Şeytanilerin, Tapınakçıların tuzakları, tezgâhları bitmez.
Çünkü şeytanın işi budur; tuzak kurmak. Ama tuzak kuranların en hayırlısı da
Allah’tır tabi ki de. Eğer biz Kitabımızı mehcur bırakmasak ve biteviye O’nunla
hemhal olsaydık vallahi hiçbir tuzağa düşmezdik. Asla geri kalmazdık, hiçbir
zaman yıkılmazdık, birliğimiz kesinle bozulmazdı, her şeyde en önde olurduk.
Ama yapamadık maalesef. İçimizde ki mutemet elamanlar eliyle engellendi bu.
Şeytanın işi gücü kötülük planları kurmak, kardeşi kardeşe kırdırmak, fitne ve
fesat tohumları ekmektir. Şeytan bir tarafı desteklerken ve ona dünya nimetleri
sunarken ya da bu yönde müzaherette bulunurken, başka bir tarafı bu imkânlardan
mahrum bırakır, bırakmak için gayret eder. Bir tarafın diğer tarafa tahakküm
etmesi sağlanır, bu şeytanilerin her gurubun içine gizlenmiş olan uzantıları
eliyle kotarılır. Çünkü bir taraf diğer tarafa tahakküm etsin ki, tahakküm
edilen taraf tahakküm edeceği zamanı iple çeksin. Böylece bir kör dövüşü hâkim
olsun topraklara, devletlere, milletlere. Tabi iş şirazesinden çıkmaya ramak
kalınca da durum tersine işletilmeye başlanır. Tahakküm edilen taraf, tahakküm
etme mevkiine getirilmek istenir. Bu şekilde milletler asla kendilerine
gelemezler, mütemadiyen birbirileriyle mücadele ederler, bir türlü birlik
olamazlar ve düşmana karşı mücadele edecek kuvvetlerini tüketirler. Sağ-Sol tezgâhının,
oyununun en netameli yönü de, yönetilen millet ile yöneten zümre arasında ki
birlik bağını yok etmesidir. Milletin bir türlü bir bedende birleşen ruhlar
olamamasıdır. Hükmeden tarafın yanında olanlar bir yanda durur, olmayanlar bir
yanda, çünkü millet bu şekilde parçalanmıştır. Ne acı değil mi? Kardeş kardeşe
düşman olurken ve birbirileriyle mücadele ederlerken şeytaniler ve Tapınakçılar
çıkarlarına ulaşmaktadırlar. Bedenler aynı beden ama ruhlar farklı. Çünkü kadim
ruh bozulmuş, tefessüh etmiş ve tagayyürata uğramıştır. Nihayetinde de
başkalaşan bedenler birbirilerini yok etmek üzere kurgulanmışlardır. Can acıyor
ama ne fayda! Düşünsenize bir Allah, vatan, namus aşkına? Türk ile Kürt’ün
birbirinden ne farkı var? Aynı ceddin torunlarıyız, din de biriz, dil de biriz,
ülkü de biriz, tarihte bir, kitapta bir, Önder de bir ve İlah ta biriz. Peki,
bu ayrılık nereden çıkmakta ve kardeş kardeşi kırmaktadır? Kim kotarmaktadır
bunu? Hangi soysuz böyle bir şeye tevessül etmiştir de kardeşler bu hale
gelmişlerdir? Kürt kardeşimin güya sözcüsü olduğunu sananların Ermenilerin sözcülüğünü
yaptıkları ve şeytana çalıştıkları halde, Kürt kardeşlerimiz nasıl olupta
onların peşlerinden gidebilmektedirler? Nasıl bu hale getirilmişlerdir? Bir
Kürt kardeşime, benim mi faydam olur, yoksa şeytanın silahı ve sözcüsü olan bir
kravatlı ya da kravatsız teröristin mi? Bir Türk’e, Kürt kardeşinin mi faydası
olur yoksa benliğini şeytana satmış, dinine ve kimliğine yabancılaşmış bir
sözde Türk kimliklinin mi? Artık oyunu bozalım ve kadim kardeşliğime geri
dönelim, şeytanı bu topraklara sokmayalım ve şeytanı ezelim ayaklarımız
altında!
Ahhh mehcur bıraktığımız ve unuttuğumuz kitabımıza bir
dönsek ve idrak etsek sözünü! En azından okuduğumuz şeyi anlayabileceğiz,
hakkaniyetli olacağız, insanları yargılamak yerine anlamaya gayret edeceğiz,
kalbimiz yumuşayacak, tezgâhları fark edeceğiz, sağın ve solun koca bir yalan
olduğunu fark edeceğiz, zihnimizde devrim yapacağız. Bu devrim bedenimize ve
kalbimize sirayet edecektir. O zaman dünyamız bir anda değişecektir. Ama hayır
asla Kur’an’a göre yaşamıyoruz. Mutlak olarak sekülerleşmişiz. Duygularımızı ve
düşüncelerimizi ve dahi yaşama dönük tavırlarımızı sekülerizm tayin ediyor
maalesef. Geçelim! Allah, Haşr Suresinin 7. Ayetinde, malın, zenginler arasında
dönüp dolaşan bir servet olmamasını, Önderin taksimine razı olunmasını ve
Allah’tan korkulmasını buyurur. Şöyle bir bakınız ülkelere bitevi değişen bir
şey vardır; yönetim mekanizması. Hiçbir zaman değişmeyen bir şey vardır; her
şeyin aynı olması. Gelen gider, giden gelir ama güç her zaman kendini korur,
para her zaman egemendir. Çoğunluğun yaşamlarında ise değişen pek bir şey
olmaz. Hatta bir yabancının ilginç bir sözü vardır; ‘’topraklarını korumak
adına öldüğü sanılan insanların gerçekte kahrolasıca emperyalistler için öldükleridir’’
der. Ki, bu çıkarım gerçek değil midir? Ölen bir askerin ailesi kerpiç duvarlı,
naylon kapılı evlerde oturur ama şatolarda yaşayan şerefsiz kodamanların
evlerinin önünden hiçbir zaman cenaze kalktığı vaki değildir ama ne gariptir ki
bu halkın kaderi üzerinde de onlar egemen olmuşlardır bugüne kadar. Şehitler
toprağa düşerken bir Koç’un katrilyonları korunurken, o şehidin kendi adına
koruduğu neyi vardır Allah, vatan, namus aşkına? O şehit ne kendi adına ne de
ailesi adına hatta ne de milleti adına hiçbir şey korumamaktadır. Bacısı
okulundan kovulur, anası-babası kerpiç damlı evde oturur, milleti dininden
olur. İŞTE BOZULMASI GEREKEN ÇILDIRTAN DENGE BUDUR; yani artık çoğunluğun
egemen olması iktiza eder. Kodamanların açık ya da gizli hegemonyaları son
bulmalıdır. İşte bu olursa hakiki bir değişim olduğu söylenebilir. Ne şu
tarafın ne de bu tarafın mutlu olmasıdır mühim olan, her tarafın mutlu
olmasıdır esas olan. Ama bizde hep bir taraf mutlu olur, bir tarafta mutsuz
olur. Ama bu durumdan pek şikâyet eden olmaz. Münhasıran mutsuzlar mutlulardan
şikâyet ederler. Devran dönünce yine mutsuzlar mutlulardan şikâyet ederler. Ama
kadim dengesizlikten kimse şikâyet etmez. Egemenlerin kazanmasından, her
devirde mutlu olmasından ve bunun nasıl mümkün olabildiğinden kimse bahsetmez. Bedeniz,
kendi adıma, artık bu ülkede, bu ülkenin gerçek sahiplerinin, alın teri
akıtarak üretenlerin kazanmalarını istiyorum. Misal, artık bu ülkede,
şatolarının önünden hiçbir zaman şehit cenazesi kalkmamış olan ama ülkenin
kaynaklarına sahip olan kompradorların kaybetmesini istiyorum. Bu ülkede her
tarafta egemen olan ve terörizmin de gerçek müsebbibi olan hatta Sağın ve Solun
baş aktörleri konumunda bulunan Beyaz Türkler denilen kodamanların
hegemonyaları ebedi olarak son bulsun istiyorum. Çalışanların, üretenlerin,
namusluların kazanmalarını istiyorum. Bu da, ancak ve ancak, bu mukaddes
topraklarda, sağın ve solun dönüşümlü egemenlikleriyle değil, İslam’ın mutlak
hâkimiyetiyle kabil olabilir. İşte bilmemiz gereken mutlak hakikat budur! Bu
olmadıkça, bu ülkede hakiki anlamda hiçbir zaman hiçbir değişim olmayacak,
çıldırtan denge asla bozulmayacaktır.
Kimliğinden ve dininden uzak kalan, benliğine yabancılaşan
ve sağın-solun iflah olmaz kölesi olan insanlık göz göre göre aldatılıyor, sömürülüyor.
Garip bir tenakuz var her şeyde. Çözülmesi hem mümkün hem muhal. Paranın oyunu
bu. Bilmece gibi. Ya kendini de çözerek oyunu çözüyor ve kazanıyorsun ya da
kendin gibi kalıyor, çözmede yanılıyor ve kaybediyorsun. Faulleri bilenleri, numarayı
tespit edenleri ekarte ediyoruz, sessizce seyredenleri ve oynayıp kenara
çekilenleri kendi haline bırakıyoruz. Bu oyunda cahil olmak kazandırıyor. Akıllıysan,
deli divanesin. Sussan ayrı sıkıntı, konuşsan ayrı bela. Anlaşılmak için değil,
dövülmek ya da sövülmek için yaşıyorsun sanki. Nasıl bir girdapsa, çık
çıkabilirsen. Aynı adamlar, ayrı zamanlarda, ayrı mekânlarda gezinip
duruyorlar. Hiç değişmiyorlar ne garip. Sahi, değişmeyenin, değişmeyenlerin
eseri olduğu gerçeğine ulaşılmıyor mu buradan? Sağa bak, aynı adam. Sola bak,
aynı adam. Ortaya bak, aynı adam. Güç ile varlar, güç tükenince kaçarlar. İbre
hangi tarafa dönerse, dön babam derler, meyveyi hep onlar yerler. Kitleler
tezgâhı çözmesinler diye, güç el değiştirir durur daima, çünkü servetten
herkesin nemalanması lazımdır. Şeytan akıllıdır, bir sağdan vurur, bir soldan
vurur. İmkânlar bitevi el değiştirir. Yöneten ve yönetilen de değişir
mütemadiyen. Tabi güya değişir. Değişmezde değişir. Essahtan değişmesi için
zihinlerde, bedenlerde devrim olması iktiza eder. Hem de öyle böyle devrim
değil, sahici ve hakiki devrim. İMAN EDENLERİN YENİDEN İMAN ETMELERİ
NETİCESİNDE TAHAKKUK EDECEK OLAN DEVRİM. Allah, niye iman ediniz diyor sahi,
üstelikte iman etmiş olanlara diyor? Ah insanlık! Hiçbir şeyin farkında değil.
Nasıl olsun ki? Cebinde para, serilmiş önüne dünya nimetleri. O dönüyor, dünya
dönüyor. Durmak zarar. Dönmek kâr. Sağa bir yaşam dikte edilmiş, sola bir yaşam
dikte edilmiş. İki tarafta yaşadığının doğru olduğunu sanmış. Her iki tarafın
önünde de kalıp insanlar konmuş. Sloganlar da unutulmamış. Türküyü
söyleyecekler de hazır. İnsan üzülüyor tabi olan bitenlere. Çünkü aldananlar yüzünden
çekiyorsun bunca sıkıntıyı. Mutlu kalabalıklar sıkıntı üretirler bebeğim!
Dişlerin kenetlenir, kalbin çarpar, aklın durur! Anlamak ne kadar mutluluksa
da, tersinden de ıstırap, biliyor musun bunu bebeğim? Anlamaya çalışmak bile
onurlu bir eylemdir. Dünya garip, insan garip, hayat garip. Çöz çözebilirsen
garipliği, çözmekte ayrı bir felaket gerçi! Ruhum acıyor…
‘’Müslümanın izzeti ve hürriyeti, İslam’ın asil kaynağı olan
Kur’an ve Sünnet’tedir.’’[MUHAMMED İKBAL]
‘’Onlar uyandılar, bizse uykuya daldık. Hristiyanlar ve
Yahudiler bir oldular bizse yüz. Onlar zenginleşti ve güç kazandılar. Bizse
fakirleştik ve zayıfladık!’’ [DR. ALİ ŞERİATİ]
Bugün, insanlığın en büyük ve vahim hatası, hatta suçu,
İSLAM’dan uzak kalması, İSLAM’a yabancılaşmasıdır. Handiyse İSLAM ile
merbutiyetini koparma noktasına gelmesidir. Gerçekler acıdır cancağızım! Bakıyorsunuz
adam sekülerizm bataklığının dibini boylamış ve bundan hiçbir şikâyeti de yok
ama İSLAM deyince bir hoş oluyor. İSLAM’ı tıpkı şeytaniler gibi anlıyormuş izlenimi
veriyor. Hatta inanın, İSLAM’ın hakikatlerinden bahsettiğininiz zaman rahatsız
olan bile oluyor. Niye? Çünkü İSLAM, arzu ve isteklerimize ağır darbe vuruyor,
bize sorumluluk yüklüyor ve bizim yaşantımızın yanlış olduğunu adeta gözümüze
sokuyor. Misal; İslam cihadı emreder ama biz zaman hangi zaman deriz ve tersini
düşünürüz, İslam kardeşimizi sevmeyi emreder ama biz nefreti seçeriz, İslam
kıskanmamayı ve güzelliği örtmemeyi emreder ama biz tam tersini yaparız, İslam
şeytana karşı uyanık olmayı emreder biz uyumaya devam ederiz, İslam Hakkı batıl
ile örtmemeyi emreder biz işimize geldiği gibi hareket ederiz, tabi böyle
olunca da İSLAM’IN YÜCE VE YÜKSEK HAKİKATLERİNİN HATIRLATILMASINDAN gocunuruz. Her
şeyin mutlak çözüm kaynağı olan Yüce Hakikatler deryasına dalmaktan imtina
ederiz, sonra da her şeyden şikâyete yelteniriz. Kardeşim İslam’ın olmadığı
yerde her pisliğin olması sonsuz normaldir. İnsanlığın, İslam’dan başka
kurtuluş şansı yoktur. İnsanlık, yekpare olarak İSLAM GEMİSİNE bindiği zaman
felaha erecektir ancak. Çok zor değil aslında kurtulmak, hürriyete ermek,
adalete mülaki olmak, ahlakla donanmak ve yeniden evrene hükmetmek. Ne garip
değil mi? Bugün sağın ya da solun bizi kurtaracağına inanıyoruz ama Önder’in
izinden gitmenin ve Kur’an’ın sözüne tabi olmanın kurtarıp kurtarmayacağından
yana şüphe içindeyiz. Her türlü meseleyle ilgileniriz, her türlü batılı
yaşamaktan imtina etmeyiz, ülke kurtarırız ama bir türlü kendimizi kurtarmayı,
yalnızda kalsak hakikati yaşamamız iktiza ettiğini düşünmeyiz. İşte bizi
mahveden budur. Çünkü İslam’dan uzak kalmak mutlak hakikatlerden uzak
kalmaktır. Tuzaklara düşmektir, oyunların kurbanı olmaktır. Çünkü İSLAM’dan ne
kadar uzak kalırsanız, şeytana o kadar yakın olursunuz ve sömürülmeniz,
ezilmeniz, aldatılmanız o kadar kolay olur. Sümme haşa, Allah sizi aldatır mı,
emirlerini harfiyen yerine getirdiniz de hüsrana mı uğradınız? Sağcılığı ve
Solculuğu, milletler, din gibi benimsemişlerdir adeta. Yani bugün bile şunları
söyleyince kızabilenler olmaktadır. Sanki sağcılık ve solculuk Allah’ın bir
emridir de, iki kutuptan birine iltihak etmezsek cehennemlik oluruz. Tüm
yaşamlar bu temellerde kurgulanmıştır. Duygular, düşünceler, tavırlar,
hareketler hep bu eksenli tebarüz etmiştir. Yeryüzünde İslam’dan başka din
olamayacağı, olmasının kabil olmadığı değil olabilirliği dikte edilmiştir
insanlara. Bu şekilde insanlık İslam’dan uzaklaştırılmıştır. Oysa İSLAM’dan
başka hiçbir din yoktur ve olamaz. Allah indinde din, İSLAM’dır ve din olarak
Yüce Rabbimiz bizim için İSLAM’ı seçmiştir. Gerisi angaryadır, ihanettir!
Şeytan kurar oyunu, kurutmak ister Müslümanın soyunu, tarihe
gömmek ister Türk’ün son kalan boyunu. Sağ deriz, sol deriz, biz bizi yeriz;
şeytan sağ demez, sol demez, hepimizi yer. Onlar birlik olur güç kazanır, biz
dövüşürüz gücümüz azalır. Şeytanda kurtuluş ararız, derdimiz vardır, şeytandan
derman sorarız. Batıcılık çare değil sana? Hazır reçeten var alıp kullansana? Derdi
iyileşmek olmayanın, reçete ne fayda eder yarasına? Vatanın derin olmuyorsa
beyim, iskeletini kimliğin bilmiyorsan beyim, dinin ruhun olmamışsa beyim; ha
varsın ha yoksun ben sana ne diyeyim. Elbet bir gün akıllanacaksın, gücün
tükenmemişse ayağa da kalkacaksın ama her şeyin bittiğini, değerlerin elden
gittiğini anlayacaksın. Ne akıllanman ne de ayağa kalkman çare olacak sana. Bilmiyorsun,
ne Batıdan hayır vardır sana ne de hayır gelir Batıcıdan. Hayır dinindedir
senin, hayır gelir ancak dinin peşinden gidenin. Din derdi olmayanın, olan ne
derdi vardır ki? Değeri olanın derdi olur, değer de dinde varlık bulur. Dinsiz
vatan ne anlam taşır? Dinsiz millet, milliyetsizdir. İçinde dinden iz taşımayan
hangi değer hayat verir? İlericilik derler, benim içim işçim, köylü benim
derler, sosyal adalet derler ama tüm kaynaklarını kompradorlara havale ederler
ve sana solculuk diye yuttururlar tüm bunları. Ve vatan derler, millet derler,
ahlak derler, hepsini biraz süslerler ve sağ diye yuttururlar sana. Oysa
vatanda, millette, ahlakta, adalette, dinin özüdür zaten anlasana. Biliriz
sanırız oysa, bilmemek daha evladır bildiğimiz buysa, şeytan bile güler
halimize bildiklerimizi duysa. Gerçeklerle yüzleşebilsek bir, korkmasak
aslımızın ortaya çıkmasından, işte o an yolumuzu daha iyi görebileceğiz.
Hataları keşfediş, hakikate daha kolay eriştir; bilelim bunu!
Düşmana benzeyerek düşmanı yenemezsiniz. Kendiniz kalarak
düşmanı yenebilirsiniz. Düşmana benzerseniz zaten düşman gibi olursunuz ve
düşmanın sizi dışarıdan sömürmesine lüzumda kalmaz, seni sen olarak sömürür.
İnsanlığın açmazlarından biri de bu. Batı sömürücü mü? Evet. Peki, niçin
Batı’ya özeniriz, onun gibi olmaya çalışırız? Hem sömürüye karşı çıkmak hem de
Batıcılığa yeltenmek dünyanın en büyük angutluğudur. Çünkü zaten Batı’ya
temessül ettiğin zaman Batı’nın seni sömürmesini bırak, artık sen Batı’nın malı
olmuş sayılırsın ve kimse malını sömürmez, sadece yer. Öyleyse akıllı olmakta
fayda var. Sömürünün mutlak olarak yok oluşu, mutlak olarak İslam’a tabi
olmaktır. Batı’ya benzemekten imtina etmektir. Ama ne gariptir ki sağ da, sol
da bizi Batı’ya benzetmeye çalışırlar. Ki, bizatihi kendileri Batı
mahreçlidirler zaten. Sanki varlığımızın manası, en büyük hayat ödevimiz,
Batı’ya benzemeyi gerçekleştirmekmiş gibi sürekli Batı’nın peşinden gideriz,
onun değerlerini benimseriz, onun gibi olmaya çalışırız. Oysa bilmeyiz ki
Batıcı olduğumuz an battığımızın resmidir. Batı şeytandır. Batı yamyamdır. Batı
karanlıktır. Siz Batının aydınlık gibi görünmeye çalıştığına aldanmayın. Batı,
batırıcıdır. Batı, değersizdir. Batı’da umut yoktur, istikbal yoktur. Batı’nın
gençliği tükenmiştir. Batı, Türk ve İslam düşmanıdır. Batı, bilim düşmanıdır.
Siz Batının sözde bilimi savunduğuna aldanmayın. Batı, insan düşmanıdır. Batıcılardan
da medet ummayın. Batı, kaosun, terörün, ideolojilerin, sağın ve solun
babasıdır, anasıdır. Ama bizim ve dünyanın Batıcılarının gözünde durum tam
tersidir. İşte insanlığın kendi felaketini kendisinin hazırlaması da budur. Dünyayı
geçin, bizim gözümüzde bile Selçuklu, Osmanlı eskidir ama Batı hep yenidir. Biz
bu kadar öküzüz işte. Bilimi bile batıda ararız. Batı da bilim yoktur
cancağızım. Sen, kendi topraklarında bilimin ve bilim üreten çocuklarımızın
önlerinde takoz olan aşağılık soysuzları atın çöplüğe görün bakalım bilim
neredeymiş! Bizim düşmanımız bizi aslında. Çünkü biz, bize düşman olacak
şekilde kurgulanmışız. Çünkü biz, düşman olmuşuz. Düşmana ne gerek var öyleyse
değil mi? Batı, maymundur cancağızım. Maymun mu olmak istiyorsun yoksa insan
kalarak yaşamak mı? Tercih bizim cancağızım! Kimse bizim tercihimizi yapamaz.
Yani kaderimizi biz belirleriz. Ya hayvan olarak yaşarsın ya da insan kalırsın!
İnsanca yaşamanın yolu da İslamca yaşamaktan geçer. Ve eğer, sen, ey Türk!
İnsanca yaşamak istiyorsan Önderinin ve ceddinin izini takip etmelisin,
Rabbinin sözüne uymalısın. Bırakmalısın bir zamanlar diz çöktürdüğün keferenin
izini takip etmeyi, sözüne uymayı. Kaderin ya göklerle buluşmak ya da
bataklıkta kokuşmak! Tercih senin, kaderin ellerinde.
Hiçbir zaman şahıslarla ilgilenmedim, ilgilenmem, şahıslara
kin gütmedim, gütmem, düşmanlık etmem ama fikirlerle ilgilenmek kaderim olmuş
adeta ve hakikati ifade etmek namustur bendeniz için. Şahıs kötüyse, güven
vermiyorsa, namussuzsa iletişimimi ve ilişkimi keserim o kadar. Fikir teatisi
yapmaktan imtina etmem, fikirlerin çarpışmasından ürkmem, bilakis fikrim yanlış
çıkacak olursa şayet bundan ancak memnun olurum, çünkü doğruya biraz daha
yaklaşmış bulunurum. Düşüncelerim hakikattir demedim ve demem, tüm
tecrübelerimden istifade ederek fikirlerimi serdederim. Fikirlerimin yanlışlığını,
doğruluğunu bizatihi test ederim ve yanlışlığı saptanana kadar benim hakikatim
olurlar. Geçelim! Şerefim ve namusum üzerine yemin ederim ki; Marksist ve PKK
müntesibi bir Kürt kimlikli şahıs, ki filhakika benim Müslüman Kürt kardeşimle
zerre ilintisi olamaz bu yönelimli olanların, aynen şöyle diyor; eğer devrim
yolunda engel görülüyorsa annesinin karnında ki bir bebek bile öldürülebilir.
Şimdi soruyorum; bir Türk olarak bendenizden mi, yoksa annesinin karnında ki
henüz dünyaya merhaba bile dememiş bigünah ve çaresiz bir yavruyu katletmeyi
planlayabilen bir PKK yandaşından mı Kürt kardeşime fayda gelir? Elbette ki,
akılda, kalpte, vicdanda hakikati adeta haykırmaktadırlar ve demektedirler ki;
hiç şüphesiz bir Türk olarak, Kürt kardeşine elbette ki senden fayda gelir.
Olay budur! Biz kardeşiz, binlerce yıllık kardeşiz. Birlik bağımızı bozamaya
çalışıyorlar. Hem Beyaz Türk denilen ama Türk kimliğini maske olarak taşıyanlar
hem de Beyaz Kürt denilen ama Kürt kimliğini maske olarak taşıyanlar tarafından
birlik bağlarımız talan edilmeye, kardeşlik köprülerimiz yıkılmaya çalışılıyor.
Ki şerefim ve namusum üzerine temine derim ki sizleri; PKK denilen kirli ve
kanlı örgütte, aynı duygu ve düşünce de buluşan ve sürekli Siyonizm’e çalışan
ve fitne, fesat çıkarmaktan başka hiçbir işleri olmayan bu odakların ortak
ürünüdür. Her şey şeytanilerin küresel çıkarları için yapılıyor. Bu yüzden
sonsuz uyanık olmalıyız. Vatanımıza sahip çıkmalı, devletimizi emniyetimizin
teminatı olarak anlamalı, bayrağımızı şerefimiz bilmeli, kardeşliğimizi
bekamızın garantisi olarak görmeliyiz. Hep birlikte, Selahaddin Eyyubi’nin,
Alpaslan’ın, Osman Gazi’nin ruhunu kuşanmalıyız. Kürt kimlikli bir âlimimizin
dediği gibi, Kürt kardeşler olarak, Türk kardeşlere kuvvet vermeli, Türk kardeşlerin
kadim aklı ve tarihi tecrübelerinin ışığında yarınlarımızı hep birlikte inşa
etmeliyiz. Sağ-Sol dememeli, İslam’ın kutlu yolunda buluşmalıyız. Tahriklere
gelmemeli, yalanlarla avutulmamalıyız. Sağın ve Solun ne dediğine değil,
İslam’ın ne dediğine bakmalıyız. Kendi çıkarlarından başka hiçbir şey
düşünmeyen odaklara aldanmamalıyız.
Yıllar yılı, her çağa ait, entelektüel moda ve düşünsel
anlamda klasik bir gelenek olarak süregelen bir realite vardır; güya, sol
bilimcidir, ilericidir, emekçilerin haklarının apolojisini yapar, lafa
bakılırsa kapitalizme ve faşizme amansız muhaliftir. Sağ da muhafazakârdır,
lafa bakılırsa kadim değerlerin apolojisini yapar ve vatanseverdir. Ama hakikat
bize tam tersini söylemektedir. Ne sol ne de sağ bilindikleri gibidirler.
Söylenenler, sağa ve sola, yüklenen anlamlardır. Kitleleri peşlerinden
sürükleyebilmek ve iki kutba ayırıp, kitlelerin omuzlarında yükselerek, güç ve
servet edinebilmek, dünya nimetlerine mülaki olabilmek için. Fakat burada şöyle
bir detay vardır; sağ, fikri bazda olmasa da, savunanlar bazında yerlidir ne
kadar da yerliliğe tam anlamıyla hizmet edemese de. Sol ise, tamamen yabancıdır
ve yerliliğe muhaliftir. Sol’un emperyalizme muhalefeti yalandır, faşizme
muhalefeti yalandır, çünkü özünde kendisi emperyalisttir ve faşisttir. Sol
fikri anlamda faşist temellerde yükselmiştir. Türk Milleti’nin elimine
edilmesinin şart olduğunu küresel şeytanilere empoze eden Darwin bunağını
tahattur eyleyiniz lütfen. Niçin servet sahibi kompradorlar kahir ekseriyetle Sol
kulvarda yürürler ve Sol fraksiyonlara, ellerinden gelen desteği esirgemezler? Sol’un
ilericiliği de, bilimciliği de yalandır. Sol, bilimden korkar, çünkü bilim
hiçbir zaman Sol’a istediğini vermez ve vermemiştir de ama bilim bilinçli
olarak Sol’un inhisarına verilmiştir ve halklara bu yönde yani Sol’un bilimsel
olduğu yönünde bir dikte yapılmıştır. Siz, silahtan başka kurtuluş yolu
görmeyen Solcu militanların, gariban bir savcıyı katledipte, kompradorlara
karşı hiçbir şey yapmamasını nasıl değerlendirirsiniz? Gariban ve masum bir
savcı mı sömürmektedir emekçileri? Ama sosyalizmin kapitalizme ihtiyacı vardır
güya değil mi? Çünkü halkların, sosyalizme ulaşmadan önce kapitalist aşamadan
geçmeleri iktiza eder. Yani sosyalizm için kapitalizmin varolması, egemen
olması, yaşaması gerekir. Ki sol, kapitalizme karşı mücadele ederek sosyalizme
ulaşsın. Siz hiç, yerel ya da küresel çapta olsun, Komünist militanların
kompradorlara matuf suikast tertip ettiklerine şahit oldunuz mu? Misal, bir
Soros’a karşı, bir Rockofeller’e karşı, bir Rothschild ya da milletlerin
kendilerinden bildikleri ama kendilerini küresel kompradorlar namına sömüren yerel
kompradorlara karşı namlularını doğrulttuklarına şahit oldunuz mu? Olamazsınız,
çünkü yerel ya da küresel bazda, Sol’u silahlandıran, destekleyen ve Sol’a her
türlü imkânı sağlayanlar kompradorlardır. Hakikat acıdır ama o acıyı yudumlamak
ve hazmetmek iktiza eder, dirilmek için. Fakat insanlar buna gelemiyorlar işte!
Sol niçin İslam’a ve Müslüman’a ve dahi kadim değerlere muhaliftir de,
kapitalistlere karşı anlayışlı ve müsamahakârdır? Düşünmek, çok düşünmek, sonsuz düşünmek icap
eden bir durumdur bu? Sosyalizm ve kapitalizm, birbirlerinden beslenen iki
kardeştirler, düşman görünen dostturlar! Bunu anlamamanız, bunun hakikat
olmasına zerre halel vermez.
Elmalılı Hamdi Yazır: ‘’ve işte böyle sizi doğru bir caddeye
çıkarıp ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki siz bütün insanlar üzerine adalet
numunesi, hak şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.’’
Bakara-143. Dünyada oyun böyle olur. Muayyen değerleri güya ihtiva eden kalıp
kavramlar üretilir. Bu kavramlar ekseninde politikalar belirlenir ve bu
politikaları yürütecek kişiler seçilir. Sağ ve Sol tandanslı mevhumlar papağan
gibi ezber edilir. Sıradan yığınlar sloganları severler. Sloganlar
kemikleştirir yığınları. Ve haddizatında sloganlardır kimlikleri şekillendiren,
fikirler değil. Sloganlar koruyucudur, fikirler sarsıcı. Binaenaleyh, fikirler
şırıngayla çekilirler insanlardan, yerine sloganlar zerk edilirler. Londra-Waşhington ekseninde tertip edilen
tezgâh, tezgâhı işleyecek kişilikler tespit edildikten sonra, Moskova-Pekin-Belgrad
hatlarına bölünürler. Kurgulanan oyuna bilimsellik, ilericilik,
aydınlanmacılık-antikapitalist-hürriyetçi-bağımsızlıkçı gibi tanımlamalar
hamledilir. Ordu içinden, sözde aydın takımından, gariban köylülerden ve
tezgâhtan bihaber işçilerden destek alınır ve oyun başlar. Nihayetinde, yüce
hakikatle dirilen, karanlığın perdesini yırtmak için direnen, insanlara
şeytanları göstermek için haykıran bilinçli, şuurlu, akıl ve vicdan sahibi
soylu sesler boğulmaya çalışılır. Üzerinde ve işleyişinde Coni ve Toni
kardeşlerin etkin olduğu otoriterlik ve totaliterlik özelliğine sahip Batı
Solculuğudur bu. Batılı bir yazarın Devletler Oyunu isimli kitabında bu
tezgâhlarla ilgili detaylar yakalayabilirsiniz. Jefferson Geofrey, Raymond
Head, George Warsort vb. politik kişiliklerden derin bilgiler temin edilmiştir.
Yazarın kendisi de bildiğim kadarıyla Gizli Servis elemanıdır. Batı tandanslı
Sol üzerinde ciddi analizler yapılmıştır, yazılar kaleme alınmıştır. Batı
tandanslı Sol gündem edilip tenkit edilirken, bazıları güya Sağ’ın muhafaza
edildiğini, desteklendiğini sanmaktadırlar. Oysa böyle bir şey vehimden
ibarettir, alıklıktır. Çünkü iki tarafta aynı oda da bulunan ama farklı
yüzlerle sahneye çıkan karanlık odakların ta kendileridirler. Ama biz
Müslümanlar ise Vasat olmakla emrolunmuş bir milletiz, ümmetiz. Ümmet bilincini
katleden, ümmetin birlik bağlarını tarumar eyleyen, ümmetin kardeşliğini bozan,
İslami değerleri perişan eden ve ref etmekle görevli olan Sağ’da, Sol’da
yalandır. Biz ne Sağcıyız ne de Solcuyuz, biz Allah’ın isimlendirdiği şekilde
Müslümanız. Bizim dostumuz, Allah’tır, Allah’ın elçisi olan Önderimizdir,
Önderimizin bize doğru yolu göstermek için öğrettiği Kur’an’dır. Zalimlere
özenen zalimlerdendir.
Bir beşikte uyuyoruz, bir Sağa, bir Sola sallanıp duruyoruz
mütemadiyen. Ama bir türlü durup düşünmeyi beceremiyoruz, buna fırsat
tanımıyorlar, bitevi sallanman iktiza ediyor çünkü. Zira bir an durursan,
Rabbinin öğütleri aklına düşüverir ve uyanıverirsin! Bu da, şeytaniler için,
ecel zillerinin çaldığı an olur. Ecelin, zalimler için korkutucu olan sesi
olur. Zalimler her an bir tezgâh başındadırlar. Zalimler için çıkarlarından
başka hiçbir düşünceleri yoktur. Oyunu kurarlar, kurallarını koyarlar,
istedikleri oyuncuları bulurlarsa oyuna start verirler. Eğer buldukları oyuncu
işlerini görmüyorsa, çarklarının dönmesine fayda etmiyorsa hemen değiştirirler.
Bir yabancının hatırladığım söylenişiyle şu sözü çok meşhurdur bu konuda; ‘’oyun
kaybettiriyorsa, oyuncu değişikliğine git.’’ Kahrolası şeytaniler için
münhasıran kâr vardır, çıkar vardır. Çıkarları uğruna, küçücük çocukların
kanlarını akıtmaktan bile imtina etmezler. Şeytaniler için yegâne düşman; İslam
ve Müslümanlardır. Özel de ise; Türk Milletidir. Binaenaleyh, bitevi, İslam’ı
tahrip ve tahrif etme peşindedirler. İslam’ın özünü alıp, içini boşaltma
derdindedirler. Türk ile İslam’ın arasında ki ilişkiyi tamamen koparıp, Türk’ü
İslamsız, İslam’ı da Türksüz bırakmak istemektedirler. Aynı zamanda Türk’ü,
Arapsız ve Kürtsüz bırakmakta istemektedirler ve hepsini İslamsız bırakmak istemektedirler.
Şeytaniler hiçbir zaman görünen yerden yaklaşmazlar, her zaman görünmemeyi ve
görünmedikleri yerden gelmeyi tercih ederler. Bu yüzden Müslümanların sonsuz
müteyakkız olmaları iktiza etmektedir. Bitevi Kur’an ile yaşamaları iktiza
etmektedir. Ne garip, hakikatten hiç hoşlanmıyoruz, hakikati öğrenmeye asla
yanaşmıyoruz. Cehaletimizden o kadar memnunuz ki, cahilliğimizden gelen
konforumuzu bozmaya tevessül edene dünyayı dar ediyoruz. Sonra da iğrenç bir
şekilde haykırıyoruz, dünya ne kadar da kötü diye! UTANMAK diye bir şey mi
vardı ne?
Sağ-Sol tezgâhı, bahusus, kitlelerin duygu ve düşün
dünyalarını hedeflemiştir. Binaenaleyh, edebiyatı adeta monopolüne geçirmiştir.
Edebiyat, mahiyet bakımından temiz olması iktiza eder, çünkü temiz duyguların
fışkırdığı kaynaktan tevlit eder. Kök olarak böyledir ama siz onu istediğiniz
yöne çekebilirsiniz. Filhakika, edebiyat, kötülükle dolu kalplerin, kumpasla
dolu akılların, nasır tutmuş vicdanların ulaşamayacağı kadar yükseklerde olması
icap eder ama tabi böyle bir şey muhaldir. Edebiyatın nesnel olması, insanlığa
ait ulvi değerleri taşıması lazım gelir. Ama maalesef kirli çıkarlara alet
edilmektedir. Edebiyat, kökleri ekseninde gelişim göstermemiş, şeytanilerin
kontrolünde edebiyat olmaktan çıkmış, insanlığın duygularını ve düşüncelerini
müptezelleştiren bir araç derekesine düşmüştür. Edebiyat alanında, kontrolü,
şeytaniler ele geçirmişlerdir. Ve insanlar ödüllerle yönlendirilmektedirler. Ödüller,
hayat yönleriyle tamamen şeytanilerin izlerini takip edenlere dağıtılmaktadır. Nasiplenenler
her zaman, Sağcı-Solcu tipolojiler olmuşlardır. Müslümanlar ise kadim
mahrumiyeti yaşamaktadırlar bu konuda. Tabi dinlerine ve kimliklerine ihanet
edenler istisna, onlar ihanetlerinin ödülünü elbette almaktadırlar. Bu yönde
küresel bazda meşhur olan bir ödül vardır; Nobel Ödülü. Burada yetki kahir
ekseriyetle Siyonist şeytanın inhisarındadır. Ödülü hiçbir zaman namuslu ve
şerefli bir Müslüman alamaz, aldığı da vaki değildir. Küresel bazda, Siyonist
şeytan, Sağ’a da, Sol’a da egemendir. Tüm akımların handiyse tüm dominant
kişilikleri Yahudi kökenlidir. Ya da Mason’dur. Binaenaleyh, ödüllerin Sağ’a ya
da Sol’a gitmesinde hiçbir sakınca yoktur; çünkü iki tarafta aynı minvaldedir,
farklı izlenim verseler de. En mühim şey; şeytanilere hizmettir, nasıl ve ne
şekilde olursa olsun! Bazen dinini tahrip ve tahrif noktasında ki
gayretlerinden dolayı veririler, bazen güya milletim dediğin milletin soykırım
yaptığını küresel çapta söylediğinden dolayı veririler. Yani köpekleştiğin
kadar itibarın olur, ödül seni bulur. Bugüne kadar yerel düzlem de olsun,
küresel düzlemde olsun namuslu, insanlık dostu, değer sevdalısı, zalimlerin
karşısında ve mazlumların yanında ya da hülasa olarak İslam olan hiçbir kimse
bu ödülden nasiplenmemiştir. Aynı minvalde yürüdükçe nasiplenmesi de muhal
ender muhaldir. Sağ’a ya da Sol’a bahşedilen ödüller, nihayetinde Siyonist
Yahudi’ye gittiği için sorun değildir.