da görmezden gelen birinin fikir adamı olması kabil-i mümkün değildir. O kişinin düşünceyle iştigal ettiği de yalandır. Çünkü düşünen insan korkmaz. Düşünen insanın kalıpları, klişeleri olmaz. Fikir put değildir, putlaştırılamaz. Ta ki, düşünen bir insan, fikir adamı olan biri, bir hakikat bulmuşsa ve o hakikat kendi putlarını deviriyorsa, yine de korkmaz ve hakikati itiraf eder, izhar eder. İdeoloji, ideolojinin alternatifi de olamaz bu yüzden. Çünkü maddenin karşısında madde değil, madde olmayan, maddeyi de anlamlandıran bir şey olması iktiza eder ve maddenin karşısında ruh vardır, mana vardır. Mana maddeyi kapsar ama madde manayı asla kapsayamaz. Mana maddenin özünde ki cevherdir ve maddeyle vardır ama madde manasız bir hiçtir. Ruh bir bedende yaşar ama ruhsuz beden yaşayamaz. Yeryüzünde tüm ideolojiler ve tahrif ve tahrip edilmiş dinler bir yana, İslam bir yanadır. Mutlak alternatif İslam’dır. İşte İlay-ı Kelimetullah Davasının ruhu da; İSLAM’dır. Ama bu dava, Türk gibi bir bedende can bulmuş ve insanlığa can olmuştur. Burada Türk derken, Türk Milletini meydana getiren tüm unsurları kastediyoruz. Çünkü Türk mevhumu artık bir ırkın adından ziyade küfre direnen ve gâvurlaşmaya karşı aşılmaz set olan bir ümmetin adı olmuş ve adeta İslam ile bütünleşmiştir. Yani olaya akli ve kalbi boyuttan dürüstçe baktığımız zaman fasit daireye mahkûm olmaz ve olayı daha sağlıklı değerlendirebiliriz. Sadece dürüstlük kifayet edecektir olayın hakiki yüzünü görmeye. Bizim, tarih boyunca tüm devletlerimizin tek bir davaları olmuştur; o da, İLAY-I KELİMETULLAH DAVASI’dır.

 

Dünya da açık ya da gizli iki güç çarpışmaktadır. Bu çarpışma bidayetten nihayete idame ettirilecek bir çatışmadır. Bu çatışma, Hilal ile Haç’ın çatışmasıdır. İnsan ile şeytanın çatışmasıdır. Bu çatışmada iki taraf vardır: Osmanlı ve İngiliz-Yahudi ittifakı. Türkiye, Osmanlı’nın mirasçısı olduğu için, Osmanlı adına tüm saldırılara göğüs germektedir. Osmanlı’nın ruhu çalınmış ve Osmanlı yıkılmıştır ama ruhen değil bedenen yıkılmıştır, ki korku da budur, bedenen yıkılan Osmanlı ruhen diridir ve bir kıvılcım beklemektedir büyük diriliş için, kahpe İngiliz ise entrikalarla dünyaya hükmetmektedir. Bir de paraya sahiptir. Ki zaten görünen dünyada en büyük güç paradır maalesef. Bilgi bile tali meselesidir. Çünkü parası olan beyini de satın alabilmektedir. İngiliz o kadar kahpe bir millettir ki, sınırları çizer, dünyaya rengini verir, egemen olacak siyaseti belirler ve çekilir. Artık köpeklerini salar meydana. Baş köpekler; Coni ve Siyonist’tir. Köpekleri birbirleriyle hırlaşırken, komşularına saldırırlarken, sahiplerinin çarkı dönmeye devam eder. Biz zannederiz ki, küfür birbirleriyle mücadele içindedir, birbirlerine karşı başkalarıyla işbirliği yapabilirler. Hayır, bu tamamen yanılgıdır. Şeytanın çocukları her yerde, zamanda ve çıkarlarda bir ve ortaktırlar. Kutsal Kitap en büyük hüccettir buna. Herkesin bir görevi vardır ve görevini yapar o kadar. Osmanlı tarafı ise paramparçadır, hem küçük mikyasta hem de büyük mikyasta parçalanmış haldedir. PKK denilen kanlı, kahpe ve kirli örgütün maskesini sıyırın altından İngiliz çıkar. Fransız İhtilalinin maskesini sıyırın altından İngiliz çıkar. Bolşevik İhtilalinin maskesini sıyırın altından İngiliz çıkar. Dinler Arası Diyalog tezgâhını sıkı ve derin bir tetkikten geçirin altından İngiliz çıkar. Osmanlı’nın yok ediliş sürecini tafsilatı olarak tetkik edin altından İngiliz çıkar. Burada kahpe İngiliz gavurunu büyütmüyorum, ki böyle yapacak kadar soysuz değilim, zira böyle bir şey ceddime, dinime, kimliğime ve tarihime ihanet sayılır. Ben düşmanın ne kadar sinsi, kahpe ve büyük olduğunu vurgulamak istiyorum. Tabi burada her memleketteki yerli maskeli yabancı gavurları da yok saymıyorum. Çünkü kahpe İngiliz’in önemsiz görülmeyecek kadar önemli olan işbirlikçilerinin büyük rolü vardır her şeyde. Şeytanın çocuklarının bir davaları vardır ve davalarına sarsılmaz bir sadakatle bağlıdırlar, ihanet eden yok edilir, davalarının mutlak bir dayanağı vardır. Ama Osmanlı çocuklarının maalesef bir davaları yoktur, hem davalarını hem de davalarının tevlit ettiği yüce kaynağı kaybetmişlerdir. Ki içinde bulundukları durumun yegane sebebi budur. Bir an önce öze dönüş, söze dönüş tahakkuk etmeli, öz ve söz ekseninde tevhid ve vahdet sağlanmalı, herkes İlay-ı Kelimetullah Davasını dava edinmelidir.

 

Maalesef alelade yaşıyoruz. İnandığımız şeyi bilmiyoruz, bildiğimiz şeye inanmıyoruz. Bir şeyi tabulaştırdık mı, bitti artık, ondan başka doğru yoktur, o tenkit edilemez, onun ancak gerçekliğinden söz edilebilir. Bundan böyle herkesin, bizim inandığımız şeye inanmasını bekliyoruz. İnanmayanları siliyoruz. Misal, içimizde ki şeytanlar dâhil olmak üzere yekpare küresel şeytanlar Ermeni Soykırımı denilen büyük yalandan ve soysuzluktan dem vurur da söz, Türk ve İslam dünyasına yapılanlardan açıldı mı herkes susar. Filistin ve Doğu Türkistan için soykırım hayatın kendisi olmuştur ama kimse gık demez. Keza, içimizde ki şeytanlar dâhil, Koca Sultan Abdülhamit Han söz konusu olunca Kızıl Sultan demek için laf bana gelsin diye bekleşirler ama nice zalim gâvurlar mevzubahis olduğunda suspus olurlar. Bizi mahveden işte bu melun mantalitedir. Kendimiz olamayız, kendimizi sevemeyiz ama düşmanları sevmekte, övmekte ve onlar gibi olmakta, yaşamakta yarışırız. Gerçekten cahil bir milletiz. Niye böyleyiz? Çünkü ruhumuzu kaybetmişiz. Davamızı kaybetmişiz. Dinimizi ve kimliğimizi kaybetmişiz. Bilincimizi ve şuurumuzu kaybetmişiz. Her şeye kahvehane mantığıyla bakarız, her şeyi kahvehane mantığıyla değerlendiririz, sorularımız kahvehane muhabbeti düzeyindedir, her şeye kahvehane mantığıyla cevap yetiştiririz. İlim, bilim sıfırdır. Bilmeyiz, anlamayız, okumayız, araştırmayız, birisi bir şey söyledi mi; ne alaka demeyi marifet sanırız. Ve münhasıran bu kelimeyi söylediğimiz için, haddizatında bir şey bildiğimizi düşünürüz yani bu kadar trajikomik bir hal içindeyiz. Komünizm, insanlığı ayakta tutan değerleri silip süpürme ve ruhu bedenlerden çıkarıp atma adına ihdas edilmiş bir ideolojidir ve arka planda küresel kapitalist baronlara hizmet etmektedir yani bunların ajanlığını yapmaktadır denildi mi, ya küfrederiz ya da ne alaka çekeriz ama olayı hayatla ve insanlıkla bağlantılandırıp üzerinde tefekkür etmeyi hiç akıl etmeyiz. Oysa çıplak bir insan olarak kalsak yani kalbimizde ki ve kafamızda ki her şeyi bir kenara atsak ve bu halde gözlem yapıp, tefekkür etsek tüm gerçekleri sarahaten müşahede edebileceğiz. Ama bu da büyük bir yürek, yüce bir cesareti iktiza eder. Putlarımızın yerle yeksan olmasından korkmuyorsak yapabiliriz bunu! Bilakis alıkça yaşamaya devam cancağızım. Bir kere dünya tarihini, politikasını, kendi tarihini, politikanı az çok bileceksin, anlayacaksın. İdeolojilerin şifrelerini çözeceksin. Şeytanilerin tahrif ve tahrip edilmiş kitaplarını karıştıracaksın, Allah’ın sana OKU diye indirdiği yüce hakikatler deryası olan yüce ve yüksek Kur’an’ın temiz sayfalarını açıp bir kere de olsa bakacaksın. Yoksa angutça yaşamanın, alıkça konuşmanın hiçbir faydası yok maalesef.

 

BİR SORU: Niçin, Coni’yi, Toni’yi, Siyon’u, Moskof’u, Ermeni’yi severiz de, Selçuklu’yu ve Osmanlı’yı hatta Türkiye’yi ve Türk’ü sevmeyiz? Hakikaten ilginçtir bu. Bakarsın, adam, yukarı da saydığımız, şeytanın malum hadimlerini adeta tapar gibi sever, onlardan bir şey geldi mi tereddütsüz alır, onlara yönelik tenkitlere göğsünü siper eder, onların değerlerini yüceltir ama söz, Selçuklu’ya, Osmanlı’ya, Türkiye’ye ve Türk’e geldi mi, kırmızı gömüş boğaya döner. Hayır, Selçuklu yahut Osmanlı da hatta Türkiye’de ve Türk’te ne yoktur da bu şeytanilerde vardır, o şeytanlarda ne vardır da Selçuklu yahut Osmanlı da hatta Türkiye’de ve Türk’te yoktur? Kendini, ceddini, tarihini ve kendine ait olanları sevmeyi öğreneceksin cancağızım! Sonra da güya zulme, sömürüye, zalimlere karşı mücadele ettiğini sanmayacaksın.

 

Çakallar bir olup Koca Devi devirdiler, şimdi de devrilen devden mütevellit küçük ama büyümekte olan devi devirmeye çalışıyorlar. Biz anlamıyoruz! Çünkü binlerce zehirli aşı yapılmış. Nasıl Kızılderililer zehirli battaniyelerle katledilmişlerse, birer deli gömleği olan ideolojilerle de özel de Türk Milleti, genelde de İslam Ümmeti katledilmeye çalışılmaktadır. Uyanmalıyız! Mutlaka uyanmalıyız. Türk’te uyanmalı, Kürt’te uyanmalı, Alevi de uyanmalı. Hatta Ermeni de uyanmalı, Rum da uyanmalı. Uyanmalısın kardeşim! Şerefli Türk şerefsiz Türk’ü görmeli, şerefli Kürt şerefsiz Kürt’ü görmeli, şerefli Alevi şerefsiz Alevi’yi görmeli. Ve tüm şerefliler birleşerek kuvvet bulmalı. Ermeniler tekrar sadık millet olmalı ve huzura kavuşmalı. Kürt kardeşte, Alevi kardeşte, Türk ağabeyin tarihi tecrübesine inanarak ve güvenerek, büyük birliğin teşekkülüne gönülden evet demeli. Herkes Selçuklu ve Osmanlı ruhunu kuşanmalı, kuşanmakta sakınca görmemeli. Kürt kardeşlerimizin içinden çıkan bir âlimin sözü olması lazım, şöyle diyordu; ‘’Türkler binlerce yıllık tecrübe sahibi olarak akıl mesabesinde bulunmaktadırlar, bizler ise o tecrübenin istimal edilerek, o tecrübeler ışığında yeni bir hayat kurulmasında kuvvet olabiliriz.’’ Çok isabetli, hakkaniyetli ve hakikatli bir sözdür bu. Akıl ve kalp ortaklığının ürünüdür. Ama bizleri birbirimize düşürdüler ve birbirimize kırdırıyorlar. Bu melun oyuna gelmemeli, kanlı ve kirli oyunu bozmalı ve oyuna gelen kardeşlerimizi de kirli ve kanlı oyundan kurtarmalıyız. Kardeşlerim! Dışarıda ki domuzlar, içeride ki itleri ayartıyorlar, birleşerek dişlerinden kan akan kirli çakallar buluyorlar ve meydanlara salıyorlar. Böylece birlik dokumuzu zedeliyorlar. Birlik bozulunca dirlik kaçıyor, düzen keşmekeş bir hal alıyor. Bizler göremiyor, düşünemiyor, anlayamıyoruz maalesef. İçeri de ki kodaman itlerin ipleri, dışarıda ki domuzların ellerinde. Ölüm kusan silahları kullananlar ise, bu kanlı ve kirli ittifakın maşaları. Biz zannediyoruz ki, her şey masumca gelişiyor, maşalar bizim için mücadele veriyor. Hayır, asla böyle bir hakikat yok cancağızım. Sadece biz alığız ve körüz; o kadar! Bizi bize, sizi size bırakırlar mı hiç cancağızım? Biz kendimizi tanımadığımız gibi, düşmanı da tanımıyoruz maalesef. Çanakkale de üstümüze kimler gelmişti? Kurtuluş Savaşında topraklarımızı yağmalamak isteyenler kimlerdi? Hangi ideoloji bize saadeti garantileyebildi ve garantileyebilir? Hangi ideoloji bize bağımsızlık, hürriyet, birlik, dirlik, barış ve kardeşlik sunabildi, sunabilir? İdeolojiler bizleri dirilttiler mi yoksa düşmanın kucağına iyice mi oturttular? Hangi ideoloji, bizim temiz ve sağlam ruhumuzdan fışkırmıştır? Kur’an’ın ve ceddimizin bize miras bıraktığın ideoloji hangisidir? Kardeşlerim! İdeolojiler bizim ruhumuzu çaldılar, kanımızı zehirlediler. İslam’ı söküp çıkardılar bedenlerimizden ve topraklarımızdan. Bizi, bizim olandan kovdular! İngiliz kahpesi bizi sevebilir mi? Amerikan şeytanı bize iyilik edebilir mi? Fransız gâvuru bizim yanımızda durabilir mi? Moskof ayısı bizimle birlikte hareket edebilir mi? Olmaz bu kardeşlerim, asla olamaz. İşte tam da bu yüzden artık kendimize dönmemiz, kendimiz olmamız ve kadim ruhu kuşanmamız iktiza eder.  Ezeli ve ebedi davamıza sahip çıkmamız icap eder.

 

Şeytaniler münhasıran bizim tarihimizi çalmadılar, insanlığın tarihini de çaldılar. Hakikatleri tahrip ve tahrif ettiler. Bir tarafta putlara tapınç içinde olan insanlık, diğer tarafta Allah’a tapan insanlık. Bir tarafta mutlak maddecilik, diğer tarafta manayla yüceliş ve yükseliş. Bir tarafta şeytani uygarlık, diğer tarafta insanlık medeniyeti. Tarih; tevhit ve şirkin mücadelesinden ibarettir! İsteniyor ki, tek bir insanlık tipi olsun, bu tip aynı şeyi yesin, içsin, giysin, düşünsün, tek bir dine inansın, tek bir kitabı olsun, tek bir devletin himayesinde olsun, tek bir yerden yönetilsin. Hülasa; Küresel Siyonist Yahudi Krallığı. İmansız, akılsız, vatansız, hiçliğin mahkûmu olan bir insanlık düşleniyor yani. Böyle bir insanlığın koyun sürüsünden ne farkı vardır söyler misiniz lütfen? Ama ne hazindir ki, gönüllü olarak sürüleşiyoruz. Ne dirilmeye mecalimiz var ne de direnmeye yüreğimiz! Moskof’un Coni’ye karşı savaştığını zannediyor Moskof’un saflarına iltihak ediyoruz. Coni’nin Moskof’a karşı savaştığını sanıyor Coni’nin saflarına iltihak ediyoruz. Oysa bilmiyoruz ki, zevahirde farklı olan ama batında aynı olan yere iltihak ediyoruz. Söyler misiniz, Moskof ayısının katlettiği Çenen kimdir? Söyler misiniz, Siyon domuzunun katlettiği Filistinli kimdir? Söyler misiniz, Çin itinin katlettiği Türkistanlı kimdir? Söyler misiniz, Coni şeytanın katlettiği Kızılderili kimdir? Şimdi bu alçak, vahşi, barbar şeytanlardan bize dost olur mu? Bizim bunları dost görmemiz akıl işi midir, alık işi midir? Kendi davanı terk et, düşmanın davasını güt dünya böyle bir alıklığa şahit olmuş mudur acep? Birazcık akıl, sadece birazcık! Hayvanla insan bir olur mu? Bir tarafta hayvanlar dünyası var, diğer tarafta insanlar dünyası. Hangi tarafta olacağınızı, duracağınız aklınız ve kalbiniz sayesinde kendiniz belirleyeceksiniz. Bir tarafta Osmanlı aklı-kalbi, diğer tarafta yekpare şeytanilerin nefsin izinden giden aklı. Ya hayvanlar âlemine dalıp, orada kaybolup hayvanlaşacaksınız ya da insanlar âlemine dalıp, orada kendinizi bulup vahşi hayvanlara karşı mücadele edeceksiniz. Seçim senin kardeşim!

 

SON TAHLİLDE; bakınız, bugün, insanlığın ruhu çalınmış durumdadır ama insan, ruhuna dönmek istemektedir.

İnsanlık, tasavvur edilen Yahudi çobanın önüne kattığı sürüye dönüştürülmek istenmektedir.

İslam ve Müslüman, hayvanların yok etmek için tüm güçleriyle saldırdıkları yegâne hedeftir.

İslam ve Müslüman, tefessüh eden insan ve dünya nezdinde yegâne alternatiftir.

Bugün, Coni, Moskof, Siyon, İngiliz, Çin yoktur; bugün vahşi hayvanlar sürüsü vardır.

Vahşi hayvanlar, masum insanlara karşı dayanışma içerisindedirler.

Bugün çıkarlar ve kutsal ülküler vardır.

Hayvanların çıkarları vardır, insanların ülküleri.

Hayvanlar pençelerini, insanlar dillerini kullanmaktadırlar ama pençe şu an üstün gibi görünmektedir.

Elbet birgün, dil, pençeye galebe çalacaktır ve insanlık dillenecek, dil kendine gelecektir.

Bugün, dünya insanlığı mankurtlaştırılmış haldedir.

Şeytaniler, küçük mikyasta Türk Milletini, büyük mikyasta da İslam Ümmetini mankurtlaştırmak istemektedirler.

Dinimiz bizim olmalı, tarihimiz bizim olmalı, devletimiz bizim olmalı, bunu sağlamalıyız mutlaka.

Sonra da tüm soydaşlarımızla ve dindaşlarımızla tümleşmemiz iktiza ediyor.

Osmanlı havuzunda yıkanmamız, arınmamız, toplanmamız icap ediyor.

Ve öylece dirilmemiz ve direnişe geçmemiz iktiza ediyor.

Köklerimize geri dönmemiz ve ilk dirilişi oradan başlatmamız icap ediyor.

Şeytanın içimize gizlenmiş ajanlarını deşifre etmemiz iktiza ediyor.

Mülkü ele geçiren ajanları, basına hükmeden ajanları bilmemiz ve onları saf dışı bırakmamız iktiza ediyor.

Terörü finanse eden ajanları mutlak deşifre etmemiz ve ekarte etmemiz icap ediyor. 

Tüm coğrafyalarımıza dönmemiz, tüm milletlerimizi kucaklamamız ve aynı ruhta buluşmamız iktiza ediyor.

 İdeolojiler artık tamamen hayatımızdan çıkarıp atmamız şarttır. Çünkü ideolojilere merbutiyet, İslam’dan kopuş demektir.

Devletin bir dini olur ama ideolojisi asla olamaz.

Çünkü devlet ahlaklı ve adaletli olmak zorundadır.

Din de, zaten ahlak ve adaletin kendisidir.

Zira devlet adaletin teminatıdır, fakat ideolojisi olan devletin asla adaleti olamaz.

Din, tüm vicdanların otaklığıdır ve ortak faydasıdır ama ideoloji fertlerin ve gurupların çıkarlarıdır.

Putçuluk nihayet bulmalı ve akıllar, kalpler özgürleşmelidir.

Hz. İbrahim put yapmadı, put kırdı O.

Davamızı bilelim, davamıza inanalım ve sahip çıkalım, davamız bizim ışığımızdır, güneşimizdir. Bilakis lakaytlığımız ve cehaletimiz, felaketimizdir.

Tarih: 17.04.2015 Okunma: 672

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?