Maalesef değerlerimiz çok yozlaştı ve biz insanlar, cidden bozulduk. Evrende, para denilen meta, insani ilişkilerin ve siyasi düzenlerin temelini teşkil eder olmuş ve kaderi tayin eder duruma gelmiştir. Binaenaleyh, hem insanlar hem de milletler, para denilen dünya leşinin peşinden koşarken harap ve bitap düşmüşlerdir. Ne yazık ki bu durum insanı yormakta ve hayatı bile handiyse anlamsız kılmaktadır. Çünkü böyle bir dünyada parası olan işini görebilmekte, parası olmayan ise acılardan acılara sürgün olmaktadır. Elbet böyle bir şey sadece yoksul olanları değil, duyarlı vicdanları da yormakta, kanatmaktadır. Böyle bir dünyada, Mehmet Akif’in dediği, ya hamiyetim olmasaydı ya da himmetim olsaydı sözü çınlamaktadır kulaklarda. Münhasıran bu sebeple, milli servetler yağmalanmakta, yetim hakkı diye bir şey akıllara bile gelmemekte, helal haram ölçüsü unutulmakta, zayıf milletlerin toprakları ve kaynakları işgale uğramakta ve talan edilmektedir. Devletler borç bataklığına gömülerek, mukadderatları ipotek altına alınmaktadır. Hedef para olunca, insanlar çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmemektedirler. Menfaatler, hakikate ve insanca yaşamak mücadelesine tercih edilmektedir. Saygıyı, sevgiyi, muhabbeti, selamı para tayin eder olmuştur. İnsanlar, kazanmak ve egemen olmak duygusuyla, tüm değerleri gözden çıkarmaya bile cüret edebilmektedirler. Yegâne gayesi paraya ulaşmak olan insan ise bu meyanda hem yalnız kalmakta hem de yozlaşmaktadır. Yozlaştıkça da bozmaktadır. Bozdukça da bozulmaktadır. Küreselleşmeye bile sırf zengin olmak uğruna eyvallah çekmektedirler. Böyle olunca da çok kolay şekilde, kimliksizleştirilme ve dinsizleştirilme tuzağına düşebilmektedirler. Çünkü paraya tapmak ve varlığını paraya adamak, insanları bireyselleşmeye sürüklemekte, bireyselleşmekte egoizme ve hedonizme neden olmaktadır. Nihayet, insan, tedricen tükenmektedir. Bu istikamette yaşayan insan da, kolayca şeytanın ağlarına düşmektedir. Paraya tapınç olmanın en acı sonucu bilinç yitimidir. Bilinci yiten insan, modern zamanların tutsağı olmaktadır. Binaenaleyh, kitlelerin şekillendirilmesi ve yönlendirilmesi kolaylaşmaktadır. İnsanlar, politikacıların, şirketlerin ve bankaların kıskacı altındadır. Sürekli bir borçlandırmayla, köle gibi çalışmaya ve para kazanmaya yönlendirilmektedirler. Zihinlerimiz, her yönden sel gibi gelen kesif enformasyon bombardımanı altındadır. İdeolojik tazyikatların derecesi ölçülemeyecek durumdadır. İdeolojilerle; zihinlerimiz esir alınmıştır, bizlere kendi köklerimiz, kadim değerlerimiz, şahsi irademiz ve tercihimiz dışında ideal empoze edilmiştir ve bu minvalde kimliklerimiz biçimlendirilmiş, imanımız yüreklerimizden adeta sökülerek alınmıştır. Bankalarla cebimiz, ideolojilerle zihnimiz, sahte dinlerle de kalbimiz muhasara altına alınmıştır. İnsanoğlunun kendisiyle baş başa kalması engellenmektedir. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmaktadır. İnsanoğlunun düşünmesi ne yapılıp edilip kesintiye uğratılmaktadır. Çünkü kendi küçük dünyasında yalnız kalmayı başarabilen insan, illa ki derununda ki derin sesi işitecektir. Kendi derununa yönelik, iç sesini dinleyen insanın kulakları harici seslere bir şekilde kapanacaktır. Tam bu durumda zihin hareketlenecek, bilinç uyanacaktır. Nihayet, insanoğlu tehlikenin farkına varacaktır ve oynanan oyunu ihsas edecektir. Bilinci uyanan ve tehlikenin farkına varan insan, tehlikeyi ve tehlikenin nereden geldiğini, nasıl ve niçin geldiğini, kimler eliyle geldiğini ve tehlikenin ulaşacağı boyutları sorgulamaya başlayacaktır, böylece ayağa kalkacak, kendi özünü arayacak, dirilecektir. Mankurtlaşmaktan kurtulacaktır. Dirilişte, direnişe yol verecektir. Son tahlilde, küresel şeytanilerin ağları paramparça edilecektir. İnsan üzerindeki kurgulanan oyunlar da, başarısızlıkla intaç olunacaktır. İnsan uyanmalı, dirilmeli ve direnmelidir!
Eğer büyük bir uyanış tahakkuk eder, öz benliğimize dönersek ve kim olduğumuzun farkına varırsak, her şey baştan sona değişecek ve dönüşecektir. İşte o zaman kadim DİRİLİŞ vuku bulacaktır. Böyle bir değişimin ve dönüşümün öznesi yine biz olacağız. Bunu tahakkuk ettirecek irade bizim irademiz olacaktır. Bilakis, böyle bir şey muhal ender muhaldir. Büyük değişime ve dönüşüme temel olacak olan olgular; kimliğimiz ve dinimizdir. Köklerimizi bilmeliyiz, köklerimize dönmeliyiz, köklerimizden beslenmeliyiz. Küresel şeytanilerin nevzuhur seküler değerleriyle, hastalıklı fikirleriyle, zehirli ideolojileriyle değil. Velakin ilk evvelde, hariçten üzerimize kesafetle tazyikatta bulunan ve bizi cendereye almak isteyen tehlikeleri bertaraf etmemiz iktiza eder. Kendi derunumuza yolculuğa çıkmamız ve biraz da olsa kendi halimizde kalmamız icap eder. Varlık evimizi inşa edecek olan hatta inşa eden ve muhakkak şekilde muhafaza edecek yegâne güç kaynağı olan VAHİY bilgisiyle aydınlanmamız şarttır. Münhasıran kendimiz özelinde ve ümmet genelinde yaşamaya, düşünmeye eriştiğimiz vakit, kendi kafamızla tefekkür etmeye başlamışız demektir. Fakat başkaları adına yaşamaya odaklandığımız zaman, mütemadiyen başkalarının kafası ile tefekkür etmek zorunda kalacağız ve hiçbir zaman bize ait olan hayatı yaşayamayacağız. Bu şekilde, bize ait olmayan bulanık sularda çırpınarak boğulup gideceğiz. Bizi, kirli ve bulanık sulara itmeye çalışanları bile yanımızda bulamayacağız o vakit. Ki, filhakika, onların da niyeti, bizleri bu kirli ve bulanık sulara sokmak ve terk edip gitmektir. İnsanlar maalesef, her şeye, buradan nasıl nemalanabilirim ve benim menfaatim nedir bundan diyerek bakıyorlar. İlişkilerimizin temeli para olduğu için, bu telakki maateessüf zihinlerimiz de egemenlik kurmuş durumdadır. Binaenaleyh, yaptıklarımızın neye mal olacağını değil, bize ne getireceğine bakıyoruz. Menfaatlerimiz uğruna; hakikatleri örtüyoruz, kutsal değerlerimizi öteliyoruz, kimliğimizi ve dinimizi kâğıt üzerinde bırakıyoruz, töremizi çiğniyoruz, varoluş mücadelemizi ıskalıyoruz. Oysa muhakkak olarak yapmamız iktiza eden şey, kesin ve yüce hakikatlerin önüne, hiçbir zaman özel çıkarların geçirilmesine müsaade etmemektir. Asla ve kata unutmamalıyız ki; zihinlerimizin doğru istikamette değişmesini, kimliklerin doğru istikamette şekillenmesini, dinin hakikatinin tezahür etmesini, büyük ve görkemli bir kafa devriminin çiçeklenmesini, varoluş kavgasının zaferle neticelenmesini, mutlak, muhakkak ve kesin hakikatlerin tezahür etmesi mümkün kılacaktır. Öyleyse, mutlak, muhakkak ve kesin hakikatlere ihanet etmemeliyiz, izhar edebilmek için sonsuz gayret içinde olmalıyız. Tek bir kafanın değişmesi bile kifayet edecektir, uyanmaya ve dirilmeye. Ve bu tek bir kafanın değişmesi, tüm kafaların değişmesini tetikleyebilecektir kim bilir. Bu gerçeği sarf-ı nazar etmeyelim lütfen!
ALİ ŞERİATİ diyor ki:
Müslüman ve Doğulu olan bizlere Batı ne yaptı? Bizim dinimizi, edebiyatımızı, düşüncemizi, geçmişimizi, tarihimizi, soyluluğumuzu küçük gördü; bize ait olan her şeyi o kadar küçümsedi ki, biz de onunla beraber kendimizi küçümsemeye başladık. Ancak Batılılar kendilerini üstün gördüler, yücelttiler ve büyüklendiler. Biz de onları giyimde, tavır ve hareketlerde, konuşmada taklit etmeye başladık. Bu durum öyle bir aşamaya ulaştı ki, bizdeki aydınlar kendi öz dillerini unuttukları için övünmeye bile başladılar! Bu ne rezillik! Bu şekilde, insan, bilincinin kaybıyla ancak bu kadar övünebilir. Ne garip bir iş! Bizden birinin yabancı dil öğrenmekle övündüğü yetmiyor mu ki, anadilini unuttuğu için övünüyor? O, bu haliyle, annesinin azarladığı ve dövdüğü ve öfkesinden kurtulmak için yine annesine sığınan bir çocuğa ne kadar da benziyor! Evet, böylece, kendini ve medeniyetiyle övündüğü bir halkı ileri gören biri unsur, diğer ulusları, onlara egemen olmak ve sömürmek için aşağılamaya başlıyor. Bu ulus, aşağılanmasına ve küçük görülmesine sebep olan unsurlardan dil, kültür, edebiyat, geçmiş, düşünce vesair uzaklaşıp, onlara bağlanmaması ve kendisini aşağılayan, ayıplayan kaynağa sığınması, onların itham bu hakaretlerine maruz kalmamak için yabancıları taklit etmektedir. Bunun gerçekleşmesi için yabancılar, Doğunun dinini, imanını, edebiyatını, düşüncesini, büyük adamlarını, geçmişini ve elinde bulunan tüm kıymetli şeyleri alçaltmakta ve kötülemektedir.
Bilinç ve Eşekleştirme
ALİ ŞERİATİ diyor ki:
İnsanoğlunun, dünya nimetleri için, bir buzdolabı, bir ev yada bir araba karşılığında ilahi özelliklerini feda ettiğini görüyoruz. Bu insan, neyi kaybettiğini ve kaybettiği şeyin yerine geçen şeyin ne olduğunu ve hangi şeyden haz duyduğunu bilmiyor. Bu insan, arabadan aldığı hazza mukabil, ilahi kabiliyetini, teslim olmama ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi olma özelliğini kaybetmiştir. Bu insan, araba zevkine ne kadar değer biçti ki, bu onun reddetme ve isyan özelliğine eşit oldu? Şüphesiz uyanıklığın, isyanın, reddetmenin tadını alan bir kimse onu herhangi bir şeye değişmeyecek ve fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun onu satmayacaktır. Fakat ne oldu ki, biz bunları kolaylıkla değişebildik? Biz uyanık değiliz!
Bilinç ve Eşekleştirme
YAHÛDİLER NEDEN LÂNETLENDİ?
Muhabbet ve nefret husûsunda Allah’ın rızasını gözetme feraseti kaybedil-diği zaman, kişi, nefsinin maskarası hâline gelir.
İman hassasiyetleri yerine, dünya menfaatlerini ön planda tutar.
Bu sebeple de “hoşgörü” adı altında yanlışları hafife almaya, “aman kırılmasın, gücenmesin, dostluk ve menfaatimiz zarar görmesin” gibi düşüncelerle sessiz kalmaya başlar.
Bu ise, kişinin hem kendisine hem de haksız-lığına göz yumduğu insana yapabileceği en büyük kötülüklerden biridir.
Nitekim Süfyân-ı Sevrî Hazretleri şöyle buyurur: “Bir kişi, yanlış bir iş yapar, kardeşi olduğunu iddiâ eden diğeri de onu nezâketle îkâz etmezse, bilin ki onun muhabbeti Allah için değildir. Şâyet Allah için olsaydı, Allâh’a âsî gelen kimseyi, onun anlayacağı bir üslûpla îkaz ederdi.”
YAHÛDİLER NEDEN LÂNETLENDİ?
Yanlış bir hâl üzere olan kimselere gösterilen nefsânî müsâmahalar, toplumda günahların yaygınlaşmasına, meşrû görülmesine ve neticede alenen ve pervâsızca işlenmesine zemin hazırlar. İsrâiloğulları’nın bozuluşu da menfaatlerini kaybetmek korkusuyla verdikleri tâvizler ile başlamıştır. Peygamber Efendimiz bunu şöyle haber vermişlerdir:
“(Benî İsrâil halkı) ilk zamanlar, kötülük yapan birini görünce:
«Bak arkadaş! Allah’tan kork ve bu yaptığından vazgeç! Çünkü bunu yapmak sana helâl değil!» diye uyarırlardı.
Ertesi gün o adamı aynı vaziyette gördüklerinde (menfaatleri ön plana gelir) onunla birlikte yiyip içebilmek ve yanında oturabilmek için bir daha îkâz etmezlerdi.
İşte o zaman Allah Teâlâ onların kalplerini birbirine benzetti.
Peygamber Efendimiz bunları söylerken bir yere yaslanarak konuşuyordu. Birden doğruldu ve sözünü şöyle tamamladı:
“Ya siz de birbirinize iyilikleri tavsiye eder, kötülüklerden sakındırır, zâlimin zulmüne mânî olursunuz, yâhut Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, İsrâiloğulları’na lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvud, Melâhim, 17/4336)
EY RABBİM!
Küresel Şeytani Siyonist Emperyalizmin zavallı bir taşeronu ve maşası olmaktan başka bu dünyada bulunmasının hiçbir hükmü ve anlamı olmayan Siyonist Ermeni Çetesine karşı Azerbaycan'ın yiğit askerlerine yardım et, Azerbaycan'lı kardeşlerime bilinç, basiret ve feraset ver ve onlara ordularının yanında yer alacak cesaret, fedakarlık, diğerkamlık duyguları bahşet. Onları muvaffak ve muzaffer eyle. Sadık millet bilincin de olan yüreği temiz Ermeni kardeşlerimizi de Siyonist Ermeni çetesinin tasallutundan kurtar. Amin.
KÜFÜR-İMAN
Unutmayın ve uyumayın! Siyon, Coni, Toni, Moskof, Avrupa yoktur, şeytanın çocukları vardır ve hepsi birdir, hepsinin hedefi; küçük mikyasta Türk Milleti, Türkiye; büyük mikyasta İslam, Ümmed-i Muhammed ve Müslüman Coğrafyalardır.