DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...3...

Özgür DENİZ - 02.02.2016

Bir şeyi, o şeyin dip derinliklerine kadar inip tetkik ve tahlil etmeden, çözümleme yapmadan anlayamayız, kavrayamayız, layık olduğu yere koyamayız. Bir defa biz, sormayı ve sorgulamayı bilmiyoruz. Fikir teatisi yapmayı, müzakere etmeyi beceremiyoruz. Ya da inandıklarımız, uğruna ömrümüzü verdiklerimiz bir rüzgârla çökecek diye çok korkuyoruz. Geçelim! Zihnimizin kodlarıyla öyle oynanmış ki, zihnimizin saflığı kaybolmuş ve yalanla hakikat yer değiştirmiş zihnimizde. Bu yüzden de ne yaptığımızın, nasıl yaşadığımızın, niçin yaptığımızın, niçin yaşadığımızın, kimin için yapıp, yaşadığımızın farkında değiliz. Düşmanlara çalışıyoruz ama hiç farkına varamıyoruz. Çünkü zihnimiz düşmanların yüklediği haldedir elan. Yalanları hakikat diye biliyoruz, yaşıyoruz, konuşuyoruz. Bu durum zihnimizde adeta kemikleşmiş, kalıplaşmış. Bir türlü kalıplarımızı kıramıyoruz. Kalıplarımızı iman etmişçesine sarıp sarmalıyoruz, koruyoruz, sanki tapıyoruz onlara. Dostlarımızı düşman, düşmanlarımızı dost bellemişiz yanlış yapılan yüklemeler nedeniyle. Ve burada ki, belirsizmiş gibi görünen açıktan sızmayı başarmış şeytan. İçimize sızan şeytan, zihin ve ruh dünyamızı tarumar etmiş. Geçelim! Tarihi süreç dâhilinde gelişen vukuatlar neticesinde söyleyebiliriz ki, Türk adeta İslam olmuş, İslam da tabir caizse Türk olmuş. Yani etle tırnak gibi bir imtizaç hâsıl olmuş. Ayırdığınız zaman büyük ve netameli sonuçlar tezahür ediyor. Binaenaleyh, tefrik etmek, kabil-i mümkün görünmüyor. Bu sebeple doğru bakış açısına sahip olmalı ve hakikatleri ihsas edebilmeliyiz. Şeytan ne yapmaya çalışmış mütemadiyen? Bu iki kadim kuvveti tefrik etmeye çalışmış. Çünkü anlamış ve inanmış ki, bu iki kadim kuvvet imtizaç halinde olduğu ve insicam halinde çalıştığı vakit, evrene egemen olmak muhal ender muhaldir. Ne yapıp edip, bu iki kadim kuvveti birbirinden koparmalıyız ve kuvveti minimize etmeliyiz diye düşünmüş. Çünkü Kur’an Türk’ün elinde kaldıkça ve Kur’an’ın hamisi Türkler oldukça, bu iki kadim olguyu yok etmek, mahvetmek muhaldir. Oysa İslam’a hizmet ederken, haddizatında yücelen, yükselen, ünlenen bizleriz. İslam bize hizmet ederken, şeref ve haysiyet kesbeden yine bizleriz. Keşke, azıcık akledebilsek! Ne İslam, bize, dünya menfaati temin etmek için vardır ne de biz, İslam’dan gayrı şeyler için varız. Bizim için mutlak olarak İslam vardır. Ne parti, ne sendika, ne mezhep, ne cemaat vardır. Bunlar tali olgulardır. Bunlara dâhil olsak bile, iman eder derecesinde bağlanmamız olmaz. Zira o zaman ortaya şirk çıkar ki, sonsuz tehlikelidir. Mücadelemiz, konuşmalarımız, yazmalarımız da bunlar için olmamalıdır. Bilakis bunlar, gerçek davamızın zafere ulaşması için vasıta olabilmelidir, tabi olabiliyorsa, bunu yapabilecek bilince ve ruha sahipsek. Bizim yazmamız, konuşmamız, izahımız, izharımız, ikazımız, tüm mevcudiyetimiz, hülasa; hayatımız İslam içindir. Başka hiçbir şey için değildir ve olamaz da. Eğer Türk Milleti, İslam’a hizmet etmiyorsa, hiçbir önemi, anlamı, itibarı, şahsiyeti olamaz. Türk’ün varlığı, İslam’ın varlığı ve egemenliği içindir. Aksi bir durum söz konusu bile olamaz. Çünkü aksi bir durumda Türk’ün mevcudiyetinden söz edilemez. İslam’a hizmet için var olmayan, var kalmayan Türk, Türk değildir. Türk’ün atını rüzgârlaştıran, kılıcını keskinleştiren, gövdesini muhkemleştiren, ruhunu ölümsüzleştiren şey; İSLAM’IN ta kendisidir.  Gayrısı yalandır, safsatadır.

 

Bir insan, küçük hedeflere varlığını adarsa küçülür; bir insan, büyük hedeflere yani kendisini sonsuzluğa ulaştırıcı ve sonsuzlaştırcı hedeflere varlığını adarsa büyür. Binaenaleyh, hiçbir kimse, diğer bir kimseden, kendi küçük hedeflerine adanmasını bekleyemez. İşte bu sebeple, bizim diğer benzerlerimizden beklememiz iktiza eden şey; kadim medeniyetimizin yeniden dirilişi için mücadele vermesidir. Çünkü küçük hedef, münhasıran bizim şahsımızla ilgili iken; büyük hedef, bir ferdin şahsında insanlığı ilgilendirir. Şayet, şahsiyetler, hakikatleri izhar ediyorlarsa ve izhar ettikleri hakikatler ile bizi ıskat ediyorlarsa, onlara kızmak şeytandandır, onları anlamak ve onlara müzaherette bulunmak ise Allah’ın buyruğudur. Hakikat bize değil, biz hakikate göre olmalıyız ve hakikatle yolumuzu bulmalıyız. Bizlerin mevcudiyeti, İslam’ın egemenliği adınaysa bir anlam ifade eder. Bilakis, devasa evrende küçücük bir nokta olarak kalmaya ve daha da küçülmeye devam ederiz. Mevcudiyetimiz, adanışımız, birer Muvahhid olarak, Tevhid temelli Türk-İslam Medeniyeti içindir. Bizim başka bir davamız, sevdamız, ülkümüz, idealimiz, realitemiz, ütopyamız olamaz. Çünkü başka davalar, bizim davalarımız olamaz, bademada olmayacaktır. Bizlerin, çalışmamız, koşmamız, üretmemiz, yorulmamız, ter-yaş-kan akıtmamız, mütemadi uyanık kalmamız, ilk evvelde kendimizi diriltmek, daha sonra kadim medeniyetimizi yeniden diriltmek içindir. Biz İslam’ı yaşatırken, İslam ile medeniyetimizi diriltme arzusu taşırken, filhakika İslam’ın varlığı ile varolmaktayız, varkalmaktayız, varlığımızı garanti altına almaktayız. İslam, bizim hayat sigortamızdır. Bunu gerçekten hakkı ile tam olarak idrak ettiğimiz gün, bizim yeniden doğum günümüz olacaktır. Ve yine o gün, zihinlerimizin işgalden mutlak olarak kurtulduğu ve özgürleştiği gün olacaktır. Nihayet, ülkemiz ve milletimiz kurtulacak ve bağımsızlığına kavuşacaktır. Bizim necatımız, ümmete sirayet edecek ve ümmetimiz felaha erecektir. Ümmetin dirilişi, direnişi ve kurtuluşu ise, insanlığa sirayet edecektir. Böylece, şeytanilerin yeryüzü egemenliği sona erecek, yeryüzü krallığı hayalleri ise suya düşecektir. Çünkü zihinler işgalden kurtulmadığı müddetçe, ülkeler ve milletler asla kurtulamayacaklar ve bağımsızlıklarına kavuşamayacaklardır. Şeytanilerin kanlı, kirli çizmeleri altına ezilmeye devam edeceklerdir. Hülasa; kaderimizde, ya olmak ya da ölmek vardır! Bu da bizim irademize merbuttur.

 

Müslüman olmayı da yanlış algılayıp, anlıyoruz. Zihnimiz bu konuda da sağlıklı değildir. Müslümanız dediğimiz an, sanki tüm sorumluluklardan kurtulduğumuzu sanıyoruz. Artık Müslümanız ya, tüm eylemlerimiz doğrudur, hayatımız istikamet üzeredir, söylediklerimiz hakikattir. Ve biz, kurtulmuşlar zümresinden olduğumuz zehabına kapılıyoruz. Oysa böyle bir hayat yok bebeğim! Müslüman olmak hiçbir şeyi değiştirmez ve asla kurtuluş sebebi olmaz. Mühim olan, asıl olan, İslam’ın tazammum ettiği umdeleri, ilkeleri, yasaları, öğretileri eyleme dönüştürmektir yani Tevhidi egemen kılmaktır. Hülasa; sözü harekete geçirmektir. Adın Müslüman ama tadın Müslüman değil, peki ne işe yarar? Bir devletin, bir milletin markasını taşıması da bir yerde önemsizdir. Müslüman Türk Devletisin diyelim, ahlak sıfırsa, adalet meflûçsa, halk anlaşılıp birlik temin edilememişse, hakikat yok hükmündeyse, kuvvetin sözü hâkimse, renkler bir bütünlük içinde değilse, devlet ve millet baba oğul gibi değilse, bu devlet nasıl bir devlettir, bu devletin neresinde İslam vardır? Böyle bir devletin Türk Devleti olması ne anlam ifade eder? Ruh yoksa beden et yığınından ibarettir bebeğim! İslam ruhundan behresi olmayan bir sistem, bir devlet, bir millet, Türk olsa ne olur, olmasa ne olur? Tanımlamalar bazen aldatıcıdır. Binaenaleyh, kalıba değil öze bakmalıyız. Kalıbımız kallavi ama öz yok, neye yararız? Hiçbir halta yaramayız. Söz var ama öz yok, o sözün hükmü de yoktur. Fert içinde aynı şey geçerlidir.

Tarih: 02.02.2016 Okunma: 816

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?