Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Abdurrahman Dilipak, 08 Ekim tarihli yazısına “Bu Hain Ve Kirli Bir Oyun” başlığını atmış ve “Emniyette, önemli bazı operasyonlarda görev yapmış biri”nin mektubunu yayımlamış. “Mektup(!)ta” çok önemli iddialar var.
Mektup şu cümlelerle başlıyor:
“Bundan sadece birkaç yıl öncesini
hatırlayınız. Güya ülkemizin çevresi düşman devletlerle sarılıydı. Bütün komşu
devletler düşmanımızdı. Savaş ha başladı, ha başlamak üzereydi.”
“ha başladı, ha başlayacak” olan savaşı hatırlayan var mı? Ben hatırlayamadım.
* * *
Mektubu okumaya devam:
“Ancak son zamanlardaki gelişmeler gösterdi
ki, hiçbir şey bizlere anlatıldığı gibi değilmiş. Başta Ermenistan olmak üzere
çok önemli bir problemimiz yokmuş.”
Demek ki, Ermenistan’ın sözde “1915 soykırımı” iddiaları, 1992’deki başta Hocalı’da olmak üzere Azeri kardeşlerimizi katliamları, Dağlık Karabağ bölgesini işgali ve halen 1 milyon Azeri’nin mülteci durumundaki 16 yıllık feci ve perişan halleri diye bir problemimiz yokmuş! Ermenistan bayrağındaki Ağrı Dağı diye bir problemimiz yokmuş.
* * *
Bundan sonra, Ak parti aklanıyor ve mektup şöyle sürüyor:
“Ancak PKK denilen bir düşman var ki, bunu
bitirmeye siyasi iktidarın gücü yetmiyor.
…
Kürt halkı ile ilgili yeni demokratik
adımlar atılsa ülke mi bölünür? Hayır, bir düşman daha yok olur. Ancak bazıları
iktidar gücünü ellerinde bulundurmak için düşmanın bitmesini istemiyorlar.
Şayet PKK da biterse, devlet elindeki iktidar gücünü kayıp edecekti. Bu nedenle
PKK’nın bitmesi, devletin düşmansız kalması şimdilik zor görünüyor.”
Gayet açık olarak anlaşılıyor değil mi? Devlet PKK’yı bitirmek istemiyor.
Peki, devlet
dairelerinde, cumhuriyet tarihinin en geniş ve partizan kadrolaşmasını
gerçekleştiren, 6 senelik AKP hükümeti
bu devletin neresinde?
Şurasında…
Başarılı icraatlarında… Başarısızlık varsa
orada AKP yoktur.
* * *
Mektup devam ediyor:
“Doksanlı yıllarda PKK’yı bitirme noktasına
getiren Özel Harekat Birlikleri neden dağıtıldı?(!) Ellerinde bulunan bazı
silahlar neden alındı?(!) Yeni görev yerlerinde neden resmi elbiseyle
noktalarda nöbet tutturuldu?(!)”
Bu sorulardan bir şey anlayan varsa bana da anlatsın!
* * *
Mektuba devam ediyoruz:
“Şemdinli'de bombayı kim attı? O adamlar
şimdi nerede ve ne yapıyor, hesap sorulabildi mi?”
Şemdinli davası sonuçlandı. İstanbul’daki savcı ve hakimlerin adaletini beğeneceksiniz, Ankara ve Van’daki mahkeme kararlarını beğenmeyeceksiniz.
Adaletiniz bu mu?
Ayrıca, “yandaş medyada”, galiba atv’ydi, birkaç hafta önce çıkan haberlerde, Şemdinli tertibinin İngiliz istihbarat servisinin bir dümeni olduğu yayınlandı. Ben de, böyle bir haber, bu medyada nasıl yayınlanabiliyor, diye şaşırmıştım. Onları da mı görmediniz?
* * *
Mektubu okumaya devam ediyoruz:
“Güneydoğuda görev yaptığım sırada,
hâkimler, savcılar ve bazı bürokratların evinin önüne bomba attırdım' diyen
Paşa hakkında hangi hukuki işlem yapıldı? Ümraniye ve Eskişehir'de ele
geçirilen bombaların MKE yapımı ve askeri envantere kayıtlı olduğu belirlendi
bu bombaların kışladan nasıl ve kimler tarafından çıkarıldığı araştırıldı mı?
Dağlıca baskını ile ilgili olarak çeşitli yorumlar yapıldı, hatta kampın plan
ve projeleri orada görevli komutan tarafından Ergenekon zanlısı Asuman’a
gönderdiği açıkken kim ne yaptı?”
Evet, bu soruları ben de soruyorum. Ama bu soruları kime sormamız lâzım? Bu soruların muhatabının, orgeneralleri tutuklatabilen, geniş yetkili savcı olması lâzım değil mi?
Ayrıca, bir sorum daha var; Ümraniye davasının en önemli delilleri olan o bombalar, usule aykırı olarak neden imha edilip, deliller karartıldı?
* * *
Mektup, “Ergenekon’a sövgüler, AKP’ye övgüler”le devam ediyor. Merak edenler internetten bulup okurlar.
İnternette, Dilipak’ın 26 Eylül’den bugüne kadar olan yazılarını bulabildim. Yazılarında 1 satır “Deniz Feneri” yok, tek kelime “Dişli olayı” yok, “Dengir Mir Mehmet Fırat”tan hiç bahsetmemiş, belediyelerin “İmar rantları” hiç gündemine girmemiş.
Memleketin bunlarla yatıp kalktığı bir
dönemde, iktidara dokunduğu için bunları hiç görmeyen bir “başyazar”a haktan
yana diyebilir miyiz?
* * *
Fakat asıl insafsızlığı en sona bıraktım.
Mektubun ortalarında bir yerde şu ibareler var:
“PKK ile mücadeleye neden Harp Okullarından
eğitim almış personel değil de genellikle ömürlerinde mantar tabancası dahi
kullanmamış, doktorlar, mühendisler gönderilir?”
Demek ki, PKK ile mücadeleyi Teğmenler, Üsteğmenler, Yüzbaşılar, Binbaşılar, Yarbaylar, Albaylar değil de, “yedek subay” dediğimiz Asteğmenler yapıyormuş.
Öğrenmiş olduk. Teşekkür ederiz.
* * *
İzan, insaf, vicdan oralarda bir yerde
misiniz?
Yaşıyorsanız ses verin!