TÜRK'ÜM, O KADAR!...

Özgür DENİZ - 12.10.2015

Başlık, Kimya dalında Nobel Ödülü alan bilim adamımız Sayın Aziz Sancar’a ait cevap mahiyetinde bir söz. Ha, bu meyanda, Sayın Aziz Sancar Beyefendi aklen ve ruhen nasıl bir karaktere sahiptir bilemeyiz ve tek cümlelik bir cevapta hiçbir zaman karakter tahlili için kifayet etmez. Misal, bu toprakların bedenine matuf bu cevabı veriyor ama bu toprakların ruhuna nasıl bakıyor bilmiyoruz. Zira bedene eyvallah çekip, ruhla sıkıntı yaşıyorsanız, sorun vardır demektir. Zira beden, ruhlar dirilir, yücelir, yükselir ve varlık sahasında kendini gösterir. Geçelim! Fakat cevapta hiçbir sorun yok, yüreği kompleksten arınmış ve büyük olan, kafasında kirli hesap taşımayan her insanın doğal bir şekilde verebileceği bir cevap. Tarihi bilince sahip bir insanın zihni ve kalbi tasavvurudur bu cevap. İnce, ucuz ve basit hesap barındırmayan, kompleksten uzak, olabildiğince doğallık yüklü bir cevap. Kimliği birazda tarih oluşturur. Tarihle hangi derecede ve düzeyde özdeşleşmişseniz, insanlık nezdinde nasıl bilinmişseniz öylesinizdir, bunda gocunacak bir durum yoktur. İncelik, yüreğimizde olmalı, kirli işlerde değil. Özelde farklı bir aidiyetiniz olabilir ama genel aidiyet diye de bir şey vardır. Misal; bir Laz olabilirsiniz küçük mikyasta ama büyük mikyasta Türk Milletinin bir unsuru olmuşsunuzdur artık ve bunda sıkıntı yapacak hiçbir şey yoktur, olabildiğince doğal olmak, gerçeği tolere edebilmek için kifayet edecektir. Düşman sizi nasıl biliyorsa öylesinizdir ve düşman nezdinde isterseniz sadık bir uşak olunuz, eğer bu topraklarda doğmuşsanız, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük devletlerin varisi iseniz, tarihi anlamda Türklüğün, varoluş bağlamında İslam’ın bir cüzü iseniz yine de düşmanın bildiği gibisisinizdir ve düşman sizi Türk olarak bilir. Türk kimliği ırkçılık tezgâhlarında istimal edildiği zaman sıkıntı tezahür etmektedir. Ama bu tezgâha gelmemek iktiza eder. Elbette Türk kimliği İslam kimliği gibi şümullü, kapsayıcı, ihata edici değildir ama bir genelliğinin olduğu da malumdur, barizdir, nettir. Zira İslam’ın kapsama alanı sınırsız iken, Türklüğün kapsama alanı sınırlıdır. İslam, Türk Milleti dâhil, tüm milletleri kapsar ama Türklük münhasıran Türk Dünyasını kapsar. İslam en üst kimliktir. Bizler özde İslam Milleti’nin çocuklarıyız. Türklük ise kendi özelinde bir genellik barındırır.

 

Türk Milleti, mutlak ve tek din olan İslam’a hizmet bağlamında, manevi hüviyet kesbederek yükselmiş, şereflenmiş, tarih bazında olay olmuş ve adeta olgulaşmıştır. Beden düzleminde kalmaktan çıkmış, tabir caizse ruhlaşmıştır yani bir nevi İslam gibi geniş genellilik çerçevesinde olmasa da kendi dar çerçevesi içinde ki genellilik anlamında üst kimlik özelliği taşımaktadır. Bu, evrensel bir gerçekliktir. İster kabul edelim, ister kabul etmeyelim. Anlamaya çalışmak ve anlamak için birazcık dürüst olmak icap ediyor. İşte birazda bu yüzden, ırk bağlamından farklı bir boyutta tahlil etmek iktiza ediyor Türklük olgusunu. Sorun yapmaya, sıkıntı olarak algılamaya hiç gerek yok bence. Hayır, yani kötü bir şey değil ve kötülüğü de münderiç değil. Nihayetinde, kavga meydanlarında cihad namına at koşturmuş, dört kıtaya niza vermiş, Allah’ın davasını dava edinmiş, İslam’ın yayılmasına öncülük etmiş, ümmeti şeytanların şerrinden yana güvende kılmış, küffara diz çöktürmüş bir ceddin, bir milletin adıdır. Asırlarca İslam’ın sancaktarlığını yapmak ve Allah’ın kutsal ve yüce buyruğunun adeta bir tecellisi olmak büyük bir şeref değildir de nedir? Hayır, Türk Milleti, izzeti, şerefi, haysiyeti, büyüklüğü tarih boyunca kimliğinde aramış olsaydı bazı ithamlara eyvallah çekilirdi ama hiçbir zaman böyle bir şey olmamış, izzeti, şerefi, üstünlüğü ve büyüklüğü daima Allah’a perestişte, İslam’a hizmette ve takva da aramış. Yani kirli ve kanlı tezgâhlara gelmemek iktiza ediyor, hakikati doğal olarak ittihaz edebilmek için.

 

Dünyanın tanıdığı bir milleti, o milletin kendisi tanıyamıyor maalesef. Ne garip bir durum! Derin paradoks var burada. Ümmetin büyük beyinleri de, Avrupa’nın ciddi beyinleri de böyle bilirler. Ali Şeriatiler, Muhammed İkballer, Cemalleddin Afganiler, Muhammed Abduhlar, Mevdudiler, Kutuplar, Hasan el Bennalar, Voltaireler, Camuslar, Albert Einsteinler, Bismarklar, Montaigneler, Rousseaular, Niçeler ve daha nice filozof, politikacı ve aydınlar hep böyle tanırlar, bilirler, bahsederler. Osmanlı ve Selçuklu torunu olan, Türkiyeli bir Kürt, Laz, Çerkez hatta Arap, Haçlı kalıntısı Avrupa nezdinde Türk’tür ve böyle bilinir. Hep böyle olmuştur, bademada böyle olmaya devam edecektir. Biz istesekte, istemesekte. Hayır, bu ifadelerde zorlama yok. Zorluk anlamı yok. Yani bu doğal bir gelişimdir. Misal; bendenizde bir Kürt, bir Alevi olabilirim belki ama Türklüğü ve Müslümanlığı aklımla ve ruhumla kabul etmekten de zerre gocunmam. Ne bir bedende bin ruh yaşar ne de bir ruhla bin beden yaşar. Bu topraklarında bir bedeni, bir ruhu vardır.

 

Ne zaman ki, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç üstadın net bir şekilde ifade ettiği ve uyardığı gibi, küresel şeytanların bu milleti parçalama emelleri depreşmiştir, tarihi kinleri nüksetmiştir, işte o zaman özel kimlikler fitne ve fesat kazanına atılıp ısıtılmaya, kaynatılmaya başlamıştır ve insanları yakıp, etlerini lime lime etmesi içinde ortalığa saçılmıştır. Eğer ince, ucuz, kirli, basit, kan kokan hesaplar içinde değilseniz, bu taraklar da beziniz olmaz. Kimlikle derdiniz, sorununuz olmaz. Kardeşlik, birlik, beraberlik içinde yaşar gidersiniz. Yüreğimizin sesini dinlememiz hakikati anlamamız için kifayet edecektir. Dünya tarihinden Türk Milletini çıkarınız bakalım, bir anlamı kalır mı tarihin. Cenk meydanlarında tozu dumana katan savaşlar bile bir anda çocuk oyuncağına dönüverir. Çünkü cenk meydanlarına bir anlam katan, bir büyüklük ekleyen, bir ideal yerleştiren millet Türk Milletidir. Diğerleri tamamen hikâyedir, safsatadır. Emin olalım ki böyledir. Türk Milletinin, İslam’a yaptığı hizmet unutulabilir mi Allah aşkına? Türk Milletini yok etmeden İslam’ın sancağı düşer mi vatan aşkına? İslam yok olduğu zaman da Türk’ün var olması kabil mi namus aşkına? Akli, kalbi, vicdani derinlikten ve insaflı olarak bakmalıyız olaya!

 

Yüce Rabbim, Türk Milletini İslamsız, İslam’ı da Türk Milletsiz bırakmasın. Yüce Rabbim bu aziz milleti ırkçılığın bataklığına bulaşmaktan hep korudu, bademada korusun. Âmin.

 

HİSSETMEK; var olmaktır, hakikati duyumsamaktır, anlamaktır, fark etmektir, idrak etmektir.

 

 

DEVLET, VARLIĞINI HİSSETTİRMELİDİR

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin; milli varlığını, bağımsızlığını, vatan bütünlüğünü, milletin birlik ve beraberliğini korumak adına meşru müdafaa hakkını kullanarak yaptığı savunma hareketlerini, Siyonist Yahudi’nin yaptığı zulümlerle, katliamlarla, alçakça ve vahşice hareketlerle eşdeğer görerek, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Siyonist İsrail’in seviyesine indirgemeye ve bilinçaltlarına bu şekilde yerleştirmeye gayret eden ama kendilerini ve ihanetlerini gizlemekte pek mahir olan Siyonizm’in dâhilde ki servet, kalem ve makam sahibi maşalarına hadleri mutlaka bildirilmelidir hatta bunların zehir akıtan organlarına el konulmalıdır. Henüz teze bir olay, bugün, bu akşam, bitevi zımnen zehir akıtan malum yapının organında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adeta Siyonist İsrail’le özdeşleştirilmiştir. Geçende de kendini akıllı sanan ve mütemadiyen bu millete yön vermeye çalışan ve aynı yapının organında köşe bulan hatta adeta oranın kadrolu ve mutemet elemanı olan, efendisinin sadık uşaklığını yapan bir müptezel maymun aynı herzeyi yemişti. Oysa bu millet, kimlerin, Siyonist İsrail’le aynı zamanda dünya sahnesinde varlık kazandığını çok iyi bilir. Devlet, varlığını göstermedikçe, devletin varlığını yok sayıp ya da sessizliğinden faydalanıp, devlet olmaya yelteneler ya da devlete ihanet edenler elbette çıkacaktır. Bu yüzden devlet, mutlaka, varlığını acımasızca göstermelidir, hissettirmelidir.  

 

 

 

http://www.haber10.com/yazar/ahmet_ozcan/barbar_istilasi_kardes_kavgasi_ve_umudu_canli_tutmak-15731

 

Yukarıda linkini verdiğim yazı, bu toprakların ciddiye alınacak önemli aydınlarından birisi olan Ahmet Özcan üstada aittir. Bendeniz ruhuna bakarım, bedenine değil. Manasına bakarım, maddesine değil. Yazarın kim olduğu, nasıl biri olduğu, hangi kulvarda yürüdüğü beni zerre ırgalamaz. Ben yazılan yazıda ki düşüncelere ve duygulara odaklanırım ve özü idrak etmeye gayret ederim. Ondan sonrada deruni dünyamda tetkik ve tahlil eder, sonra da sorgular ve bir yargıya varırım. Fikrin namusu bunu iktiza eder. Katılmadığınız yer olur anlayarak reddedersiniz, anlaşılır. Katıldığınız yer olur anlayarak kabul edersiniz, anlaşılır. Ama külliyen anlamadan kabul ya da reddetmek ve bir de üstüne itham etmek katıksız alıklıktır, bönlüktür. Kimse kusura bakmasın. Buyurun derin tahlillerle dolu manyak bir yazı.

Tarih: 12.10.2015 Okunma: 741

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?