Dünya süslü gösterildi, dünya nimetleri baki değildir ve
imtihan vesilesidirler, oyun ve oyalanma yeridir burası, gerçek yurt başkadır;
hakikat. İnsan nefis sahibidir ama bu bahane olamaz namussuzluk yapmaya. İstek
ve ihtiyaç sahibidir insan. İstekleri ihtiyaç telakki edip ihanete yelken açmak
yanlıştır. Bu dünya ki hiçbir şeyin ahirette zerre miskal kıymet-i harbiyesi
yoktur, olmayacaktır, ta ki ruhtan fışkıran yüce değerler ekseninde yaşananlar
hariç. İsteklere ulaşma düşüncesi insanı ihanete sürükleyebilen şeydir.
İstekler kahir ekseriyetle nefsi şeylerdir. İhtiyaçlar ise yaşamsal şeylerdir.
Dünya nimetlerini ele geçirip, yaşamı dört koldan kuşatıp, insançocuklarını
köleleştirmek isteyen baronlar vardır. Bu baronların nezdinde münhasıran güç
önemlidir. Hak, hukuk, hakkaniyet tali meselelerdir. İnsanların, iyiliğin ve
güzelliğin mutlak kaynağı olan dinle-İslam’la merbutiyetini yok etmek için
mücadele veririler bitevi. İnsanları mütemadiyen farklı yönlere kanalize etmeye
çalışırlar. Her an bir tezgah peşindedirler. Ama tezgahı en kuran ve
kirli-kanlı tezgahları paramparça eden Allah’tır. Şöyle düşünelim; sevgili
ülkemizde, sermayeye hükmedenler belli midir? Bunların hedefleri nedir? Dünyada
mutlak güç sahibi olmak ve hayatları istedikleri minvalde dizayn etmek, bir
şeyin nasıl olacağına kendilerinin karar vermeleri. Sanayi de, basında, sözde
sanatta, hatta politika da güç bunların inhisarındadır. Bu baronlar, nereye
giderlerse oralarda herkesin ayağa kalkmasını, sözlerinin ikiletilmemesini, her
şeyde ilk temas kurulacak ve istişare edilecek kişiler olmalarını, hülasa;
tanrıcılık oynamayı isterler. Bunlar ihtiyaçlarını karşılamakla iktifa
etmezler. Oysa insanın ne olduğu, ne kadar yaşayacağı aşağı yukarı bellidir.
İnsan neyi ne kadar isteyebilir ki? Ki, istediklerine sahip olsa ne yapacaktır?
Zira fani bedeni ölüme mahkumdur. İnsanın, sonsuzluk yanı burası için değildir,
öte yaka içindir. Binaenaleyh, bu dünyada ki kirli ve kanlı oyunlara asla kanmamalı,
tezgahlara karşı teyakkuz halinde olmalıdır. İnsan çok gariptir; oyunları
baronlar kurarlar, bizlerde piyonluk, papağanlık yaparız. Baronlar adına
ajitasyon ve manipülasyon yaparız. Oysa bilsek, tüm oyunlar aleyhimizdedir,
herhalde alıklığımıza ağlarız. Bizi sağ-sol diye bölenler, bilsek ki
birliktedirler, hepsini mermi manyağı yaparız ama maalesef bilmeyiz. Sağ-sol
tezgahı, bizleri İslam’dan uzak tutmak adına tertip edilmiş kahpe bir
tezgahtır. Sağ da yalandır, Sol da yalandır oysa. İkisi de İslam’ı yok etmek
temelinde hareket ederler. Sağ da, Sol da küresel şeytanilerin tekelindedir. Bizler
ancak ve ancak, Kur’an ile kurulursak, Kur’an’ın aydınlatıcı ve huzur verici
limanında demirlersek kurtulabiliriz. Bizleri Sağ ve Sol ile oyalayanlar,
kenardan bizleri izlerlerken, viskilerini yudumlamakta ve kahkahalar
patlatmaktadırlar. Unutmayalım ki! Oyun bittiği zaman baş başa kalacağımız şey;
İslam’ın ta kendisidir. Ve oyun bitince herkesin gireceği yer, topraktır,
geldiği yerdir gittiği yer. Akıllı ve uyanık olmalıyız. Haysiyetli ve namuslu
yaşamı intihap etmeliyiz. Ne mülk kurtarır bizi, ne mevkii, ne şehvet, ne de
şöhret kurtarır. Bizi biz kurtarırız, bizi bizim olan kurtarır. Bizim olan şey
ise; İSLAM’dır. Geçelim!
Hakikat tehlikelidir. İnsanı sarsar ve korkutur. Yeryüzü
Tanrılarının saltanatlarını yerle yeksan eyler. Niye? Çünkü insan, egoisttir,
nankördür, cahildir, zalimdir ve hakikat, bu karakterlerin, tabir caizse
hayırlı celladıdır. İnsanlığın bölünmesi, daha kolay sevk ve idare edilmesi
içindir. Çünkü bütüne hükmetmek zordur. Bütünün sevk ve idare edilmesi meşakkatlidir,
güçtür ve pahalıdır. Dünya bloklara tefrik edilmiştir. Bir tarafta Doğu vardır,
diğer tarafta ise Batı. İki tarafın köklerini tetkik edin, Materyalizm ve
Pozitivizm bir yandan fışkıracaktır, Pragmatizm diğer yandan. Moskof ve Coni
güya mümessil konumundadırlar. Madde müreccahtır. Küresel Krallık yani Yeryüzü
Tanrılığı yegâne erektir. Mutlak düşman;
özel de Türk Milleti, genelde İslam Ümmetidir. Büyük resim olarakta, İslam tek
düşmandır. İki ideoloji vardır küresel baronların nezdinde; Marksizm ve
Emperyalizm. İnsanlığa yansıması ise, Sağ ve Sol kavramlarıyla belirginlik
kazanmaktadır. Sağ ve Sol, ikisi de küresel baronların dizaynıdır ve bu iki
bloğa hükmedenler küresel baronların hizmetindedirler. Ne kadar da insanlık
açıkça göremiyor, bilemiyor olsa da. Emperyalist dünya, Amerika şeytanı ve
Avrupa şeytanı olarak güya iki blok durumundadır ve sözde bir mücadele vardır
aralarında. Zevahirde güya dövüşen bu iki şeytan, arka planda müttefiktirler. Ama
bunların kendi içlerinde ki parçalar birbirleriyle güç mücadelesi içindedirler.
Fakat bu mücadele dar plandadır. Asla genişletemezler, zira büyük baron müsaade
etmez. Marksist dünyada kendi arasında parçalara ayrılmıştır. Parçalardan bir
kısmı tiranların tasallutuna mahkûm olurlarken, bir kısmı da sözde demokrasi
ile idare edilme yolunu intihap etmişlerdir. Gerçek ise şudur; her parçanın
hareket yönü de hareket saiki de aynıdır. Fakat dünyanın bazı gerçekleri vardır
ki, insanlığın bilmesi istenmez ve saklı kalır. Keşke bilseydik! Bugün iki
tarafında düşünce altyapıları iflas etmiştir. Stratejilerini ve taktiklerini
değiştirmek zorunda kalmışlardır bu yüzden. Güya ılımlı politikaya dönmüşler ve
çektikleri tepkileri eritmek derdindedirler. Ama bu da yalandır. İnsanlığı
aldatmak ve oyalamak içindir. İnsanlığın İslam’a yaklaşmasını engellemek
adınadır. İnsan uyanmalı ve gerçekleri görmelidir, yüzünü hakikate dönmelidir,
vahiy güneşiyle aydınlanmalıdır.
Şeytanın işi insanların yollarına tuzak kurmak ve insanları
yanlış yola sokmaktır; hakikat. Şimdi yeryüzü şeytanlarının işleri de budur;
hakikat. Sadece gözleriniz, kalbiniz ve aklınız çalışsa kifayet edecektir
hakikati idrak etmeye. Geçelim! Büyük güç sahibisiniz, dünyayı inhisarınıza
almak, ruy-i zemine hükmetmek ve insanları kulunuz, köleniz yapmak istiyorsunuz,
ne yapardınız? Şeytan ve insan; bu şekilde bir hâkimiyet kabil değildir. Çünkü
münhasıran iki taraf vardır ve iki tarafın mahiyeti de bellidir. Şeytanın
tazyikatına karşı yekpare insanların birleşmesi mukadderdir, öyleyse iki taraf
tehlikelidir. Şeytan direkt olarak insanların arasına dalarsa eli boş döner,
belki de boynu vurulur. Ama muhtelif maskeler takar, insanların arasına dalar,
onların zayıf yönlerinden vurursanız ve onları kapsayıcı ve kuşatıcı değerleri
suiistimal ederek bölerseniz ve ayırdığınız her parçanın başına da bir mutemet
asker yerleştirirseniz istediğinize çok kolay ulaşırsınız, ki evren de yapılan
şeyde bundan başka bir şey değildir. Fertler olarak dağılmışız, millet ve ümmet
olarak dağılmışız, din olarak dağılmışız ve ideolojik kıskaca alınmışız. Ama
buna isim vermişler; Sağ-Sol. Yani yazılan senaryonun filmleşmiş adı. İnsanlığın
mücadele tarihinde, şeytanilerin devlet düzeyinde ki ilişkilerinde, Arap
milletlerinin kendi iç mücadelelerinde ve dış ilişkilerinde, dünya edebiyat ve
sanat alanında bu kahpe tezgâhı çok iyi fark ederiz. Geçelim! Gariptir ki, soysuz Çin, Moskof
ayısına matuf Emperyalizmden dem vurur; Moskof ayısı, Çin soysuzuna matuf
burjuvazi ithamında bulunur. Daha ilginci ise, birbirilerini bildikleri halde,
birbirlerine yönelik olarak ilginç ithamlarda bulunanlar, kader birliği ederler
ve İslam’ı yegâne düşman olarak hedef seçerler. Keza, ABD Başkanı Nixson 1972
yılında Rus topraklarına girer, Leonid Brejnev 1973 yılında şeytanın
topraklarına doğru yol alır. Moskof petrol garantisi verir. Şeytan gıda
garantisi verir. Artık ittifak betonlanmıştır. Mutlak düşman; İslam’dır. Siz
varın düşman görün! Kardeş Pakistan Doğusu, Şeytanın müzaheretleriyle varolan
Hintlilerce, Moskof markalı namlularla mağlup edilir ve Şeytanın gördüğü halde
Hintlilere sunulur.
Zulme ve sömürüye son vermek için, küresel ve yerel
kompradorların zulüm dolu saltanatlarını yerle yeksan etmek için, kaderleri
bitevi ağlamak olan insanlığın gülmesi ve güneşin tulu edip, evrene baharın
gelmesi için Yaşasın İslam ve Yaşasın İnananların Kardeşliği! Geçelim! Bizler,
sağ-sol diye oyalanırken ve sağın ya da solun bizi kurtaracağını düşlerken,
sağın ve solun baronları bizleri cehenneme göndermek üzere anlaşmış
bulunmaktadırlar. Şöyle bir bakın etrafınıza lütfen, soydaşlarımızın ve
dindaşlarımızın coğrafyaları işgal edilmekte, kardeşlerimiz kan ağlamakta,
kaynaklar yağmalanmakta, namuslar payimal edilmektedir. Peki, kimlerdir bunları
yapanlar? Elbette tüm bu şeytani alçaklıkların ardında, Coni ve Moskof silahı
vardır, Siyonizm ve yavru ideolojiler vardır. Tabi bir de yetiştirilip, içeriye
sokulmuş yerli maskeli ajanlar vardır. O ajanlar ki, kardeşleri birbirine
düşürüp, iç çatışma çıkararak, milletlerin güçlerini zayıflatırlar. Bir sağdan
vurur, bir soldan vurur düşman ve bizler zannederiz ki, kanan biziz. Küfür
birdir, beraberdir cancağızım. Küfrün tek bir düşmanı vardır; İslam. İslam ve
İslam’ın keskin kılıcı olması hasebiyle Türk Milleti de düşmandır. Çünkü şu an
küfre diren tek kale vardır; Türkiye, tek millet vardır; Türk Milleti. İster
kabul edelim, ister kabul etmeyelim, hakikat budur. Çünkü Arap kardeşlerimize
hükmedenlerin kimler olduklarını ve ne halde olduklarını çok iyi biliyoruz. Şeytaniler,
İslam Ümmetini, sağ-sol tezgâhıyla mahvetmişlerdir. Geçelim! Coni şeytanı güya
dost kabul ettiği Tayvan’ı peşkeş çeker, Çin domuzu ezilenlerin can düşmanı
olarak addettiği BirLEŞmiş Milletlere dâhil olmaktan imtina etmez. Çünkü
şeytanın çocukları için tek bir şey vardır; ÇIKAR. Ve onların yegâne çıkarları;
İSLAM’ın yeryüzünden ve insanlığın kalbinden sökülüp atılmasıdır.
Bizler Sağın ve Solun sahici olduğunu, spontane geliştiğini,
insanlığın kendi düşünceleri olarak zuhur ettiğini, sağın yerli solun yabancı
olduğunu, solun dine muhalif, sağın dine yakın olduğunu sanırız. Ki zevahirde böyledir
ve böyledirler de ama hakikatte bunların hepsi yalan ve yanlış şeylerdir. Sağ
da, sol da mevcut durumlarına göre kurgulanmışlardır. Sağ da, Sol da
kendilerine biçilen rolleri oynamaktadırlar. Çünkü ikisi de çatışma halinde
olacak ki, düşman çok kolay şekilde kazanacak. Zira insanlar bir, birinin
peşine takılacak; bir, diğerinin peşine takılacak. Birisi yanlış yapınca,
diğeri yanlışın karşısında ki doğru olacak yani tercih edilen olacak ve toplum
bunların arasında gidip gelecek ama gerçekte hep küresel şeytanilerin
kıskacında olacak ve hiçbir zaman da İslam’a yüzünü dönemeyecek. Melun şeytanın
melun oyunu böyle olur işte. Bizler akıllı olacağız cancağızım! Sağın ve Solun
yaptığı tek bir şey vardır; Türk Kimliğini ve İslam Dinini tahrif ve tahrip
etmek olmuştur. İnsanları özlerine yabancılaştırmış ve yozlaştırmışlardır,
yerli ve sahici olan ne varsa bozmuşlardır. Sağ kahir ekseriyetle kapitalizmin
pençesindedir, sol da komünizmin pençesindedir. Kapitalizmin vahşetini görenler
Komünizme kaçsınlar, Komünizmin vahşetini görenler Kapitalizmin kurtarıcılığına
sığınsınlar ama bir türlü İslam diye bir şeyin varlığından haberdar olmasınlar;
işte kurgu budur. Kapitalizm ifrat, Komünizm tefrittir. İslam ise, dengedir,
ölçüdür, ortadır, vasattır, hakikattir, sırat-ı müstakimdir. Sağ da, Sol da,
ikisinin de sahibi olan Siyonist şeytanın müzaheretinde ve murakabesindedir. İki
tarafta, zirvede ki şeytanilerin çıkarları adına hareket ederler.
Stratejilerini ve taktiklerini asla kendileri belirlemezler, bizzat şeytaniler
belirlerler. Binaenaleyh, ne sağdan, ne de soldan milletlere asla bir gram
fayda gelmemiştir ve gelmesi de muhaldir. İki tarafta İslam söz konusu olduğu
zaman anında müttefik olmuşlardır. İslam’ı tesirsiz kılınca da, yine eski
hallerine dönmüşler ve insanlara kendilerini farklı tanıtmışlardır. Dünya da
ki, kapitalist ve komünist ülkelerin politik beyinlerine dikkat ediniz, hangi
partiden oldukları hiç önemli değildir, kahir ekseriyetle Siyonist’tirler. Ama
kamuoyu bunların hiçbirini tanımaz, çünkü tanıtılmaz. İnsanlar onları, sağcı ya
da solcu olarak tanırlar. Tabi ülkelerin ve milletlerin hatta devletlerin,
sağın ya da solun kıskacında olması bizi kesinlikle yılgınlığa sevk
etmemelidir. Cesaretimize halel getirmemelidir. Manevi âlemimiz için umutsuzluk
aşılamamalıdır. Tam aksine, bizleri daha müteyakkız, teennili, akıllı,
bilinçli, şuurlu kılmalıdır. Abartıya kaçılmamalıdır, abartanlar da dikkate alınmamalıdırlar.
Zira bizler Müslümanlarız! Allah’a dayanırız, her şeyi ondan umarız. Bilmeliyiz
ki; kardeş olanları, sünnettulaha mütenasip yaşayanları, kimliğini bilenleri, ahlaklı
diriliş ve direniş içinde bulunanları, bilinci, şuuru ve cesareti kuşananları
hiçbir güç mağlup edememiştir ve edemez de. Düşmanı ne olduğundan fazla
görmeliyiz, ne de küçültmeliyiz. Görevimizi yapmalıyız ve uyanık olmalıyız.
Birkaç soru; Peygamberlerimizden yani İnsanlık Önderlerinden
hangisi sağcı ya da solcuydu? Ecdadımızdan hangisi sağcı ya da solcuydu?
Çanakkale şehitleri sağcılık ya da solculuk için mi şehit olmuştu? Allah, bizi,
sağcı ya da solcu olmamız için mi halk etmiştir? Selçuklunun ve Osmanlının
davası sağcılık ya da solculuk muydu? Öyleyse sağ da yalandır, sol da yalandır,
İslam ise asıl olandır. Bir önce ki yazımızda da değindik; dünyada ki, şeytani
devletlerin yönetimlerinde ki sağcı ya da solcu liderlere bakınız, partilerinin
ne olduğu hiç fark etmez, kahir ekseriyeti Siyonist’tir, olmayanlar da
Siyonizm’e hizmet etmek için oradadırlar. Sağcılık ve solculuk, ikisi de
müttefik olgulardır ve İslam’a muhalif olgulardır. Sağcılık, değerleri tahrif
ve tahrip etmek için vardır, solculuk da tahrip ve tahrif olan değerleri
tamamen yok etmek için vardır. Sağın iddiaları da, solun iddiaları da
palavradır. Çünkü sağın ya da solun kendisi bir iddia üzerine var değildirler.
Ne sağdan ne de soldan, hiçbir fayda görmemiştir İnsançocukları. Fayda göreceği
şeye de, sağcılık ya da solculuk uğruna sırt çevirmiştir alıkça. Misal; sol,
sözde, ezilen halkların umududur değil mi? Peki, Cezayir soykırımın da
Komünistler neredeydi? Bosna’da soykırım yapılırken neredeydi ezilenlerin umudu
olduğunu söyleyen Komünistler? Tabi ki de soykırımcılarla aynı masada viskilerini,
votkalarını yudumluyorlardı, katledilen Müslümanların yok edilmeleri şerefine. Masallara
karnımız tok cancağızım, masallarla büyümedik ki, masallarla avunalım. İnanmayın
ey ehl-i iman ve ehl-i vatan! Dininize ve kimliğinize ve dahi vatanınıza
tutunun, gayrısından size vallahi, billahi, tallahi fayda gelmez, gelemez ve
gelmeyecektir de. ALİYA İZZETBEGOVİÇ’in mektubunu tertil ile okuyun, derin bir
bilinç, ince bir kavrayış, engin bir şuur ile okuyun. Harf harf tetkik edin,
uzun uzun düşünün üzerinde. Bilge Kral’ın o mektubunda, küfrün, saf, gerçek ve
çıplak yüzünü göreceksiniz. Sağ ise hiçbir zaman Tevhidi müdafaa etmemiştir. Bilakis,
Tevhide zarar vermiştir. Düşman, bugün solcu ise yarın solcu olmuştur. Çünkü
gaye, ortak düşmanı zayıflatmak, yok etmek, gücü ve çıkarı korumaktır,
insanlığı zincirlemek ve iplerini eline almaktır, kaynakları ele geçirmektir. Dünya
politikası, ideolojik dönekliğin görüngüsüdür. Politika, fikrin katilidir.
İnsanlığı bölmenin en kolay yoludur. Oysa dinde-İslam’da, ki din münhasıran
İslam’dır, tefrika yani bölünme, parçalanma yasaklanmıştır. Müminler
kardeştirler. Ama sağ ve sol, kurtuluşun mutlak garantisi olan bu yüce
kardeşliği zehirlemiştir maalesef. Bu melun oyuna nihayet vermeliyiz,
aldananlardan ve kurbanlardan olmamalıyız. Bu oyundan çıkarımız olduğu
telakkisiyle, oyunun mahiyetini deşifre etmek konusunda edilgen konumda
kalmamalıyız. Buna asla hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Çünkü Hak ile batıl
kesin olarak ayrılmıştır ve bu hakikati örterek, bile isteye Hak ile batılı
karıştırmak, Allah’a, Öndere, Kitaba, ecdada, tarihe, dine ve kimliğimize
ihanettir.
Siz, özünüzde olanı değiştirme iradesi göstermeden,
dışınızda olanı değiştirebilme iradesi gösterebilmeniz kabil midir ey
İnsançocukları? Ve siz, sizi değiştirmeden Allah sizi değiştirir mi? Haysiyetli
olmak güzel şeydir. Hakikatli ve hakkaniyetli olmak iyi şeydir. Dürüst olalım
lütfen, ne olur dürüst olalım. Ve hakikati haykıranlara da kızıp,
küfretmeyelim. Hakikat, kişilere göre değişmez cancağızım! Ama kişiler hakikate
göre değişirler. Sağcılığa ya da solculuğa göre hakikati sorgulayıp, yargılayamazsınız,
ama hakikate göre sağcılığı ya da solculuğu sorgulayıp, yargılayabilirsiniz. Kabul
edelim ki, yaşarken samimi değiliz. Ve Allah, lafa bakmaz, kalbe ve niyete
bakar. İçinizdekini değiştirmeden derken Rabbimiz, dilimizde olanı kastetmiyor,
kalbimizde olanı kastediyor ve biz lafazanız maalesef, sahici değiliz. Özümüz
başka, sözümüz başka. Kafamız başka, kalbimiz başka. Oysa Allah, bütünlüğe
bakar. Çünkü iman ve amel bütündür,
parçalanamaz. Bizim işimiz, Müslümanca yaşamaktır. Sağcılığa ya da solculuğa
göre yaşamak değildir. Özümüz ekseninde, varlığı, olguları ve olayları tetkik
ve tahlil etmektir. İslam gibi yüce bir nimete sahipken, sağcılık ya da solculukta
ne oluyor ki? Adam ben İslam’a inanıyorum ama solcuyum diyor ya da sağcıyım
diyor. Bu ne menem bir tenakuzdur, saçmalıktır cancağızım? İslam’ın yanında
başka bir din, Müslümanlığın yanında başka bir kimlik olur muymuş? Hayır, tek
biriniz çıkıpta diyebilir mi ki, sağ ya da sol, Allah’ın emridir? Bizim nasıl
yaşayacağımızı, nerede, nasıl ve niçin duracağımızı İslam belirler. Ve biz, ne
sağcılıkla ne de solculukla âleme nizam vermedik, biz İslam ile âleme nizam
verdik. Bir de Allah, bize vasatlığı emretmektedir,
ifratı ya da tefriti değil. Sağ ya da sol, tağutların yoludur. İslam ise,
Allah’a giden yoldur. Sağ ve sol, size şekil ve yön verir, siz ise İslam ile
insanlığa şekil ve yön verirsiniz. Sağ ve sol, katı ve imansız realizmin
ürünüdürler ama İslam, idealisttir. Sağ ve sol, muhafazakârlaşmayı dikte eder
zımnen ama İslam, bitevi devrim der ve devrimle yenilenmeyi telkin eder. Sağ ve
sol, uyumanın, aldanmanın, durmanın; İslam ise uyanıklığın, koşmanın, aldatmama
ve aldanmamanın adıdır.
Tüm haykırışlarım, sessizce ağlayan vicdanımın dışa
vurumudur. Çünkü kalbim ve aklım bitevi azap içinde kıvranıyor. Yazmam da
bundandır. Rabbimin yüce emaneti olan söz’e ihanet edemem. Ümmetin çocukları
kan ağlıyorlar. Bombalar onların üzerine yağıyor, namlular onların bedenlerini
paramparça ediyor ve onlar kendi topraklarında sürgünü yaşıyorlar, boyunlarına
urgan geçiriliyor, kolları ve bacakları kırılan yine onlar. Melun, alçak,
barbar ve vahşi şeytaniler birlik içindeyseler ve mütemadiyen bir plan, bir tezgâh
üstündeyseler ama Ümmet-i Muhammed paramparçaysa, öz benliğini yitirmişse,
davasını terk etmişse, birbirini katlediyorsa, mezellet ve meskenet içinde
yaşıyorsa nasıl kanamaz vicdan, nasıl huzurlu olur kalp, nasıl güler gözler,
akıl nasıl durmaz? Dert ümmet ise şayet, millet ekseninde kalamaz hiçbir dava
adamı. Bu yüzden ne Türkiye ne de Türk Milleti, Ümmet-i Muhammedî kesinlikle
unutmaya terk edemez, kendi dar kalıplarında yaşam süremez, münhasıran kendi
varoluş kavgasını veremez. Çünkü ümmet bir bütündür ve Türk Milleti de ümmetin
bir cüzüdür. Mustazaflara Yunus, müstebitlere, mütekebbirlere ve müstekbirlere
Yavuzdur Türk Milleti ve tarih boyunca hep böyle olmuştur, badema da böyle
olacaktır. Kılavuzu Kur’an oldukça, kalpler birliğe vardıkça ve kutsal kılıcı
Kur’an aşkına vurdukça, bu milletin önünde duramayacaktır hiçbir soysuz. İşte o
zaman dinecektir tüm acılarımız, son bulacaktır haykırışlarımız. Binaenaleyh,
söylediklerimi Kur’an’ım ve Tarih’im yalanlamadıkça daima hakikati söylemeye
çalışacağım. Geçelim! Yaptığım, yazılı ya da yazısız, hiçbir okuma, bana, sağın
ve solun sahici olduğunu, hakikat temelinde zuhur ettiklerini söylemiyor. Gördüklerimiz
ve yaşadıklarımız yukarıda anlattıklarımız gibiyse, ki öyledir, öyleyse Müslüman
bir Türk’ün ve Ümmet-i Muhammedîn hiçbir cüzünün asla ve kata sağ ya da sol
diye bir davası olamaz. Hatta bir Müslüman mezhepçilik ve cemaatçilikte
yapamaz. Keza particilik bile tali meseledir bu durumda. Sağ ve sol tezgâhı,
özel bazda Türk Milletinin birliğini bozdu, genel bazda da Ümmet-i Muhammedî
mahvetti. Şeytaniler tüm coğrafyalarımıza egemen oldu. Tevhid sancağı altında
toplanan bir ümmetin birliği, beraberliği sağ-sol davasıyla yerle yeksan oldu.
Sağ-Sol tezgâhı olmayaydı, İslam’dan kopuş ve uzaklaşma olur muydu? Kimliğimiz
bu kadar yozlaşır, milletimiz bu derece mankurtlaşır mıydı? İdeolojiler
aklımızı ve kalbimizi esir alır mıydı? Bugün bu kutsal topraklarda Siyonizm’in
mutemet elemanları olan, Ermeni diasporasının sözcülüğünü ve kuyrukçuluğunu
yapan, Müslüman Kürt kardeşlerimizle zerre miskal bağı olmayan, silahlı teröristler
ve kravatlı sözcüleri Müslüman Kürt kardeşlerimizi aldatabilirler miydi? Arap
kardeşlerimizin üzerlerinde Siyonizm’in uşaklığını yapan soysuz firavunlar
egemen olabilirler miydi? Türk’ün, Arap’ın ve Kürt’ün kadim kardeşliğini kim
bozabilirdi? Tarih boyunca ezilen ve sömürülen mazlum milletlerin hamiliğini
yapan Türk Milletinin küresel düzeyde ki liderliği ve hamiliği tartışılır ve
sakıncalı hale gelir miydi? Yaşasın iman edenlerin kardeşliği, yaşasın
İslam-İlay-ı Kelimetullah-Tevhid Davası! Kahrolsun şeytaniler ve sağ-sol
davası.
Müslümanları mahveden şey, maalesef tefrikadır. Müslümanlar,
kendi değerlerine yabancılaşmış ve yabancı değerlere alışmış haldedirler. Kendi
benliklerini kaybetmişlerdir. Kendileriyle ilgili bir şeyde duyarlılık
göstermeyen Müslümanlar, kendileriyle ilgisi olmayan şeylerde ilginç bir
duyarlılık sergilemektedirler. Müslümana yapılan zulme bile sessiz
kalabilmekte, şeytanilerin yavrularının başlarına gelen en ufak bir şeye üzülebilmekteyiz.
Ve bu durumlar için, tefrika için, Allah, Enfal Suresi 46. Ayette açıkça
uyarmakta ve kurtuluşun yolunu göstertmektedir ama Müslümanlar cahilliklerinin
kurbanı olmaktadırlar. Kitabı elinden alınan, tarihi çalınan ve işin garibi kitabına
dönmeyi ve tarihi üzerinde düşünmeyi hiç düşünmeyen Müslümanlar şeytanilerin
tasallutu altında rezilce yaşayıp gidiyor. Yani bugün bir Müslüman, Siyonizm’in
maşası olan Ermeni’nin kuyrukçuluğunu yapan ve sözcülüğüne soyunan, terörizmi
adeta açıkça yücelten ve kendisiyle, kendi değerleriyle zerre miskal alakası
olmayan, bu ülkede Truva Atı olmaktan ve Kürt kardeşlerimizi benliklerine ve
kardeşlerine yabancılaştırmaktan başka hiçbir işlevi olmayan bir partiye
sempati besleyebilmektedir. Oysa hakiki bir Müslüman asla böyle bir şeyi
yapamaz. Uyan ey ehl-i İslam, ehl-i vatan ve birleş! İnsanlık maalesef uyuyor
ama bahusus İslam Âlemi uyuyor, uyutuluyor. Özel de Türk Dünyası, genel de ise
İslam Dünyası maalesef adeta mankurtlaştırılmış durumdadır. Değerler iflas
etmiş, tarih unutulmuş, din terkedilmiş haldedir. Bilmiyoruz, görmüyoruz,
duymuyoruz, anlamıyoruz. Şeytaniler piyonlarla dünyaya hükmediyorlar. Oyunu
fark edenler, bilenler, görenler, duyanlar ve anlayanlar pasifize ediliyorlar
ya da yok ediliyorlar. Sağ-Sol tezgâhı bizi mahvediyor. Türk Milleti ve sair
İslam Milletleri üzerinde namussuzca tatbik edildi bu kahpe tezgâh. DİRİLİŞ
isimli dizide ki TURGUT’un haline benziyor halimiz. Belki madden zulme maruz
kalmadık amma manen tarifi imkânsız zulümlere maruz kaldık. Nihayet kendi
kardeşlerimize siper alır, namlu boşaltır olduk. Artık kendimizden uzaklaştık
ve bir yabancı olduk, yabancılara çalışır olduk. Şeytanilerin empoze ettikleri
değerlere göre yaşıyoruz, yiyoruz, giyiyoruz, içiyoruz. Onların hedefleri için
çalışıyoruz. Kendi değerlerimize göstermediğimiz saygıyı, onların değerlerine
gösteriyoruz. Bu milletin ve ümmetin gençliğini zehirleyen melek yüzlü piçlerin
meftunu olmuş durumdayız, onlarla yatıyor, onlarla kalkıyoruz, çocuklarımızı o
piçin tezgâhında işliyoruz. Şeytanilerin Sözcülüğünü yapanların, Hürriyetlerini
savunanların, Milliyetlerini yüceltenlerin peşlerinden gidiyoruz. Hak ve batıl
iyice karıştırılmış durumdadır. Kendi dinimizi bile tahrif ve tahrip etmeden
savunamayacak haldeyiz. İlla dini çorbaya çevirip öyle sunmak zorunda kalıyor
insanlarımız. Açıkça hakikati ifade etmekten ve olduğu gibi tebliğ etmekten
imtina ediyoruz. Şeytanileri gocundurmamak üzerine bir hayat kurmuşuz. İslam’ın
yanına din eklemekten hayâ etmiyoruz.
Artık sağı-solu bırakıp, kendi değerlerimizin fışkırdığı
yüce kaynaklarımıza dönmeliyiz. Kimliğimizi ceddimizin anladığı ve yaşadığı
haliyle yeniden keşfetmeli, dinimizi Kitap ve Sünnet ekseninde yeniden anlama
çabası içine girmeli, tarihimiz üzerinde bidaha düşünmeliyiz. Yekpare
Milletimiz ve Ümmet üzerinde oynanan oyunlara ve oyunların nasıl başarılı
olabildiği üzerinde kafa yormalıyız. İnsanları Hakka, Hakikate çağırmalıyız. İnsanları
kendi hakikatlerimize değil, İslam’ın hakikatlerine çağırmalıyız. Her alanda,
yerde, zamanda bunu yapmalıyız. Hakikati her gizlememiz, ya da izhar etmekten
imtina etmemiz yahut korkmamız, bir evladımızın yitişi, bir değerimizin
çürüyüşü ve varoluş kavgamızın akamete uğraması demektir. Ve bu hainliği
yapamayız, yapmamlayız. Sorumluluğu kuşanmalıyız, duruma el koymalıyız. Derin
bir bilinçle, engin bir şuurla, hasbilikle, her türlü kirli düşünce ve duygudan
uzak safi bir ihlas ile yapmalıyız bunu. Kirli ve kanlı oyunların figüranı
olmamalıyız, oyunbozan olmalıyız. Birbirimizi muhakkak uyarmalıyız. Küçük
hatalar yüzünden birbirimize düşman olmamalıyız. Biz ümmetiz, tarağın dişleri
gibi biriz, bütünüz, aynı saftayız. Adalet ve ahlak konusunda hassas olmalı,
çalışan, üreten kişiye değer vermeli, kitabı yüceltmeli, kimliğimize tutunmalıyız,
Allah’ın ipine sarılmalıyız. Sessizce işimizi yapmalı, irademizi kontrol
edebilmeli, dirilmeli ve ahlaklıca direnmeliyiz. Alkışlama meftunu olmamalı,
alkışlanma beklememeliyiz. Çünkü bize mütemadiyen sıradan ve alelade hareketler
kaybettirdi. Küçük işler peşinde koşmamız, zulme maruz kalmamızı tevlit etti. Vakit,
dirilme vaktidir, gerilme vaktidir. Karabulutları dağıtma, tezgâhları
parçalama, gerçek soykırımcıların soykırım yalanlarına karşı birlik olma
vaktidir. İman ve Vatan düşmanlarına karşı birleşme vaktidir. Bahusus, dine, kimliğe,
vatana muhalif küçük ve büyük yapılanmaların, yabancılarla teşrik-i mesaisine
dikkat etmeli, tuzağa düşmemeliyiz. Aydınlığın savaşçıları olmalıyız.
Fenerimizi koyu karanlıklara doğru çevirmeliyiz. Bir madenci tevekkülüyle
çalışmalıyız. Sabırlı olmalıyız. Biz çalışacağız, ödül elbet sunulacaktır.
Hayat, çalışana ve uyanık olana karşı adildir!
Bir milleti yok etmenin en kolay yolu; o milleti küçük
parçalara ayırmaktır. Çünkü güç birliktedir. Birlik bozuldu mu dirilik bozulur,
dirlik bozuldu mu düzen bozulur, düzen bozuldu mu çek kuyruğunu gitsin artık
bitiş, tükeniş, çöküş sürecine girilmiştir. Önce sağ-sol diye ayırırlar, sonra
da o sağ ve solu kendi aralarında parçalarlar ve böylece yutulacak lokma haline
getirirler. Dinini ve töresini unutan bir millet nasıl düşmanın tuzaklarına
düşmez ki zaten? Çünkü bir milleti bir arada tutan, birbirine bağlayan, aynı
hedefe yönelten, güçlü ve kadim değerleri olur. Böyle değerler kayboldu mu,
millette zaman içinde erir gider. İşte Türk Milletini ve İslam Ümmetini
mahveden şey budur. Devlet mekanizmasına sızarak etkili mevkilere yükselmiş
ajanlar bu milleti ve ümmeti kendi içinden vurmuşlardır, bu milleti-ümmeti
sağ-sol diye bölerek. Ayrılığı öyle bir derinleştirdiler, kökleştirdiler ki,
dinini ve kimliğini terk eden ve unutan bu milleti-ümmeti sağa ve sola hükmeden
küresel efendilerin kucağına attılar. Kimliğini ve dinini terk etmiş bulunan
bir milleti çok kolay yönlendirebilirsiniz. O milletin evlatlarına sanal
davalar dikte edersiniz zımnen, işte dinini, vatanını korumak için sağcı olman
iktiza ediyor, sosyal adaleti ikame etmen için solcu olman iktiza ediyor
dersiniz ve bunu iyice zerk edersiniz kalbine ve kafasına, nihayet
inandırırsınız. Oysa dinine ve vatanına sadakatli olman için de, sosyal adaleti
ikame etmen için de, Allah’ın emrettiği şekilde yaşaman kifayet edecektir. Ama
bu hakikatin farkına varamayacak derecede mankurtlaştırılmışız. Ne gariptir ki,
birbirimizi kolay kolay hakikate ve birliğe çağırmayız. Biteviye ayrılığı tevlit
edecek hareketlere girişiriz. Bu da kahpe düşmanın işine yarar ama bize zarar.
Oysa Müslümanın görevi; güzel sözle davettir, kalpleri incitmek değil. Millet
birliğe çağıranı mutlaka sever, sevecektir. Kendi tarafımıza, gurubumuza,
topluluğumuza çağırmayacağız, Allah’ın hakikatlerine çağıracağız ama. Her güzel
şeyin tezahürü olacaktır bu kutsal çağrı, inanın! Yani güzel ülkemize bakalım,
Müslümanlar arasında nasıl da tefrika hastalığı hüküm sürüyor. Yazık değil mi?
Niye birbirimizi yeriz ki, düşman dururken ve bizi tam bağrımızdan hançerlemek
için beklerken? Allah bize neyi emretti? Önder bize neyi öğretti? Kitapta ne
yazar? Ceddin nasıl yaşadı? UTAN ve UYAN Ey Müslüman Türk Çocuğu ve uyandır
yekpare ümmeti de ve yeniden büyük dirilişi yaşa, diren yedi düvele! ÇANAKKALE
neyin eseriydi sahi, aklınıza ve kalbinize bir sorun!?!
Devlet denilen organizmaya musallat olan ve sağ-sol
virüsleri taşıyan mutemet elemanlar, milli birliği katletmek adına ve milletin
daha kolay teslimatını yapmak için, milleti sağ-sol diye kamplara ayırırlar.
Bunu geniş bir perspektiften yaparlar. Her kesimden kişileri saflara katarlar,
reklamlarını yapacak olan yazılı ve görsel basın zaten dünden hazırdır. Tefrika
derinleştirilir ve kökleştirilir. Mutemet elemanlar, hizmet ettikleri
sağın-solun küresel baronlarına teslimatı yaparlar ve bundan böyle işler daha
da kolaylaşır. Milleti birbiriyle dövüştürmek için tüm yasal mekanizmalar
istimal edilir. Ki 12 Eylül neyin davasıydı, ki bu kara gün, milletin bahtını
karartan gün, milletin gencecik evlatlarının şeytan adına yenildiği gün,
sağ-sol davası denilen şeytani tezgahın tam olarak kökleştirildiği gündü.
Mutemet elemanlar vazifelerini tam tekmil ikmal etmişlerdi. Bir kesime, diğer
kesime karşı kendisinin tutulduğu; diğer kesime de, karşısındakine karşı
kendisinin tutulduğu söylenir. Bu şekilde iki kesim de gözetimde ve kontrolde
olur. Hedef, iki kesimin de güçsüz ve çaresiz bırakılarak, ebediyen mahkûm
edilmesi ve kullanılmaya hazır hale getirilmesidir. Kuvvet bulan tarafın hemen
etkisizleştirilmesi için, karşı taraf üzerine gönderilir ve böylece kuvveti yok
edilir. Çünkü hiçbir tarafın kuvvetlenmemesi lazımdır. Zira elden kaçar ve
tezgâh işlemez. Bu tezgâh bitevi böyle işler gider. Millet yorgun düşer ve
kendi dertleriyle ilgilenmeye koyulur. Çünkü millet tuzakların ve ateşin
arasında kalmıştır. Ne yürütülen politikadan haberi olur, ne devlete egemen
olan klikten haberi olur, ne de sahici sorunların ne olduğunu anlar ve çözme
iradesi gösterebilir. Etkili isimleri kendinden bilir ve derin bağlarını
sorgulayamaz. Son tahlilde; bu kirli ve kanlı oyunda, meze gibi algılandığının
bile idrakine varamaz. Bu keşmekeşte, dinde gider, töre de unutulur, kimlikte
ziyan olur. Asli değerlerini ve varoluşunun mutlak dinamiklerini unutan bir millet
ise görünürde ne kadar hür olduğunu sansa da sefalet, zillet ve esaret içinde
yaşar gider. Türk Milletin, İslam’dan başka davası yoktur, olmaz, olamaz ve
badema da olmayacaktır. Çünkü adalet, hürriyet, ahlak, vatan, sağın ve solun
kapsayamayacağı kadar kapsamlı olgulardır. Bu hakikatlerin idrak edilmesi
iktiza eder ama idrak edilmedikçe aynı minval üzere rezilce yaşayıp gideriz.
Mütemadiyen birbirimizi üzeriz, kırarız, gücümüzü birbirimizle dövüşerek
harcarız. Düşman ise meyveyi yer!