‘’Dosdoğru olmaya emrolundum.’’ ÖZGÜR DENİZ
‘’Hayat, yalanlarla yaşayacak kadar uzun değil bebeğim!’’ ÖZGÜR DENİZ
Bizim yapmamız gereken; insanlık denizini kan denizine çevirmekten, insanın ruhunu söküp alarak insanı kirletmekten, aydınlığı karanlığa çevirmekten başka hiçbir marifeti olmayan vahşi, barbar, zalim Batı Uygarlığının, politik, ekonomik, sosyal, psikolojik, kültürel emperyalizminden bir an önce kurtulmak ve özümüze dönmektir. Batı’nın; zihnimize, kalbimize, vicdanımıza monte ettiğimiz pisliklerini söküp atmalıyız. Allah, vatan, namus aşkına düşünelim bir kerecik; Batı bize ne verdi, bizden alıp götürdüğü nedir? Her şeye bu temelden bakarsak çok şeyi halletmiş olacağız Allah’ın izniyle. Geçelim!
Biz zannediyoruz ki, biz bir şeye inandıysak, inandığımız şey muhakkak doğrudur, öyle ya doğru olmazsa biz inanmazdık! Ve hangi yönden, ne şekilde inanmışsak, bir de bu haliyle doğrudur üstelik. İnanmışız, ya da inandırılmışız, hiçbir şey fark etmez. Oysa bir de o şeyin gerçekliği vardır. Gözlerimizle görüyoruzdur, aklımızla anlıyoruzdur, kalbimizle seziyoruzdur, vicdanımızla hissediyoruzdur. Bizim farklı bilmemiz, gerçeği asla yok etmez bunu bilmeliyiz. Biz sevdik diye, sevdiğimiz şeyin çirkinliği örtülmez. En basit ve sarih bir misal verelim; biz teröriste oy verdik diye, terörist, terörist olmaktan çıkar diye bir şey olamaz. Yani biz gerçeğin tersine inandık diye, gerçekten kıymık eksilmez. Gerçek yine yerinde durur, biz sadece kendimizi aldatmış oluruz. Şunu yapamıyoruz; inanacaksak, seveceksek yine inanalım, sevelim ama inandığımız ya da sevdiğimiz vs. şeyin aslının ne olduğunu da bilelim. İşte uyanışın ve dirilişin kıvılcımı birazda burada gizlidir diye telakki ediyorum naçizane kanaatimce. Çünkü o zaman kesin inanışlardan vazgeçip, sormaya ve sorgulamaya başlayacağız. Sorgulamak demekte, statükoları sarsmak demektir. Kalıplaşmış algıların altüst olması demektir. Kesin inancın yerle yeksan olması demektir. Zulüm düzenlerini zir-ü zeber etmek demektir. Koşulsuz şartsız itaatin hitam bulması demektir. Tiranların saltanatlarının sarsılması demektir. Hakikate hasretin bitmesi ve hakikatle kucaklaşılması demektir. Keza, PKK, Kapitalizmin kapısında ki yal bekleyicidir. Bu gerçektir. Peki, birisi çıksa dese ki hayır böyle değildir. Peki, bize hangi argümanları sunabilir böyle olmadığına dair? Ama bizim sürüyle argümanımız vardır, iddiamızı ispatlayacak. İdeolojilerde aynıdırlar, ama biz inanmak istediğimiz taraflarına inandığımız için ve o taraflarını aklımıza, kalbimize kabullendirdiğimiz için doğru sanırız. Oysa hiçte öyle değildir ve bu anlayış hiçte doğru değildir. Ama biz inandığımız için doğru biliriz, doğrudur deriz inadına. Biz bundan farklı inanıyoruz diye, gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir ve bizim bildiğimizde gerçek olmayacaktır. Çünkü bunlar gerçeklikten öte hakikattirler. İşte demokrasizm denilen melanette aynen böyledir. Ama biz farklı inanmışız ya da bize farklı tanıtılmış ve biz de hiç sorup, sorgulamadan inanmışız, şimdi iyi bir şey olarak biliyoruz. Oysa tüm bildiklerimizi unutup, her şeyi yeni baştan öğrenmeye başlamamız iktiza ediyor. Zihnimize, hafızamıza güçlü bir format atıp, yeniden kurmamız icap ediyor. Bilakis, dünden bugüne nasıl gelmişsek, bugünden yarına da aynı şekilde gideriz ve yaşayamadan tükenir, biteriz. İlerleyen zamanlarda değineceğiz ama bazı küçük ayrıntılar vermek istiyorum; Türk’ün tabiatında da, tarihinde de demokrasizm melaneti yoktur. İslam’da var mıdır, yok mudur münakaşasını yapmayı bile mutlak cehalet olarak telakki ediyorum, böyle bir şeye girmeyi de haddini aşmak olarak değerlendiriyorum kendi açımdan. Hz. Ömer adil miydi, demokrat mıydı? Kendine bir iş için gelen kişiye; devlet işi mi, kendi işin mi diye sorar? Kendi işi olduğunu beyan edince, hemen devlete ait olan mumu söndürür ve kendine ait olan mumu yakar. Olay bitmiştir. Asıl olan adalettir ve Allah’ta bize demokrat olmayı değil, adil olmayı emreder. Ki tarihte ki demokrasizm apolojisini yapanların tıynetlerini de çok iyi biliyoruz. Demokrasi nedir bilir misiniz? PKK örgütüne silah doğrultmamak demokrasidir. Devlete, millete, kardeşliğe kusan teröristi, milletin meclisinde, milletin alın teriyle beslemek demokrasidir. Eş değiştirme yöntemiyle ahlaksızlık yapmak ve bunu özgürlük telakki etmek demokrasidir. Bir birini hiç tanımayan insanların bir araya getirilip, birbirileriyle öpüştürülmeleri demokrasidir, ki geçenlerde gavur ellerinde gerçekleştirilen bu ahlaksız hareket, bu topraklara getirilmeye çalışıldı. Ve siz tüm bunlara karşı çıktınız mı, haddinizi bilin ulan kanı bozuklar, sütü bozuklar dediniz mi, hemen demokrasi düşmanı oluverirsiniz. Oysa bu tür pislikler, kahpelikler, ihanetler, ne Türk’ün tabiatında vardır ne de Türk, tarihinde böyle namussuzluklara eyvallah çekmiştir. Çünkü Türk Milleti, İslam’dır. Ama Türk Milletini, İslam’dan uzaklaştırmak ve öz tabiatına, öz benliğine yabancılaştırmak için en tolere edilebilir kavram olarak demokrasiyi öne sürüyorlar ve böylece sessizce bu milleti çökertiyorlar, her yönden. Karşı çıktınız mı da, faşist oluyorsunuz, irticacı oluyorsunuz. Geçelim!
Bir sel düşünün. Sokağın tüm pisliklerini alır gelir ve yuvanızın içine boşaltır. Temiz ne var yoksa her şey kirlenmiş ve kullanılamaz hale gelmiştir ya da sel alıp götürmüştür. Kullanılsa bile artık eskisi gibi olmaz. Bakakalırsınız öylece, çaresiz, perişan! İşte demokrasi de bir sel gibidir. İslam evini tahrip ve tahrif etmiştir. Müslüman Türk milletinin kapısından girmiş, aklını karıştırmış, gönlünü harap etmiştir. Temiz akıllarımızı ve gönüllerimizi kirletmiştir. Yaşam membaımız olan ne kadar ulvi değerimiz varsa hepsini kirletmiştir ya da alıp götürmüştür. Bize pislikten ve tefessüh etmiş bir akıldan, gönülden başka bir şey kalmamıştır. Öylece bakakalmışız ama ne hazindir ki alışmışız! Geçelim!
Şimdi hep demokrasiyle yatıyor ve kalkıyoruz. Peki, nedir bu demokrasi? Aklımıza gelen nedir demokrasi deyince ya da demokrasi diye bize sunulan veyahut aklımıza sokulan nedir? Hürriyet geliyor, eşit şartlarda yaşamak geliyor, insan hakları martavalları geliyor, çoğunluğun iradesi geliyor vs. Tabi şimdi geliyor derken, haddizatında böyle bir şey yok ama böyleymiş gibi sunuluyor. Tanımlama bitevi bu şekilde yapılıyor. İnsanlığa ait kadim değerlerin bileşkesiymiş gibi dilimizde pelesenk olduğu için aklımıza bu haliyle geliyor. İnsanlar demokrasi hakkında ciddi bir doneye sahipte, demokrasi, bahsettiğimiz değerleri münderiç bir olgudur diye bir gerçeklik yoktur yani. Maalesef, insanlar savunduklarını bilmezler kahir ekseriyetle ve bildiklerini de savunmaktan uzak dururlar. Ne yazık ki, apolojisini yaptığımız çok şeyi bilmeyiz. Savundukları olguya dair, doğu düzgün bir doneleri, argümanları yoktur. Anlamlı bir izah yapmaktan uzaktırlar. Sığ, dar kalıplarla, klişeleşmiş laflarla konuşmaya çalışırlar. Papağanımsı ve sloganik ifade tarzı kendini gösterir. Ne müntesibi olmakla gurur duyduğumuz ne de muhalif olmakla kibre kapıldığımız paradigmayı biliriz. Hakikati izhar edersek, demokrasi aklımıza geldiği ilk anda, kandan, ahlaksızlıktan, adaletsizlikten başka bir şeyi tasavvur edemiyoruz. Ne kadar pislik, pespayelik, müptezellik, muzırlık varsa demokrasi kılıfı ardında vatan topraklarımızı, beden coğrafyamızı işgal ettiğini müşahede ediyoruz. Despotizm, dalkavukluk, vampirlik, yağma, yalan, ihanet aklımıza geliyor. Karşı çıktığınız zaman da, bu ülkede demokrasi var kardeşim oluyor! Ahlaksızlık yapamazsınız; demokrasi var kardeşim. İhanet edemezsiniz; demokrasi var kardeşim. Güvenlik teşkilatlarına kurşun sıkamazsınız; demokrasi var kardeşim. Hainler meclise girmemelidir; demokrasi var kardeşim. Basın, fitne ateşi yakamaz; demokrasi var kardeşim. Şahsen, demokrasi olduğu söylenen bir yerde, pisliklerin ortaya saçılmasından başka bir şeye şahit olmadım. Badema da şahit olacağımı düşünmüyorum. Demokrasizme tapınç içinde olanlardan da insançocuklarına zerre fayda geldiğini görmedim, geleceğine de inanmıyorum.
Demokrasizme; aklen ve kalben, bilinçli ve farkında olarak, mutlak tapınç içerisinde olanlar, İslami-insani fıtratı tahrif ve tahrip ederek rant elde eden zümrelerdir. Çünkü bilinci kayan insanın, hayatı da mutlaka kayar ve hayatı kayan insanlarda zalimlerin ellerinde oyuncak olurlar. İnsanlık denizine atılan zehirli oltalara takılıp, kahpelerin sofralarına meze olurlar. Milletimiz öyle garip bir millet olmuştur ki, ne söylenirse hemen inanıveriyor. İnandığı şey, aziz varlığına suikast tertip eden bir şey olsa bile. Ve ömrünü yalanlar uğrunda berhava ediyor. Demokrasizm, gayr-i insanı bir düzenin adıdır. Her düzenin bir kaidesi vardır, demokrasizm ise kaidesizdir. Yani en tehlikeli, en berbat düzendir. Her türlü ahlaksızlık ve ihanet meşrudur bu düzende. Ahlaksızlığı temel alan yegâne düzendir. İnsanları tabir caizse, başıboş bir sürüye döndürür. Kimse, kim olduğunu, ne olduğunu bilemez, anlayamaz. Hür olduklarını, istedikleri gibi yaşadıklarını ve kendi iradeleri ile kendilerini yönettiklerini sanırlar. İnsanlığa kan kusturan komprador ve müstebit tiranlar, zincirleri koparılmış ve insanlık ormanına salınıverilmiş hayvan sürüleri gibidirler. Demokrasizmin olduğu yerlerde çok kolay avlanırlar. Dar, sığ ve yavan bir nosyondur demokrasi nosyonu. Asil, ulvi, yüksek bir mahiyetten yoksundur. Lafa bakarsanız, böyle bir yönetimde, milleti, milletin kendi şahsiyeti idare etmektedir. Velakin, hiçbir zaman böyle olmamıştır, badema da olmayacaktır. Milletin özruhunu, asli kimliğini ortaya koyamadığı bir yerde, milletin kendi kendisini yönetmesi diye bir şey sözkonusu olamaz. Demokrasinin bağrında ihanet çiçekleri çok kolay büyür ve bir gün milleti sessizce çökertir. Demokrasizm kahpe bir tezgâhtır. İslam’ı ve Türk Milletini, derinden derine, sessizce çökertmenin yoludur.
‘’Doğruluk sapıklıktan, hak batıldan kesin olarak ayrılmıştır ve seçimde zorlama yoktur, tağutları bırakıp, Allah’a yönelenler muhkem bir kulpa tutunmuşlardır.’’ ÖZGÜR DENİZ
Şöyle bir düşünelim; niçin, tüm ideolojik baronlar, kan emici kompradorlar mütemadiyen demokrasiyi dillerine pelesenk ederler ve felsefenin sefaletinin onayı anlamına gelen bu şirk düzenini şiddetle arzularlar. Çünkü istedikleri gibi at sürebileceklerdir millet meydanında. Zira demokrasi perdesi ardında, insanlık üzerinde Demokles’in Kılıcını sallandırmaya alışmışlardır. Millet, sömürüye, ihanetlere, fitne ateşlerine, ahlaksızlığa ses edememiştir; niçin? Çünkü memlekette demokrasi vardır! Teröre deste verebilirsin, devlete başkaldırıyı savunabilirsin, ahlaksızlığı alenileştirebilirsin, kimlik ve din düşmanlığı yapabilirsin, niçin? Çünkü memlekette demokrasi vardır! Demokrasi düzeninde, kuvvetin ve erkin sahipleri daima muhtelif odaklar olmuşlardır. Onlarında ağababaları, küresel şeytani şebekelerdir. Milletlerin sürü yerine konulduğu, köle gibi ezildiği, bitevi aldatıldığı ve mütemadiyen soyulduğu en müptezel düzendir. İnsana muhaliftir, fıtrata mugayirdir ve fıtratı tagayyürata uğratır. Korkunun kölelerinin düzenidir. Allah’ın değil, yeryüzünde tanrılık taslayanların düzenidir. Ne sahabeler, ne âlimler, ne sultanlar, ne hakanlar, ne hanlar, ne padişahlar geldi geçti şu fani dünyadan ama hiçbiri böyle bir şey getirmedi âleme. Onlar adildiler, onlar doğruydular, onlar hukuka inanmışlardı, onlar otoriter devlete inanmışlardı ama onlar asla demokrasist değildiler, olmadılar.
Türk Milletinin kanına öyle bir sızdılar, öyle bir sızdılar ki; temiz, berrak, asil akan ve İslam aşısıyla kutsallaşan ve münhasıran yüce ülküler, büyük idealler, kutlu sevdalar için çağlayan olup fışkıran o kanı adeta zehirlediler. Türk görünerek zehirlediler, Müslüman görünerek zehirlediler. Mutlak Önderini (sav), Kutsal Kitabını, şeref ve izzet bahşeden, yükselten ve yücelten ulvi değerlerini, necip ceddini hatta ve hatta Allah’ını bile tanımaz oldu handiyse Türk Milleti. Yoksa kapitalizm şirretine, komünizm vahşetine, liberalizm lanetine, faşizm illetine, demokrasizm kahpeliğine tutulur muydu? Ceddine ihanet eder miydi? Bu kadar düşer miydi? Kimliğine ve dinine bu kadar bigane kalır mıydı? Önderinin (sav) izini ve sözünü terk edip, şeytanın izini ve şeytanilerin sözlerini takip eder miydi? Allah’ına isyan edip, tağutlara, putlara secde eder miydi? Hz. Hüseyin’in, Alpaslan’ın, Fatih’in, Selahaddin’in, Şeyh Şamil’in, Mete’nin, Kürşad’ın emanetlerine ve miraslarına ihanet eder miydi? Batı’nın pisliklerini bu kadar iştahla yutar mıydı? Temiz bünye, bu pislikleri bu kadar kolay sindirebilir miydi? Dün diz çöktürüp, üzengi öptürdüğü Haçlıların önünde bugün diz çöker miydi? Artık, Batı’nın tüm pisliklerini, layık olduğu yere, lağım çukuruna gömmeli ve üzerine kalıplarla beton dökmeliyiz. Ve bir an önce, sözümüzle dirilmeliyiz, özümüze dönmeliyiz. Kadim medeniyetimizin inşasına başlamalıyız. Ne yazık ki, bir medeniyet iddiamız, rüyamız bulunmamaktadır. Bulunsa da bu iddialarımıza, rüyalarımıza yönelik devasa hamlelerden ve o hamleleri hayata geçirecek büyük beyinlerden mahrumuz. Hem ahlaken dirilmeliyiz hem de madden dirilmeliyiz. Bunu yapmak için hiçbir kimseye, hiçbir harici unsura ihtiyacımız yoktur. Kendimizi bilelim kifayet edecektir. Bizim hamulemiz, bize yetecektir. Ne acıdır ki, bugün, Batı’nın pisliklerini faş ettiğimiz zaman, o pislik terkedileceğine, o pislikleri faşa edenlere kızılmaktadır hatta küfredilmektedir, yaftalar vurulmaktadır. İşte bu kadar zehirlenmiş durumdayız maatteessüf.
Bir şeyden, mecburiyetten istifade etmek vardır, yani yaşadığın zaman dahilinde o şeye mahkum olmak ve o şeyi zoraki yaşamak vardır, bir de o şeyi deruni dünyamızda benimseyerek o şeyden bilinçli ve farkında olarak istifade etmek vardır. İkisi çok farklıdır ve birisi tolere edilebilirken, diğeri asla tolere edilemeyecek bir şeydir. Elbette ki, şeytaniyetin muhasara altına aldığı bir dünyada teennili ve müteyakkız olmak iktiza ediyor. Amma ve lakin, asla ve asla unutmamalıyız ve hafızalarımızdan çıkarmamalıyız ki; demokrasizm denilen melanet, kimliğimize ve dinimize karşı istimal edilen en tahripkar, en tehditkar ve en netameli silahtır. Kimliğimizi ve dinimizi, tahrif ve tahrip etmektedir. Neslimizi tedricen yozlaştırmaktadır. Önce ahlaken bozmakta, sonra da mikropları aşılamaktadır zayıflattığı bünyeye. Ve hiçbirimiz de hiçbir şey diyememekteyiz. Öyle sinsi kullanıyorlar ki, maalesef bilinçsizce, hayasızca yapılanları bizde onaylamak ve yapanlara destek olmak hatasına düşüyoruz. İhanetler ardı sıra geliyor; dur dendi mi; ‘’DEMORKASİ VAR’’ deniyor. Emin olun olunuz ki, en despotik rejimden bile daha adi, daha tehlikeli bir rejimdir demokrasi rejimi. Çünkü en despotik rejimin bile kaideleri, kendi çapında ahlaki bir duruşu vardır. Ama demokrasi rejiminde ne kaide, ne de ahlak vardır. Düzensizlik, kaos, muamma, otoritesizlik ve kontrolsüzlük vardır. Kök değerler, İslami-Milli değerler, birer birer yıkılmaktadır. Her şey serbesttir. Nesli katletmeyi Allah yasaklamıştır ama demokrasi laneti buna müsaade etmiştir. Zira bunu hürriyet telakki etmekte, gençliğe öyle empozede bulunmaktadır. Ahlaksızlıklara hayır deyin de görün, ki zaten buna her dem şahit oluyoruz, hemen size yönelecek tazyik şu şekilde olacaktır; İrticacı, Faşist. Yani buna hepimiz her zaman tanıklık yapmakta değil miyiz Allah aşkına? Ahlaksızlığa hayır, ihanete hayır diye isyan ettiğiniz zaman, hemen saldırıya geçerler; vurun demokrasi düşmanına!
Hiçbir kimseyi, hiçbir şeye zorlamak ve hiçbir kimsenin hiçbir hürriyetini tahdit etmek derdinde de, sevdasında da değiliz. Ama bu vatanı canımız pahasına savunmak, bu milletin kadim ve kutsal değerlerini muhafaza etmek zorundayız. Ve bu vatana ihanet edenlere, bu milletin ahlakına darbe vuranlara dur demek mecburiyetimiz vardır. Bu bizim en kutsal ödevimiz ve İnsan-İslam olmaklığımızdan kaynaklanan sorumluluğumuzdur. Ki hürriyeti bile bilmiyoruz maalesef. Kimse kusura bakmasın, eğer ki, bu vatana ihanet ediyorsanız karşılığını mutlaka alacaksınızdır, eğer bu milletin derin ahlakına darbe vurma niyetindeyseniz bedelini mutlaka ödeyeceksinizdir. Zira böyle bir hürriyet yeryüzünde yoktur, olamaz, badema da olmayacaktır. Hiçbir kimseye, ne vatana ihanet edecek kadar ne de ahlaka darbe vuracak kadar hürriyet bahşetme ihanetine düşmeyiz, düşmeyeceğiz. Maalesef, demokrasi diye diye, tüm ulvi ideallerimizden vazgeçtik. Milli ve İslami değerlerimiz demokrasi zehriyle zehirlendi. Neslimizi adeta katlettik. Doğayı kirlettik. Otoriter devletten utanır olduk. İnsanlığımızı terk eder olduk. Bugün sanat zırvası adı altında, matbuat hürriyeti bahanesi ardında, lağım fışkıran dizilerin kir akan karanlığında, bu milletin derin ahlakına darbe üstüne darbe indirilmektedir. Manevi ve maddi dünyamızda fitne tohumları saçılmaktadır. Ruhlarımız muazzeptir. Devletin buna dur deme hakkı vardır ama hiçbir kimsenin ahlaksızlığı yayma ve ihanete yeltenme hürriyeti yoktur. Ve devlet ödevlerini yaptığı zaman o devlete dinci devlet, faşist devlet denemez. İşte insanlarımızda bu yanılgı da vardır. Tezgahlara aldanmaktadırlar. Devlet düşmanları, millet düşmanları, ahlak düşmanları, olması gereken bir handikapla karşılaştıkları zaman hemen demokrasi illetine sığınıp devleti itham etmektedirler. Ne gariptir ve acıdır ki, Anadolu’nun necip evlatları da bu manipülasyonlara hemen inanıvermektedir. Çünkü zihnen, kalben, vicdanen zehirlenmişlerdir. Ve doğruyu yanlış, yanlışı doğru olarak görür olmuşlardır!
Eğer Türk Milletinin bir evladıysanız, eğer Kürt kardeşlerimizin bir evladıysanız, eğer mutlak, muhakkak ve yegâne Hak Din olan yüce İslam’ın müntesibi iseniz, bir kerecik, aklınızla, kalbinizle, vicdanınızla, Allah, vatan ve namus aşkına aklediniz, derin tefekkürlere dalınız ve kendi kendinize namusluca sorunuz lütfen; Komünizm, Kapitalizm, Liberalizm, Faşizm, Anarşizm, Nihilizm ve Demokrasizm bizim neyimiz oluyor diye. Hakikaten neyimiz oluyor bunlar bizim? Nasıl olurda bunlara aklımızın, kalbimizin kapılarını açabiliriz? Cedlerimizden hangisi bunlardandır, bunlar uğruna can verip, can almışlardır? Bunlardan hangisinin bizim kadim medeniyetimizin derin kökleriyle merbutiyeti bulunmaktadır? Bunlar, insanlığa vermişlerdir ve insanlıktan ne almışlardır? Hangi hürriyeti, hangi adaleti, hangi barışı, hangi ahlakı, hangi kardeşliği bahşetmişlerdir? İnsanlığı birleştirmişler midir yoksa paramparça mı etmişlerdir? Geçelim! Demokrasi, tarihsel süreçte, güya insançocuklarının, şeytani tiranlara karşı kazandığı bir zaferdir. Filhakika ise, maskeli tiranları, namussuz müstebitleri ortaya çıkaran ve bilumum ulvi erdemleri, kutsal değerleri anlamsızlığa ve hiçliğe mahkûm kılan en adi rejimdir. İnsanlık tarihi sürecinde, insanlığın kahir ekseriyeti, hiçbir zaman Hakkın, Hukukun ve Hakikatin yanında saf tutmamıştır. Ayrıca, çoğunluk, haklılığın, hukukun, hakikatin ifadesidir diye bir kaide yoktur. Bilakis, kahir ekseriyetin tayin edici olduğu yerlerde haksızlık, hukuksuzluk, yalan varlık kazanmıştır ve bundan sonra da böyle olacaktır kuvvetle muhtemel. Velakin millet yanlış biliyor ve demokrasiyi iyi bir şey sanıyor. Çünkü biteviye, bu yönde kendisine empoze ve tezvirat yapılıyor. Bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz. İnsanoğlu maatteessüf, zalim olmaktan bir türlü vazgeçmedi, nankörlüğü bir türlü terk etmedi, cehaletini bir türlü yok edemedi.