Liberalizm, insanı, özü ağaç kurtları tarafından yenmiş bir ağaca döndürür. Birliği bozar ve kuvveti yok eder. Bugün liberalizme sığınmanın ardında despotik hareketlerden kaçma düşüncesi vardır. Yani buradan şöyle bir ince noktayı çıkarabiliriz; şeytanın meyveleri insanları zehirliyor, insanlar panzehir diye yine şeytanın meyvelerine uzanıyor. İnsan, eğer doğru düzgün bakmazsa asla farkına varamayacağı ve eğer dürüstçe ve samimiyetle üzerine eğilmezse çözemeyeceği bir kıskacın girdabındadır. Ufukları dar, zihinleri kısır, samimiyetleri harap, dürüstlükleri yalan olan insanların bu girdaptan kurtulma şansları yoktur. Ancak ideal sahibi olan ve dava bilinciyle yüklü insanlar, tuzakları görüp, bozabilme iradesine sahip olabilirler. Kendi değerlerini bırakıp, yabancı değerlerde kurtuluş arayanlar, kaderleri üzerinde söz sahibi olmak iradesini terk etmişlerdir. Liberalizm, şeytanın, insanlık bağlarına salıverdiği yılanların en tehlikelisi ve zehirlisidir. İnsanlık liberal denilen pezevenklerin tasallutlarından mutlaka kurtulmalıdırlar. Liberalizm ormanı yok etmek için çalışır. Çünkü ağaçlar tek kalınca daha kolay kırılıp, yıkılabileceklerdir. Ümmet-i Muhammedin çocukları, iradelerini etkisizleştirmişler ve kaderlerini her biri zehirli birer yılan olan Liberalist itlere teslim etmişlerdir. Çokluklarına güvenmektedirler ama iradeden, kararlılıktan, cesaretten, ferasetten ve basiretten mahrum olan çokluğun gerçekte bir şey ifade etmediğini anlayamayacak kadar alıklaşmışlardır. Sözlerini muayyen zaman dilimlerinde üzerlerine çöken karanlıkta kaybetmişler, sözle öz yapma ve özle devleşme düşlerini terk etmişlerdir. Köklü bir değişim planları yoktur. Kuşatıcı söylemleri yoktur. Hayat paradigmalarını unutmuşlardır. İşte bu yüzden de kolayca Liberalizmin gülümsermiş gibi görünen yüzüne aldanmaktadırlar ve kaderlerini o gerçekte aşağılık bir zehirli yılan olan Liberalizme-Liberallere teslim etmektedirler. Müptedi lider figürlerinden, Obama misali, medet umar hale gelmişlerdir ne acı. Haddizatında bu sonuç doğal bir sonuç gibi de geliyor insana. Çünkü insan, kaderinin bir nevi inşacısıdır, işçisidir. Ödev ve sorumluluk sahibidir, böylece kaderi üzerinde etkindir. Şöyle bir durum var; toplumu ilgilendiren şeyler, bilimle alakalı şeylere benzemezler. Bilimde, deneylerle, gözlemlerle, araştırmalarla çok kısa bir zamanda net sonuçlara ulaşabilmeniz kabilken, toplumla ilgili şeylerde sonuç almanız yıllarınız hatta on yıllarınızı alır. Üstelikte net bir neticeye ulaşmanız zordur. Yani Allah seçimi insana bırakıyor ve sonuçlarına katlanmasını da istiyor. Çünkü insana akıl vermiş, kalp vermiş, vicdan vermiş, irade vermiş. Zorlama da yapmamış ve hür bırakmış. Diyeceğimiz odur ki; insanoğlu, bizatihi seçimini yapıyor ve yaptığı seçimin neticelerini de yaşıyor. Bu telakki, bazı kardeşlerimizi yanlışa sevk edebilir; o zaman bırakalım her şey doğal mecrasında akıp gitsin diyebilirler, yaşamın zevklerini tatmak arzusuyla. Fakat bu tehlikeli bir yanılgıdır. Mezalimler asla doğal değildirler ve Allah’ın takdiri de değildir. Yaşanılacağı düşünülen şeylerde illa yanılacak diye bir kaide yoktur. İnsanoğlu, iradesini ve cesaretini ortaya koyabilir ve suyu tersine akıtabilir. Kaderinin gidişatını kendi ellerine alabilir. Ama bu da yürek, sabır ve cesaret gerektirir.
Müslümanlar, liberalizmin zehirli meyvelerini, bir tarağın dişleri gibi kardeşçe bir arada yaşama iradesi göstererek ve birbirlerine karşı sorumlu oldukları bilincini taşıyarak etkisiz kılabilirler ve kılmakta zorundadırlar. Müslümanların ferdiyetçilik zehriyle zehirlenmeleri, kadim ve kudretli devin mutlak çöküşünü intaç etmekten başka bir netice vermeyecektir. Bilmeli ve inanmalıyız ki; şeytanın çocuğundan yine şeytanın diğer çocuğuna kaçmayalım. Bizim kimliğimiz bellidir ve Allah tarafından bahşedilmiştir. İnsanlık, ideolojilerin çemberinde derin acılar yaşamış, sürgünler yemiştir. Ödevlerimizin ve sorumluluğumuzun bilinciyle, farkındalığıyla yaşamamız şarttır. Biz istesekte, istemesekte, kaçsakta söz ikmal olunacak, öz inşa olunacak ve dev uyanacak. Mutlak kader bizi bu kutlu sona götürecek. Mutlak nurla nurlanacak, aydınlanacak dünya. Korkanlar, korktuklarını yaşayacaklar. Başka yolu yoktur bunun. Çünkü her yapılan tercih, korkularla, aldanışlarla, zorbalıklarla yapılmıştı. Bu ise seçme iradesine ve hürriyetine aykırıydı ama Allah zorlamaya karşıydı. Her tercih, bilinmeden, anlaşılmadan, tanınmadan, tadılmadan yapılmıştı. Cebir vardı, tezvirat vardı, tedhiş ve kumpas vardı. Velakin, bu tür durumların ortaya çıkardığı her sonuç, insanlık tarafından kusulmuştu, kusulmaktadır, yine kusulacaktır. Vicdana mugayir tercihler, öz ruha muhalifti, söze muhalifti ve tepelendi, yine tepelenecektir inşaAllah. Derinden derine kutlu seferler İslam’a doğrudur ve mutlak muzaffer olacak olan İslam’dır. Düşmanlar isteseler de, istemeseler de bu tahakkuk edecektir. Ki herhangi bir ret imkânı da olmayacaktır bu kutlu sonu. Çünkü isteyen, yine insanın bizatihi kendisi olacaktır. Tıpkı diğerleri gibi. İnsan için en öğretici olan yol, deneyerek ve yanılarak ve yaparak öğrenme yoludur. İşte olan şey budur. İnsançocukları her şeyi denemişler, yapmışlar ama yanılmışlardır. İşte bu yüzden en güzel sonu spontane olarak ittihaz edeceklerdir. Zira denediler ve denedikleri yanlış çıktı, yanıldıklarını gördüler ve nihayet deneyecekler ve yanılmayacaklar, yanılmadıklarını gördüklerinde de özlerinden, sözlerinden fışkırdığını görecekler son deneyimin. Tıpkı Mekke’nin fethi gibi, spontane netice, aldanmadan, yanılmadan, gönüllü kabul ve mutantan zafer. Ortak vicdan, yani temiz ve lekesiz vicdan, yani insanın vicdani özü bunu bekliyor ve geldiğinde reddetmeyecek, edemeyecek. Zira buna sonsuz susamış olacak.
Şimdi insanlığın akın akın hakikate yönelmesi ve doğacak hakikat güneşini spontane kabullenip, o Yüce Güneşi selamlamaları asla tarihi bir zorunluluğun sonucu olmayacaktır. Zira tarihi zorunlulukta, insanın tercihi, iradesi, kararı diye bir şey yoktur. İnsan basit bir etkisiz elemandır böyle bir zorunluluk durumunda. Hülasa, böyle bir şey saçmadır, safsatadır. Bizim izah ettiğimiz şeyde ise, uzun süreçli deneme, yanılma, yaşama gibi sessiz olaylar mevcuttur. Yani insan bugüne kadar tercihini yapmıştır ama yanıldığını anlamıştır, acılar, sancılar, sürgünler yaşamıştır. Ve tüm bu tecrübelerin ışığında yeni bir tercihte bulunacaktır. Hür irade, hür karar ve hür tercih olacaktır burada. Nice canlar feda edilmiştir bu yolda, niye kayıplar olmuştur maddi ve manevi. Ve yaşayamadan ölüp gitmişlerdir nice insanlar. Ki toplumsal olaylar çok uzun süreçlerden sonra gerçekliğini göster ve yapılan tercihleri en az elli yıl, belki daha da fazla yaşamak zorunda kalır insanlık. Ve bugüne kadar mütemadiyen böyle olmuştur. Toplum düzenlerinin teorik temelleri olarak bildiğimiz paradigmalar, uzun süreçler dâhilinde yapılmış, yaşanılmış ve sınanarak bir karara varılmıştır. İşte tam da bu sebeple, yani daha öncekiler detaylıca ve etraflıca bilindikleri hatta yaşandıkları için ve insanlığa da acıdan, gözyaşından, kandan başka hiçbir şey veremedikleri ve vaat edemedikleri için, insançocukları yeni süreci ve onun teorik altyapısını yine kendi hür iradesi, tercihi ve kararıyla spontane olarak ittihaz edecektir. Durum bundan ibarettir. Hiçbir insanoğlu çıkıpta diyemez ki; ben, insanı ve toplumu laboratuvara götürüp deneyeler yapacağım, inceleyeceğim ve bir sonuca ulaşacağım. Böyle bir şeye tevessüle den dünyanın en bön ve alık tipidir. Tabi bu arada yeni zamanlarda kuru, kof radikalizm de nihayet bulacaktır. Filhakika, radikal mevhumu özünde olumsuz bir anlam ifade etmez. Felsefi temelde baktığımız zaman, galiba, öze mütenasip var olma iradesi göstermek demektir. Ama yaşadığımız zaman süreçlerinde radikal mevhumu hep yanlış telakki edildi ve yanlış yönde istimal edilerek suiistimal edildi. Kahir ekseriyetle, cahil, sekter kitlelerin elinde mevhum, tahrif ve tahrip edildi ve radikal mevhumundan insanlık soğutuldu. Tabi Yüce İslam’a zararı da cabası. Bugün bulunduğumuz yerden baktığımız zaman müşahede ettiğimiz manzara budur. Hayat ne gösterir, neler olur, gelecek nelere gebedir bilemeyiz elbette ki.
Tabi böyle bir dönemde şöyle bir şey olacak, izin verilirse ve kendini sunduğu gibiyse liberalizm. Ki haddizatında değildir ve yemiyoruz ama neyse. Hani hürriyet gelecek ya. Hani insan hür olacak ve hürriyet içinde konuşacak ve yazacak ya. Hülasa, hayat şeffaf olacak ya, işte insanlık her şeyi gözleriyle görecek, kafasını kullanırsa anlayacak, kalbi çalışıyorsa hissedecek. Şeffaf olamayan kayıpları oynayacak. Herkes kendini açık ve net olarak ortaya koymak mecburiyetinde kalacak. Küfürsüz, kavgasız, baskısız fikri paylaşımlar yaşanacak güya ya. Kapalı modda olanlar tamamen kapanacak yani kaybedecek. Kurumsal zorlama devride son bulacak. Bir nevi mürailik devri bitip, samimiyet devri başlayacak. Çünkü insan muhakkak olarak dünyaya gömülecek. Ki böyle bir şey tahakkuk ederse şayet, insan için en zorlu imtihan bu olacak elbette ki. Bir anlamda ayıklanma zamanları diye tavsif edebiliriz. Biliriz ki, kapalı ve karanlık zamanlarda; alıcılar kapalı, vericilerle kontak yoktur, istenildiği gibi davranmak kolaydır. Anlayacağımız, temiz ve iyi olmayan yoktur. Maskeli balodur yani oynanan. İyi pozlar vermek, kendini temiz gibi sunmak kolaydır. Dağda ki sahabe hayatını yaşamak kabildir yani. Olması icap edense, insanlık denizine açılabilme cesaretini kuşanmak, o denizde kir tutmadan kalıp yaşayabilmek hatta denizi kirlerden arındırabilmektir. İnsan, sınanmaktadır. Zira insan, imtihan sürecindedir. Ya kaybedecektir ya kazanacaktır! Ayıklanma süreci nihayet bulunca, Allah takdir ederse, temiz kullarını, samimi ve iyi niyetli kullarını, inhiraf etmemiş ve dalalete yönelmemiş kullarını, imanlarında tahribat ve tahrifat hâsıl olmamış kullarını elbette ki muzaffer eyleyecektir ve onların, kardeşlik hukuku temelinde, Adaletin, Barışın, Sevginin, Muhabbetin yurdu olacak olan Erdem Kentini tesis etmelerini sağlayacaktır. Hülasa; insançocukları var oldukları günden buyana imtihanın en çetin dönemlerinden biriyle karşı karşıya kalacaklardır. Yani kutlu dönem, mutlak nurun tulu edeceği dönem, insanın bizatihi kendi elinin, aklının, iradesinin, tercihinin, kararının ürünü olacak yine. Aklın, zevahirde aydınlık olan ama batında karanlığın hükümferma olduğu imparatorluğu yıkılırken; vicdanın, zevahirde karanlık olduğu damgasını yiyen ama batında mutlak aydınlığın ta kendisi olan hakiki hakemliğine yerini bırakacak.
Hayatta şöyle bir şey var: insanlar, İslam’ı bir düzen olarak algılıyorlar, devlet olma hedefi olan bir din olarak telakki ediyorlar ve ideolojilerde bu şekilde empoze yapıyor. Böyle olunca insanlar dinden uzaklaşmaya başlıyorlar. Çünkü dinin devlet iddiası olduğunu iddia edenler, din devletini de kafalarına göre dizayn ediyorlar ve kendi yaptıkları dizaynı işte din devleti budur diye sunuyorlar ve böylece insanları korkutuyorlar. Böyle olunca da, insanlar ideolojiler arasında gidip geliyorlar. Yani karanlık bir girdabın içinde umutsuzca dolanıp duruyorlar, çaresizce çırpınıyorlar kanadı kırık kuş misali. Bir şu ideolojide demirliyorlar, bir bu ideolojide demirliyorlar ama hiçbir ideoloji de dertlerine derman olmuyor. Çünkü tümü de özde aynıdır. Gayeleri, kendinden kaçan insanı yine kendi kardeşi olan bir ideolojiye yönelterek, kendi tezgâhına hizmet etmesini sağlamaktır. Son raddede de şeytana hizmet etmektir mutlak gaye. Bu arada kurtuluş için din akıllarına bir türlü gelmiyor. Ama insanlar bilmiyorlar ki, tüm ideolojilerin mahreçleri de aynıdır, hedefleri de aynıdır. Ki dinin de, bir din devleti ideali yoktur. Ki din devleti diye bir şeyde olmaz. Ahlakı, adaleti, hürriyeti temel alan ve bu insani-İslami-milli değerleri kanunlarının özü yapan devlet olur. Yani adalet devleti olur, ahlaklı devlet olur, kardeşliği eksen alan devlet olur, hürriyeti gaye edinen devlet olur. Allah, hiçbir zaman, dinimi devletleştirin demez ama adil olun der, hakkı gözetin der, ahlaklı olun der, ekini ve nesli katletmeyin der, insanlara baskı uygulamayın der. Çünkü İslam, en ulvi değerlerin bileşkesidir. Adaleti kim arzulamıyor? Ahlaksız bir toplumu kim ister? Hürriyetsiz yaşama evet diyen var mıdır? Ki zaten bu değerlerin egemen olduğu bir devlet olduğu zaman, o devletin nasıl bir devlet olduğu önemli midir ki? Ki zaten o devlet, adalet devletidir. İslam’dan rengini, biçimini, kokusunu, tadını alan bir devlettir. Ki bu değerleri en ideal düzeyde tazammum eden olgu İslam’dır. Ama insanlar bilmiyorlar! Çünkü kendi akılları, gönülleri, vicdanları temelinde hayata bakmıyorlar, hayatı düşünmüyorlar, anlamıyorlar. Akılları da, gönülleri de, vicdanları da, iradeleri de ipotek alına alınmış durumdadır maalesef, içerisinde bulundukları dairelerin başındakiler tarafından. İnsan kendisini muhasara altına alan zindanlardan kurtulmadıkça, hakiki hürriyetine kavuşamayacaktır ve zindanların kapılarında bekleyen kırbaçlılarca yönlendirileceklerdir. İnsanı diriltecek yegâne kaynak vardır, o da; Kur’an’dır. Gayrısı laf-ı güzaftır, safsatadır. Çünkü mutlak hakikat budur! Başka bir hakikat vallahi de, billahi de, tallahi de yoktur, badema da var olmayacaktır. Bunu insanlık Kur’an’a gelsin diye söylemiyorum, tamamen nesnel bir temelde söylüyorum. İnsanlık ister gelsin, ister gelmesin bu kendi vereceği kararın neticesi olacaktır. Ha bu arada gelmesini ister miyim? Elbette ki isterim. Belki nesnel konuşurum, zira tercihler hür olmalıdır ve seçimler ideal düzeyde yapılmalıdır ama İslam’a gelmesi ve kurtulması da en yüce dileğimdir. Çünkü söyle bir kaideyi benimserim; insanlar bir yere gelsinler diye, yalan yanlış konuşmam, kafama göre atıp tutmam. Çünkü neyin ne olduğu bilinerek gelinirse, orada ayaklar yere sağlam ve emin şekilde basılır ve hayal kırıklığı yaşanmaz. Benim vazifem hakikati izhar ve izah etmektir. Allah, bana bu vazifeyi emretmiştir. Ve araştırmalarım neticesinde ulaştığım doğruları milletime haykırmak namus burcumdur Cemil Meriç üstadımın tavsiyeleriyle.
İnsanlık ailesi için, bahusus Müslümanlar için mutlak ve muhakkak olan bir şey vardır; o da, yüreğimize ve oradan da tüm mevcudiyetimize hükmeden, nihayet hayatımızı baştan sona şekillendiren iman ve o imandan doğan ulvi değerler, erdemlerdir. Âdem’in ve Havva’nın çocuklarına yol gösteren, yön tayin eden ve varlıklarına anlam katan ve katacak olan yegâne şey; niçin var olduğumuz ve nasıl yaşayacağımız gibi özünde soru anlamı taşıyan ama varlığımızın hikmetini münderiç olan yüce ve yüksek değerlerdir. Ama bizi biz yapan, varlığımızı anlamlandıran ve yolumuzu, yönümüzü tayin eden bu değerler dehşetli tazyikatlara maruz kalmaktadır. Dinin devri ikmal olunmuştur, zaman maddi üstünlük zamanıdır, bu da teknolojik terakki ile kabildir gibi aldatıcı fısıltılarla, yüreğimizde ki imana ve o imandan fışkıran değerlere saldıran Komünizm, Kapitalizm, Liberalizm, Faşizm gibi ideolojilerin kıskancındadır insanlar. Sağcılık ve solculuk oyunlarıyla insanları kandıran ve öz benliklerinden inhiraf etmelerine sebep olan ve mutlak gayeleri dünya nimetlerine el koymak olan iktidarların zehirli komplolarıyla karşı karşıyadır âlem-i insanlık. Din, insanı koruma ve yaşatmayı gaye edinirken, ideolojiler insanın düşüşü pahasına değerleri geri plana atarak, terakkiyi gaye edinirler. Ama terakki dedikleri şey, aldatıcı bir maskeden ibarettir ve bu içi boş, hedefi belirsiz gaye için, nice vahşetlere imza atılmakta, insanlık kaybolmakta, insani-İslami-milli değerler çiğnenmektedir. Kıyıya vuran küçücük yavrumuz, işte bu kanlı, kirli, karanlık zihniyetin tevlit ettiği bir sonuçtur. Şunu da bilmeliyiz artık; inanmış yüreklerin kantitesi değildir mühim olan, kalitesidir. Çokluk başarı değildir asla. Nitelikli bir yapı ortaya çıkıyorsa, işte asıl başarı odur. Eğer iman büyümüyor, yüreklerde kök salıp gelişmiyorsa ve sadece imanlı insanların sayısından bahsediliyor ve bu önemseniyorsa, orada derin bir zihinsel çöküş vardır. Maalesef bu durum, bugünkü Müslümanların bir açmazıdır. Daima niceliği ön plana alan Müslümanlar niteliğe gereken önemi vermemişlerdir. İçinde bulunduğumuz durumun en birincil sebeplerindendir bu durum. Eğer ki bir din, zamanda donup kalmışsa, hareketini ve ivmesini kaybetmişse, yönlendirici etkisi kalmamışsa ve fanusun içine sıkışıp kalmışsa, milyarlarca müntesibi olsa da hiçbir anlam ifade etmez. Bizim idrak edemediğimiz ince nokta burasıdır. Dinin bağlıları değildir önemli olan, o dinin insanlık üzerinde ki tesiridir, dönüştürücü gücüdür. Bir bedeviden, bir medeni çıkarıp çıkaramadığıdır. Müslümanlar olarak sayıcı çoğuz, peki hükmümüz nedir Allah, vatan, namus aşkına? Hakikat acıdır cancağızım!
Son tahlilde; eğer hayat sahasında, fikir dünyasında ve hareket alanlarında, ki bir şeyin varlığını derinliğine hissettirdiği yerlerdir buralar, toplum yapısının dönüşümünde ve genç neslin bilinçlenmesinde, kültürel değerlerin yenilenmesinde, korunmasında ve toplumu şekillendirmesinde, tarih ırmağının istikbale akışında, yüreğimize, aklımıza ve tüm mevcudiyetimize tesir eden imanın bir payı var mıdır, yok mudur, asıl odaklanmamız, tetkik ve tahlil etmemiz icap eden yer burasıdır. Maalesef bizim baktığımız yer hiçte burası değildir, bilakis ne kadarız diye soruyoruz ve ne kadar olabilirize odaklanıyoruz mütemadiyen. Bugün hayata baktığımızda, hayatımıza etkide ve katkıda bulunan hiçbir yerde dinin, imanın hükmü yoktur. Eğitim kurumlarını düşünün. Basın âlemini düşünün. Sanat dünyasını düşünün. Hatta mabetlerimizi düşünün. Yazın ve düşün kulvarını düşünün. Sayıca çoğunluğuz öyle mi? Geçelim! Bakınız Siyonist şeytan ne diyor; ‘’Liberalizm denilen melanet, devlet denilen mekanizmanın çarklarını işlevsiz kılan, toplum denilen organizmayı zehirleyen bir şeydir. İnsanı öldürdüğü gibi, toplumu ve devleti de öldürür. Kan zehirlenir ve damarlar iflas eder. Can çekişmesi yaşanır ve beklenen son; ölümdür. Değerleri çürütür ve insanı yalnız, korumasız, savunmasız bırakır. Liberalizm dediğimiz şey, yasaya istinat eden devlet yapılarını tevlit etmiştir. Anayasa dediğimiz şey ise kısaca şudur; uyumsuzluk, kavga, politik ajitasyon, anlamamazlıktan gelmez, politikacı kaprisi gibi olayların yaşanmasına sebep olan şeydir. İşin özü, devlet dediğimiz varlığın, şahsiyetini tahrip etmeye yarayan her hareketin tecrübe edildiği mektep tarzı bir şeydir. Bizim müsaade ettiğimiz ana kadar yani bizim krallığımızın tanınacağı ana kadar liberalistler bize hadim olmaya mahkûmdurlar.’’
En son tahlilde; En son tahlilde; İslam ile Liberalizm imtizaç ettirilemez. Türk Milleti liberalizmle anılamaz. Türk Milleti Müslümandır ve Türk kimliğinin tarihsel ve derin anlamına sahip olan birinin liberalizmle yakından uzaktan alakası olamaz ve Türk Milletinin de hiçbir zaman liberalizmle bağı olmamıştır. Liberal zihniyete sahip olanlar ise, Türk Milletine bile düşman olan ama kendilerini Türk kimliği arkasına gizleyen ve üstelik Türk Milletinin aziz evlatlarını yobazlıkla, sekterlikle ve faşistlikle itham eden şerefsizlerdir. Zira Türk Milleti ile liberal düşüncenin yanyana gelmesi, anılması tahayyül bile edilemez. Türk Milletinin, hiçbir sultanı, hanı, hakanı, padişahı liberal değildi. Bunu becermeye, kotarmaya çalışan aldanmıştır, aldatmaktadır. Fikrin namusuna sadık olandan böyle bir hareket beklenmez. İstediğiniz kadar şirinlik yapın, sevilmek için gayret edin bu hayaldir. Tasavvuru bile muhaldir. Bilmeden, anlamadan, farkında olmadan yapanlar affa mazhar olabilirler belki ama bilinçli, şuurlu, farkında olarak buna tevessül edenler yanlış yoldadırlar ve İslam’a, Türk kimliğine, kardeşliğe ve kadim tarihe, ceddimize ihanet içerisindedirler. Bugün Beyaz Türk diye anılan namussuz ve hain zümrenin İslam Dinini ve Türk Kimliğini tahrip ve tahrif etmek için kullandığı bir argümandır liberalizm. İslam nasıl bir dinse, liberalizm de bir dindir. Gayrısı laf-ı güzaftır, angaryadır, hikâyedir.