Bir örnekleme yapacağım, umarım mevzumuzla ilintisi vardır. Adeta hafızamıza kazınan 28 Şubat diye bir zaman süreci yaşadı bu ülke. Ne oldu? Üç beş alık çıktı, zevahirde olmasa da batında Siyonist mahreçli olan medyanın ve birkaç kompradorun ajitasyonlarıyla bir hayal kurdular. Güya kudretliydiler. Oysa bu onları ajite edebilmek için verilen bir gazdı. Kendilerinde güç vehmettiler, millete kan ağlattılar, hazineyi talan ettiler, kaynakları yağmaladılar, ülkeyi mahvettiler, insanları canlarından bezdirdiler, sözde irtica egemendi ve kökten bitireceklerdi. Şimdi söyleyin iyi mi yaptılar? Eğer böyle bir düşünceye sahip olan varsa, isticalen bir beyin doktoruna gitsin. Hayır bebeğim, haysiyetlice ve namusluca hareket edemezler miydi? Millete maddi, manevi işkence yapmasalar olmaz mıydı? Ne istiyorlardı, dağlarda çocukları, kardeşleri vatan uğruna savaşan ve can veren yiğitlerin analarından, bacılarından? Ordunun manevi şahsiyetini tahrif ve tahrip etmeseler ve kuvvetine halel getirmeseler olmaz mıydı? Bu toprakların çocuklarının emeklerinin gasp edilmesine ve kaynakların talan edilmesine yol vermeseler olmaz mıydı? Politikayla iştigal edeceklerine, terörle namusluca mücadele verseler, vazifelerini bihakkın ifa etseler, terörün kökünü kazısalar, hülasa; asli işlerini yapsalar olmaz mıydı? Peki, ne oldu, böyle oldu da? Çok mu iyi oldu? Kim kazandı, kim kaybetti? Bu millet topyekûn kaybetti ve şeytaniler kazandılar. Ve tüm bunları yapanların şimdi bağırmalarına kim inanır? Bir daha bu millet bunlara aldanır mı? Bu milletin güvenini kazanmak kolay değildir. Bir kaybettin mi, ebediyen kaybedersin, bir daha da asla kazanamazsın. Bunları yapanların ve bunlara açık ya da gizli müzaherette bulunanların elbette bir ideolojileri vardı? Şimdi söyleyin bunların ideolojileri hâkim olsaydı, bu millete ne verebilirdi? Kendilerine ne verdi ki, millete bir şey versindi? Hayat, aptallara ve alıklara asla acımaz!
Müslüman olaydık, Allah eksenli düşünür, ahlaklı yaşar, adil olur, vicdanlı hareket ederdik. Münhasıran İslam’a aidiyet duyardık. Ama biz ne gariptir ki, Müslüman’dan başka her şey olduğumuz için yani şucu, bucu, ocu vs. olduğumuz ve olduğumuz yerlere göre hareket ettiğimiz için, İslam haricinde ki ait olduğumuz yerler ekseninde düşünüyoruz. Ahlaklı yaşamayı önemsemiyoruz, adil olmayı umursamıyoruz, vicdanlarımızı uyutuyoruz. Çünkü İslam haricinde ait olduğumuz yerler, bizlere, ahlak, adalet ve vicdan konusunda fazla bir şey vermiyor, verdiğinde de bizi bağlayıcı kılmıyor. Geçelim! Hayatta yanlışlar yapılıyor. Yapılan yanlışlar muayyen bir süre destek buluyor. Fakat bir zaman sonra yanlışlar yadsınınca ve kabul görmez olunca, yanlışlarla birlikte yanlış olanlarda kabul görmüyor ve artık tükeniş başlıyor. Sonrada bağırmalar gırla gidiyor. Doğru aranır oluyor. Ama bu durum herkesin aleyhine oluyor. Çünkü bitevi bir gel-git yaşanıyor. Bir türlü felaha erilmiyor, selamet sahiline çıkılmıyor. Biz ne yapıyoruz? Yanlış bizden diye arka çıkıyoruz ve yanlışlar aynı şekilde devam ediyor ama gün geliyor yanlışlar, yanlış adamlarla birlikte yok oluyor ama yanlış olanlar, yanlış olanlara arka çıkanlar hep birlikte bağırıyorlar, yaşadıkları mutlu ve mesut hayat sona erince. Niye bağırıyorsun ki? Âlem aptal, bir tek akıllı sen misin? Adam olaydın, doğru yürüyeydin. Yanlış yapıldığı zaman bağıracaktın ve her şeyin insicam içerisinde olmasını sağlayacaktın ve herkes güzelce yaşayacaktı. Ama yapmadın bunu. Çünkü keyfin yerindeydi. Kimse umurunda değildi. Bu durum mütemadiyen tekrar ediyor ve bu yüzden herkes birlikte kaybediyor. Oysa bu işleyişe bir nihayet verilmeli ve herkesin birlikte kazanması, mutlu olması sağlanmalı. Toplum bitevi gel-git yaşayarak, arka tarafta duran baronlara kazandırmamalı. Şimdi doğru diye kabul edilenleri, yapılan yanlışlarla doğru bildiren sensin. Peki, niye bağırıp durursun? Dediğimiz gibi, hayat aptallara ve alıklara acımaz bebeğim! Hani bir söz vardır; acırsan acınacak duruma düşersin diye, bu söz toplum boyutunda yanlıştır ve doğrusu şudur bendenize göre; acımazsan, acınacak hale gelirsin. Buyurun hayata vurun, yanlışsam eyvallah çekmeye hazırım. Sen topluma acımazsan, ihanet edersen, namuslu iş yapmazsan, alınterini sömürürsen ve sömürülmesine zemin hazırlarsan, değerleri tahrif ve tahrip etmeye yeltenirsen ve yeltenenleri sitayişe seza görürsen, millete manevi işkence çektirirsen toplum sana acır mı? Vurur tekmeyi feleğini şaşırtır. Başka adreslere yönelir ve sen bu yüzden insanları itham edemezsin. Edersen alık olduğuna hüccet teşkil eder eylediklerin. Bizim milletimizin derin sıkıntılarından biridir bu durum. Haddizatında yanlış yapana acımayacağız. Onları şiddetle uyaracağız. İşimize geliyor diye sessiz kalmayacağız. Ki, güzel işler olsun, herkes ödevini dürüstçe yapsın. Bir de şöyle bir şey oluyor; millet yanlışlardan ve yanlış olanlardan bıkınca, doğru diye gelenler artık varlıklarını vazgeçilmez ve garanti görüyorlar, böylece çok rahat hareket ediyorlar ve çoğu şeyi yanlış yapsalar da artık umursamaz hale geliyorlar. Niye böyle oluyor? Rahatlar çünkü. Karşılarında ki herkes bitmiş, tükenmiş ve yıkılmış çünkü. Bu ise herkes için iyi olmuyor. Keşke bu durumu düzeltsek. Keşke vicdanlarımızı, akıllarımızı, kalplerimizi çalıştırsak. Keşke ikide bir gel-gitler yaşamasak ve bir düzen tutturup, o düzende insicam içerisinde yaşasak. Herkes gülse, mutlu olsa. Kimseye karşı haksızlık yapılmasa. Adaletli ve ahlaklı olunsa. Aksi bir durumda ilanihaye düşmanlar kazanmaya devam edecekler maalesef. Onlar sömürecekler, bizler sürüneceğiz! Allah, aklı niye verdi ki bize?
Kalabalık; boğucudur, gürültülüdür, aklı zail edebilir, düşüncenin düşmanıdır, binaenaleyh dikkatli olmak icap eder. Öyle değil midir? Kalabalığa karışında görün bakalım! Ha, bu meyanda bazen iyi gelir mi? Kuşkusuz ama burada da şöyle ince bir nüans vardır; yine yalnızlık, kalabalık içinde yalnızlıktır güzel olan, iyi gelen. Kalabalık; sığdır, sağırdır, kördür, hissizdir, sıradandır, papağanımsıdır, sloganisttir, manipülasyona açıktır, boştur. Kalabalıklarda hakikati aramak alıklıktır. Kalabalık, sana, gürültüden başka bir şey sunmayacaktır. Biz, yürekli olmalı, yalnız kalmak pahasına hakikatin peşine düşmeliyiz ve yine yalnız kalmak pahasına bulduğumuz hakikatleri haykırmalıyız kör ve sağır vicdanlara. Yalan mı, yalnızlık mı? Hangisidir tercihiniz? İnsanca yaşamak hangisiyle kabildir? Bir adanış destanı yazabilmeliyiz iktiza ediyorsa. Belki hakikati kâmilen ele geçirmemiz kabil olmayacaktır ama çendan ona biraz yaklaşmamız bile bizim için sonsuz saadet kaynağı olacaktır. Hakikate ermek istemek, dünyevi nimetlere erişmek için değildir, bilakis hayatın sırrına ermek ve her anın keyfini çıkarmak içindir. Hakikati bulmak, anlamaya matuf bir uyanışla kabil-i mümkündür. Düşünce yönünden fakirseniz, hakikate ermeniz muhaldir. Kendi aklımızı kullanmasını öğrenmeliyiz. Aklımız var mı var? Niçin var? Kullanmak için? Kullanmayınca ne işe yarar? Hiçbir işe yaramaz. Yanlış kullanılabilir mi? Doğru kullanılabilir mi? Hakikatle yalanı nasıl tefrik edebiliriz? İyi ile kötüyü nasıl tefrik edebiliriz? Artık alıklıktan kurtulmak, aklımızı kullanmak iktiza ediyor. Gerçekleri görmek ve gördüğümüz gerçekleri ittihaz etmemiz icap ediyor. Hakikati aramakta samimi olmalıyız. Bulduğumuz hakikati kabullenmekte samimi olmalıyız. Hakikatleri izhar edenlere kızmakla elde edebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Hakikate erişmek zor değildir. Münhasıran samimiyet iktiza ediyor bunu başarmak için. Varlık âlemi, bitevi yenilenen bir kaynak gibidir, sadece kullanmasını bileceksin. Üretene kızma, sende üretmek için çaba göster ve üretilenler birleşsin, nehir olsun, aksın çağlardan çağlara ve aydınlatsın nesilleri. Yıkasın her çağda kirlenenleri. Mütemadiyen yalanlarla yaşadıkta ne oldu? Ne geçti elimize? Elimizden giden ne oldu? Egemenlerin dedikleriyle yolumuzu ve yönümüzü bulmak olmaz, kendi aklımızı kullanmalıyız. Önderimiz var mı? Pusulamız var mı? Aklın da var! Daha ne istiyorsun? Aklını kullanmazsan daima aldanırsın. Çünkü aldatmaya teşne olanlar kapında bekliyorlar. Biz; adansaydık, aldanmazdık! Adanmadık ve aldandık. Çünkü adananlar aklını kullananlardır, aldananlar ise akıllarını başkalarının ceplerine koyanlardır. Belki mevzumuzla çok derinden ilintili olmayabilir ama bir kısa misal vereceğim; bir zamanlar Sabahattin Ali isimli bir yazar vardı malumunuz. Katledildi. Ölümü bir kesimin üzerine yıkıldı, her zaman yapıldığı gibi. Aklını kullanmayan gençlik buna hemen inandı. Tamam dedi, doğrudur. Ve öylece kapandı. Aldandı gençlik, aldattı karanlık adamlar. Oysa böyle olmayabilirdi. Akıl kullanılabilirdi. Fakat zaman geldi çattı ne oldu? Hiçbir şeyin anlatıldığı gibi olmadığı izhar edildi. Maktulün katillerinin yine aynı dünyadan olanların olduğu anlaşıldı. Ve bunu yine aynı dünyadan olan üst düzey biri açıkladı. Kendi aklını kullanmaz, kendi hür iraden ile yolunu, yönünüz bulmazsan, daima kullanılırsın ve miadın dolunca çöp tenekesine atılırsın. Her şeyi, birilerinin istediği gibi ve istediği kadar öğrenmeyeceksiniz. Kendi istediğiniz gibi ve istediğiniz kadar öğreneceksiniz. Biz istiyoruz ki, peşinden gittiğimiz ideolojimiz kazansın ama varsın biz aldanalım. Ne derin garabet! Böyleleri her şeye müstahaktır bendenize göre. Sonra da kızıyorlar, bağırıyorlar. İşte bir zihnin felç ve iğdiş oluşuna en güzel örnek budur. Bizim içinde bulunduğumuz ve bir türlü kurtulamadığımız zihinsel sefaletin ve çürümüşlüğün en gerçek sebebi de budur. Sömürülmemizin yegâne sebebi de budur! Allah’a kul olmayı beceremeyiz, gideriz kulların kulu oluruz, sonra bağırır dururuz.
Eğer İslam ekseninde hayata bakmazsak biteviye aldanırız. Hakikaten aldanırız ve aldanıyoruz da zira. İslam; hayatın, nasıl, neye göre dizayn edileceğinin cevabıdır. İnsanı, aldatmayacak yegâne teori, üstelik uygulanabilir pratiği olan teori, İslam’dır. Hayatın gerçekleriyle ve idealiyle mütenasip olan yegâne olgudur, fikirdir, teoridir. Yani hayatın gerçekleri, yüce teoriyi mahvetmez. İslam, insanın kendisidir. Peki, insan, kendi kendisini aldatır mı? O kadar alık ve ahmak olabilir mi? Faraza İslam’ı ittihaz etmiyorsunuz, yine İslam ekseninde bakınız hayata, vallahi kendinizden bildiklerinizin ama sizleri aldatanların gerçek yüzlerini daha net göreceksiniz, kanlı planlarını deşifre edeceksiniz ve onların karanlık, kirli yüzlerine tüküreceksiniz. İslam’ı ittihaz ediniz diye söylemiyorum bunları. Orası kendi bileceğiniz iş ama eğer sömürülmekten şekva ediyorsanız, aldatıldığınızdan yana şüphe duyuyorsanız bunu yapmak zorundasınız. Bilakis istediklerinizden yana samimiyetiniz sorgulanır. Çünkü İslam’dan başka hiçbir şey, insanın, ezeli ve ebedi aldanışına nihayet vermeyecek ve sömürüyü ruy-i zeminden ref etmeyecektir. Çünkü İslam’da yalan yoktur, yalan ise şeytanın ta kendisidir ve şeytan, bir nevi emperyalizmin özüdür, emperyalizm ise vahşi sömürünün sistemleşmiş adıdır. Tabi İslam’ı da tedebbür ve tertil ile tetkik, tahkik etmek iktiza eder. Bilakis, bu defa da İslam ile aldatılırsın. Ama siz, kendi aklınızı kullanırsanız, Kur’an’ı tertil ve tedebbür ile okursanız, Kur’an size tefakkuh edecektir. Geçelim! İnsanlık gariptir, hep aldanır, aldandığını da bilir ama elinden bir şey gelmez, yani çaresizdir. Dünya garip bir sahnedir. Kimse kendisi olarak çıkmaz sahneye. Çünkü kendisi olarak çıkan alkışlanmaz ve kazanamaz. Elbet birileri kazanır ama kazananlar insanlar olmazlar. Birkaç kişi olur ve o birkaç kişinin yağcıları ve o yağcıların taşeronları olurlar. Gariban insanlar ezilirler, terleri, yaşları, kanları sömürülür. Ne ilginçtir ki, sömürülenler de, sömürenler de birbirlerini itham ederler bu durumdan dolayı. Çünkü kimse ne yaptığını, niye yaptığını, niçin yaptığını bilmez. Kimse de kalkıpta tezgâhı nasıl bozarım, neyle bozarım diye düşünmez. Milleti aldatanlar nasıl aldatacaklarını çok iyi bilirler zira. Milletin evlatları, adalet, ahlak ve vatan için değil, aldatanların kaymaklı ballı yaşamları için kavga verirler ve birbirlerini yerler ama ne yaptıklarını sorsanız bilmezler. Veyl olsun insanları aldatanlara! Millet için kavga verdiğini söyleyenler de asla hakikat üzerinde kavga vermezler. Tabi burada münhasıran bunlar suçlu değildirler. İnsanlarında suçları vardır, belki de en büyük suçlu insanların kendileridirler. Ah bir uyansak! Ama Kur’an’sız uyanışta muhal ender muhaldir. Filhakika layığız sanki başımıza gelen her şeye.
SÖZ:
Allah, bir kavmi, o kavim kendisini değiştirmediği müddetçe değiştirmez. Ancak, eğer, insan kendisini ve tabiatını değiştirirse, geleceğini ve tarihinin geleceğini değiştirmeye kadir olabilir. Bu da, beden gücüyle, mal çoğaltmayla, mevki ile bağlantılı değildir, aksine sadece FERDİN İNSANLIĞINA bağlıdır.
ŞEHİT DOKTOR ÜSTAD ALİ ŞERİATİ
Bilinç ve Eşekleştirme
NOT:
Bu toprağın çocukları, kafalarını ve kalplerini, Kur'an'dan süzülüp kulluk toprağına inen rahmet ile beslesinler, birbirlerini gerçekten sevsinler ve sımsıkı kenetlensinler, Çanakkale'de ki gibi yedi düvel gelse vallahi billahi tallahi dize getiremez. Normal şartlarda bir insan gücünün kaldırmasının imkânsız olduğu top mermisini, Seyit Onbaşı'ya kaldırtan kuvvet ne ise ve hangi ruhun tezahürü olan kuvvet ise, o ruhu kuşanmadıkça, dirilmemiz ve şahlanmamız muhal ender muhaldir. Sımsıkı kenetlenin ve yekvücut olun ey bu toprağın çocukları; ÇANAKKALE gibi! Canavarlaşan tek dişi kalmış Avrupa şeytanı yekpare olarak taarruza geçmiş durumda.
SÖZ:
Düşman seni kuşatmadan, gönlünü hakikatle besle ve gönül gözünü hakikatle aç ki, kuşatılmadan kurtul!
ÖZGÜR DENİZ
Eğer Allah’a ram olursan, Allah, âlemi sana ram eyler. Bunu vaat ediyor Önder!
ÖZGÜR DENİZ
Faniyiz be dostum! Rüzgarı hisset. Nasılda esip geçiyor ve ruhuna, seninde, kendisi gibi geçip gideceğini söylüyor. Taaa geçmişe gidiyorsun bir an. İçin bir garip oluyor. Boğazın düğümleniyor, bir iççekiş yaşıyorsun, kalbine hüzün iniyor. Öyleyse niye kötü oluruz, iyi olmak varken ve mümkünken? Beton binalardan çıkın, teneke parçalarından inin toprağa basın, yürüyün tarlalara doğru, dokunun kırçiçeklerine. Hissedeceksiniz!
ÖZGÜR DENİZ