DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...19...

Özgür DENİZ - 11.03.2016

Aklı ve kuvveti, duyguyu ve düşünceyi mezcetmeli, insicam içerisinde harekete sevk etmeliyiz. İşte böyle yaparsak başarılı olabiliriz. Geçelim! Şimdi bir şeye bakarken, soyunmadan bakarsak, kafamızda bir kaos tezahür eder ve her şeyi karmakarışık görürüz. Ne demek bu; yani bir olguya, kavrama, olaya bakarken, tamamen saf, masum ve doğal bir şekilde bakacağız. Tabir caizse sıfır bir zihinle bakacağız. Herhangi bir düşünce temelinde bakmayacağız. Zira net görebilmemiz, net algılayıp, anlayabilmemiz için bu bir önkoşuldur. Ama biz, hep, koşullandırılmış ve önbelirleme yapan bir zihinle bakıyoruz tüm şeylere. Bu durumda, bizi, daima yanlış anlamaya ve yanlış yapmaya kanalize ediyor. Geçelim! Şimdi, bir toprağımız var dedik değil mi? Ve bu toprakların bir mazisi var dedik. Bu topraklar, şöyle baktığımız zaman, kuru bir toz yığınından müteşekkilmiş gibi görünüyor. Yani bir nevi insan bedenini düşünün. Öyle değil mi? Beden olarak, et yığınından ibaretiz ama bir de o eti canlandıran, harekete sevkeden bir şey var. Üzeri mavi gök denilen yorganla örtülmüş, döşek misali bir yer olan topraklar olarak müşahede ediyoruz, ayak bastığımız toprakları. Biz baktığımız zaman, kuru bir toz yığını olarak algılayabiliriz. Peki, bu doğru olur mu? Yani gözlerimizin gördüğü şu toprakların, gözlerimizin görmediği başka bir yönü olamaz mı? Bu topraklara ayağımızı rastgele mi basar olduk? Hiçbir şey yapmadık mı? Ne yaptık? Nasıl yaptık? Bu topraklar nasıl vatan oldu? Toprak vatan oluyor mu? Peki, nasıl olur? Kim vatan yapar toprağı? Toprağı vatan yapan, o vatanın neyi olur? Toprak, görünmeyen tarafıyla canlı bir şey midir? Ona, o canlılığı veren nedir? İnsanı canlı kılan, hareket etmesini sağlayan, bazı canlılık emaresi gösterdiği taraflarını ortaya çıkaran nedir? İşte ayak bastığımız topraklar uğruna, o toprağa düşen canlar, o toprağın görünmeyen yönü olan ama o toprağa can verip, o toprağı vatan yapan şeydir, ruhtur, şehittir.  İnsanın bedenini diri kılan şey, nasıl ruh ise; vatan dediğimiz toprakları diri kılan da İslam’dır. Yani hepimizin ortak ruhu mesabesindedir İslam. Öyle değil mi? Yani hep söylüyoruz, İslam diye bir din var mı? İnsanlığa inmiş mi? Biz Müslüman bir coğrafyada, Müslüman bir ailede doğmuş muyuz? Faraza böyle olmasa bile İslam seçilen bir şey değil mi? Yani aklımız varsa ve doğruyu intihap etmemiz icap ediyorsa ve İslam, mutlak hakikatleri tazammum eden bir din ise, İslam’ı seçmeli değil miyiz? Akıl bunu iktiza etmez mi? Yani kahir ekseriyete baktığımız zaman, sığ zihinlerimizle de olsa, derinlemesine idrak edemesekte İslam gibi yüce ve mutlak hakikatleri mündemiç olan bir dini ittihaz etmiş miyiz? Öyle İslam, ortak değerimiz, kutsalımız, ruhumuz olmuyor mu? Bu toprakların ve milletin ortak ruhu İslam’dır. Bunda gocunacak, yadırganacak hiçbir durum yoktur. İslam’sız kalan bir milletin, hayat damarlarında ki kan çekilmiş demektir. Zihni felç olmuş, kalbi iptal olmuş demektir. Varlık âleminde payidar olması kabil değildir. Bu, ilahi bir yasadır. İslam dini de iyi anlaşılmalıdır. Dinimizin kaynağı bellidir, dinimizi bize ulaştıran Önderimiz (sav) bellidir. Ve dinimiz, asla anlaşılamayacak bir din değildir. Dinimiz, kesinlikle, küresel şeytaniyete ve küresel şeytaniyetin bütün hücrelerine (ideolojilere) karşı savaşım içindedir. Kula kulluğun son bulması içindir varlığı. Egemenliğin şeytaniyetin baronlarına değil, Allah’a devredilmesi içindir ama egemenliği millet kullanır. Egemenliğin Allah’a ait olması demek; Allah’ın kanunlarının temelinde milletin kendi kendini yönetmesi demektir. Allah’ın hükümlerinin egemen olmadığı yerde, kesinlikle şeytaniyetin hükümleri egemendir. Geçelim!

 

Şimdi bu topraklar üzerinde, farklı unsurlar olarak yaşıyoruz. Elbet bu unsurların içinde kahir ekseriyete sahip olan vardır, ekalliyet mesabesinde olan vardır. Bir öncü güç vardır, bir de yardımcı kuvvet mesabesinde olanlar vardır. Ama bunlar detaydır ve takılmamak gerekiyor. Akan kan, yaş, ter hepimizindir, ortaktır. Gösterilen gayret, ortaya konan çaba, harcanan emek, adanan can ortaktır. Yani vatanda, ruhta ortaktır. Türkiye ve İslam, ortak değerlerimizdir. Hep söylediğimiz gibi, ayak basılan topraklar üzerinde yaşayan, yaşayarak yaşatan, yaşatarak yaşayan tabir caizse lokomotif olan milletin ismi de, dâhilinde muhtelif unsurları barındırsa da hatta Aliya İzzetbegoviç’in tabiriyle bir unsur olarak kendisini de barındırsa da, Türk Milletidir. Böyle bilinir, böyle anılır, böyle tanınır, böyle tanımlanır, böyle söylenir. Mazide böyledir bu, bugünde böyledir bu, yarında böyle olacaktır bu. Burada tanımlamaya takılıp kalmamak iktiza eder. Çünkü bu tanımlama yapay bir tanımlama değil. Spontane bir tanımlama. Bunda, tarihe, hakka, hakkaniyete, hukuka mugayir bir taraf yoktur. Binaenaleyh, bunu yadırgamamak iktiza eder. Çünkü bunu yadırgamaya başladığımız an, şeytanın tuzağına düştüğümüz andır. Ve öyle de oluyor. Bu tanımlama, bu şekilde tanımlanana üstünlük bahşetmez. Ne yaparsa haklılık hamletmez. Bu da bilinmelidir. Çünkü üstünlük takvadadır. Bir olguya dayanarak her şeyi yapmaya hakkın yoktur. Yani olaya hakikat boyutundan baktığımız zaman olgular, olaylar, hakikatlerini bize spontane açacaktır. Siyonist emperyalizmin ayrılıkçı, bölücü politikalarına aldanmamalıyız. Şeytanın kumpaslarına gelmemeliyiz. Aklı ve kuvveti, duyguyu ve düşünceyi mezcetmeli, insicam içerisinde harekete sevk etmeliyiz. Olayın sırrı buradadır. Bir akıl yönlendirir ve bir kuvvet işi bitirir. Mevzubahis olan meseleye de bu bağlamda bakmak iktiza eder. Siyonist şeytanın izlerini takip edip, sapıklığa meyledenlerin serencamı mütemadiyen türap olmak olmuştur. Binaenaleyh, çok dikkatli olmalı, mutlak hakikatleri pusula olarak bilmeliyiz. Bugün nice milletler, sırtından hançerledikleri Osmanlı’yı arar olmuşlardır. Ama son pişmanlık fayda etmiyor işte. Said Nursi’nin de dediği gibi tarih bağlamında ve olgular, olaylar bağlamında bakıldığı zaman yönlendiren akıl Türk Milleti olmuş, kuvvet ise, yine Türk Milleti de dâhil kardeş unsurlar olmuşlardır. Yani bir vahdetin tezahürü neticesinde bugünlere gelmişiz ve yarınlara gitmemiz icap etmektedir. Çünkü varlığımız, var oluşumuz, var kalışımız buna merbuttur. Bu doğal bir hakikattir. Metazori dayatılmış bir doğru değildir. Nice milletlerin evlatları da bu temellerde bakmışlardır ve söz ederlerken daima bu minvalde söz etmişlerdir. Hayır, illa bir öncü güç, düşünen bir akıl olmayacak mıdır? Olacaktır. Bu başkası da olabilir elbette. Ama tarihi tecrübe,  köklü hafıza diye bir şey vardır. Yani normal dünya gerçekleri bağlamında bile bakıldığı zaman bir layık olma durumu vardır. Bu durum mezkûr olguya üstünlük bahşetmez ya da onun üstün odluğunu göstermez. Sadece yaşanan ve yapılan bir tarih bağlamında hak etme durumu olduğu hakikatini ortaya koyar.

 

Şimdi burada şöyle bir şey sadır olmaktadır. Eğer tarihi tecrübeye, birikime, hamuleye malik olan, tarihi yürüyüş ve yükseliş anında, arkalarda kalırsa, muayyen vasıflara haiz olanın yok oluşunu intaç eder bu durum. Binaenaleyh, böyle bir şeyin olmaması için gerekeni yapmak icap etmektedir. Teennili olmak durumundayız. Zira şeytan sinsidir, planları bitmez. Bizlerde oyuna gelmemeli, tuzağa düşmemeliyiz. Ne birileri alçaktır ne de birileri yücedir. Herkes Allah indinde eşittir ama dünya bağlamında birilerinin tecrübe bakımında elbette ayrıcalığı olabilir ve bu ayrıcalık ona önde bulunma imkânı temin edebilir ve bunu da herkesin ittihaz etmesi sonsuz normaldir. Buna garipsenecek durum yoktur. Bizler tefrika yaratacak durumları değil, vahdeti sağlayacak durumları ön plana çıkarmalıyız. Baş olmaya, öncü olmaya layık olanlar, layık olacak hareketler yapmalıdırlar. Her halükarda layık oldukları vehmine kapılmamalıdırlar. Böyle bir telakki ahmaklığa delalet olabilir ancak. Çünkü hiçbir kimse, adil olmayan, ahlakı temel almayan ve insani erdemlerle beslenmeyen kimseyi baş olarak, öncü olarak görmez ve bunda da haklı olur. Yücelik, güzellik, üstünlük ancak ve ancak takvadadır. Yani sır, ahlaklı ve adil olmaktadır, temsil etmeye layık olabilmektedir, layık kılacak yüce değerlere sahip olabilmektedir. İslam’ı, ortak ruh olarak görüp, bu topraklarda egemen kılmaktadır ve bunun için iktiza ediyorsa can adamaktadır. Tabi bur meydan da şu da tarihi bir hakikattir k; bu millet, tarihte, daima küresel şeytaniyete karşı savaşmıştır, İslam’ın egemenliği için at koşturmuştur, kılıç kuşanmıştır. Adeta Allah’ın kılıcı olmuştur. Mazluma gül ve umut, zalime silah ve son darbe olmuştur. Ne tarihimiz, ne de dinimiz küresel şeytaniyete boyun eğmeyi meşru görür. Ahlak ve adalet, varlığın temelleridir. Ahlaksız ve adaletsiz bir hayat, ülke ve dünya berbattır, kokmuştur, çürümüştür. Türk Milleti daima kâfire karşı meydanlara inmiştir. Zaferlerden zaferlere koşmuştur. Yüce davayı asla akamete uğratmamış ve yere düşürmemiştir. Temsilini layığı ile yapmıştır. Baş ve öncü olmasının hikmeti de buradadır. Zaten bu dava, layık olmayandan alınacaktır ve bu, değişmez bir kadim ve kutsal yasadır, sünnettulahtır.

 

YAŞAMIN İÇİNDEN

 

Bir insan düşünün. Hiçbir insana karşı, aklınıza gelebilecek hiçbir kötülük yapmıyor ve hiçbir olumsuz ya da nahoş davranış sergilemiyor. Bilakis elinden geldiği, gücünün kifayet ettiği kadar iyilik yapmaya çalışıyor. Şimdi, bunları yaptığı insanlardan biri, bu insana karşı olumsuz düşünürse, bu insanı kötü tanıtma gayretinde olursa, iyiliğe kötülük yapan insan ruh hastası mıdır, değil midir? Elbette ki ruh hastasıdır, sorunludur. Sana zerre kötülük yapmayan, senin hakkında zerre kötülük düşünmeyen, bilakis kendi küçük dünyasında kendi işleriyle iştigal eden bir insana karşı kötülük düşünmek, kötülük yapmak ruh hastalığının dışa vurumudur. Şerefli kılınan insan şerefsizsin teki olmamalıdır. Yaşamın fazla dikkat edilmeyen bir detayıdır bu.

 

Bendeniz; kendi nefsim için yazıyorsam, yazarken dünya hayatı umurumdaysa ve umur-u dünyeviye namına beklenti içindeysem şerefsizim. Sendeniz; münhasıran kendi nefsin için, bu insan hakkında güzel şeyler düşünülmesin diye, bu insanın iyiliğini, insanca eylemini örtmek, yaptığı güzel şeylerin görünmesini engellemek ve dünya menfaati namına bu insana haset besliyorsan ve bu sebeple bu insanın hayatta namusluca yürümesine engel teşkil ediyorsan, ayrıca bu meyanda yapılan bir şeyden tüm insanlığa zerre fayda gelecekse ve yaptığın yanlış hareketle bu faydayı da engellemiş oluyorsan şerefsizsin. Bir insana kötülük yaparken, haddizatında tüm insanlığa kötülük yapıyor olabiliriz. Maateessüf bizim en büyük ahlaksızlıklarımızdan ve namussuzluklarımızdandır bu tür şeyler. Son tahlilde: Bendeniz şerefliyim. Sendeniz şerefsizsin. Yaşamın fazla dikkat edilmeyen detaylarından biridir bu.

 

Eğer ki, bir dostunuz, kardeşiniz, arkadaşınız size zerre kötülük yapmamış ve siz bu halde ona kötülük yapmış, kalbini gücendirmiş kendinizden uzaklaştırmışsanız ve bu hal karşısında olayın derinliğini anlamamış, kavramamış, vicdanınızda zerre sızı duyumsamamışsanız yazıklar olsun size. Hissiyat, hassasiyet ve haysiyetten uzaksınız. Siz insan zaten değilsiniz, Müslüman da olamazsınız. Hayvani insiyaklara göre yaşayan bir mahluksunuz. Müslüman, Müslüman olsun, vallahi dünya hergün biraz daha güzelleşir ve yaşanılacak hale gelir. Camiye girdiniz bugün, hutbeyi dinlediniz. Eğer çıkışta unutup eski halinize devam ediyorsanız yazıklar olsun. Sonra da Müslümanlıktan söz etmeyin. Kötülüklerden ve kötülerden şekva etmeyin. Namuslu olmalıyız bebeğim!

 

Okumak; şehvetin, şiddetin, şöhretin, servetin, kuvvetin esaretinden kurtarır insanı ve gerçekten özgür kılar. Dünya denilen leşi, gözünde, kafanda, gönlünde değersizleştirir ve seni kula kul olmaktan kurtarır. Artık dünyanın peşine düşmeyeceğin için hiçbir hainin tuzağına da düşmezsin ve özgürlüğe uçarsın kanatsız bir kuş gibi.

 

Masa da, kasa da, kese de, nisa da birgün geride kalacak ve sen olmayacaksın! Öyleyse bunları alıp götürecekmiş gibi bunlara sımsıkı sarılıpta dünya da zalim olma. Oyun ve eğlence bir gün bitecek ve mezar denilen torbaya konacaksın. Şah olsan da, piyon olsan da değişmeyecek yazgıdır bu. Aynı torbaya girersin, aynı oyundan sonra. Aldanma! Aldatılma! Aldatma! Şerefli kılındın şerefinle yaşa ey insan!

 

Mutlak çaresizlik vardır orada. Tutunacak tek bir dal, sığınacak tek bir yer, dayanacak tek bir merci yoktur. İşte bu dünyada orayı düşünerek yaşa ey insan!

 

Allah'ım, Önder'im ve Kur'an'ım şahit olsun ki; Kur'an'ı taakkul, tedebbür ve tertil ile okuyun haini de, dostu da gözlerinden tanıyacaksınız. Tanımazsanız namerdim. Bilakis sürüne sürüne geberip gideceğiz. Hainleri görecek gönül gözün yoksa it gibi kıvrana kıvrana geberirsin.

 

Nesilleri üzerinde temiz bir iz bırakmayan millet; temiz, sağlam, aydınlık bir istikbale dair umut beslemesin. İstikbal, nesillerin beyaz ve temiz gülüşlerinde gizlidir. Kitapla besleyecek, ahlakla süsleyeceksiniz nesillerinizi.

 

Nice görkemli giyinimliler vardır ama o giysiler altında insan suretli fakat domuz siretli mahluklar gizlenmektedir. Zengin bir kalp, ucuz bir ceketin altında olabilir.

 

Ey sabahın sahibi olan Rabbim ve zerreden zerreta tüm varlık aleminin hakimi olan Rabbim Ümmet-i Muhammed'e bilinç ver, şuur ver, cesaret ver, küresel şeytanlara karşı birleşmelerini nasip eyle. Vatanımızı milletimizi devletimizi koru. Topraklarımızı kafirlere çiğnettirme. Emniyet ve ordumuzun neferlerine güç ver, kurşunlarına isabet ver ve kurşunlara hedef kılma. Terör pisliğini temiz topraklarımızdan def et. Özelde Türk coğrafyalarını genelde Ümmet coğrafyalarını küfrün askerlerinden arındır ve hürriyet nasip eyle. Amin Amin Amin.

Tarih: 11.03.2016 Okunma: 773

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?