DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...26...

Özgür DENİZ - 24.03.2016

Her şeye kızıyoruz, her şeye söyleyecek bir laf buluyoruz ama düşünmeye gelince yan çiziyoruz. İnandıklarımı ne kadar yaşıyorum, yaşadığım kadarıyla doğru yaşıyor muyum, inandıklarıma inancımın derinliği ne kadar diye hiç merak edip, sorup, sorgulamıyoruz kuvvetle muhtemel. Zira yaşadığımız hayat malumumuz. Attığımız adımı, nasıl atacağımızı düşünerek atsak, her gece, o günün muhasebesini ve murakabesini yapsak, yaşamımız sonsuz farklı olurdu. Ama yaşamlarımız maalesef sonsuz kirli. Bu durum, bir kesim için değil her kesim için böyle maateessüf. Bir olguya inanıyoruz, o olguyu benimsiyoruz ve ittihaz ediyoruz ama bunu, o olguyu merak edip, sorup, sorgulamadan yapıyoruz, sonrada birileri kalkıp o olguyu merak edip, sorup, sorguladığında ve o olgunun eksikliklerini izhar ettiğinde çılgına dönüyoruz. Oysa bir düşünsek, o olgu üzerinden bizim üzerimizde operasyon mu yapılıyor yoksa o olguyla gerçekten bize hizmet mi ediliyor diye, her şey sarahaten tezahür edecektir. Fakat buna cesaretimiz yok. Zira korkuyoruz hakikatlerden. Şimdi yine daha evvel sorguladığımız bir kavrama dönelim; laikliğe. Birileri laiklik hakkında konuştu mu deliye dönüyoruz. O taraf için geçerli bu durum. Bu taraf içinde geçerli bir durum var; İslam’ın hakikatini ortaya koydunuz mu hemen basarlar yaftayı ve susturmaya tevessül ederler. Yani yobaz her tarafta var. Yobaz; bir şeye, o şeyi dip derinliklerine kadar tetkik, tahkik, analiz etmeden, çözümleme yapmadan, merak edip, sorup, sorgulamadan inanandır yani kesin inançlı, kör itaatkâr olandır. Yobaz, çağdaşların dediği gibi iman edenler değildirler. Bilakis hayatta en büyük yobazlar, sekterler, dar kafalılar çağdaşlardır. Bu iddiayı ispata lüzum yoktur, zira hayat bunu her an ispatlamaktadır hem de en keskin, en sert, en kati, en katı hüccetlerle. Sadece, hayata keskin gözle bakmanız kifayet edecektir bunu fark etmek için. Hayır, bunu o tarafa muhalefet etmek için söylemiyorum. Zira bendeniz birilerine muhalefet ettiğim için yazmam yazdıklarımı. Ya da birilerine taraf olduğum için hakikati tahrif ve tahrip edemem. Çünkü bu durum şeref meselesidir. Olabildiğince hakikatleri izhar ve izah etmeye gayret ederim. Birileri işte şuraya gelsin, dâhil olsun, birileri şöyle yapsın diye söz söylemem. Zira herkesin aklı vardır. Eğer alık değilse, aklını kullanacak ve hakikati keşfedecektir. Dâhil olacağı yeri de kendisi tercih edecektir. Özgür tercih, her zaman zecri tercihe müreccahtır ve daha kalıcı bir tercih olacaktır. Çünkü tercih, bizatihi tercih edenin özgür iradesi ile yapılmıştır. Geçelim! Niye düşünmüyoruz? Şöyle düşünelim lütfen; laiklik dediğimiz şey bize ne verdi? Bizden aldıkları nelerdir? Ya da bu olgu ardında birileri rant mı kotarmaktadır? Bu olgu, bu toplumu vahdete mi yoksa tefrikaya mı yöneltmiştir? Bu olgun nere mahreçlidir? İnsanların, yaşamak için bu olguya ihtiyaçları var mıdır? Hangi ihtiyacı karşılamaktadır? İş mi vermektedir? Aş mı vermektedir? Eş mi vermektedir? Ya da daha zeki mi kılmaktadır? Bu kavramı benimser benimsemez müthiş keşifler, icatlar mı yapılmaktadır? Yoksa bilimsel keşiflerin, icatların, buluşların akılla ve çalışmakla mı alakası vardır? Ben laikim dediğim anda, hayatım baştan sona değişecek mi? Bir anda uzaya mı çıkacam? Tembelsem bir anda çalışkan mı olacam? Alıksam bir anda akıllı mı olacam? Çocuklarımız vehleten üstün zekâlı mı oluverecekler? İşte size en büyük ve derinlere sinmiş yobazlık! Yobaz kimdir bilir misiniz? Hayatını sorgulamadan yaşayandır! Geçelim! Oysa bu laik, laik değil kavgası, şeytani bir tezgâhtır, oyundur, tuzaktır, kumpastır. Bu milletin ve devletin enerjisini tüketmenin yoludur. Kardeşliği, birliği hançerlemenin adıdır. Seferleri zora sokmanın, zaferleri imkânsız kılmanın ve düşmanların yolunu açmanın en kolay yoludur. Birileri, bu kavgadan yani laiklikten besleniyorlar bebeğim! Fark ve idrak etmemen, böyle bir şey olmadığı anlamına gelmez. Ha birileri de elbette karşı tarafta bu yol üzerinden ekmeğini çıkarıyor. Yani millet birbirini olgular üzerinden yerken, birileri çok kolay yoldan kazanıyorlar. Top bir o tarafa gidiyor, bir bu tarafa geliyor ama olan arada kalana oluyor. Yazık oluyor! Gerçekten düşünmüyoruz, kafamız basmıyor. Olan, vatana, millete, devlete, dine, kaynaklarımıza oluyor. Düşman, üzerimizde ki görünmeyen egemenliğini perçinliyor bu yolla. Biri irtica diyor, biri laik diyor. Düşman da, bunu fırsat biliyor, bir laiklerin yanında bir de karşı tarafın yanında duruyor ve böylece de voleyi vuruyor, bizde uyuyoruz. Toplum hani adalet, ahlak diyemiyor. Yazık. Herkes, öylece bakınıyor; kimin adamı kazanacak, daha okkalı laf edecek diye. Hakikaten içler acısı bir haldeyiz. Hayır, samimiyet olsa, dürüstlük olsa eyvallah ama yok. Sadece laf var, nutuk var, icraat ise Kaf Dağı’nda kalmış. Tüm tuzakları İSLAM-KUR’AN-ÖNDER bozacaktır ve tuzak kuranların en hayırlısı Allah’tır!

 

Bizler, zihinlerimiz iğdiş edildiği, bulanıklaştırıldığı, körleştirildiği ve kalplerimiz yorgun düşürüldüğü, hissizleştirildiği için biteviye tökezliyoruz her konuda. Aklımızı, kalbimizi, vicdanımızı mezcederek olgulara ve olaylara bakamıyoruz. Yani şöyle her şeyden soyunupta, safi bir insanoğlu gibi bakmayı bir becerebilsek, tüm düğümler spontane çözülüp gelecektir. Ne baktığımız zaman görebiliyoruz ne de bildiklerimizi anlayabiliyoruz. Ne gerçekleri sarahaten gösterebilecek cesarete sahip olan var ne de gerçekleri anlayabilecek zihin berraklığına sahip olan var. Ne de bir konu üzerinde, doğru düzgün, namusluca müzakere edebilecek kaliteye sahip olan var. Korku duvarını aşamıyoruz. Bir türlü fikre bakmasını öğrenemedik, münhasıran kişilere baktık. Fikirlere ise, ancak o fikri serdedenin nereye ait olduğunu tespit etmek için baktık. Yani o fikirden bir şeyler öğrenmek için, o fikrin bize ne sağlayabileceğini tetkik etmek için bakmadık, fikir sahibinin nereye ait olduğunu öğrenip haddini bildirmek için baktık fikre yani fikrin özüne değil kalıbına baktık. Nihayetinde çakıldık kaldık ve bir daha çıkamadık düştüğümüz gayya kuyusundan. Hiçbir zaman serdedilen fikirleri dip derinliklerine kadar tetkik ve tahkik etme, çözümleme, anlama ve idrak etme zahmetine katlanmadık. En büyük handikaplarımızdan biridir bu, hatta terakkimizin ve kardeşçe, dostça yaşayabilmemizin önünde ki en büyük handikap desek, yanlış söz etmiş olmayız. Geçelim! Misal; lanet olasıca bir terör belası var. Çok uzun yıllar önce başımıza bela edilmiş bir lanet.  Açık ve net; Siyonist şeytanın doğurduğu bir fare. Siyonizm’in Arz-ı Mevud hedeflerine matuf bir hamle. Nice yiğitlerimizi verdik, nice kaynaklarımızı berhava ettik bu kanlı, kirli ve karanlık yolda. Terimiz, yaşımız ve kanımız emildi mütemadiyen. Dağ, taş, şehir, nehir bombayla lebalep ama mikrobu yok edemedik. Niye? Çünkü teşhisi doğru yapamadık. Tedavi edecek doğru doktorlarımız yoktu ve yanlış ilaçlar kullandık. Tedavi edilmek istendiyse de müsaade etmedik. Biteviye aldandık. Mütemadiyen bombalamayı terör yok ediliyor diye algıladık, bunu yapanları da hakikaten terörün Azrailleri olarak düşündük.  Bu netameli durum üzerinde hassasiyetli, hissiyatlı ve haysiyetli olarak durup, olayı analiz edenleri de hain olarak yaftalayıp susturduk. Vatan haini yaptık, ordu düşmanı yaptık. Oysa hain denilenler dürüsttü ama hain diyenler haindi, fakat biz anlayamadık. Peki, kazanan kim oldu, kaybeden kim? Elbette kaybeden bu toprakların çocukları oldular. Kazananlar ise Siyonizm şeytanı ve bu şeytanın taşeronları oldular. Gerçeği haykıranlar ezildiler, sindirildiler, hainler ise taltif edildiler, kahraman yapıldılar. Bol keseden kahramanlık dağıttık, şeker dağıtır gibi, kahramanlığın ne olduğunu fehmedecek kafaya sahip değildik çünkü. Oysa onca kaynağa yazık değil miydi? O kaynak, eğitime aktarılamaz mıydı? Yanlış yapanları ta en başından tespit edip, icaplarına baksak olmaz mıydı? O yanlış adamları, kurumlarımızdan def etsek, millete ifşa etsek olmaz mıydı? Onlara geçit vermesek, onların boş laflarına kulak asmasak olmaz mıydı? Böylece hem kurumlarımız temizlenmiş olurdu hem de daha kuvvetli hale gelirdi. Üstelik ne yiğitlerimizi kaybederdik, ne ordumuzu yıpratırdık, ne de kaynaklarımız talan edilirdi. Olamaz mıydı bu? Bal gibi de olurdu. Ama oldurulmadı ve geldik bugünlere, elan aynı belayla mücadele edip duruyoruz. Çünkü bu mikrop üzerinden elde edilecek rantlar daha bitmemişti, bu mikrop üzerinden kotarılacak politik hesaplar son bulmamıştı. Ama her şey plan dâhilindeydi. Şeytan ince hesap yapmıştı. Ve yine ince hesaplar yapılıyor, elli, yüz yıl sonrasının hesapları yapılıyor gibime geliyor. Bence mücadele ciddiyetle verilmeli, mikrobu icat edenler, yayanlar, taşıyanlar, destekleyenler, finanse edenler mutlaka tespit edilip, halka bildirilmelidir ve halkla birlikte bunlar merhamet edilmeden diskalifiye edilmelidirler. Zira şeytan sonsuz sinsi ilerliyor. İsticalen önlemlerimizi almalıyız ve ön kapatmalıyız.  

Tarih: 24.03.2016 Okunma: 909

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?