MUTLAK VE YEGÂNE HAKİKAT: İSLAM'DIR...1...

Özgür DENİZ - 09.05.2015

Dünya süslü gösterildi, dünya nimetleri baki değildir ve imtihan vesilesidirler, oyun ve oyalanma yeridir burası, gerçek yurt başkadır; hakikat. İnsan nefis sahibidir ama bu bahane olamaz namussuzluk yapmaya. İstek ve ihtiyaç sahibidir insan. İstekleri ihtiyaç telakki edip ihanete yelken açmak yanlıştır. Bu dünya ki hiçbir şeyin ahirette zerre miskal kıymet-i harbiyesi yoktur, olmayacaktır, ta ki ruhtan fışkıran yüce değerler ekseninde yaşananlar hariç. İsteklere ulaşma düşüncesi insanı ihanete sürükleyebilen şeydir. İstekler kahir ekseriyetle nefsi şeylerdir. İhtiyaçlar ise yaşamsal şeylerdir. Dünya nimetlerini ele geçirip, yaşamı dört koldan kuşatıp, insançocuklarını köleleştirmek isteyen baronlar vardır. Bu baronların nezdinde münhasıran güç önemlidir. Hak, hukuk, hakkaniyet tali meselelerdir. İnsanların, iyiliğin ve güzelliğin mutlak kaynağı olan dinle-İslam’la merbutiyetini yok etmek için mücadele veririler bitevi. İnsanları mütemadiyen farklı yönlere kanalize etmeye çalışırlar. Her an bir tezgah peşindedirler. Ama tezgahı en kuran ve kirli-kanlı tezgahları paramparça eden Allah’tır. Şöyle düşünelim; sevgili ülkemizde, sermayeye hükmedenler belli midir? Bunların hedefleri nedir? Dünyada mutlak güç sahibi olmak ve hayatları istedikleri minvalde dizayn etmek, bir şeyin nasıl olacağına kendilerinin karar vermeleri. Sanayi de, basında, sözde sanatta, hatta politika da güç bunların inhisarındadır. Bu baronlar, nereye giderlerse oralarda herkesin ayağa kalkmasını, sözlerinin ikiletilmemesini, her şeyde ilk temas kurulacak ve istişare edilecek kişiler olmalarını, hülasa; tanrıcılık oynamayı isterler. Bunlar ihtiyaçlarını karşılamakla iktifa etmezler. Oysa insanın ne olduğu, ne kadar yaşayacağı aşağı yukarı bellidir. İnsan neyi ne kadar isteyebilir ki? Ki, istediklerine sahip olsa ne yapacaktır? Zira fani bedeni ölüme mahkumdur. İnsanın, sonsuzluk yanı burası için değildir, öte yaka içindir. Binaenaleyh, bu dünyada ki kirli ve kanlı oyunlara asla kanmamalı, tezgahlara karşı teyakkuz halinde olmalıdır. İnsan çok gariptir; oyunları baronlar kurarlar, bizlerde piyonluk, papağanlık yaparız. Baronlar adına ajitasyon ve manipülasyon yaparız. Oysa bilsek, tüm oyunlar aleyhimizdedir, herhalde alıklığımıza ağlarız. Bizi sağ-sol diye bölenler, bilsek ki birliktedirler, hepsini mermi manyağı yaparız ama maalesef bilmeyiz. Sağ-sol tezgahı, bizleri İslam’dan uzak tutmak adına tertip edilmiş kahpe bir tezgahtır. Sağ da yalandır, Sol da yalandır oysa. İkisi de İslam’ı yok etmek temelinde hareket ederler. Sağ da, Sol da küresel şeytanilerin tekelindedir. Bizler ancak ve ancak, Kur’an ile kurulursak, Kur’an’ın aydınlatıcı ve huzur verici limanında demirlersek kurtulabiliriz. Bizleri Sağ ve Sol ile oyalayanlar, kenardan bizleri izlerlerken, viskilerini yudumlamakta ve kahkahalar patlatmaktadırlar. Unutmayalım ki! Oyun bittiği zaman baş başa kalacağımız şey; İslam’ın ta kendisidir. Ve oyun bitince herkesin gireceği yer, topraktır, geldiği yerdir gittiği yer. Akıllı ve uyanık olmalıyız. Haysiyetli ve namuslu yaşamı intihap etmeliyiz. Ne mülk kurtarır bizi, ne mevkii, ne şehvet, ne de şöhret kurtarır. Bizi biz kurtarırız, bizi bizim olan kurtarır. Bizim olan şey ise; İSLAM’dır. Geçelim!

 

Hakikat tehlikelidir. İnsanı sarsar ve korkutur. Yeryüzü Tanrılarının saltanatlarını yerle yeksan eyler. Niye? Çünkü insan, egoisttir, nankördür, cahildir, zalimdir ve hakikat, bu karakterlerin, tabir caizse hayırlı celladıdır. İnsanlığın bölünmesi, daha kolay sevk ve idare edilmesi içindir. Çünkü bütüne hükmetmek zordur. Bütünün sevk ve idare edilmesi meşakkatlidir, güçtür ve pahalıdır. Dünya bloklara tefrik edilmiştir. Bir tarafta Doğu vardır, diğer tarafta ise Batı. İki tarafın köklerini tetkik edin, Materyalizm ve Pozitivizm bir yandan fışkıracaktır, Pragmatizm diğer yandan. Moskof ve Coni güya mümessil konumundadırlar. Madde müreccahtır. Küresel Krallık yani Yeryüzü Tanrılığı yegâne erektir.  Mutlak düşman; özel de Türk Milleti, genelde İslam Ümmetidir. Büyük resim olarakta, İslam tek düşmandır. İki ideoloji vardır küresel baronların nezdinde; Marksizm ve Emperyalizm. İnsanlığa yansıması ise, Sağ ve Sol kavramlarıyla belirginlik kazanmaktadır. Sağ ve Sol, ikisi de küresel baronların dizaynıdır ve bu iki bloğa hükmedenler küresel baronların hizmetindedirler. Ne kadar da insanlık açıkça göremiyor, bilemiyor olsa da. Emperyalist dünya, Amerika şeytanı ve Avrupa şeytanı olarak güya iki blok durumundadır ve sözde bir mücadele vardır aralarında. Zevahirde güya dövüşen bu iki şeytan, arka planda müttefiktirler. Ama bunların kendi içlerinde ki parçalar birbirleriyle güç mücadelesi içindedirler. Fakat bu mücadele dar plandadır. Asla genişletemezler, zira büyük baron müsaade etmez. Marksist dünyada kendi arasında parçalara ayrılmıştır. Parçalardan bir kısmı tiranların tasallutuna mahkûm olurlarken, bir kısmı da sözde demokrasi ile idare edilme yolunu intihap etmişlerdir. Gerçek ise şudur; her parçanın hareket yönü de hareket saiki de aynıdır. Fakat dünyanın bazı gerçekleri vardır ki, insanlığın bilmesi istenmez ve saklı kalır. Keşke bilseydik! Bugün iki tarafında düşünce altyapıları iflas etmiştir. Stratejilerini ve taktiklerini değiştirmek zorunda kalmışlardır bu yüzden. Güya ılımlı politikaya dönmüşler ve çektikleri tepkileri eritmek derdindedirler. Ama bu da yalandır. İnsanlığı aldatmak ve oyalamak içindir. İnsanlığın İslam’a yaklaşmasını engellemek adınadır. İnsan uyanmalı ve gerçekleri görmelidir, yüzünü hakikate dönmelidir, vahiy güneşiyle aydınlanmalıdır.

 

Şeytanın işi insanların yollarına tuzak kurmak ve insanları yanlış yola sokmaktır; hakikat. Şimdi yeryüzü şeytanlarının işleri de budur; hakikat. Sadece gözleriniz, kalbiniz ve aklınız çalışsa kifayet edecektir hakikati idrak etmeye. Geçelim! Büyük güç sahibisiniz, dünyayı inhisarınıza almak, ruy-i zemine hükmetmek ve insanları kulunuz, köleniz yapmak istiyorsunuz, ne yapardınız? Şeytan ve insan; bu şekilde bir hâkimiyet kabil değildir. Çünkü münhasıran iki taraf vardır ve iki tarafın mahiyeti de bellidir. Şeytanın tazyikatına karşı yekpare insanların birleşmesi mukadderdir, öyleyse iki taraf tehlikelidir. Şeytan direkt olarak insanların arasına dalarsa eli boş döner, belki de boynu vurulur. Ama muhtelif maskeler takar, insanların arasına dalar, onların zayıf yönlerinden vurursanız ve onları kapsayıcı ve kuşatıcı değerleri suiistimal ederek bölerseniz ve ayırdığınız her parçanın başına da bir mutemet asker yerleştirirseniz istediğinize çok kolay ulaşırsınız, ki evren de yapılan şeyde bundan başka bir şey değildir. Fertler olarak dağılmışız, millet ve ümmet olarak dağılmışız, din olarak dağılmışız ve ideolojik kıskaca alınmışız. Ama buna isim vermişler; Sağ-Sol. Yani yazılan senaryonun filmleşmiş adı. İnsanlığın mücadele tarihinde, şeytanilerin devlet düzeyinde ki ilişkilerinde, Arap milletlerinin kendi iç mücadelelerinde ve dış ilişkilerinde, dünya edebiyat ve sanat alanında bu kahpe tezgâhı çok iyi fark ederiz.  Geçelim! Gariptir ki, soysuz Çin, Moskof ayısına matuf Emperyalizmden dem vurur; Moskof ayısı, Çin soysuzuna matuf burjuvazi ithamında bulunur. Daha ilginci ise, birbirilerini bildikleri halde, birbirlerine yönelik olarak ilginç ithamlarda bulunanlar, kader birliği ederler ve İslam’ı yegâne düşman olarak hedef seçerler. Keza, ABD Başkanı Nixson 1972 yılında Rus topraklarına girer, Leonid Brejnev 1973 yılında şeytanın topraklarına doğru yol alır. Moskof petrol garantisi verir. Şeytan gıda garantisi verir. Artık ittifak betonlanmıştır. Mutlak düşman; İslam’dır. Siz varın düşman görün! Kardeş Pakistan Doğusu, Şeytanın müzaheretleriyle varolan Hintlilerce, Moskof markalı namlularla mağlup edilir ve Şeytanın gördüğü halde Hintlilere sunulur.

 

Zulme ve sömürüye son vermek için, küresel ve yerel kompradorların zulüm dolu saltanatlarını yerle yeksan etmek için, kaderleri bitevi ağlamak olan insanlığın gülmesi ve güneşin tulu edip, evrene baharın gelmesi için Yaşasın İslam ve Yaşasın İnananların Kardeşliği! Geçelim! Bizler, sağ-sol diye oyalanırken ve sağın ya da solun bizi kurtaracağını düşlerken, sağın ve solun baronları bizleri cehenneme göndermek üzere anlaşmış bulunmaktadırlar. Şöyle bir bakın etrafınıza lütfen, soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın coğrafyaları işgal edilmekte, kardeşlerimiz kan ağlamakta, kaynaklar yağmalanmakta, namuslar payimal edilmektedir. Peki, kimlerdir bunları yapanlar? Elbette tüm bu şeytani alçaklıkların ardında, Coni ve Moskof silahı vardır, Siyonizm ve yavru ideolojiler vardır. Tabi bir de yetiştirilip, içeriye sokulmuş yerli maskeli ajanlar vardır. O ajanlar ki, kardeşleri birbirine düşürüp, iç çatışma çıkararak, milletlerin güçlerini zayıflatırlar. Bir sağdan vurur, bir soldan vurur düşman ve bizler zannederiz ki, kanan biziz. Küfür birdir, beraberdir cancağızım. Küfrün tek bir düşmanı vardır; İslam. İslam ve İslam’ın keskin kılıcı olması hasebiyle Türk Milleti de düşmandır. Çünkü şu an küfre diren tek kale vardır; Türkiye, tek millet vardır; Türk Milleti. İster kabul edelim, ister kabul etmeyelim, hakikat budur. Çünkü Arap kardeşlerimize hükmedenlerin kimler olduklarını ve ne halde olduklarını çok iyi biliyoruz. Şeytaniler, İslam Ümmetini, sağ-sol tezgâhıyla mahvetmişlerdir. Geçelim! Coni şeytanı güya dost kabul ettiği Tayvan’ı peşkeş çeker, Çin domuzu ezilenlerin can düşmanı olarak addettiği BirLEŞmiş Milletlere dâhil olmaktan imtina etmez. Çünkü şeytanın çocukları için tek bir şey vardır; ÇIKAR. Ve onların yegâne çıkarları; İSLAM’ın yeryüzünden ve insanlığın kalbinden sökülüp atılmasıdır.

 

Bizler Sağın ve Solun sahici olduğunu, spontane geliştiğini, insanlığın kendi düşünceleri olarak zuhur ettiğini, sağın yerli solun yabancı olduğunu, solun dine muhalif, sağın dine yakın olduğunu sanırız. Ki zevahirde böyledir ve böyledirler de ama hakikatte bunların hepsi yalan ve yanlış şeylerdir. Sağ da, sol da mevcut durumlarına göre kurgulanmışlardır. Sağ da, Sol da kendilerine biçilen rolleri oynamaktadırlar. Çünkü ikisi de çatışma halinde olacak ki, düşman çok kolay şekilde kazanacak. Zira insanlar bir, birinin peşine takılacak; bir, diğerinin peşine takılacak. Birisi yanlış yapınca, diğeri yanlışın karşısında ki doğru olacak yani tercih edilen olacak ve toplum bunların arasında gidip gelecek ama gerçekte hep küresel şeytanilerin kıskacında olacak ve hiçbir zaman da İslam’a yüzünü dönemeyecek. Melun şeytanın melun oyunu böyle olur işte. Bizler akıllı olacağız cancağızım! Sağın ve Solun yaptığı tek bir şey vardır; Türk Kimliğini ve İslam Dinini tahrif ve tahrip etmek olmuştur. İnsanları özlerine yabancılaştırmış ve yozlaştırmışlardır, yerli ve sahici olan ne varsa bozmuşlardır. Sağ kahir ekseriyetle kapitalizmin pençesindedir, sol da komünizmin pençesindedir. Kapitalizmin vahşetini görenler Komünizme kaçsınlar, Komünizmin vahşetini görenler Kapitalizmin kurtarıcılığına sığınsınlar ama bir türlü İslam diye bir şeyin varlığından haberdar olmasınlar; işte kurgu budur. Kapitalizm ifrat, Komünizm tefrittir. İslam ise, dengedir, ölçüdür, ortadır, vasattır, hakikattir, sırat-ı müstakimdir. Sağ da, Sol da, ikisinin de sahibi olan Siyonist şeytanın müzaheretinde ve murakabesindedir. İki tarafta, zirvede ki şeytanilerin çıkarları adına hareket ederler. Stratejilerini ve taktiklerini asla kendileri belirlemezler, bizzat şeytaniler belirlerler. Binaenaleyh, ne sağdan, ne de soldan milletlere asla bir gram fayda gelmemiştir ve gelmesi de muhaldir. İki tarafta İslam söz konusu olduğu zaman anında müttefik olmuşlardır. İslam’ı tesirsiz kılınca da, yine eski hallerine dönmüşler ve insanlara kendilerini farklı tanıtmışlardır. Dünya da ki, kapitalist ve komünist ülkelerin politik beyinlerine dikkat ediniz, hangi partiden oldukları hiç önemli değildir, kahir ekseriyetle Siyonist’tirler. Ama kamuoyu bunların hiçbirini tanımaz, çünkü tanıtılmaz. İnsanlar onları, sağcı ya da solcu olarak tanırlar. Tabi ülkelerin ve milletlerin hatta devletlerin, sağın ya da solun kıskacında olması bizi kesinlikle yılgınlığa sevk etmemelidir. Cesaretimize halel getirmemelidir. Manevi âlemimiz için umutsuzluk aşılamamalıdır. Tam aksine, bizleri daha müteyakkız, teennili, akıllı, bilinçli, şuurlu kılmalıdır. Abartıya kaçılmamalıdır, abartanlar da dikkate alınmamalıdırlar. Zira bizler Müslümanlarız! Allah’a dayanırız, her şeyi ondan umarız. Bilmeliyiz ki; kardeş olanları, sünnettulaha mütenasip yaşayanları, kimliğini bilenleri, ahlaklı diriliş ve direniş içinde bulunanları, bilinci, şuuru ve cesareti kuşananları hiçbir güç mağlup edememiştir ve edemez de. Düşmanı ne olduğundan fazla görmeliyiz, ne de küçültmeliyiz. Görevimizi yapmalıyız ve uyanık olmalıyız.

 

Birkaç soru; Peygamberlerimizden yani İnsanlık Önderlerinden hangisi sağcı ya da solcuydu? Ecdadımızdan hangisi sağcı ya da solcuydu? Çanakkale şehitleri sağcılık ya da solculuk için mi şehit olmuştu? Allah, bizi, sağcı ya da solcu olmamız için mi halk etmiştir? Selçuklunun ve Osmanlının davası sağcılık ya da solculuk muydu? Öyleyse sağ da yalandır, sol da yalandır, İslam ise asıl olandır. Bir önce ki yazımızda da değindik; dünyada ki, şeytani devletlerin yönetimlerinde ki sağcı ya da solcu liderlere bakınız, partilerinin ne olduğu hiç fark etmez, kahir ekseriyeti Siyonist’tir, olmayanlar da Siyonizm’e hizmet etmek için oradadırlar. Sağcılık ve solculuk, ikisi de müttefik olgulardır ve İslam’a muhalif olgulardır. Sağcılık, değerleri tahrif ve tahrip etmek için vardır, solculuk da tahrip ve tahrif olan değerleri tamamen yok etmek için vardır. Sağın iddiaları da, solun iddiaları da palavradır. Çünkü sağın ya da solun kendisi bir iddia üzerine var değildirler. Ne sağdan ne de soldan, hiçbir fayda görmemiştir İnsançocukları. Fayda göreceği şeye de, sağcılık ya da solculuk uğruna sırt çevirmiştir alıkça. Misal; sol, sözde, ezilen halkların umududur değil mi? Peki, Cezayir soykırımın da Komünistler neredeydi? Bosna’da soykırım yapılırken neredeydi ezilenlerin umudu olduğunu söyleyen Komünistler? Tabi ki de soykırımcılarla aynı masada viskilerini, votkalarını yudumluyorlardı, katledilen Müslümanların yok edilmeleri şerefine. Masallara karnımız tok cancağızım, masallarla büyümedik ki, masallarla avunalım. İnanmayın ey ehl-i iman ve ehl-i vatan! Dininize ve kimliğinize ve dahi vatanınıza tutunun, gayrısından size vallahi, billahi, tallahi fayda gelmez, gelemez ve gelmeyecektir de. ALİYA İZZETBEGOVİÇ’in mektubunu tertil ile okuyun, derin bir bilinç, ince bir kavrayış, engin bir şuur ile okuyun. Harf harf tetkik edin, uzun uzun düşünün üzerinde. Bilge Kral’ın o mektubunda, küfrün, saf, gerçek ve çıplak yüzünü göreceksiniz. Sağ ise hiçbir zaman Tevhidi müdafaa etmemiştir. Bilakis, Tevhide zarar vermiştir. Düşman, bugün solcu ise yarın solcu olmuştur. Çünkü gaye, ortak düşmanı zayıflatmak, yok etmek, gücü ve çıkarı korumaktır, insanlığı zincirlemek ve iplerini eline almaktır, kaynakları ele geçirmektir. Dünya politikası, ideolojik dönekliğin görüngüsüdür. Politika, fikrin katilidir. İnsanlığı bölmenin en kolay yoludur. Oysa dinde-İslam’da, ki din münhasıran İslam’dır, tefrika yani bölünme, parçalanma yasaklanmıştır. Müminler kardeştirler. Ama sağ ve sol, kurtuluşun mutlak garantisi olan bu yüce kardeşliği zehirlemiştir maalesef. Bu melun oyuna nihayet vermeliyiz, aldananlardan ve kurbanlardan olmamalıyız. Bu oyundan çıkarımız olduğu telakkisiyle, oyunun mahiyetini deşifre etmek konusunda edilgen konumda kalmamalıyız. Buna asla hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Çünkü Hak ile batıl kesin olarak ayrılmıştır ve bu hakikati örterek, bile isteye Hak ile batılı karıştırmak, Allah’a, Öndere, Kitaba, ecdada, tarihe, dine ve kimliğimize ihanettir.

 

Siz, özünüzde olanı değiştirme iradesi göstermeden, dışınızda olanı değiştirebilme iradesi gösterebilmeniz kabil midir ey İnsançocukları? Ve siz, sizi değiştirmeden Allah sizi değiştirir mi? Haysiyetli olmak güzel şeydir. Hakikatli ve hakkaniyetli olmak iyi şeydir. Dürüst olalım lütfen, ne olur dürüst olalım. Ve hakikati haykıranlara da kızıp, küfretmeyelim. Hakikat, kişilere göre değişmez cancağızım! Ama kişiler hakikate göre değişirler. Sağcılığa ya da solculuğa göre hakikati sorgulayıp, yargılayamazsınız, ama hakikate göre sağcılığı ya da solculuğu sorgulayıp, yargılayabilirsiniz. Kabul edelim ki, yaşarken samimi değiliz. Ve Allah, lafa bakmaz, kalbe ve niyete bakar. İçinizdekini değiştirmeden derken Rabbimiz, dilimizde olanı kastetmiyor, kalbimizde olanı kastediyor ve biz lafazanız maalesef, sahici değiliz. Özümüz başka, sözümüz başka. Kafamız başka, kalbimiz başka. Oysa Allah, bütünlüğe bakar.  Çünkü iman ve amel bütündür, parçalanamaz. Bizim işimiz, Müslümanca yaşamaktır. Sağcılığa ya da solculuğa göre yaşamak değildir. Özümüz ekseninde, varlığı, olguları ve olayları tetkik ve tahlil etmektir. İslam gibi yüce bir nimete sahipken, sağcılık ya da solculukta ne oluyor ki? Adam ben İslam’a inanıyorum ama solcuyum diyor ya da sağcıyım diyor. Bu ne menem bir tenakuzdur, saçmalıktır cancağızım? İslam’ın yanında başka bir din, Müslümanlığın yanında başka bir kimlik olur muymuş? Hayır, tek biriniz çıkıpta diyebilir mi ki, sağ ya da sol, Allah’ın emridir? Bizim nasıl yaşayacağımızı, nerede, nasıl ve niçin duracağımızı İslam belirler. Ve biz, ne sağcılıkla ne de solculukla âleme nizam vermedik, biz İslam ile âleme nizam verdik.  Bir de Allah, bize vasatlığı emretmektedir, ifratı ya da tefriti değil. Sağ ya da sol, tağutların yoludur. İslam ise, Allah’a giden yoldur. Sağ ve sol, size şekil ve yön verir, siz ise İslam ile insanlığa şekil ve yön verirsiniz. Sağ ve sol, katı ve imansız realizmin ürünüdürler ama İslam, idealisttir. Sağ ve sol, muhafazakârlaşmayı dikte eder zımnen ama İslam, bitevi devrim der ve devrimle yenilenmeyi telkin eder. Sağ ve sol, uyumanın, aldanmanın, durmanın; İslam ise uyanıklığın, koşmanın, aldatmama ve aldanmamanın adıdır.

 

Tüm haykırışlarım, sessizce ağlayan vicdanımın dışa vurumudur. Çünkü kalbim ve aklım bitevi azap içinde kıvranıyor. Yazmam da bundandır. Rabbimin yüce emaneti olan söz’e ihanet edemem. Ümmetin çocukları kan ağlıyorlar. Bombalar onların üzerine yağıyor, namlular onların bedenlerini paramparça ediyor ve onlar kendi topraklarında sürgünü yaşıyorlar, boyunlarına urgan geçiriliyor, kolları ve bacakları kırılan yine onlar. Melun, alçak, barbar ve vahşi şeytaniler birlik içindeyseler ve mütemadiyen bir plan, bir tezgâh üstündeyseler ama Ümmet-i Muhammed paramparçaysa, öz benliğini yitirmişse, davasını terk etmişse, birbirini katlediyorsa, mezellet ve meskenet içinde yaşıyorsa nasıl kanamaz vicdan, nasıl huzurlu olur kalp, nasıl güler gözler, akıl nasıl durmaz? Dert ümmet ise şayet, millet ekseninde kalamaz hiçbir dava adamı. Bu yüzden ne Türkiye ne de Türk Milleti, Ümmet-i Muhammedî kesinlikle unutmaya terk edemez, kendi dar kalıplarında yaşam süremez, münhasıran kendi varoluş kavgasını veremez. Çünkü ümmet bir bütündür ve Türk Milleti de ümmetin bir cüzüdür. Mustazaflara Yunus, müstebitlere, mütekebbirlere ve müstekbirlere Yavuzdur Türk Milleti ve tarih boyunca hep böyle olmuştur, badema da böyle olacaktır. Kılavuzu Kur’an oldukça, kalpler birliğe vardıkça ve kutsal kılıcı Kur’an aşkına vurdukça, bu milletin önünde duramayacaktır hiçbir soysuz. İşte o zaman dinecektir tüm acılarımız, son bulacaktır haykırışlarımız. Binaenaleyh, söylediklerimi Kur’an’ım ve Tarih’im yalanlamadıkça daima hakikati söylemeye çalışacağım. Geçelim! Yaptığım, yazılı ya da yazısız, hiçbir okuma, bana, sağın ve solun sahici olduğunu, hakikat temelinde zuhur ettiklerini söylemiyor. Gördüklerimiz ve yaşadıklarımız yukarıda anlattıklarımız gibiyse, ki öyledir, öyleyse Müslüman bir Türk’ün ve Ümmet-i Muhammedîn hiçbir cüzünün asla ve kata sağ ya da sol diye bir davası olamaz. Hatta bir Müslüman mezhepçilik ve cemaatçilikte yapamaz. Keza particilik bile tali meseledir bu durumda. Sağ ve sol tezgâhı, özel bazda Türk Milletinin birliğini bozdu, genel bazda da Ümmet-i Muhammedî mahvetti. Şeytaniler tüm coğrafyalarımıza egemen oldu. Tevhid sancağı altında toplanan bir ümmetin birliği, beraberliği sağ-sol davasıyla yerle yeksan oldu. Sağ-Sol tezgâhı olmayaydı, İslam’dan kopuş ve uzaklaşma olur muydu? Kimliğimiz bu kadar yozlaşır, milletimiz bu derece mankurtlaşır mıydı? İdeolojiler aklımızı ve kalbimizi esir alır mıydı? Bugün bu kutsal topraklarda Siyonizm’in mutemet elemanları olan, Ermeni diasporasının sözcülüğünü ve kuyrukçuluğunu yapan, Müslüman Kürt kardeşlerimizle zerre miskal bağı olmayan, silahlı teröristler ve kravatlı sözcüleri Müslüman Kürt kardeşlerimizi aldatabilirler miydi? Arap kardeşlerimizin üzerlerinde Siyonizm’in uşaklığını yapan soysuz firavunlar egemen olabilirler miydi? Türk’ün, Arap’ın ve Kürt’ün kadim kardeşliğini kim bozabilirdi? Tarih boyunca ezilen ve sömürülen mazlum milletlerin hamiliğini yapan Türk Milletinin küresel düzeyde ki liderliği ve hamiliği tartışılır ve sakıncalı hale gelir miydi? Yaşasın iman edenlerin kardeşliği, yaşasın İslam-İlay-ı Kelimetullah-Tevhid Davası! Kahrolsun şeytaniler ve sağ-sol davası.

 

Müslümanları mahveden şey, maalesef tefrikadır. Müslümanlar, kendi değerlerine yabancılaşmış ve yabancı değerlere alışmış haldedirler. Kendi benliklerini kaybetmişlerdir. Kendileriyle ilgili bir şeyde duyarlılık göstermeyen Müslümanlar, kendileriyle ilgisi olmayan şeylerde ilginç bir duyarlılık sergilemektedirler. Müslümana yapılan zulme bile sessiz kalabilmekte, şeytanilerin yavrularının başlarına gelen en ufak bir şeye üzülebilmekteyiz. Ve bu durumlar için, tefrika için, Allah, Enfal Suresi 46. Ayette açıkça uyarmakta ve kurtuluşun yolunu göstertmektedir ama Müslümanlar cahilliklerinin kurbanı olmaktadırlar. Kitabı elinden alınan, tarihi çalınan ve işin garibi kitabına dönmeyi ve tarihi üzerinde düşünmeyi hiç düşünmeyen Müslümanlar şeytanilerin tasallutu altında rezilce yaşayıp gidiyor. Yani bugün bir Müslüman, Siyonizm’in maşası olan Ermeni’nin kuyrukçuluğunu yapan ve sözcülüğüne soyunan, terörizmi adeta açıkça yücelten ve kendisiyle, kendi değerleriyle zerre miskal alakası olmayan, bu ülkede Truva Atı olmaktan ve Kürt kardeşlerimizi benliklerine ve kardeşlerine yabancılaştırmaktan başka hiçbir işlevi olmayan bir partiye sempati besleyebilmektedir. Oysa hakiki bir Müslüman asla böyle bir şeyi yapamaz. Uyan ey ehl-i İslam, ehl-i vatan ve birleş! İnsanlık maalesef uyuyor ama bahusus İslam Âlemi uyuyor, uyutuluyor. Özel de Türk Dünyası, genel de ise İslam Dünyası maalesef adeta mankurtlaştırılmış durumdadır. Değerler iflas etmiş, tarih unutulmuş, din terkedilmiş haldedir. Bilmiyoruz, görmüyoruz, duymuyoruz, anlamıyoruz. Şeytaniler piyonlarla dünyaya hükmediyorlar. Oyunu fark edenler, bilenler, görenler, duyanlar ve anlayanlar pasifize ediliyorlar ya da yok ediliyorlar. Sağ-Sol tezgâhı bizi mahvediyor. Türk Milleti ve sair İslam Milletleri üzerinde namussuzca tatbik edildi bu kahpe tezgâh. DİRİLİŞ isimli dizide ki TURGUT’un haline benziyor halimiz. Belki madden zulme maruz kalmadık amma manen tarifi imkânsız zulümlere maruz kaldık. Nihayet kendi kardeşlerimize siper alır, namlu boşaltır olduk. Artık kendimizden uzaklaştık ve bir yabancı olduk, yabancılara çalışır olduk. Şeytanilerin empoze ettikleri değerlere göre yaşıyoruz, yiyoruz, giyiyoruz, içiyoruz. Onların hedefleri için çalışıyoruz. Kendi değerlerimize göstermediğimiz saygıyı, onların değerlerine gösteriyoruz. Bu milletin ve ümmetin gençliğini zehirleyen melek yüzlü piçlerin meftunu olmuş durumdayız, onlarla yatıyor, onlarla kalkıyoruz, çocuklarımızı o piçin tezgâhında işliyoruz. Şeytanilerin Sözcülüğünü yapanların, Hürriyetlerini savunanların, Milliyetlerini yüceltenlerin peşlerinden gidiyoruz. Hak ve batıl iyice karıştırılmış durumdadır. Kendi dinimizi bile tahrif ve tahrip etmeden savunamayacak haldeyiz. İlla dini çorbaya çevirip öyle sunmak zorunda kalıyor insanlarımız. Açıkça hakikati ifade etmekten ve olduğu gibi tebliğ etmekten imtina ediyoruz. Şeytanileri gocundurmamak üzerine bir hayat kurmuşuz. İslam’ın yanına din eklemekten hayâ etmiyoruz.

 

Artık sağı-solu bırakıp, kendi değerlerimizin fışkırdığı yüce kaynaklarımıza dönmeliyiz. Kimliğimizi ceddimizin anladığı ve yaşadığı haliyle yeniden keşfetmeli, dinimizi Kitap ve Sünnet ekseninde yeniden anlama çabası içine girmeli, tarihimiz üzerinde bidaha düşünmeliyiz. Yekpare Milletimiz ve Ümmet üzerinde oynanan oyunlara ve oyunların nasıl başarılı olabildiği üzerinde kafa yormalıyız. İnsanları Hakka, Hakikate çağırmalıyız. İnsanları kendi hakikatlerimize değil, İslam’ın hakikatlerine çağırmalıyız. Her alanda, yerde, zamanda bunu yapmalıyız. Hakikati her gizlememiz, ya da izhar etmekten imtina etmemiz yahut korkmamız, bir evladımızın yitişi, bir değerimizin çürüyüşü ve varoluş kavgamızın akamete uğraması demektir. Ve bu hainliği yapamayız, yapmamlayız. Sorumluluğu kuşanmalıyız, duruma el koymalıyız. Derin bir bilinçle, engin bir şuurla, hasbilikle, her türlü kirli düşünce ve duygudan uzak safi bir ihlas ile yapmalıyız bunu. Kirli ve kanlı oyunların figüranı olmamalıyız, oyunbozan olmalıyız. Birbirimizi muhakkak uyarmalıyız. Küçük hatalar yüzünden birbirimize düşman olmamalıyız. Biz ümmetiz, tarağın dişleri gibi biriz, bütünüz, aynı saftayız. Adalet ve ahlak konusunda hassas olmalı, çalışan, üreten kişiye değer vermeli, kitabı yüceltmeli, kimliğimize tutunmalıyız, Allah’ın ipine sarılmalıyız. Sessizce işimizi yapmalı, irademizi kontrol edebilmeli, dirilmeli ve ahlaklıca direnmeliyiz. Alkışlama meftunu olmamalı, alkışlanma beklememeliyiz. Çünkü bize mütemadiyen sıradan ve alelade hareketler kaybettirdi. Küçük işler peşinde koşmamız, zulme maruz kalmamızı tevlit etti. Vakit, dirilme vaktidir, gerilme vaktidir. Karabulutları dağıtma, tezgâhları parçalama, gerçek soykırımcıların soykırım yalanlarına karşı birlik olma vaktidir. İman ve Vatan düşmanlarına karşı birleşme vaktidir. Bahusus, dine, kimliğe, vatana muhalif küçük ve büyük yapılanmaların, yabancılarla teşrik-i mesaisine dikkat etmeli, tuzağa düşmemeliyiz. Aydınlığın savaşçıları olmalıyız. Fenerimizi koyu karanlıklara doğru çevirmeliyiz. Bir madenci tevekkülüyle çalışmalıyız. Sabırlı olmalıyız. Biz çalışacağız, ödül elbet sunulacaktır. Hayat, çalışana ve uyanık olana karşı adildir!

 

Bir milleti yok etmenin en kolay yolu; o milleti küçük parçalara ayırmaktır. Çünkü güç birliktedir. Birlik bozuldu mu dirilik bozulur, dirlik bozuldu mu düzen bozulur, düzen bozuldu mu çek kuyruğunu gitsin artık bitiş, tükeniş, çöküş sürecine girilmiştir. Önce sağ-sol diye ayırırlar, sonra da o sağ ve solu kendi aralarında parçalarlar ve böylece yutulacak lokma haline getirirler. Dinini ve töresini unutan bir millet nasıl düşmanın tuzaklarına düşmez ki zaten? Çünkü bir milleti bir arada tutan, birbirine bağlayan, aynı hedefe yönelten, güçlü ve kadim değerleri olur. Böyle değerler kayboldu mu, millette zaman içinde erir gider. İşte Türk Milletini ve İslam Ümmetini mahveden şey budur. Devlet mekanizmasına sızarak etkili mevkilere yükselmiş ajanlar bu milleti ve ümmeti kendi içinden vurmuşlardır, bu milleti-ümmeti sağ-sol diye bölerek. Ayrılığı öyle bir derinleştirdiler, kökleştirdiler ki, dinini ve kimliğini terk eden ve unutan bu milleti-ümmeti sağa ve sola hükmeden küresel efendilerin kucağına attılar. Kimliğini ve dinini terk etmiş bulunan bir milleti çok kolay yönlendirebilirsiniz. O milletin evlatlarına sanal davalar dikte edersiniz zımnen, işte dinini, vatanını korumak için sağcı olman iktiza ediyor, sosyal adaleti ikame etmen için solcu olman iktiza ediyor dersiniz ve bunu iyice zerk edersiniz kalbine ve kafasına, nihayet inandırırsınız. Oysa dinine ve vatanına sadakatli olman için de, sosyal adaleti ikame etmen için de, Allah’ın emrettiği şekilde yaşaman kifayet edecektir. Ama bu hakikatin farkına varamayacak derecede mankurtlaştırılmışız. Ne gariptir ki, birbirimizi kolay kolay hakikate ve birliğe çağırmayız. Biteviye ayrılığı tevlit edecek hareketlere girişiriz. Bu da kahpe düşmanın işine yarar ama bize zarar. Oysa Müslümanın görevi; güzel sözle davettir, kalpleri incitmek değil. Millet birliğe çağıranı mutlaka sever, sevecektir. Kendi tarafımıza, gurubumuza, topluluğumuza çağırmayacağız, Allah’ın hakikatlerine çağıracağız ama. Her güzel şeyin tezahürü olacaktır bu kutsal çağrı, inanın! Yani güzel ülkemize bakalım, Müslümanlar arasında nasıl da tefrika hastalığı hüküm sürüyor. Yazık değil mi? Niye birbirimizi yeriz ki, düşman dururken ve bizi tam bağrımızdan hançerlemek için beklerken? Allah bize neyi emretti? Önder bize neyi öğretti? Kitapta ne yazar? Ceddin nasıl yaşadı? UTAN ve UYAN Ey Müslüman Türk Çocuğu ve uyandır yekpare ümmeti de ve yeniden büyük dirilişi yaşa, diren yedi düvele! ÇANAKKALE neyin eseriydi sahi, aklınıza ve kalbinize bir sorun!?!

 

Devlet denilen organizmaya musallat olan ve sağ-sol virüsleri taşıyan mutemet elemanlar, milli birliği katletmek adına ve milletin daha kolay teslimatını yapmak için, milleti sağ-sol diye kamplara ayırırlar. Bunu geniş bir perspektiften yaparlar. Her kesimden kişileri saflara katarlar, reklamlarını yapacak olan yazılı ve görsel basın zaten dünden hazırdır. Tefrika derinleştirilir ve kökleştirilir. Mutemet elemanlar, hizmet ettikleri sağın-solun küresel baronlarına teslimatı yaparlar ve bundan böyle işler daha da kolaylaşır. Milleti birbiriyle dövüştürmek için tüm yasal mekanizmalar istimal edilir. Ki 12 Eylül neyin davasıydı, ki bu kara gün, milletin bahtını karartan gün, milletin gencecik evlatlarının şeytan adına yenildiği gün, sağ-sol davası denilen şeytani tezgahın tam olarak kökleştirildiği gündü. Mutemet elemanlar vazifelerini tam tekmil ikmal etmişlerdi. Bir kesime, diğer kesime karşı kendisinin tutulduğu; diğer kesime de, karşısındakine karşı kendisinin tutulduğu söylenir. Bu şekilde iki kesim de gözetimde ve kontrolde olur. Hedef, iki kesimin de güçsüz ve çaresiz bırakılarak, ebediyen mahkûm edilmesi ve kullanılmaya hazır hale getirilmesidir. Kuvvet bulan tarafın hemen etkisizleştirilmesi için, karşı taraf üzerine gönderilir ve böylece kuvveti yok edilir. Çünkü hiçbir tarafın kuvvetlenmemesi lazımdır. Zira elden kaçar ve tezgâh işlemez. Bu tezgâh bitevi böyle işler gider. Millet yorgun düşer ve kendi dertleriyle ilgilenmeye koyulur. Çünkü millet tuzakların ve ateşin arasında kalmıştır. Ne yürütülen politikadan haberi olur, ne devlete egemen olan klikten haberi olur, ne de sahici sorunların ne olduğunu anlar ve çözme iradesi gösterebilir. Etkili isimleri kendinden bilir ve derin bağlarını sorgulayamaz. Son tahlilde; bu kirli ve kanlı oyunda, meze gibi algılandığının bile idrakine varamaz. Bu keşmekeşte, dinde gider, töre de unutulur, kimlikte ziyan olur. Asli değerlerini ve varoluşunun mutlak dinamiklerini unutan bir millet ise görünürde ne kadar hür olduğunu sansa da sefalet, zillet ve esaret içinde yaşar gider. Türk Milletin, İslam’dan başka davası yoktur, olmaz, olamaz ve badema da olmayacaktır. Çünkü adalet, hürriyet, ahlak, vatan, sağın ve solun kapsayamayacağı kadar kapsamlı olgulardır. Bu hakikatlerin idrak edilmesi iktiza eder ama idrak edilmedikçe aynı minval üzere rezilce yaşayıp gideriz. Mütemadiyen birbirimizi üzeriz, kırarız, gücümüzü birbirimizle dövüşerek harcarız. Düşman ise meyveyi yer!

 

Sağ-Sol şeytani bir tezgâhtır, sahici değildir, hakikatle ilintisi yoktur,  yekpare ümmetin çocuklarının kırılmasını, şeytanilerin güçlenmesini tevlit etmiştir her yerde. Ve en mühimi ama algılanmayanı ise, kimliklerin yozlaşmasını, İslam’ın unutulup gitmesini intaç etmiştir. Türk Âlemi ile Arap Âleminin birbirlerine bu kadar uzak olmalarının sebebi nedir Allah aşkına? İki tarafta Müslüman ama bir avuç şeytan hepsine egemen. Nasıl olabilir bu? Tabi ki de hepsini kendi içinde paramparça ederek. Çok basit bir Misal; Suriye kendi içinde bütün olsaydı, hakiki davalarına bağlı olsaydılar insanlar, Esed gibi, şeytanın maşası olan biri egemen olabilir miydi coğrafyamızda? Keza, Mısır da şeytanın başka bir maşası olan Sisi, idamları gerçekleştirebilir miydi, Mısırlı kardeşlerimiz tek vücut, tek fikir olaydılar coğrafyamızda? İslam ülkelerinde mütemadiyen bu oyun tezgâhlandı ve işlendi. Bunlardan birkaç misal; Irak isimli ülkemizde Abdülkerim Kasım, Endonezya da Sukarno, Mısır da Cemal Abdül Nasır gibi deneyimler, bu ülkelerin insanlarını sefalete ve esarete mahkûm etmiştir. Kaynaklar yağmalanmış, canlar heba olmuş, kuvvetler ziyan olmuş, umutlar ve hayaller kaybolup gitmiştir. Ayrıca, kimlikler ve din tahrip ve tahrif olmuş. Millette, devlette yorgun düşerek geri kalmış. Kazananlar ise münhasıran şeytaniler olmuşlar. Yazık değil mi? Şeytaniler oyunlarını bugünde sürdürmektedirler. Sadece yöntem değişmiştir o kadar. İnsanlık İslam ile aydınlanmadıkça asla uyanamayacaktır. Çünkü İslamsız dünya karanlıktır, biz ne kadar aydınlık sansakta. Bizler yürüdüğümüz yolun doğru olduğunu, savunduğumuz davanın hakikat olduğunu, daima bizim kazandığımızı düşünürüz ama yanılırız. Çünkü bize böyle bir algı empozesi yapılır fark ettirmeden. Bugün tüm İslam Milletleri, İslam ile aydınlanaydı ve İslam’ı adam gibi yaşayalardı ve İslam Milletlerinden bir millet olan Türk Milleti de ceddi Selçuklunun ve Osmanlının konumunda bulunaydı ve tıpkı onlar gibi hareket edeydi, yeryüzünde kanlar akar, canlar gider, şeytaniler, Tapınakçılar cirit atabilirler miydi Allah, vatan, namus aşkına?
Tarih: 09.05.2015 Okunma: 680

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?