Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
İMC TV haberlerine her akşam bakıyorum, o kanaldaki açık oturumları takip ediyorum.
Meseleler “Kürt” bakış açısıyla nasıl gözüküyor, nasıl algılanıyor, nasıl değerlendiriliyor; anlamak, kavramak için!
Sokağa çıkma yasaklarının, operasyonların olduğu ilçelerdeki hadiseler, “masum insanların üzerine tanklarla, toplarla gidiliyor”, “sivil insanlar öldürülüyor”, “evler talan ediliyor”, “mahalleler yakılıp yıkılıyor” şeklinde verildi.
Aynı günlerde; Irak’ta da Peşmerge’nin “operasyon”ları vardı. Olayı, 17 Kasım Tarihli Yeniçağ Gazetesi şöyle duyurdu: “12 Kasım’da Selahaddin’e bağlı Tuzhurmatı ilçesinde yaşanan vahşet yaşandı.PKK’nın desteğiyle saldıran peşmerge, 19 Türkmeni şehit etti. 39 ev ve 100 dükkân tahrip edildi. İlçede halk evde mahsur.”
Bunları okuyunca insanın aklına, “acaba misilleme mi” suali takılıyor! “Sen orada Kürtlere operasyon yaparsan ben de burada Türkmenlere yaparım” mı denmek isteniyordu?
Yine aynı günlerde, Suriye’deki Türkmenlerden de feryatlar geliyordu. Orada da Suriye ordusunun Türkmenlere saldırdığı, yaralıların olduğu bildiriliyordu.
Öte yandan, zaman zaman, binlerce kilometre ötemizdeki Uygur Türklerinin, Myanmar Müslümanlarının ağır zulümler gördüğü haberlerini alıyoruz.
Bütün yukarıda sıralananlar, bir devlet içinde çoğunluğu meydana getirenlere nazaran azınlıkta kalan toplulukların yaşadığı sıkıntıları gösteriyor.
Tabii insan istiyor ki bunlar hiç yaşanmasın…
Dünyaya demokrasi hâkim olsun,
Dünya bir “insan hakları dünyası” olsun…
Ama öyle bir dünyaya daha çok var… Belki on, belki yüzyıllar var!
Bugünün ve yakın geleceğin gerçekliği ise içinde yaşadığımız dünya!
O gerçeklik şu: İçinde yaşadığın devleti hangi unsur kurmuşsa kendi hissiyatı, düşünceleri, endişeleri ve ihtiyaçları temelinde kurmuştur.
Bir kuruluş zihniyeti, bir kuruluş felsefesi vardır! Bunları bugünden yarına değiştiremezsiniz!
Bunlar yavaş yavaş değişir…
Dünyanın,
İnsanoğlunun değişimine paralel olarak değişir.
Nitekim dünya 40 yıl önceki dünya olmadığı gibi, Türkiye de 40 yıl önceki Türkiye değildir.
Dünyadaki, Türkiye’deki değişime, bilhassa anlayışlardaki değişime uygun olarak, “insan hakları” anlayışı da değişmiş, gelişmiştir.
Kürtler de 40 yıl öncesine göre çok daha rahat, çok daha fazla haklara kavuşmuştur.
Bu haklara kavuşmasında PKK’nın etkili olduğu kanısında değilim… Küresel gelişmeler, anlayışlardaki değişmeler, önyargıların azalması bu hakları getirmiştir.
x x x
ÖZGÜRLÜK ALANI DAHA DA GENİŞLEYECEKTİR
Benzer gelişmelerin Türkmen, Uygur, Myanmarlılar için de geçerli olduğu görüşündeyim.
Elbette gelinen nokta çok yetersizdir…
Bir İngiliz, bir Alman, bir Amerikalı kendi ülkesinde hangi haklara sahipse, dünyanın her yerindeki, azınlıkta kalan bütün insanlar da aynı haklara sahip olmalılar.
Bakın, Türkiye demedim… Çünkü Türkiye’deki çoğunluk da bir Alman, İngiliz kadar geniş hak ve özgürlüklere sahip değil.
Haddizatında mesele, “demokrasi” meselesi!
Demokrasi yerleşip, geliştikçe herkes ondan yararlanacak, hak ve hürriyetler genişleyecek.
Onun için “hak mücadelesi” sadece kendi topluluğunun hakları için değil, ülkedeki genel eksikliklerin giderilmesi için, “ herkese insan hakları” temelinde yapılırsa daha etkili olur.
Haklar talep edilirken toplumun çoğunluğunu tedirgin etmemeli…
Meselâ, Uygur Türkleri ve Myanmarlıların şikâyetleri Ramazan aylarında artıyor… Acaba oralardaki “oruç”, “başörtüsü”, “teravih” gibi ibadet ve uygulamalar, çoğunluğu veya devleti tedirgin mi ediyor? Yoksa Müslümanların başka talepleri mi devleti rahatsız ediyor?
Yaptığın uygulamalar veya talepler, devletin varlığına “tehdit” gibi algılanırsa, bunların karşılanmayacağı ve sert tepki göreceğini hesaplamalısın!
Örf ve âdetler, ibadetler, çoğunluğu ve devleti tedirgin etmeden yaşanmalı!
Dünya ve yaşanılan devletin gerçeklerinden kopmamalı!
Türkmenler, Irak ve Suriye devletlerini doğrudan karşılarına almamalılar… Bilhassa, Irak Türkmenleri hem Araplara, hem de bölgelerindeki Kürtlere karşı azınlık durumundalar. Bunu göz önüne alıp, her iki toplulukla da “iyi geçinme”nin yollarını bulmalılar.
Türkiye’deki Kürtler de taleplerde bulunurken çoğunluğu tedirgin edecek eylem ve söylemlerden kaçınmalılar.
“Özyönetim”, “özerklik” gibi bölünme çağrıştıran girişimler bugünün Türkiye’sinde tepki görecek, “şiddetle” karşı çıkılacaktır.
Leyla Zana’nın “Türk milleti” yerine, saçma “Türkiye milleti” demesi de elbette şiddetli tepkilere yol açacak, siyaseti ve toplumu gerecektir.
Her “gerilim” demokraside ilerlemeyi, dolayısıyla yeni haklara kavuşmayı geciktirecektir.
Hem, 24 yıllık milletvekili olan Zana’ya sormak lâzım;
Milletvekili seçilince yemin edeceğini bilmiyor muydun? Yemin metninin nasıl olduğundan haberin yok muydu?
Bunları bildiğinize göre, bunları kabul ederek vekil seçildiniz…
İçinde, o yemin metninin bulunduğu Anayasa sayesinde ve o Anayasa’ya göre seçildiniz.
Sayesinde seçildikten sonra “kabul etmiyorum” demek “insanlık” mı? “Hak” mı?
Tabii ki Anayasa’yı değiştirme hakkınız var… Ama değişinceye kadar bu Anayasa’ya uyma mecburiyetiniz de var!
x x x GÜNÜN ÇİZGİSİ, Twitter’dan…