MUTLAK VE YEGÂNE HAKİKAT: İSLAM'DIR...2...

Özgür DENİZ - 09.05.2015

Şeytanilerin, Tapınakçıların tuzakları, tezgâhları bitmez. Çünkü şeytanın işi budur; tuzak kurmak. Ama tuzak kuranların en hayırlısı da Allah’tır tabi ki de. Eğer biz Kitabımızı mehcur bırakmasak ve biteviye O’nunla hemhal olsaydık vallahi hiçbir tuzağa düşmezdik. Asla geri kalmazdık, hiçbir zaman yıkılmazdık, birliğimiz kesinle bozulmazdı, her şeyde en önde olurduk. Ama yapamadık maalesef. İçimizde ki mutemet elamanlar eliyle engellendi bu. Şeytanın işi gücü kötülük planları kurmak, kardeşi kardeşe kırdırmak, fitne ve fesat tohumları ekmektir. Şeytan bir tarafı desteklerken ve ona dünya nimetleri sunarken ya da bu yönde müzaherette bulunurken, başka bir tarafı bu imkânlardan mahrum bırakır, bırakmak için gayret eder. Bir tarafın diğer tarafa tahakküm etmesi sağlanır, bu şeytanilerin her gurubun içine gizlenmiş olan uzantıları eliyle kotarılır. Çünkü bir taraf diğer tarafa tahakküm etsin ki, tahakküm edilen taraf tahakküm edeceği zamanı iple çeksin. Böylece bir kör dövüşü hâkim olsun topraklara, devletlere, milletlere. Tabi iş şirazesinden çıkmaya ramak kalınca da durum tersine işletilmeye başlanır. Tahakküm edilen taraf, tahakküm etme mevkiine getirilmek istenir. Bu şekilde milletler asla kendilerine gelemezler, mütemadiyen birbirileriyle mücadele ederler, bir türlü birlik olamazlar ve düşmana karşı mücadele edecek kuvvetlerini tüketirler. Sağ-Sol tezgâhının, oyununun en netameli yönü de, yönetilen millet ile yöneten zümre arasında ki birlik bağını yok etmesidir. Milletin bir türlü bir bedende birleşen ruhlar olamamasıdır. Hükmeden tarafın yanında olanlar bir yanda durur, olmayanlar bir yanda, çünkü millet bu şekilde parçalanmıştır. Ne acı değil mi? Kardeş kardeşe düşman olurken ve birbirileriyle mücadele ederlerken şeytaniler ve Tapınakçılar çıkarlarına ulaşmaktadırlar. Bedenler aynı beden ama ruhlar farklı. Çünkü kadim ruh bozulmuş, tefessüh etmiş ve tagayyürata uğramıştır. Nihayetinde de başkalaşan bedenler birbirilerini yok etmek üzere kurgulanmışlardır. Can acıyor ama ne fayda! Düşünsenize bir Allah, vatan, namus aşkına? Türk ile Kürt’ün birbirinden ne farkı var? Aynı ceddin torunlarıyız, din de biriz, dil de biriz, ülkü de biriz, tarihte bir, kitapta bir, Önder de bir ve İlah ta biriz. Peki, bu ayrılık nereden çıkmakta ve kardeş kardeşi kırmaktadır? Kim kotarmaktadır bunu? Hangi soysuz böyle bir şeye tevessül etmiştir de kardeşler bu hale gelmişlerdir? Kürt kardeşimin güya sözcüsü olduğunu sananların Ermenilerin sözcülüğünü yaptıkları ve şeytana çalıştıkları halde, Kürt kardeşlerimiz nasıl olupta onların peşlerinden gidebilmektedirler? Nasıl bu hale getirilmişlerdir? Bir Kürt kardeşime, benim mi faydam olur, yoksa şeytanın silahı ve sözcüsü olan bir kravatlı ya da kravatsız teröristin mi? Bir Türk’e, Kürt kardeşinin mi faydası olur yoksa benliğini şeytana satmış, dinine ve kimliğine yabancılaşmış bir sözde Türk kimliklinin mi? Artık oyunu bozalım ve kadim kardeşliğime geri dönelim, şeytanı bu topraklara sokmayalım ve şeytanı ezelim ayaklarımız altında!

 

Ahhh mehcur bıraktığımız ve unuttuğumuz kitabımıza bir dönsek ve idrak etsek sözünü! En azından okuduğumuz şeyi anlayabileceğiz, hakkaniyetli olacağız, insanları yargılamak yerine anlamaya gayret edeceğiz, kalbimiz yumuşayacak, tezgâhları fark edeceğiz, sağın ve solun koca bir yalan olduğunu fark edeceğiz, zihnimizde devrim yapacağız. Bu devrim bedenimize ve kalbimize sirayet edecektir. O zaman dünyamız bir anda değişecektir. Ama hayır asla Kur’an’a göre yaşamıyoruz. Mutlak olarak sekülerleşmişiz. Duygularımızı ve düşüncelerimizi ve dahi yaşama dönük tavırlarımızı sekülerizm tayin ediyor maalesef. Geçelim! Allah, Haşr Suresinin 7. Ayetinde, malın, zenginler arasında dönüp dolaşan bir servet olmamasını, Önderin taksimine razı olunmasını ve Allah’tan korkulmasını buyurur. Şöyle bir bakınız ülkelere bitevi değişen bir şey vardır; yönetim mekanizması. Hiçbir zaman değişmeyen bir şey vardır; her şeyin aynı olması. Gelen gider, giden gelir ama güç her zaman kendini korur, para her zaman egemendir. Çoğunluğun yaşamlarında ise değişen pek bir şey olmaz. Hatta bir yabancının ilginç bir sözü vardır; ‘’topraklarını korumak adına öldüğü sanılan insanların gerçekte kahrolasıca emperyalistler için öldükleridir’’ der. Ki, bu çıkarım gerçek değil midir? Ölen bir askerin ailesi kerpiç duvarlı, naylon kapılı evlerde oturur ama şatolarda yaşayan şerefsiz kodamanların evlerinin önünden hiçbir zaman cenaze kalktığı vaki değildir ama ne gariptir ki bu halkın kaderi üzerinde de onlar egemen olmuşlardır bugüne kadar. Şehitler toprağa düşerken bir Koç’un katrilyonları korunurken, o şehidin kendi adına koruduğu neyi vardır Allah, vatan, namus aşkına? O şehit ne kendi adına ne de ailesi adına hatta ne de milleti adına hiçbir şey korumamaktadır. Bacısı okulundan kovulur, anası-babası kerpiç damlı evde oturur, milleti dininden olur. İŞTE BOZULMASI GEREKEN ÇILDIRTAN DENGE BUDUR; yani artık çoğunluğun egemen olması iktiza eder. Kodamanların açık ya da gizli hegemonyaları son bulmalıdır. İşte bu olursa hakiki bir değişim olduğu söylenebilir. Ne şu tarafın ne de bu tarafın mutlu olmasıdır mühim olan, her tarafın mutlu olmasıdır esas olan. Ama bizde hep bir taraf mutlu olur, bir tarafta mutsuz olur. Ama bu durumdan pek şikâyet eden olmaz. Münhasıran mutsuzlar mutlulardan şikâyet ederler. Devran dönünce yine mutsuzlar mutlulardan şikâyet ederler. Ama kadim dengesizlikten kimse şikâyet etmez. Egemenlerin kazanmasından, her devirde mutlu olmasından ve bunun nasıl mümkün olabildiğinden kimse bahsetmez. Bedeniz, kendi adıma, artık bu ülkede, bu ülkenin gerçek sahiplerinin, alın teri akıtarak üretenlerin kazanmalarını istiyorum. Misal, artık bu ülkede, şatolarının önünden hiçbir zaman şehit cenazesi kalkmamış olan ama ülkenin kaynaklarına sahip olan kompradorların kaybetmesini istiyorum. Bu ülkede her tarafta egemen olan ve terörizmin de gerçek müsebbibi olan hatta Sağın ve Solun baş aktörleri konumunda bulunan Beyaz Türkler denilen kodamanların hegemonyaları ebedi olarak son bulsun istiyorum. Çalışanların, üretenlerin, namusluların kazanmalarını istiyorum. Bu da, ancak ve ancak, bu mukaddes topraklarda, sağın ve solun dönüşümlü egemenlikleriyle değil, İslam’ın mutlak hâkimiyetiyle kabil olabilir. İşte bilmemiz gereken mutlak hakikat budur! Bu olmadıkça, bu ülkede hakiki anlamda hiçbir zaman hiçbir değişim olmayacak, çıldırtan denge asla bozulmayacaktır.

 

Kimliğinden ve dininden uzak kalan, benliğine yabancılaşan ve sağın-solun iflah olmaz kölesi olan insanlık göz göre göre aldatılıyor, sömürülüyor. Garip bir tenakuz var her şeyde. Çözülmesi hem mümkün hem muhal. Paranın oyunu bu. Bilmece gibi. Ya kendini de çözerek oyunu çözüyor ve kazanıyorsun ya da kendin gibi kalıyor, çözmede yanılıyor ve kaybediyorsun. Faulleri bilenleri, numarayı tespit edenleri ekarte ediyoruz, sessizce seyredenleri ve oynayıp kenara çekilenleri kendi haline bırakıyoruz. Bu oyunda cahil olmak kazandırıyor. Akıllıysan, deli divanesin. Sussan ayrı sıkıntı, konuşsan ayrı bela. Anlaşılmak için değil, dövülmek ya da sövülmek için yaşıyorsun sanki. Nasıl bir girdapsa, çık çıkabilirsen. Aynı adamlar, ayrı zamanlarda, ayrı mekânlarda gezinip duruyorlar. Hiç değişmiyorlar ne garip. Sahi, değişmeyenin, değişmeyenlerin eseri olduğu gerçeğine ulaşılmıyor mu buradan? Sağa bak, aynı adam. Sola bak, aynı adam. Ortaya bak, aynı adam. Güç ile varlar, güç tükenince kaçarlar. İbre hangi tarafa dönerse, dön babam derler, meyveyi hep onlar yerler. Kitleler tezgâhı çözmesinler diye, güç el değiştirir durur daima, çünkü servetten herkesin nemalanması lazımdır. Şeytan akıllıdır, bir sağdan vurur, bir soldan vurur. İmkânlar bitevi el değiştirir. Yöneten ve yönetilen de değişir mütemadiyen. Tabi güya değişir. Değişmezde değişir. Essahtan değişmesi için zihinlerde, bedenlerde devrim olması iktiza eder. Hem de öyle böyle devrim değil, sahici ve hakiki devrim. İMAN EDENLERİN YENİDEN İMAN ETMELERİ NETİCESİNDE TAHAKKUK EDECEK OLAN DEVRİM. Allah, niye iman ediniz diyor sahi, üstelikte iman etmiş olanlara diyor? Ah insanlık! Hiçbir şeyin farkında değil. Nasıl olsun ki? Cebinde para, serilmiş önüne dünya nimetleri. O dönüyor, dünya dönüyor. Durmak zarar. Dönmek kâr. Sağa bir yaşam dikte edilmiş, sola bir yaşam dikte edilmiş. İki tarafta yaşadığının doğru olduğunu sanmış. Her iki tarafın önünde de kalıp insanlar konmuş. Sloganlar da unutulmamış. Türküyü söyleyecekler de hazır. İnsan üzülüyor tabi olan bitenlere. Çünkü aldananlar yüzünden çekiyorsun bunca sıkıntıyı. Mutlu kalabalıklar sıkıntı üretirler bebeğim! Dişlerin kenetlenir, kalbin çarpar, aklın durur! Anlamak ne kadar mutluluksa da, tersinden de ıstırap, biliyor musun bunu bebeğim? Anlamaya çalışmak bile onurlu bir eylemdir. Dünya garip, insan garip, hayat garip. Çöz çözebilirsen garipliği, çözmekte ayrı bir felaket gerçi! Ruhum acıyor…

 

‘’Müslümanın izzeti ve hürriyeti, İslam’ın asil kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’tedir.’’[MUHAMMED İKBAL]

‘’Onlar uyandılar, bizse uykuya daldık. Hristiyanlar ve Yahudiler bir oldular bizse yüz. Onlar zenginleşti ve güç kazandılar. Bizse fakirleştik ve zayıfladık!’’ [DR. ALİ ŞERİATİ]

 

Bugün, insanlığın en büyük ve vahim hatası, hatta suçu, İSLAM’dan uzak kalması, İSLAM’a yabancılaşmasıdır. Handiyse İSLAM ile merbutiyetini koparma noktasına gelmesidir. Gerçekler acıdır cancağızım! Bakıyorsunuz adam sekülerizm bataklığının dibini boylamış ve bundan hiçbir şikâyeti de yok ama İSLAM deyince bir hoş oluyor. İSLAM’ı tıpkı şeytaniler gibi anlıyormuş izlenimi veriyor. Hatta inanın, İSLAM’ın hakikatlerinden bahsettiğininiz zaman rahatsız olan bile oluyor. Niye? Çünkü İSLAM, arzu ve isteklerimize ağır darbe vuruyor, bize sorumluluk yüklüyor ve bizim yaşantımızın yanlış olduğunu adeta gözümüze sokuyor. Misal; İslam cihadı emreder ama biz zaman hangi zaman deriz ve tersini düşünürüz, İslam kardeşimizi sevmeyi emreder ama biz nefreti seçeriz, İslam kıskanmamayı ve güzelliği örtmemeyi emreder ama biz tam tersini yaparız, İslam şeytana karşı uyanık olmayı emreder biz uyumaya devam ederiz, İslam Hakkı batıl ile örtmemeyi emreder biz işimize geldiği gibi hareket ederiz, tabi böyle olunca da İSLAM’IN YÜCE VE YÜKSEK HAKİKATLERİNİN HATIRLATILMASINDAN gocunuruz. Her şeyin mutlak çözüm kaynağı olan Yüce Hakikatler deryasına dalmaktan imtina ederiz, sonra da her şeyden şikâyete yelteniriz. Kardeşim İslam’ın olmadığı yerde her pisliğin olması sonsuz normaldir. İnsanlığın, İslam’dan başka kurtuluş şansı yoktur. İnsanlık, yekpare olarak İSLAM GEMİSİNE bindiği zaman felaha erecektir ancak. Çok zor değil aslında kurtulmak, hürriyete ermek, adalete mülaki olmak, ahlakla donanmak ve yeniden evrene hükmetmek. Ne garip değil mi? Bugün sağın ya da solun bizi kurtaracağına inanıyoruz ama Önder’in izinden gitmenin ve Kur’an’ın sözüne tabi olmanın kurtarıp kurtarmayacağından yana şüphe içindeyiz. Her türlü meseleyle ilgileniriz, her türlü batılı yaşamaktan imtina etmeyiz, ülke kurtarırız ama bir türlü kendimizi kurtarmayı, yalnızda kalsak hakikati yaşamamız iktiza ettiğini düşünmeyiz. İşte bizi mahveden budur. Çünkü İslam’dan uzak kalmak mutlak hakikatlerden uzak kalmaktır. Tuzaklara düşmektir, oyunların kurbanı olmaktır. Çünkü İSLAM’dan ne kadar uzak kalırsanız, şeytana o kadar yakın olursunuz ve sömürülmeniz, ezilmeniz, aldatılmanız o kadar kolay olur. Sümme haşa, Allah sizi aldatır mı, emirlerini harfiyen yerine getirdiniz de hüsrana mı uğradınız? Sağcılığı ve Solculuğu, milletler, din gibi benimsemişlerdir adeta. Yani bugün bile şunları söyleyince kızabilenler olmaktadır. Sanki sağcılık ve solculuk Allah’ın bir emridir de, iki kutuptan birine iltihak etmezsek cehennemlik oluruz. Tüm yaşamlar bu temellerde kurgulanmıştır. Duygular, düşünceler, tavırlar, hareketler hep bu eksenli tebarüz etmiştir. Yeryüzünde İslam’dan başka din olamayacağı, olmasının kabil olmadığı değil olabilirliği dikte edilmiştir insanlara. Bu şekilde insanlık İslam’dan uzaklaştırılmıştır. Oysa İSLAM’dan başka hiçbir din yoktur ve olamaz. Allah indinde din, İSLAM’dır ve din olarak Yüce Rabbimiz bizim için İSLAM’ı seçmiştir. Gerisi angaryadır, ihanettir!

 

Şeytan kurar oyunu, kurutmak ister Müslümanın soyunu, tarihe gömmek ister Türk’ün son kalan boyunu. Sağ deriz, sol deriz, biz bizi yeriz; şeytan sağ demez, sol demez, hepimizi yer. Onlar birlik olur güç kazanır, biz dövüşürüz gücümüz azalır. Şeytanda kurtuluş ararız, derdimiz vardır, şeytandan derman sorarız. Batıcılık çare değil sana? Hazır reçeten var alıp kullansana? Derdi iyileşmek olmayanın, reçete ne fayda eder yarasına? Vatanın derin olmuyorsa beyim, iskeletini kimliğin bilmiyorsan beyim, dinin ruhun olmamışsa beyim; ha varsın ha yoksun ben sana ne diyeyim. Elbet bir gün akıllanacaksın, gücün tükenmemişse ayağa da kalkacaksın ama her şeyin bittiğini, değerlerin elden gittiğini anlayacaksın. Ne akıllanman ne de ayağa kalkman çare olacak sana. Bilmiyorsun, ne Batıdan hayır vardır sana ne de hayır gelir Batıcıdan. Hayır dinindedir senin, hayır gelir ancak dinin peşinden gidenin. Din derdi olmayanın, olan ne derdi vardır ki? Değeri olanın derdi olur, değer de dinde varlık bulur. Dinsiz vatan ne anlam taşır? Dinsiz millet, milliyetsizdir. İçinde dinden iz taşımayan hangi değer hayat verir? İlericilik derler, benim içim işçim, köylü benim derler, sosyal adalet derler ama tüm kaynaklarını kompradorlara havale ederler ve sana solculuk diye yuttururlar tüm bunları. Ve vatan derler, millet derler, ahlak derler, hepsini biraz süslerler ve sağ diye yuttururlar sana. Oysa vatanda, millette, ahlakta, adalette, dinin özüdür zaten anlasana. Biliriz sanırız oysa, bilmemek daha evladır bildiğimiz buysa, şeytan bile güler halimize bildiklerimizi duysa. Gerçeklerle yüzleşebilsek bir, korkmasak aslımızın ortaya çıkmasından, işte o an yolumuzu daha iyi görebileceğiz. Hataları keşfediş, hakikate daha kolay eriştir; bilelim bunu!

 

Düşmana benzeyerek düşmanı yenemezsiniz. Kendiniz kalarak düşmanı yenebilirsiniz. Düşmana benzerseniz zaten düşman gibi olursunuz ve düşmanın sizi dışarıdan sömürmesine lüzumda kalmaz, seni sen olarak sömürür. İnsanlığın açmazlarından biri de bu. Batı sömürücü mü? Evet. Peki, niçin Batı’ya özeniriz, onun gibi olmaya çalışırız? Hem sömürüye karşı çıkmak hem de Batıcılığa yeltenmek dünyanın en büyük angutluğudur. Çünkü zaten Batı’ya temessül ettiğin zaman Batı’nın seni sömürmesini bırak, artık sen Batı’nın malı olmuş sayılırsın ve kimse malını sömürmez, sadece yer. Öyleyse akıllı olmakta fayda var. Sömürünün mutlak olarak yok oluşu, mutlak olarak İslam’a tabi olmaktır. Batı’ya benzemekten imtina etmektir. Ama ne gariptir ki sağ da, sol da bizi Batı’ya benzetmeye çalışırlar. Ki, bizatihi kendileri Batı mahreçlidirler zaten. Sanki varlığımızın manası, en büyük hayat ödevimiz, Batı’ya benzemeyi gerçekleştirmekmiş gibi sürekli Batı’nın peşinden gideriz, onun değerlerini benimseriz, onun gibi olmaya çalışırız. Oysa bilmeyiz ki Batıcı olduğumuz an battığımızın resmidir. Batı şeytandır. Batı yamyamdır. Batı karanlıktır. Siz Batının aydınlık gibi görünmeye çalıştığına aldanmayın. Batı, batırıcıdır. Batı, değersizdir. Batı’da umut yoktur, istikbal yoktur. Batı’nın gençliği tükenmiştir. Batı, Türk ve İslam düşmanıdır. Batı, bilim düşmanıdır. Siz Batının sözde bilimi savunduğuna aldanmayın. Batı, insan düşmanıdır. Batıcılardan da medet ummayın. Batı, kaosun, terörün, ideolojilerin, sağın ve solun babasıdır, anasıdır. Ama bizim ve dünyanın Batıcılarının gözünde durum tam tersidir. İşte insanlığın kendi felaketini kendisinin hazırlaması da budur. Dünyayı geçin, bizim gözümüzde bile Selçuklu, Osmanlı eskidir ama Batı hep yenidir. Biz bu kadar öküzüz işte. Bilimi bile batıda ararız. Batı da bilim yoktur cancağızım. Sen, kendi topraklarında bilimin ve bilim üreten çocuklarımızın önlerinde takoz olan aşağılık soysuzları atın çöplüğe görün bakalım bilim neredeymiş! Bizim düşmanımız bizi aslında. Çünkü biz, bize düşman olacak şekilde kurgulanmışız. Çünkü biz, düşman olmuşuz. Düşmana ne gerek var öyleyse değil mi? Batı, maymundur cancağızım. Maymun mu olmak istiyorsun yoksa insan kalarak yaşamak mı? Tercih bizim cancağızım! Kimse bizim tercihimizi yapamaz. Yani kaderimizi biz belirleriz. Ya hayvan olarak yaşarsın ya da insan kalırsın! İnsanca yaşamanın yolu da İslamca yaşamaktan geçer. Ve eğer, sen, ey Türk! İnsanca yaşamak istiyorsan Önderinin ve ceddinin izini takip etmelisin, Rabbinin sözüne uymalısın. Bırakmalısın bir zamanlar diz çöktürdüğün keferenin izini takip etmeyi, sözüne uymayı. Kaderin ya göklerle buluşmak ya da bataklıkta kokuşmak! Tercih senin, kaderin ellerinde.

 

Hiçbir zaman şahıslarla ilgilenmedim, ilgilenmem, şahıslara kin gütmedim, gütmem, düşmanlık etmem ama fikirlerle ilgilenmek kaderim olmuş adeta ve hakikati ifade etmek namustur bendeniz için. Şahıs kötüyse, güven vermiyorsa, namussuzsa iletişimimi ve ilişkimi keserim o kadar. Fikir teatisi yapmaktan imtina etmem, fikirlerin çarpışmasından ürkmem, bilakis fikrim yanlış çıkacak olursa şayet bundan ancak memnun olurum, çünkü doğruya biraz daha yaklaşmış bulunurum. Düşüncelerim hakikattir demedim ve demem, tüm tecrübelerimden istifade ederek fikirlerimi serdederim. Fikirlerimin yanlışlığını, doğruluğunu bizatihi test ederim ve yanlışlığı saptanana kadar benim hakikatim olurlar. Geçelim! Şerefim ve namusum üzerine yemin ederim ki; Marksist ve PKK müntesibi bir Kürt kimlikli şahıs, ki filhakika benim Müslüman Kürt kardeşimle zerre ilintisi olamaz bu yönelimli olanların, aynen şöyle diyor; eğer devrim yolunda engel görülüyorsa annesinin karnında ki bir bebek bile öldürülebilir. Şimdi soruyorum; bir Türk olarak bendenizden mi, yoksa annesinin karnında ki henüz dünyaya merhaba bile dememiş bigünah ve çaresiz bir yavruyu katletmeyi planlayabilen bir PKK yandaşından mı Kürt kardeşime fayda gelir? Elbette ki, akılda, kalpte, vicdanda hakikati adeta haykırmaktadırlar ve demektedirler ki; hiç şüphesiz bir Türk olarak, Kürt kardeşine elbette ki senden fayda gelir. Olay budur! Biz kardeşiz, binlerce yıllık kardeşiz. Birlik bağımızı bozamaya çalışıyorlar. Hem Beyaz Türk denilen ama Türk kimliğini maske olarak taşıyanlar hem de Beyaz Kürt denilen ama Kürt kimliğini maske olarak taşıyanlar tarafından birlik bağlarımız talan edilmeye, kardeşlik köprülerimiz yıkılmaya çalışılıyor. Ki şerefim ve namusum üzerine temine derim ki sizleri; PKK denilen kirli ve kanlı örgütte, aynı duygu ve düşünce de buluşan ve sürekli Siyonizm’e çalışan ve fitne, fesat çıkarmaktan başka hiçbir işleri olmayan bu odakların ortak ürünüdür. Her şey şeytanilerin küresel çıkarları için yapılıyor. Bu yüzden sonsuz uyanık olmalıyız. Vatanımıza sahip çıkmalı, devletimizi emniyetimizin teminatı olarak anlamalı, bayrağımızı şerefimiz bilmeli, kardeşliğimizi bekamızın garantisi olarak görmeliyiz. Hep birlikte, Selahaddin Eyyubi’nin, Alpaslan’ın, Osman Gazi’nin ruhunu kuşanmalıyız. Kürt kimlikli bir âlimimizin dediği gibi, Kürt kardeşler olarak, Türk kardeşlere kuvvet vermeli, Türk kardeşlerin kadim aklı ve tarihi tecrübelerinin ışığında yarınlarımızı hep birlikte inşa etmeliyiz. Sağ-Sol dememeli, İslam’ın kutlu yolunda buluşmalıyız. Tahriklere gelmemeli, yalanlarla avutulmamalıyız. Sağın ve Solun ne dediğine değil, İslam’ın ne dediğine bakmalıyız. Kendi çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen odaklara aldanmamalıyız.

 

Yıllar yılı, her çağa ait, entelektüel moda ve düşünsel anlamda klasik bir gelenek olarak süregelen bir realite vardır; güya, sol bilimcidir, ilericidir, emekçilerin haklarının apolojisini yapar, lafa bakılırsa kapitalizme ve faşizme amansız muhaliftir. Sağ da muhafazakârdır, lafa bakılırsa kadim değerlerin apolojisini yapar ve vatanseverdir. Ama hakikat bize tam tersini söylemektedir. Ne sol ne de sağ bilindikleri gibidirler. Söylenenler, sağa ve sola, yüklenen anlamlardır. Kitleleri peşlerinden sürükleyebilmek ve iki kutba ayırıp, kitlelerin omuzlarında yükselerek, güç ve servet edinebilmek, dünya nimetlerine mülaki olabilmek için. Fakat burada şöyle bir detay vardır; sağ, fikri bazda olmasa da, savunanlar bazında yerlidir ne kadar da yerliliğe tam anlamıyla hizmet edemese de. Sol ise, tamamen yabancıdır ve yerliliğe muhaliftir. Sol’un emperyalizme muhalefeti yalandır, faşizme muhalefeti yalandır, çünkü özünde kendisi emperyalisttir ve faşisttir. Sol fikri anlamda faşist temellerde yükselmiştir. Türk Milleti’nin elimine edilmesinin şart olduğunu küresel şeytanilere empoze eden Darwin bunağını tahattur eyleyiniz lütfen. Niçin servet sahibi kompradorlar kahir ekseriyetle Sol kulvarda yürürler ve Sol fraksiyonlara, ellerinden gelen desteği esirgemezler? Sol’un ilericiliği de, bilimciliği de yalandır. Sol, bilimden korkar, çünkü bilim hiçbir zaman Sol’a istediğini vermez ve vermemiştir de ama bilim bilinçli olarak Sol’un inhisarına verilmiştir ve halklara bu yönde yani Sol’un bilimsel olduğu yönünde bir dikte yapılmıştır. Siz, silahtan başka kurtuluş yolu görmeyen Solcu militanların, gariban bir savcıyı katledipte, kompradorlara karşı hiçbir şey yapmamasını nasıl değerlendirirsiniz? Gariban ve masum bir savcı mı sömürmektedir emekçileri? Ama sosyalizmin kapitalizme ihtiyacı vardır güya değil mi? Çünkü halkların, sosyalizme ulaşmadan önce kapitalist aşamadan geçmeleri iktiza eder. Yani sosyalizm için kapitalizmin varolması, egemen olması, yaşaması gerekir. Ki sol, kapitalizme karşı mücadele ederek sosyalizme ulaşsın. Siz hiç, yerel ya da küresel çapta olsun, Komünist militanların kompradorlara matuf suikast tertip ettiklerine şahit oldunuz mu? Misal, bir Soros’a karşı, bir Rockofeller’e karşı, bir Rothschild ya da milletlerin kendilerinden bildikleri ama kendilerini küresel kompradorlar namına sömüren yerel kompradorlara karşı namlularını doğrulttuklarına şahit oldunuz mu? Olamazsınız, çünkü yerel ya da küresel bazda, Sol’u silahlandıran, destekleyen ve Sol’a her türlü imkânı sağlayanlar kompradorlardır. Hakikat acıdır ama o acıyı yudumlamak ve hazmetmek iktiza eder, dirilmek için. Fakat insanlar buna gelemiyorlar işte! Sol niçin İslam’a ve Müslüman’a ve dahi kadim değerlere muhaliftir de, kapitalistlere karşı anlayışlı ve müsamahakârdır?  Düşünmek, çok düşünmek, sonsuz düşünmek icap eden bir durumdur bu? Sosyalizm ve kapitalizm, birbirlerinden beslenen iki kardeştirler, düşman görünen dostturlar! Bunu anlamamanız, bunun hakikat olmasına zerre halel vermez.

 

Elmalılı Hamdi Yazır: ‘’ve işte böyle sizi doğru bir caddeye çıkarıp ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki siz bütün insanlar üzerine adalet numunesi, hak şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.’’ Bakara-143. Dünyada oyun böyle olur. Muayyen değerleri güya ihtiva eden kalıp kavramlar üretilir. Bu kavramlar ekseninde politikalar belirlenir ve bu politikaları yürütecek kişiler seçilir. Sağ ve Sol tandanslı mevhumlar papağan gibi ezber edilir. Sıradan yığınlar sloganları severler. Sloganlar kemikleştirir yığınları. Ve haddizatında sloganlardır kimlikleri şekillendiren, fikirler değil. Sloganlar koruyucudur, fikirler sarsıcı. Binaenaleyh, fikirler şırıngayla çekilirler insanlardan, yerine sloganlar zerk edilirler.  Londra-Waşhington ekseninde tertip edilen tezgâh, tezgâhı işleyecek kişilikler tespit edildikten sonra, Moskova-Pekin-Belgrad hatlarına bölünürler. Kurgulanan oyuna bilimsellik, ilericilik, aydınlanmacılık-antikapitalist-hürriyetçi-bağımsızlıkçı gibi tanımlamalar hamledilir. Ordu içinden, sözde aydın takımından, gariban köylülerden ve tezgâhtan bihaber işçilerden destek alınır ve oyun başlar. Nihayetinde, yüce hakikatle dirilen, karanlığın perdesini yırtmak için direnen, insanlara şeytanları göstermek için haykıran bilinçli, şuurlu, akıl ve vicdan sahibi soylu sesler boğulmaya çalışılır. Üzerinde ve işleyişinde Coni ve Toni kardeşlerin etkin olduğu otoriterlik ve totaliterlik özelliğine sahip Batı Solculuğudur bu. Batılı bir yazarın Devletler Oyunu isimli kitabında bu tezgâhlarla ilgili detaylar yakalayabilirsiniz. Jefferson Geofrey, Raymond Head, George Warsort vb. politik kişiliklerden derin bilgiler temin edilmiştir. Yazarın kendisi de bildiğim kadarıyla Gizli Servis elemanıdır. Batı tandanslı Sol üzerinde ciddi analizler yapılmıştır, yazılar kaleme alınmıştır. Batı tandanslı Sol gündem edilip tenkit edilirken, bazıları güya Sağ’ın muhafaza edildiğini, desteklendiğini sanmaktadırlar. Oysa böyle bir şey vehimden ibarettir, alıklıktır. Çünkü iki tarafta aynı oda da bulunan ama farklı yüzlerle sahneye çıkan karanlık odakların ta kendileridirler. Ama biz Müslümanlar ise Vasat olmakla emrolunmuş bir milletiz, ümmetiz. Ümmet bilincini katleden, ümmetin birlik bağlarını tarumar eyleyen, ümmetin kardeşliğini bozan, İslami değerleri perişan eden ve ref etmekle görevli olan Sağ’da, Sol’da yalandır. Biz ne Sağcıyız ne de Solcuyuz, biz Allah’ın isimlendirdiği şekilde Müslümanız. Bizim dostumuz, Allah’tır, Allah’ın elçisi olan Önderimizdir, Önderimizin bize doğru yolu göstermek için öğrettiği Kur’an’dır. Zalimlere özenen zalimlerdendir.

 

Bir beşikte uyuyoruz, bir Sağa, bir Sola sallanıp duruyoruz mütemadiyen. Ama bir türlü durup düşünmeyi beceremiyoruz, buna fırsat tanımıyorlar, bitevi sallanman iktiza ediyor çünkü. Zira bir an durursan, Rabbinin öğütleri aklına düşüverir ve uyanıverirsin! Bu da, şeytaniler için, ecel zillerinin çaldığı an olur. Ecelin, zalimler için korkutucu olan sesi olur. Zalimler her an bir tezgâh başındadırlar. Zalimler için çıkarlarından başka hiçbir düşünceleri yoktur. Oyunu kurarlar, kurallarını koyarlar, istedikleri oyuncuları bulurlarsa oyuna start verirler. Eğer buldukları oyuncu işlerini görmüyorsa, çarklarının dönmesine fayda etmiyorsa hemen değiştirirler. Bir yabancının hatırladığım söylenişiyle şu sözü çok meşhurdur bu konuda; ‘’oyun kaybettiriyorsa, oyuncu değişikliğine git.’’ Kahrolası şeytaniler için münhasıran kâr vardır, çıkar vardır. Çıkarları uğruna, küçücük çocukların kanlarını akıtmaktan bile imtina etmezler. Şeytaniler için yegâne düşman; İslam ve Müslümanlardır. Özel de ise; Türk Milletidir. Binaenaleyh, bitevi, İslam’ı tahrip ve tahrif etme peşindedirler. İslam’ın özünü alıp, içini boşaltma derdindedirler. Türk ile İslam’ın arasında ki ilişkiyi tamamen koparıp, Türk’ü İslamsız, İslam’ı da Türksüz bırakmak istemektedirler. Aynı zamanda Türk’ü, Arapsız ve Kürtsüz bırakmakta istemektedirler ve hepsini İslamsız bırakmak istemektedirler. Şeytaniler hiçbir zaman görünen yerden yaklaşmazlar, her zaman görünmemeyi ve görünmedikleri yerden gelmeyi tercih ederler. Bu yüzden Müslümanların sonsuz müteyakkız olmaları iktiza etmektedir. Bitevi Kur’an ile yaşamaları iktiza etmektedir. Ne garip, hakikatten hiç hoşlanmıyoruz, hakikati öğrenmeye asla yanaşmıyoruz. Cehaletimizden o kadar memnunuz ki, cahilliğimizden gelen konforumuzu bozmaya tevessül edene dünyayı dar ediyoruz. Sonra da iğrenç bir şekilde haykırıyoruz, dünya ne kadar da kötü diye! UTANMAK diye bir şey mi vardı ne?

 

Sağ-Sol tezgâhı, bahusus, kitlelerin duygu ve düşün dünyalarını hedeflemiştir. Binaenaleyh, edebiyatı adeta monopolüne geçirmiştir. Edebiyat, mahiyet bakımından temiz olması iktiza eder, çünkü temiz duyguların fışkırdığı kaynaktan tevlit eder. Kök olarak böyledir ama siz onu istediğiniz yöne çekebilirsiniz. Filhakika, edebiyat, kötülükle dolu kalplerin, kumpasla dolu akılların, nasır tutmuş vicdanların ulaşamayacağı kadar yükseklerde olması icap eder ama tabi böyle bir şey muhaldir. Edebiyatın nesnel olması, insanlığa ait ulvi değerleri taşıması lazım gelir. Ama maalesef kirli çıkarlara alet edilmektedir. Edebiyat, kökleri ekseninde gelişim göstermemiş, şeytanilerin kontrolünde edebiyat olmaktan çıkmış, insanlığın duygularını ve düşüncelerini müptezelleştiren bir araç derekesine düşmüştür. Edebiyat alanında, kontrolü, şeytaniler ele geçirmişlerdir. Ve insanlar ödüllerle yönlendirilmektedirler. Ödüller, hayat yönleriyle tamamen şeytanilerin izlerini takip edenlere dağıtılmaktadır. Nasiplenenler her zaman, Sağcı-Solcu tipolojiler olmuşlardır. Müslümanlar ise kadim mahrumiyeti yaşamaktadırlar bu konuda. Tabi dinlerine ve kimliklerine ihanet edenler istisna, onlar ihanetlerinin ödülünü elbette almaktadırlar. Bu yönde küresel bazda meşhur olan bir ödül vardır; Nobel Ödülü. Burada yetki kahir ekseriyetle Siyonist şeytanın inhisarındadır. Ödülü hiçbir zaman namuslu ve şerefli bir Müslüman alamaz, aldığı da vaki değildir. Küresel bazda, Siyonist şeytan, Sağ’a da, Sol’a da egemendir. Tüm akımların handiyse tüm dominant kişilikleri Yahudi kökenlidir. Ya da Mason’dur. Binaenaleyh, ödüllerin Sağ’a ya da Sol’a gitmesinde hiçbir sakınca yoktur; çünkü iki tarafta aynı minvaldedir, farklı izlenim verseler de. En mühim şey; şeytanilere hizmettir, nasıl ve ne şekilde olursa olsun! Bazen dinini tahrip ve tahrif noktasında ki gayretlerinden dolayı veririler, bazen güya milletim dediğin milletin soykırım yaptığını küresel çapta söylediğinden dolayı veririler. Yani köpekleştiğin kadar itibarın olur, ödül seni bulur. Bugüne kadar yerel düzlem de olsun, küresel düzlemde olsun namuslu, insanlık dostu, değer sevdalısı, zalimlerin karşısında ve mazlumların yanında ya da hülasa olarak İslam olan hiçbir kimse bu ödülden nasiplenmemiştir. Aynı minvalde yürüdükçe nasiplenmesi de muhal ender muhaldir. Sağ’a ya da Sol’a bahşedilen ödüller, nihayetinde Siyonist Yahudi’ye gittiği için sorun değildir.

Tarih: 09.05.2015 Okunma: 672

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?