Güzel bir dünyayı arzular gönüllerimiz
Adil bölüştürsün isteriz ellerimiz
Nefret ateşini söndürecek sevgimiz
Savaşlar bitsin barışadır övgümüz
Batsın bu dünya deriz ama yaşatacak insanları bekleriz
Zalim dolu, zulüm dolu bir dünyada yaşıyoruz çaresiz. Boğuluyoruz,
bunalıyoruz, isyan ediyoruz ama gücümüz beton duvarlarda bitiyor. Elbet
suçlu dünya değil, dünyayı ayakları altına alan ya da başı üstüne koyan
insandır. İnsansız dünya, ne verir dünyaya ve neyi alır dünyadan? Kimdir
diye sorarlarsa zalim için, deriz ki; o, damarlarda akıp koca gövdeye
hayat veren kanların, vatan için toprağa düşen canların, varoluş için
akan terlerin, yaşamak için dökülen yaşların emicisidir. Bir sembol
sunar sana ve hayatını alır senden. O hakiki bir kumarbaz, namussuz bir
düzenbazdır. Sembolleri öyle bir kuvvetli yansıtır ki, gözleri boyar,
akılları çeler ve istediklerini hiçbir şey fark ettirmeden alır.
Semboller eşittir ranttır. Bir bakarsın Firavundur o, bir bakarsın Karun
kılığında yaklaşır, aniden Belamlaşıverir. Kahrolsun zalimler ve
zalimlerin düzeni, dünyası. Onların suçlarını yüzlerine vurdunuz mu,
hemen rollerine dönerler, şöyle oldukları için böyle muamele
gördüklerini anlatırlar size ve dinlersiniz koyun gibi. Çünkü
koyunlaştırılanlardansınızdır, bilirler bunu. Hainlik, ihanet
edilecekler koyunlaştırılmaya başladıkları an başlamıştır. Kime derler
hain diye? İnsanlığı temerküz ettiren, hayata anlam ekleyen, temeli
teşkil eden, kadim, ihata edici, kapsayıcı erdemleri ve değerleri,
bilinçli, şuurlu ve farkında olarak çiğneyenler, ucuz, basit ve küçük
çıkarlara tahvil edenlerdir. Temeli sarsar ve yıkar onlar. Güzel ve uzak
rüyaları yakar onlar. Önderin (sav), ortak mülk dediğini, mutlak mülke
dönüştürür onlar. Mutlak mülkle mutlak tahakküm kurar onlar. Tağuttur
onlar, Allah derler ve kullaştırır kulları onlar. Varlığın doğal
yasalarını çiğnerler, yok sayarlar ve kendilerinin teşekkül ettirdikleri
seküler yasaları dayatırlar. Bu yasalarla analarımızı ağlatırlar.
Batsın batıranların dünyası. Kan emenlerin, haram yiyenlerin, gözyaşı
döktürenlerin, kutsal teri sömürenlerin, rüyaları yıkanların, hayalleri
yakanların dünyası yerin dibine batsın. Türab olsun zalimlerin
kahrolasıca saltanatları. Payimal olsun tağutların karanlığa gömen
düzenleri. Yerle yeksan olsun mustazafların ve mazlumların terleri,
kanları, yaşları üzerinde yükselen hanedanlar. Mustazafı sorarlarsa,
deriz ki; onlar, müstebitlerin, müstekbirlerin ve mütekebbirlerin tahkir
ve tezyif ettikleri, emeklerini gasp ederek mezellete ve meskenete
mahkum kıldıkları, iliklerine kadar sömürdükleri kimselerdir. Dördüncü
sınıf görülenler ve bu yüzden değersiz telakki edilenlerdir. Yüce
Allah’ın, yeryüzünün iktidarını vermeyi vaat ettiği kimselerdir. Bitsin
karanlığın tutsak eylediği geceler, tamamlansın yarım kalmış heceler,
üzerine karabasan çöken rüyalar bitsin artık. Güneşe hasret buz tutmuş
hayatlar. Tebessümü özler acının donup kaldığı yüzler. Yeniden üflenmeyi
bekler ateşe sevdalı közler. Işık ister karanlıkta körleşmiş gözler.
Artık saklı gerçekler çıksın saklandığı odalardan hürriyeti getirsin
insanlığa. Kalpleri temizlesin mutlak hakikatler. Merhametle, sevgiyle
yumuşasın katılaşmış ve nasır tutmuş vicdanlar. Çoraklaşan kafalara ilim
göklerinden bilgi yağmurları damlasın. Ve yepyeni bir dünyayı hep
birlikte kuralım.
Yaşadığımız evreni dibine kadar kirlettiler, insanoğlunu acılara gark
edip inlettiler. Gece, gündüz isyan şarkıları dinlettiler. Kaynakları
talan ettiler, kafaları ve kalpleri mahvettiler. Sahi hava alacak, iki
dakikalık nefeslenecek temiz bir yer kaldı mı yaşadığımız evren
üzerinde? Betonlaşan bir dünyada, insanlarda betonlaştılar. Gerçekten
şöyle bakıyoruz da çevremize, selam vermeye mecali kalmamış bitkin,
tükenmiş, tüm varlık gayesi dünya nimetlerine ulaşmak olan iki ayaklı
varlıkları görüyoruz. Yeşil nasıl tabiatın süsüyse, erdemlerde
insanların süsleridirler. Duygusuz, düşüncesiz, hissiz bir yığına
dönüştük adeta. Ne merhametimiz kaldı ne de adaletsizliğe isyan edecek
kuvvetimiz. Tarihi, doğayı, rezidanslara, kapitalist iştihalara kurban
verdik maalesef. Adil olamayacak kadar adileşen, merhametten yoksun
kapitalist kompradorların rant hırslarının, küçük hesaplarının
kurbanları olduk mütemadiyen. Masum ve temiz çocuk yüzlerini acılarla
soldurduk, kararttık. Masalar bulduk, kasa ve kese doldurduk. Garibe,
gurabaya saçlarını, başlarını yoldurduk. Ulvi erdemleri, süfli arzulara
değiştik ve değerleri paraya tahvil ettik. Allah dedik para bulduk.
Vatan dedik para bulduk. Atatürk dedik para bulduk. Şeyh dedik para
bulduk. Keseleri doldurduk. Bizler böyle ne türden yaratıklar olduk? Ne
dediysek ihya olduk. Bir ömür bitevi para peşinde koştuk, parayı bulunca
coştukça coştuk, palazlandık şirazeden çıktık. Haddinden fazla
palazlanmak istedik hep, aynı yanlış yollarda yanlış adamlarla buluştuk.
Resimde hoştuk ama hakikatte bomboştuk. Boşları baş bildik, boş başlar
önünde eğildik. Eğildikçe yenildik. Dine karşı din uydurduk,
uydurduğumuz dinle insanları uyuttuk, uyuttuğumuz insanlar üstünde sahte
egemenlik kurduk. Dindardık ama kapitalist dünya da işe yaramadığını
düşündüğümüz dindarlığı bırakıp dincilikle yolumuzu bulduk. Mülkün
sahibi Allah iken, sahiplendiğimiz mülkün mutlak sahibi olduğumuzu
sandık. Yandık ama anlayamadık. Anlayamadığımız için içi ateşle dolu
dünyayı sırtımızdan bir türlü atamadık. Üstümüzden atamadığımız dünyanın
altında kaldık ve çok ucuza satıldık. Allah’ın merhametine ve inayetine
iltica etmemiz iktiza ediyordu ama biz, kirli ve haram servetlerin,
zalim kuvvetlerin gölgesine iltica ettik. Sıfırı tükettik, tükettikçe
tükendik, bittik. Kimse bir şey etmedi bize, ne ettiysek kendimiz
kendimize ettik. Hayat mücadeleydi ama bizler ninnilerle uyuduk, uydukça
büyüdük, büyüdükçe koyunduk. Mallaştık, mallaştıkça soylu kavgalardan
uzaklaştık. Allah dedik, vatan dedik, Atatürk dedik, Şeyhimiz dedik ve
başka şeylerde dedik ama dediklerimiz ardında malı götürdük, yedikçe
yedik, yedikçe şiştik. Şiştikçe şebekleştik. Varlığın merkezi, varoluş
kavgasının odağı insandı ama insanı düşürdüler, sermayedir düğümleri
çözecek olan dediler. Üretimden bahsettiler ve hayati gereksinim dediler
velakin paylaşmak adaletin varoluş koşuluydu ve varlığın idamesinin
temeliydi, reddettiler. Hülasa; bu milleti kuzular gibi meleterek
büyüttüler, koyunlar gibi meleterek güttüler. Her şeyi, bitirdiler,
tükettiler, mahvettiler! Allah’ın davasını bir kenara ittiler, ihanet
ettiler.
Millet olarak maalesef her şeyi yanlış öğrendik. Oysa doğru
öğrenebilirdik. Kim engelledi doğruyu öğrenmeyi kardeşim? Faraza baskı
altındaydık, ama Kur’an’ı duvarlarımızın süsü olarak görmeyeydikte,
indirip okuyaydık olmaz mıydı? Tarihimizi sahici, sağlam ve sağlıklı
kaynaklardan okuyup öğrenemez miydik? Millet olarak garip bir milletiz.
Hep doğruyu ararız, doğruyu isteriz ama doğru olmayı asla istemeyiz.
Hiçbir şeyi kaynağından öğrenmeyiz. Öğretenlerde asla kaynağından
öğretmezler. Herkes kul arar bu dünyada, çünkü tanrıcılık oynamayı
sever, bu yüzden de doğruyu eğer, büker ve öyle sunar ve ister ki herkes
kendisini doğru bilsin. Tabi bizde merak etmeyi, sormayı ve sorgulamayı
seven insanlar değiliz. Böylece bir yanlışın peşinde sürüklenir
gideriz. Yanlışların tayin ettiği bir yaşamı yaşarız. Allah’ımızı,
Önderimizi, Kitabımızı, tarihimizi, ceddimizi, değerlerimizi,
erdemlerimizi, vatanı, milleti, sabrı, şükrü, ahlakı ve adaleti hep
yanlış biliriz. Doğru öğrenme yönünde zerre gayret göstermeyiz. Yanlışı
öğrendik, yerimizde durmakla öğütlendik ve çıkar çarklarında öğütüldük.
Yanlış yaşamların kıskacında rüyalarımızı kendi ellerimizle öldürdük.
Dostlarımızı azaplara gark ettikte, düşmanlarımızı bitevi güldürdük.
Zaman sürecinde her şeyi bozduk, yozlaştırdık, bozdukça bozulduk,
yozlaştırdıkça yozlaştık. Hiçbir zaman Kur’an’ı doğru anlamaya
çalışmadık. Mütemadiyen benzerlerimizin yazdıklarını anlamak üzerinde
bir hayat yaşadık. Önderimizin izini takip etmeyi düşünmedik,
benzerlerimizin izlerinde hakikati aradık. Allah’ın sözünü dinlemedikte,
benzerlerimizin sözleriyle adeta büyülendik. Böyle olunca cemaatler
türedi, şeyhler türedi ama hepsi de modern zamanların eserleriydiler ve
sekülerizmin rengiyle boyandılar, geçmişi yıkarak geldiler bugünlere.
Milleti aydınlatmak için gayret etmediler, milleti kendilerine bağlamak
içindi tüm gayretleri. Kompradorlar milleti nasıl madden sömürdüyse,
bunlar da manen sömürdüler. Dine karşı din uydurdular, uydurdukları dini
kapitalizme payanda kılıp milleti acımasızca soydurdular. Yanlış
konuştular, yazdılar, yaşadılar, çizdiler. Yaptıklarıyla milleti adeta
ezdiler. Millet zulüm altında inlerken, adeta süründürülürken, malum
zümreler devr-i âlem ettiler. Maalesef bizler sahte ve boş nutukların
kurbanı olmuş bir milletiz. Ve elanda kurban olmaya devam ediyoruz.
Kimileri maddi nutuklarla iş kotarırlar, kimileri de manevi nutuklarla
iş kotarırlar. Saftirik umdeler üretip, bu umdeleri yasalaştırarak
bizlere dayatırlar. Ve gariptir ki bu fıtrata mugayir yasaları dinle
makyajlayıp insanları aldatırlar. Nihayet din gibi sunulan ama dini yok
etmek üzerine kurgulanan yasalarla mülkü umarsızca sattılar ve bu garip
milletin anasını ağlattılar. Bizler fert fert uyanmadıkça, gerçekleri
öğrenme çabası göstermedikçe, hiçbir kimse bizi uyandırmaz ve bize
gerçekleri sunmaz! Akılla, alıklık birbirine terstir!
Son tahlilde; sevgili dostlar! Malumdur ki, klasik bir yazın tarzımız
yok, ki klasik tarzda yazmayı da sevmiyorum, zira bu şekilde odun gibi
hakikatleri haykırmak, aktarmak, konuşmak bayağı zor. Akademik tarzdan
ise oldum olası hazzetmem zaten. Yaptığımız şey; hayattan
kopardıklarımızı, okumalarımızdan çıkarımlarımızı, indi müşahedelerimizi
ve mülahazalarımızı sanki konuşuyormuşuz gibi sunmaya çalışmak. Çünkü
böyle daha rahat oluyor ve gerçekleri daha doğal şekilde ortaya
koyabiliyoruz. Tabi her söylediğimiz gerçek diye bir şey yok ve böyle
bir iddia peşinde de değiliz ama görevimiz olabildiğince nesnel olmaya
ve gerçekleri haykırmaya çalışmaktır. Hakikat olduğu münasebetiyle
ortaya koyduklarımızın ise kime yarayacağı ya da yaradığı bizim
dışımızda bir şeydir. Geçelim! Tarihi, insani, İslami sorumluluğu olan
bir milletiz ama sorumluluktan sonsuz uzağız. Tarihten de, insanlıktan
da, İslam’dan da uzağız. Kimse kusura kalmasın, hayatın bize gösterdiği
ve hayattan öğrendiklerimiz bundan başka bir şey değildir.
Sorumluluklarla yaşamıyoruz. Hedefi olmayanın tutunduğu bir dalı yoktur,
bu yüzden de koruyacağı, korumak için sorumluluk deruhte edeceği bir
durumuda yoktur. Yağarken, kasaları doldurma derdindeyiz. Oysa ciddi,
namuslu, sorumlu olabiliriz. Bu şekilde hem biz hem de milletimiz hatta
daha üst planda ümmetimiz kazanabilir. Ama hayır, ille de sadece biz
kazanmalıyız. Boşver milleti, o sefil yaşamaya alışıktır! Maskeli baloyu
oynayan bir milletiz. Kuzulaştırılarak büyümüşüz. Güdülüyoruz koyun
gibi. Maskelere itibar bahşediyoruz. Kişiliğe, karaktere, ahlaka,
adalete karşı hiçbir düşüncemiz yok, duygu beslemiyoruz, bu yönelimli
icraatla da işimiz olmuyor tabiatıyla. Bir nevi maskeli soygunları
yaşıyoruz. Tak maskeyi götür malı! Nasıl olsa herkes kendi dünyasında,
bir şey diyen yok. Bir yerlerin düdüğünü öttüren, bu arada milleti de
gözetiyormuş gibi yapan tiplerin peşinde, yönünü ve yolunu bulmaya
çalışıyormuş gibi yapan sürüyüz sanki. Herkes düşman bellediği karşı
odaklarca besleniyor, malı götürüyor. Maalesef küresel emperyalist
komprador şeytanların sömürü düzenleri böyle işliyor. Milletleri kendi
aralarında ve içlerinde bölmek, her bölümün başına o bölüme uygun
tipleri dikmek ve milleti derinden derine inletmektir. Milletleri
bölüyorlar, sonra aralarında bir uyuşmazlık çıkartıp savaşa
sürüklüyorlar ve kazanıyorlar. Daha sonra, milleti kendi içlerinde
bölüyorlar ve her bölümü diğer bölümle kavgaya tutuşturup tekrar
kazanıyorlar. Milletlerin ise bundan hiçbir kazançları yok. Her bölüme
bir maske bahşediyorlar ve o maske genel bir değeri ifade ediyor. O
maskeyle millete geldiniz mi millet sükût ediyor, sormak, sorgulamak
orada bitiyor. Böylece bir millet topyekûn sömürülüyor. Oyun aynı ama
yansıma farklı oluyor. Bir taraf dini alıyor, bir taraf vatanı alıyor,
bir taraf toplum indinde zaman içinde yer bulmuş tarihi bir kişiliği
alıyor, bir tarafta adalet, hürriyet gibi mevhumları alıyor ve hiçbirisi
her tarafı alıp, herkese hitap edemiyor, edeni muhakkak bitiriyorlar.
Zira her tarafı alıp, herkese hitap eden çarka çomak sokmuş oluyor,
yerleşik küresel düzene muhalif tavır sergilemiş oluyor, bu da küresel
emperyalizmin, en arka planda ise küresel Siyonizm’in işine gelmiyor.
Çünkü küresel Siyonizm bütünleşmeyi sağlayanı parçalıyor, o istiyor ki
hem dışarı da hem içeride parçalanma olsun ki, her parçayı dünya
nimetleri ile kandırıp diledikleri gibi hareket etsinler ve gayelerine
ulaşsınlar. Birileri değer bazından oyları alıyor, birileri vatan
ekseninden oyları kotarıyor, birileri tarihi bir kişilik üzerinden
oyları topluyor, birileri de her insan için varoluş koşulu olan adalet
ve hürriyet olgusu üzerinden oy çalıyor. Oysa hakikat bütündür ve asla
parçalanamaz ama maalesef parçalamışlar ve her bir parçasını
monopollerine alarak millete yaklaşmışlar. Ne hakikat olmuşlar ne de
hakikati ortaya koymuşlar. Masallarla oyalanmışlar, oyalamışlar.
Hiçbirisinin sahip olduğu hiçbir değerin aslı asaleti yok maalesef. Zira
inhisarlarına aldıkları değerleri iflas ettirmişler, yozlaştırmışlar.
Yozlaştırdıkça yozlaşmışlar ve milleti soymuşlar. Milletin omuzlarında
yükselmişler. Milletten almadan millete bir şey vermemişler, verdikleri
şeyleri de çürüterek vermişler. Ne gariptir ki, millet bu derin ve ince
oyunu asla fark edememiş. Oysa millete hizmet asla paralı olmaz, olamaz.
Ki işin asıl vahim boyutu; millete hizmet edip, milletten karşılık
umanların kahir ekseriyeti zaten ciddi düzeyde servet sahibi olanlardır.
Millet böyle bir durumu fark edemiyor, fark ettiği zaman ise senin
hizmetin batsın yerin dibine diyemiyor. Eğer bana hesabi değil hasbi
geliyorsan başım üstündesin, bilakis ayaklarımın altındasın diye
haykıramıyor. Kapısını açıyor sonuna kadar, alıyor içeriye, soy beni
diyor ve koy sonra kapının önüne, kendi evimden at dışarı diyor adeta.
En son tahlilde; batsın, zalimlerin, namussuzların, sömürgenlerin,
müstekbirlerin, müstebitlerin, mütekebbirlerin dünyası. Kahrolsun
kapitalizm, yaşasın insan! Artık karanlık rüyalar bitsin. Kâbus dolu
gecelere uyumayalım. Boğulmayalım güneşli gündüzlerde. Hürriyetlerin,
emeklerin, umutların gaspı son bulsun. Hakikatin adaleti hâkim olsun
yüreklerimize, hayatlarımıza ve dünyamıza. Bahar gelsin. Solan yüzler
yeniden gülsün, gülen yüzler güneşi selamlasın. Ve olacak hepsi de!
Yeter ki inanalım, inançlarımızı eylemselleştirelim. Bitsin, kulun, kula
kulluğu. Son bulsun, benzerlerin benzeyenlerine köleliği. Karanlıkta
uyurken vurulmasın insanlar. Mazlum diye dövülmesin insanlar. Masum diye
soyulmasın insanlar. Kirli pusularda can vermesin gençlerimiz.
Yitirilmesin gençlerimizde geleceğimiz. İnanıyoruz, güzel günlerde
gelecek, güneşte gülecek bizlere. İnsanlığını hala koruyabilenler
başaracak yeni bir dünyayı kurmayı. İnancımızın kuvveti, bedenimizin
kuvveti olacak, bedenimizin kuvveti kurtuluşumuzun ışığı olacak.
Kirlenmiş dünya elbet temizlenecek, temizlenmeye direnen yaratıklar
kendi kirlerinde tükenip gidecekler. Haysiyet mücadelesi, hakikati
hayatlaştıracak ve hayatsız kalan dünya yeniden hayat bulacak. Adaletin,
ahlakın, emeğin direnci, zaferi doğuracak. Doğan zaferler, yarınların
yiğitlerini yoğuracak. Sömürgenlerin kirlenmiş defterleri dürülecek,
elbet yaşatmayanlar ve yaşatmayarak yaşamı hak etmediklerini ispatlamış
olanlar kendi pisliklerinde geberecektir. Yaşamayı hak eden herkes bunu
inşaAllah görecektir. Batsın kahpe, namussuz, sömürgen, ahlaksız,
adaletsiz, zulüm dolu, riyakâr, adi insanların dünyası. Batsın bu dünya,
nesli tükenmişlerin dünyası! Yaşasın yenidünya, yaşamayı ve yaşatmayı
sevenlerin dünyası, yaşatmak için yaşayanların dünyası!
ŞEYTANİLERİN DÜNYASI...
Özgür DENİZ - 28.07.2015
Tarih: 28.07.2015
Okunma: 661
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.