ŞEYTANİLERİN DÜNYASI...

Özgür DENİZ - 28.07.2015

Güzel bir dünyayı arzular gönüllerimiz
Adil bölüştürsün isteriz ellerimiz
Nefret ateşini söndürecek sevgimiz
Savaşlar bitsin barışadır övgümüz
Batsın bu dünya deriz ama yaşatacak insanları bekleriz

Zalim dolu, zulüm dolu bir dünyada yaşıyoruz çaresiz. Boğuluyoruz, bunalıyoruz, isyan ediyoruz ama gücümüz beton duvarlarda bitiyor. Elbet suçlu dünya değil, dünyayı ayakları altına alan ya da başı üstüne koyan insandır. İnsansız dünya, ne verir dünyaya ve neyi alır dünyadan? Kimdir diye sorarlarsa zalim için, deriz ki; o, damarlarda akıp koca gövdeye hayat veren kanların, vatan için toprağa düşen canların, varoluş için akan terlerin, yaşamak için dökülen yaşların emicisidir. Bir sembol sunar sana ve hayatını alır senden. O hakiki bir kumarbaz, namussuz bir düzenbazdır. Sembolleri öyle bir kuvvetli yansıtır ki, gözleri boyar, akılları çeler ve istediklerini hiçbir şey fark ettirmeden alır. Semboller eşittir ranttır. Bir bakarsın Firavundur o, bir bakarsın Karun kılığında yaklaşır, aniden Belamlaşıverir. Kahrolsun zalimler ve zalimlerin düzeni, dünyası. Onların suçlarını yüzlerine vurdunuz mu, hemen rollerine dönerler, şöyle oldukları için böyle muamele gördüklerini anlatırlar size ve dinlersiniz koyun gibi. Çünkü koyunlaştırılanlardansınızdır, bilirler bunu. Hainlik, ihanet edilecekler koyunlaştırılmaya başladıkları an başlamıştır. Kime derler hain diye? İnsanlığı temerküz ettiren, hayata anlam ekleyen, temeli teşkil eden, kadim, ihata edici, kapsayıcı erdemleri ve değerleri, bilinçli, şuurlu ve farkında olarak çiğneyenler, ucuz, basit ve küçük çıkarlara tahvil edenlerdir. Temeli sarsar ve yıkar onlar. Güzel ve uzak rüyaları yakar onlar. Önderin (sav), ortak mülk dediğini, mutlak mülke dönüştürür onlar. Mutlak mülkle mutlak tahakküm kurar onlar. Tağuttur onlar, Allah derler ve kullaştırır kulları onlar. Varlığın doğal yasalarını çiğnerler, yok sayarlar ve kendilerinin teşekkül ettirdikleri seküler yasaları dayatırlar. Bu yasalarla analarımızı ağlatırlar.

Batsın batıranların dünyası. Kan emenlerin, haram yiyenlerin, gözyaşı döktürenlerin, kutsal teri sömürenlerin, rüyaları yıkanların, hayalleri yakanların dünyası yerin dibine batsın. Türab olsun zalimlerin kahrolasıca saltanatları. Payimal olsun tağutların karanlığa gömen düzenleri. Yerle yeksan olsun mustazafların ve mazlumların terleri, kanları, yaşları üzerinde yükselen hanedanlar. Mustazafı sorarlarsa, deriz ki; onlar, müstebitlerin, müstekbirlerin ve mütekebbirlerin tahkir ve tezyif ettikleri, emeklerini gasp ederek mezellete ve meskenete mahkum kıldıkları, iliklerine kadar sömürdükleri kimselerdir. Dördüncü sınıf görülenler ve bu yüzden değersiz telakki edilenlerdir. Yüce Allah’ın, yeryüzünün iktidarını vermeyi vaat ettiği kimselerdir. Bitsin karanlığın tutsak eylediği geceler, tamamlansın yarım kalmış heceler, üzerine karabasan çöken rüyalar bitsin artık. Güneşe hasret buz tutmuş hayatlar. Tebessümü özler acının donup kaldığı yüzler. Yeniden üflenmeyi bekler ateşe sevdalı közler. Işık ister karanlıkta körleşmiş gözler. Artık saklı gerçekler çıksın saklandığı odalardan hürriyeti getirsin insanlığa. Kalpleri temizlesin mutlak hakikatler. Merhametle, sevgiyle yumuşasın katılaşmış ve nasır tutmuş vicdanlar. Çoraklaşan kafalara ilim göklerinden bilgi yağmurları damlasın. Ve yepyeni bir dünyayı hep birlikte kuralım.

Yaşadığımız evreni dibine kadar kirlettiler, insanoğlunu acılara gark edip inlettiler. Gece, gündüz isyan şarkıları dinlettiler. Kaynakları talan ettiler, kafaları ve kalpleri mahvettiler. Sahi hava alacak, iki dakikalık nefeslenecek temiz bir yer kaldı mı yaşadığımız evren üzerinde? Betonlaşan bir dünyada, insanlarda betonlaştılar. Gerçekten şöyle bakıyoruz da çevremize, selam vermeye mecali kalmamış bitkin, tükenmiş, tüm varlık gayesi dünya nimetlerine ulaşmak olan iki ayaklı varlıkları görüyoruz. Yeşil nasıl tabiatın süsüyse, erdemlerde insanların süsleridirler. Duygusuz, düşüncesiz, hissiz bir yığına dönüştük adeta. Ne merhametimiz kaldı ne de adaletsizliğe isyan edecek kuvvetimiz. Tarihi, doğayı, rezidanslara, kapitalist iştihalara kurban verdik maalesef. Adil olamayacak kadar adileşen, merhametten yoksun kapitalist kompradorların rant hırslarının, küçük hesaplarının kurbanları olduk mütemadiyen. Masum ve temiz çocuk yüzlerini acılarla soldurduk, kararttık. Masalar bulduk, kasa ve kese doldurduk. Garibe, gurabaya saçlarını, başlarını yoldurduk. Ulvi erdemleri, süfli arzulara değiştik ve değerleri paraya tahvil ettik. Allah dedik para bulduk. Vatan dedik para bulduk. Atatürk dedik para bulduk. Şeyh dedik para bulduk. Keseleri doldurduk. Bizler böyle ne türden yaratıklar olduk? Ne dediysek ihya olduk. Bir ömür bitevi para peşinde koştuk, parayı bulunca coştukça coştuk, palazlandık şirazeden çıktık. Haddinden fazla palazlanmak istedik hep, aynı yanlış yollarda yanlış adamlarla buluştuk. Resimde hoştuk ama hakikatte bomboştuk. Boşları baş bildik, boş başlar önünde eğildik. Eğildikçe yenildik. Dine karşı din uydurduk, uydurduğumuz dinle insanları uyuttuk, uyuttuğumuz insanlar üstünde sahte egemenlik kurduk. Dindardık ama kapitalist dünya da işe yaramadığını düşündüğümüz dindarlığı bırakıp dincilikle yolumuzu bulduk. Mülkün sahibi Allah iken, sahiplendiğimiz mülkün mutlak sahibi olduğumuzu sandık. Yandık ama anlayamadık. Anlayamadığımız için içi ateşle dolu dünyayı sırtımızdan bir türlü atamadık. Üstümüzden atamadığımız dünyanın altında kaldık ve çok ucuza satıldık. Allah’ın merhametine ve inayetine iltica etmemiz iktiza ediyordu ama biz, kirli ve haram servetlerin, zalim kuvvetlerin gölgesine iltica ettik. Sıfırı tükettik, tükettikçe tükendik, bittik. Kimse bir şey etmedi bize, ne ettiysek kendimiz kendimize ettik. Hayat mücadeleydi ama bizler ninnilerle uyuduk, uydukça büyüdük, büyüdükçe koyunduk. Mallaştık, mallaştıkça soylu kavgalardan uzaklaştık. Allah dedik, vatan dedik, Atatürk dedik, Şeyhimiz dedik ve başka şeylerde dedik ama dediklerimiz ardında malı götürdük, yedikçe yedik, yedikçe şiştik. Şiştikçe şebekleştik. Varlığın merkezi, varoluş kavgasının odağı insandı ama insanı düşürdüler, sermayedir düğümleri çözecek olan dediler. Üretimden bahsettiler ve hayati gereksinim dediler velakin paylaşmak adaletin varoluş koşuluydu ve varlığın idamesinin temeliydi, reddettiler. Hülasa; bu milleti kuzular gibi meleterek büyüttüler, koyunlar gibi meleterek güttüler. Her şeyi, bitirdiler, tükettiler, mahvettiler! Allah’ın davasını bir kenara ittiler, ihanet ettiler.

Millet olarak maalesef her şeyi yanlış öğrendik. Oysa doğru öğrenebilirdik. Kim engelledi doğruyu öğrenmeyi kardeşim? Faraza baskı altındaydık, ama Kur’an’ı duvarlarımızın süsü olarak görmeyeydikte, indirip okuyaydık olmaz mıydı? Tarihimizi sahici, sağlam ve sağlıklı kaynaklardan okuyup öğrenemez miydik? Millet olarak garip bir milletiz. Hep doğruyu ararız, doğruyu isteriz ama doğru olmayı asla istemeyiz. Hiçbir şeyi kaynağından öğrenmeyiz. Öğretenlerde asla kaynağından öğretmezler. Herkes kul arar bu dünyada, çünkü tanrıcılık oynamayı sever, bu yüzden de doğruyu eğer, büker ve öyle sunar ve ister ki herkes kendisini doğru bilsin. Tabi bizde merak etmeyi, sormayı ve sorgulamayı seven insanlar değiliz. Böylece bir yanlışın peşinde sürüklenir gideriz. Yanlışların tayin ettiği bir yaşamı yaşarız. Allah’ımızı, Önderimizi, Kitabımızı, tarihimizi, ceddimizi, değerlerimizi, erdemlerimizi, vatanı, milleti, sabrı, şükrü, ahlakı ve adaleti hep yanlış biliriz. Doğru öğrenme yönünde zerre gayret göstermeyiz. Yanlışı öğrendik, yerimizde durmakla öğütlendik ve çıkar çarklarında öğütüldük. Yanlış yaşamların kıskacında rüyalarımızı kendi ellerimizle öldürdük. Dostlarımızı azaplara gark ettikte, düşmanlarımızı bitevi güldürdük. Zaman sürecinde her şeyi bozduk, yozlaştırdık, bozdukça bozulduk, yozlaştırdıkça yozlaştık. Hiçbir zaman Kur’an’ı doğru anlamaya çalışmadık. Mütemadiyen benzerlerimizin yazdıklarını anlamak üzerinde bir hayat yaşadık. Önderimizin izini takip etmeyi düşünmedik, benzerlerimizin izlerinde hakikati aradık. Allah’ın sözünü dinlemedikte, benzerlerimizin sözleriyle adeta büyülendik. Böyle olunca cemaatler türedi, şeyhler türedi ama hepsi de modern zamanların eserleriydiler ve sekülerizmin rengiyle boyandılar, geçmişi yıkarak geldiler bugünlere. Milleti aydınlatmak için gayret etmediler, milleti kendilerine bağlamak içindi tüm gayretleri. Kompradorlar milleti nasıl madden sömürdüyse, bunlar da manen sömürdüler. Dine karşı din uydurdular, uydurdukları dini kapitalizme payanda kılıp milleti acımasızca soydurdular. Yanlış konuştular, yazdılar, yaşadılar, çizdiler. Yaptıklarıyla milleti adeta ezdiler. Millet zulüm altında inlerken, adeta süründürülürken, malum zümreler devr-i âlem ettiler. Maalesef bizler sahte ve boş nutukların kurbanı olmuş bir milletiz. Ve elanda kurban olmaya devam ediyoruz. Kimileri maddi nutuklarla iş kotarırlar, kimileri de manevi nutuklarla iş kotarırlar. Saftirik umdeler üretip, bu umdeleri yasalaştırarak bizlere dayatırlar. Ve gariptir ki bu fıtrata mugayir yasaları dinle makyajlayıp insanları aldatırlar. Nihayet din gibi sunulan ama dini yok etmek üzerine kurgulanan yasalarla mülkü umarsızca sattılar ve bu garip milletin anasını ağlattılar. Bizler fert fert uyanmadıkça, gerçekleri öğrenme çabası göstermedikçe, hiçbir kimse bizi uyandırmaz ve bize gerçekleri sunmaz! Akılla, alıklık birbirine terstir!

Son tahlilde; sevgili dostlar! Malumdur ki, klasik bir yazın tarzımız yok, ki klasik tarzda yazmayı da sevmiyorum, zira bu şekilde odun gibi hakikatleri haykırmak, aktarmak, konuşmak bayağı zor. Akademik tarzdan ise oldum olası hazzetmem zaten. Yaptığımız şey; hayattan kopardıklarımızı, okumalarımızdan çıkarımlarımızı, indi müşahedelerimizi ve mülahazalarımızı sanki konuşuyormuşuz gibi sunmaya çalışmak. Çünkü böyle daha rahat oluyor ve gerçekleri daha doğal şekilde ortaya koyabiliyoruz. Tabi her söylediğimiz gerçek diye bir şey yok ve böyle bir iddia peşinde de değiliz ama görevimiz olabildiğince nesnel olmaya ve gerçekleri haykırmaya çalışmaktır. Hakikat olduğu münasebetiyle ortaya koyduklarımızın ise kime yarayacağı ya da yaradığı bizim dışımızda bir şeydir. Geçelim! Tarihi, insani, İslami sorumluluğu olan bir milletiz ama sorumluluktan sonsuz uzağız. Tarihten de, insanlıktan da, İslam’dan da uzağız. Kimse kusura kalmasın, hayatın bize gösterdiği ve hayattan öğrendiklerimiz bundan başka bir şey değildir. Sorumluluklarla yaşamıyoruz. Hedefi olmayanın tutunduğu bir dalı yoktur, bu yüzden de koruyacağı, korumak için sorumluluk deruhte edeceği bir durumuda yoktur. Yağarken, kasaları doldurma derdindeyiz. Oysa ciddi, namuslu, sorumlu olabiliriz. Bu şekilde hem biz hem de milletimiz hatta daha üst planda ümmetimiz kazanabilir. Ama hayır, ille de sadece biz kazanmalıyız. Boşver milleti, o sefil yaşamaya alışıktır! Maskeli baloyu oynayan bir milletiz. Kuzulaştırılarak büyümüşüz. Güdülüyoruz koyun gibi. Maskelere itibar bahşediyoruz. Kişiliğe, karaktere, ahlaka, adalete karşı hiçbir düşüncemiz yok, duygu beslemiyoruz, bu yönelimli icraatla da işimiz olmuyor tabiatıyla. Bir nevi maskeli soygunları yaşıyoruz. Tak maskeyi götür malı! Nasıl olsa herkes kendi dünyasında, bir şey diyen yok. Bir yerlerin düdüğünü öttüren, bu arada milleti de gözetiyormuş gibi yapan tiplerin peşinde, yönünü ve yolunu bulmaya çalışıyormuş gibi yapan sürüyüz sanki. Herkes düşman bellediği karşı odaklarca besleniyor, malı götürüyor. Maalesef küresel emperyalist komprador şeytanların sömürü düzenleri böyle işliyor. Milletleri kendi aralarında ve içlerinde bölmek, her bölümün başına o bölüme uygun tipleri dikmek ve milleti derinden derine inletmektir. Milletleri bölüyorlar, sonra aralarında bir uyuşmazlık çıkartıp savaşa sürüklüyorlar ve kazanıyorlar. Daha sonra, milleti kendi içlerinde bölüyorlar ve her bölümü diğer bölümle kavgaya tutuşturup tekrar kazanıyorlar. Milletlerin ise bundan hiçbir kazançları yok. Her bölüme bir maske bahşediyorlar ve o maske genel bir değeri ifade ediyor. O maskeyle millete geldiniz mi millet sükût ediyor, sormak, sorgulamak orada bitiyor. Böylece bir millet topyekûn sömürülüyor. Oyun aynı ama yansıma farklı oluyor. Bir taraf dini alıyor, bir taraf vatanı alıyor, bir taraf toplum indinde zaman içinde yer bulmuş tarihi bir kişiliği alıyor, bir tarafta adalet, hürriyet gibi mevhumları alıyor ve hiçbirisi her tarafı alıp, herkese hitap edemiyor, edeni muhakkak bitiriyorlar. Zira her tarafı alıp, herkese hitap eden çarka çomak sokmuş oluyor, yerleşik küresel düzene muhalif tavır sergilemiş oluyor, bu da küresel emperyalizmin, en arka planda ise küresel Siyonizm’in işine gelmiyor. Çünkü küresel Siyonizm bütünleşmeyi sağlayanı parçalıyor, o istiyor ki hem dışarı da hem içeride parçalanma olsun ki, her parçayı dünya nimetleri ile kandırıp diledikleri gibi hareket etsinler ve gayelerine ulaşsınlar. Birileri değer bazından oyları alıyor, birileri vatan ekseninden oyları kotarıyor, birileri tarihi bir kişilik üzerinden oyları topluyor, birileri de her insan için varoluş koşulu olan adalet ve hürriyet olgusu üzerinden oy çalıyor. Oysa hakikat bütündür ve asla parçalanamaz ama maalesef parçalamışlar ve her bir parçasını monopollerine alarak millete yaklaşmışlar. Ne hakikat olmuşlar ne de hakikati ortaya koymuşlar. Masallarla oyalanmışlar, oyalamışlar. Hiçbirisinin sahip olduğu hiçbir değerin aslı asaleti yok maalesef. Zira inhisarlarına aldıkları değerleri iflas ettirmişler, yozlaştırmışlar. Yozlaştırdıkça yozlaşmışlar ve milleti soymuşlar. Milletin omuzlarında yükselmişler. Milletten almadan millete bir şey vermemişler, verdikleri şeyleri de çürüterek vermişler. Ne gariptir ki, millet bu derin ve ince oyunu asla fark edememiş. Oysa millete hizmet asla paralı olmaz, olamaz. Ki işin asıl vahim boyutu; millete hizmet edip, milletten karşılık umanların kahir ekseriyeti zaten ciddi düzeyde servet sahibi olanlardır. Millet böyle bir durumu fark edemiyor, fark ettiği zaman ise senin hizmetin batsın yerin dibine diyemiyor. Eğer bana hesabi değil hasbi geliyorsan başım üstündesin, bilakis ayaklarımın altındasın diye haykıramıyor. Kapısını açıyor sonuna kadar, alıyor içeriye, soy beni diyor ve koy sonra kapının önüne, kendi evimden at dışarı diyor adeta.

En son tahlilde; batsın, zalimlerin, namussuzların, sömürgenlerin, müstekbirlerin, müstebitlerin, mütekebbirlerin dünyası. Kahrolsun kapitalizm, yaşasın insan! Artık karanlık rüyalar bitsin. Kâbus dolu gecelere uyumayalım. Boğulmayalım güneşli gündüzlerde. Hürriyetlerin, emeklerin, umutların gaspı son bulsun. Hakikatin adaleti hâkim olsun yüreklerimize, hayatlarımıza ve dünyamıza. Bahar gelsin. Solan yüzler yeniden gülsün, gülen yüzler güneşi selamlasın. Ve olacak hepsi de! Yeter ki inanalım, inançlarımızı eylemselleştirelim. Bitsin, kulun, kula kulluğu. Son bulsun, benzerlerin benzeyenlerine köleliği. Karanlıkta uyurken vurulmasın insanlar. Mazlum diye dövülmesin insanlar. Masum diye soyulmasın insanlar. Kirli pusularda can vermesin gençlerimiz. Yitirilmesin gençlerimizde geleceğimiz. İnanıyoruz, güzel günlerde gelecek, güneşte gülecek bizlere. İnsanlığını hala koruyabilenler başaracak yeni bir dünyayı kurmayı. İnancımızın kuvveti, bedenimizin kuvveti olacak, bedenimizin kuvveti kurtuluşumuzun ışığı olacak. Kirlenmiş dünya elbet temizlenecek, temizlenmeye direnen yaratıklar kendi kirlerinde tükenip gidecekler. Haysiyet mücadelesi, hakikati hayatlaştıracak ve hayatsız kalan dünya yeniden hayat bulacak. Adaletin, ahlakın, emeğin direnci, zaferi doğuracak. Doğan zaferler, yarınların yiğitlerini yoğuracak. Sömürgenlerin kirlenmiş defterleri dürülecek, elbet yaşatmayanlar ve yaşatmayarak yaşamı hak etmediklerini ispatlamış olanlar kendi pisliklerinde geberecektir. Yaşamayı hak eden herkes bunu inşaAllah görecektir. Batsın kahpe, namussuz, sömürgen, ahlaksız, adaletsiz, zulüm dolu, riyakâr, adi insanların dünyası. Batsın bu dünya, nesli tükenmişlerin dünyası! Yaşasın yenidünya, yaşamayı ve yaşatmayı sevenlerin dünyası, yaşatmak için yaşayanların dünyası!
Tarih: 28.07.2015 Okunma: 661

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?