Hayali bir analiz yapalım. Toplum ve fert ilişkisini ve bu ilişkide tayin edici konuma sahip olan güç unsurunu ele alalım ve güç unsurunun nasıl bir denge dinamiği olduğuna değinelim. Geçelim! Bir topluluk tasavvur edelim. Bu toplulukta bir kaç kişi var diye düşünelim. Ve toplulukla, bahsettiğimiz bir kaç kişi arasında ki ilişkiyi irdeleyelim. Tasavvur edilen toplum, bir kaç kişiden birini her bir ferdiyle seviyor, sayıyor, ona muhabbet besliyor diye kurgulayalım zihnimizde. Bunun gerçekte samimi olup olmadığı bilinemez ama zevahirde durum buymuş gibi algılayalım. Zira insanlar yargılarını, kararlarını kahir ekseriyetle zevahire göre belirlerler. Tabi olumlu olanı değil, olumsuz olanı da zevahire göre değerlendiriyoruz. Bir kişinin dışında kalan diğerleri ise, toplumun hiçbir ferdi tarafından sevilmiyor, sayılmıyor ve kendilerine muhabbet beslenmiyor diye kurgulayalım yine zihnimizde. Şimdi böyle bir durumda toplumu yönlendirenler tarafından ve toplumun iradesine önem verenler tarafından, toplum tarafından adeta dışlanmış olanların el üstünde tutulup, onların her dediğine inanılıp, onların gerçek karakterleri bilinmediği için sevilipte; toplumun değer ve saygınlık atfedip, daima sevgi ve muhabbetle karşıladığı insanların ötelenmesi, onlara karşı gösterilen ahlaksız ve haksız tavırların umursanmamasın hangi ahlakla, adaletle, insafla, vicdanla bağdaştığını kim izah edebilir? Biz, tanımadan, bilmeden, görmeden, araştırıp, sorgulamadan böyle bir muamelede bulunabilir miyiz? Böyle bir mukâbele İslami ve İnsani midir? Toplum olarak, yönlendirenler ya da karar vericiler veyahut tayin edici konumda bulunanlar olarak maalesef karşımızdakileri tanımıyor ve bilmiyoruz ama buna rağmen onlara inanmakta sorun görmüyoruz. Sonrada çıkıp ahlaktan, adaletten, vicdandan, insanlıktan ve İslamlıktan dem vuruyoruz. Bu şekilde yaparak, riyakâr, samimiyetsiz, kabiliyetsiz, kifayetsiz, toplumsal ilişkiler bağlamında ahlaksız, ufuksuz, idealsiz ve dava bilincinden yoksun tipleri baştacı yaparken inanmış ve adanmış, ahlaklı ve kişilikli insanları tüketiyoruz. Maalesef toplumumuzun en büyük handikaplarından biridir bu kadim ve temel sorun. Kurguladığımız olayda şöyle derin bir noktaya da temasta bulunalım; şimdi, olumsuz özelliklere sahip malum tipleri açık ettiğinizde, ne gariptir ki, açık eden kişi vebalı oluyor da, zevahirde güya adam bilinen ama gerçekte adamlıkla ilintisi olmayan ve gerçek karakteri açık edilen tip daha bir kıymetleniyor. Bu milletin yükselişinin ve yücelişinin önü bu sorunu çözmekle açılacaktır. Bilakis her şey sığ, kısır ve alelade bir nutuktan ibaret kalacaktır. Hareketlerimiz daima akamete uğrayacak, haklı mücadelemiz haksızlıkla yaftalanacak ve hüsranla neticelenecektir. Allah'a, Önder'e ve Kur'an'a inanıyorsak ve bir davaya iman etmişsek yapılacak şey bellidir. Kim adam, kim adam değil bileceğiz ve adamlarla yürüyeceğiz, adam olmayanlara ise kapıyı göstereceğiz. Adamlık kalıpta, kimlikte, gurupta değil YÜREKTE'dir!
SORULAR...
1- Dini yanlış yaşayanlar var diye dine düşman olunur mu, dine düşman olunarak dindarlıktan bahsedilebilinir mi? Bu sahtekarlık değil midir? Ya da yanlış yaşayanların aksine sen doğru yaşayarak işte din bu dedirtmez misin? Ki hakikatte görevin de bu değil midir? Ve uyanışta bu asil eylemle başlamaz mı? Senin büyüklüğünü görenler, küçük olanı da görmüş olmayacaklar mı ve görmek diriliş kıvılcımını ateşleyerek insanların uyanmasını tevlit etmeyecek mi?
2- Devletin yanlışları oldu diye İstiklal Marşı'na düşmanlık edilebilir mi? İstiklal Marşı'na düşman olunarak bu ülkede barıştan, kardeşlikten bahsedilebilinir mi? Ya da kadim, kapsayıcı, kuşatıcı olguları, birilerinin yanlış tavırlarına inat daha fazla sahiplenerek gönülleri kazanmak ve sahici olduğunu ispatlamak gerekmez mi? Hakikatte de dürüstlük bu değil midir? Ve kardeşliği tahkim edecek ilk adım böyle atılmaz mı? Bilakis kapsayıcı bir olguyu yok sayarak ne kadar sahici duruş sergileyebilir ve insanları inandırabilirsiniz?