Ciğerlerim yanmasa, yazmam, konuşmam, söylemem. Bana ne der geçerim. Aldırmam hiçbir şeye yaşar giderim. Sana mı kaldı derdi der tüm uyarıcı noktalarımı iptal eder keyfime bakarım. Ama yapamıyorum. Vallahi, billahi, tallahi yapamıyorum. Nesillerimizin gözlerimizin önünde heder olmalarını kabullenemiyorum. Atiyi düşünüyorum. Atide yaşayacak nesillerimiz aklıma geliveriyor vehleten. Bu vatanın istikbalini ve bu milletin istiklalini, Ümmet-i Muhammed’in vahdetini tahayyül ve tasavvur ediyorum zihnimde ve kalbimde ve derin azaplara gark oluyor ruhum. Yoksullaştırılan Ayşe teyzeler, Fatma nineler, Ahmet amcalar gözlerime takılıveriyorlar. Ayağı ayakkabısız, küçücük gövdesi gocuksuz, sırtlarında onca yük taşıyan çocuklarımızı görünce ciğerlerim kavruluyor. Ümmetin çektiği acılar geliveriyor aklıma vehleten ve kahroluyorum. Yanlış anlayabilirler ruhu çürümüş olanlar, aklı dünyaya kilitlenmiş olanlar, menfaatinin köpeği olmuş olanlar, başkalarının hakikati haykırmasından gocunanlar ama yemin ediyorum ciğerimden konuşuyorum, ciğerlerim sökülürcesine konuşuyorum. Ki hakikati haykıran ne zaman bir menfaat temin etmiş? Ki menfaatin köpeği olan asla ve kata hakikatin yanından bile geçmez. Çünkü hakikat dünya malı kazandırmaz, bilakis bugüne kadar mütemadiyen kaybettirmiştir. Binaenaleyh, söylediğim her harf, kelime, cümle, söz vicdanımın dip derinliklerinden kopup geliyor. Safi bir insan olarak konuşuyorum. Sadece gerçeklere dokunuyorum. Derdim din anlatmak, fikir dayatmak değil. Ne dindar ne de dinsiz olarak değil, insan olarak konuşuyorum. Derin acılar çekiyor ruhum, vicdanımın durumunu izah etmek kabil değil.
Biz Yüce bir Önderin ümmetiyiz. Biz necip bir ceddin torunlarıyız. Biz tarihe silinmeyen ve silinemeyecek olan mühür basmış bir milletin çocuklarıyız. Biz neslimizi bile isteye, göz göre göre emperyalizme kurban veremeyiz. Biz şeytanın çocuklarına hizmetkârlık yapamayız. Biz kendi vatanımızda özgür olamayacaksak, inandığımız dinin emirlerini hürriyet dairesi içinde göğsümüzü gere gere tatbik edemeyeceksek, töremizin icabını yapamayacaksak niye varız, niye yaşarız, niye adamız diye gezeriz? Bu topraklar bizimse, bu topraklarda bizim kanunlarımız tatbik edilecektir arkadaş. Kimsenin buna bir söz etmeye hakkı yoktur ve olamaz da. Hakikatleri gizleyemeyiz. Hakikatleri anlatmaktan korkmamalıyız. Emperyalizme kölelik yapamayız. Şeytanın çocuklarına hizmetkâr olamayız. Çocuklarımızı göz göre göre emperyalizmin kirli, kanlı ve karanlık dehlizlerinde kaybedemeyiz. Televizyon denilen müptezel ve pespaye makinenin kutsal topraklarımıza ve yüce ruhlarımıza tüm pislikleri fışkırtmasına seyirci kalamayız, kalmamalıyız. Sende seyretmeyiver deme lüksümüz yoktur ve böyle bir şey, ahlaka, namusa, izzete, şerefe ve mutlak hakikate mugayirdir. Neslimizi korumakla mükellefiz. Televizyon denilen adi makineden emperyalizm fışkırıyor. Ahlaksızlık, namussuzluk, şerefsizlik, kimliksizlik, dinsizlik, karaktersizlik fışkırıyor. Kafalar, vicdanlar, kalpler, ruhlar iptal ediliyor. Ahlak gidiyor, şeref, izzet, ar namus gidiyor. Kimlik, karakter, bilinç, hissiyat, hassasiyet, haysiyet gidiyor. Peki, bunlar gittiği zaman din, devlet, vatan, millet kalır mı Allah aşkına? Nasıl yürekli oluruz, kavgalarda cesaretle nasıl vuruşuruz, insanız diye nasıl yaşarız, Müslüman olarak nasıl var oluruz, Türk olmakla nasıl gurur duyarız?
Hakikat ağır ağır can çekişiyor. Ruhum azap içinde, vicdanım adeta kan damıtıyor. Geceleri uyuyabilmek mesele oluyor, sabahları kâbuslarla uyanılıyor. Hissetmek gerekiyor hissetmek. Hissetmeyince olmuyor. Çocuklarımızın lağım akıtan makinelerle nasıl zehirlendiklerini ama nasılda masumca zehri içtiklerini hissetmezseniz, acil eylem planı yapıp, o planı faaliyete geçiremezsiniz hatta umursamazsınız bile. Ne alakası var dersiniz, saçmalık bunlar dersiniz. Menfaatinizi kaybedeceğinizi düşünür ve kulağınızı, gözünüzü, kafanızı, ruhunuzu, vicdanınızı, kalbinizi iptal eder mal gibi yaşar gidersiniz. Oysa öyle gerçek öyle gerçek ki, sadece hissetmiyoruz, hissetsek fark ve idrakte edeceğiz. Sözler bedenlere çarpıp geri dönüyor, oysa vicdanlara dokunmalı. Sözler, bedenlerde donup kalmamalı, bedeni delip geçmeli ve vicdana işlemeli. Boş konuşuyoruz, lüzumsuz hareketler yapıyoruz, biteviye malayani ile iştigal ediyoruz. Bitevi menfaat peşinde koşuyoruz. Namuslu insanları nasıl yeriz diye hesap yapıyoruz. Söz söylemiyor laf ediyoruz. Lafla da olmuyor. Politikacımız laf ediyor, din adamımız laf ediyor, bürokratımız laf ediyor, velhasıl herkes laf ediyor. Cemaat denilen yapılanmaların halleri pürmelalleri ise zaten malumumuzdur. Hakikati konuştunuz mu hemen damgayı vuruyorlar ve susturuyorlar. Radikal diyorlar, mürteci diyorlar, her türlü herzeyi yiyorlar. Ama bunlara takılıp kalırsak yanlış ederiz, zamanımızı boşuna harcamış oluruz. Oysa susmayacaksınız, inadına inadına hakikati haykıracaksınız. Özellikle güç sahiplerinin, mülk sahiplerinin neyden çekinceleri olabilir ki? Haykırmalılar toplumun karşısında çıkıp, hakikatleri yumuşak, masum bir dille, yürekten damıtırcasına millete sunmalılar. Politik dili, bürokratik dili, akademik dili bırakmalılar, atmalılar. Müslümanca, mümince bir dil kullanarak aktarmalılar hakikatleri. Aydınlarımız milli olmalı, üniversitelerimiz vicdanlı, bilgili, namuslu aydınlar yetiştirmelidir. Küfretmeden, hakaret etmeden, putlara, tabulara dokunmadan hakikatleri ortaya koymalıdırlar. Küfretmek, hakaret etmek zorunda değilsiniz ki, putlara ve tabulara dokunmak zorunda değilsiniz ki. Allah’ın emirlerini tebliğ etmek için bunlara ihtiyaç yok ki. Yumuşak bir dille ve apaçık şekilde, dürüstçe, namusluca ifade edebilir, bildirebilirsiniz.
Neslimizi göz göre göre kaybediyoruz. Ciğerlerini söküyorlar, vicdanlarını öldürüyorlar, beyinlerini iptal ediyorlar. Yazık oluyor. Artık zincirsiz tutsakları olduğumuz televizyon denilen makine resmen ve alenen lağım akıtıyor. Hakikatten yana zerre behresi yok. Din zaten yok. Yalan rüzgârları esiyor tüm kanallardan. Pislikler yağmur gibi yağıyor aşiyanlarımıza. Yemin ediyorum neslimizi katlediyorlar, çalıyorlar ve yabancı rüzgârlara bırakıveriyorlar, şeytanilerin hizmetkârları yapıyorlar. Her program küçücük yavrularımızı hedef alıyor. Şimdi dizilerde de çocuklar oynamaya başladılar. Yani gençlerimiz, çocuklarımız izlesin diye çocukları ekranlara çıkarıyorlar. Lağım gibi akan diziler, kimliği, dini, ahlakı, namusu, disiplini, izzeti, şerefi resmen ve alenen katlediyorlar. Göz göre göre zehirliyorlar hayatı, insanı ve her şeyi. Şov programı denilen ve pislikten başka hiçbir şey olmayan ve üstelik canlı yayınlanan programlarda gençlerimiz tüm vakitlerini geçiyorlar. Geceler sefalet ve pislik içinde geçiyor. Böyle gecelerin gündüzleri nasıl olur? Bir pislik var, kanalından gün boyunca pislik akıyor. Sanki o kanal zehir akıtsın, pislik akıtsın ve Müslüman Türk gençliğini zehirlesin diye ona özel tahsis edilmiş. Gençliği resmen ve alenen zehirliyor. Benim kanalım eğlence kanalı diyor. Dikkat çekmek istemiyor. Bilinçli şekilde eğlence kanalı diyor. Çünkü farklı alanlara kaysa, tüm gövdesiyle kaydıracaklar belki de ve pislik akıtamayacak. Ama şeytaniler işlerini çok inceden yapıyorlar. Bu adi ve aşağılık veletlerine diyorlar ki; sen şu kanalı bırak, eğlence kanalından gir ve bu bu toprakların çocuklarını zehirleyebildiğin kadar zehirle diyorlar. O velette verilmiş görevini hakkıyla ifa ediyor. Ama biz dur diyebilmeliyiz bu adi ve aşağılık velete. Yemin ediyorum, onun çaldığı gençlerimizi, çocuklarımızı bir daha kazanmak muhal ender muhaldir. Peki, bu ne demektir Allah, vatan, namus aşkına? Çünkü yavrularımız ona adeta tapınç içindedirler. Onun melek yüzlü bir şeytan olduğunu fark ve idrak edememektedirler.
Bizler asli vazifemizi yapmıyoruz. Gidiyoruz namuslu insanlarla uğraşıyoruz. Onları nasıl harcarız diye hesap ve plan yapıyoruz. Oysa hesaplarımız ve planlarımız, şeytanilerin kanlı, kirli ve karanlık tezgâhlarını paramparça etmek üzerine olmalıdır. Emperyalizmi ve şeytanileri yeryüzünden silmek adına olmalıdır. Dünya nimetlerinin peşinde mal gibi koşarken heder oluyoruz ve heder ediyoruz değerlerimizi. Hakikati haykırana, duyuramaya çalışana, sen ne yapmak istiyorsun, neyin peşindesin diye vuruyoruz, durduruyoruz onu. Makamın, mülkün, şehvetin, şöhretin köpekleri olmuşuz da farkında değiliz. İtibarımızı kaybetmişiz, olmayan itibarımızı korumak derdine düşmüşüz, ki hangi itibar? Oysa yapılanlar, edileneler, itibarımızı beş paralık ediyor. İtibarımızı iade edecek işleri ise itibarımızı düşüren işler olarak algılıyoruz. Cahiliz, zalimiz, nankörüz! Yeniden dirilmeliyiz. Kendimize gelmeli, özümüze dönmeli, sözümüzü haykırmalıyız. İtibarımızı ancak böyle kazanırız ve koruruz. Neslimizi koruyamaz ve kazanamazsak, yarınlarımız tehlike altındadır bilmeliyiz. Ruhsuz bir gençlikle hiçbir idealin peşinden koşamayız. Davamıza sahip çıkıp, davamızı yaşatamayız. Tek can ve tek fikir olamayız. Dinimizde, devletimizde, milletimizde, ümmetimizde perişan olur ve öyle ce bakar kalırız. Ya yok olacağız, ya da yepyeni bir ruhla yeniden dirilip, varolacağız! Üçüncü bir şık yoktur bilmeliyiz.