Tüm kurumsal yapıları, etki gücüne sahip özel ve tüzel kişilikleri; kadim ve kök değerlerimiz, kutsal kaynaklarımız ve yüce ülkülerimiz temelinde, münhasıran bu toprakların ruhundan beslenen Milli Siyaset düzleminde hareket etmeye davet etmeliyiz. Kamu malını korumalarını, yağmalanmasının önüne geçmelerini ve kendilerinin de yağmalamamalarını, önemli kaynakların millileştirilmesi yönünde çalışmalar yapmalarını haykırmalıyız. Samimi, dürüst, ilkeli, haysiyetli, hassasiyetli, hissiyatlı, ahlaklı ve adaletli olmaya davet edeceğiz tüm milletimizi ve milletimizin mukadderatını belirleme yetkisine sahip olan herkesi. Herkesin birlikte çalıştığı, birlikte ürettiği ve birlikte tükettiği bir toplum yapısı teşekkül ettireceğiz. Sömürüyü, zulmü bu topraklardan ebedi olarak yok edeceğiz. Birlikte dirileceğiz, birlikte direneceğiz, birlikte kazanacağız. Nesillerimizi, düşmanların tuzaklarından koruyacağız ve düşmanların ele geçirmesinin önüne geçeceğiz. Tüm kurumsal yapıları, etki gücüne sahip özel ve tüzel kişiliklere; küresel şeytaniyetin yani küfür ehlinin yani küresel Siyonist emperyalizmin, soydaşlarımız ve dindaşlarımız üzerinde ki prangalarının kırılması ve zulümlerinin sonlandırılması adına o ülkelere ültimatom vermelerini söylemeliyiz. Birlikte hareket etmelerini, dış meselelerde asla uyumsuzluk içinde olmamalarını haykırmalıyız suratlarına. Gerçekleri, kendi çıkarları uğruna gizlememeleri gerektiği yönünde kendilerini uyarmalıyız. Soydaşlarımız ve dindaşlarımız üzerinde, düşman lehine tahakküm kuran yerli maskeli ama yabancı ruhlu hainleri uyarmalıyız. Soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın uyanması, dirilmesi, ayağa kalkması ve direnmesi için de, onların münevverleri, siyasetçileri ve ozanlarıyla irtibata geçmeliyiz. Artık, hakikaten daha bir haysiyetli, hassasiyetli, hissiyatlı olmalıyız. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan yürümeliyiz. Gösterdiğimiz gayretin, bin kat daha fazlasını gösterebilmek adına direnmeliyiz. Yılmamalı, yıkılmamalıyız. Dostlarım! Hakikatken hissiyatımız kalmamış, hassasiyetimiz kalmamış, haysiyetimizden taviz verir olmuşuz. Bu yüzden de büyük ülküler peşinde koşacak takatten mahrum kalmışız. Kalkmaya, yürümeye pek gönlümüz yok. Oturduğumuz yerde rahat hissediyoruz kendimizi ve keyfimizi bozmak istemiyoruz. Aslında ova ova, köy köy, şehir şehir dolaşabilmeli, oralarda ki milletimizin parçalarını uyandırmalı, onlarla hemhal olmalı ve gönül köprüleri kurmalıyız. Onları düşmanın tuzaklarına karşı dirilmeye ve direnmeye çağırmalıyız. Onlara imkânları son raddesine kadar sunmalıyız. Milletimizin hiçbir parçasını, ülkemiz üzerinde ki nimetlerden mahrum koymamalıyız. Şehirde ki insanlarımızın yalnızlığını gidermek ve kendi özlerine yabancılaşmalarını önlemek için, sürekli onları müteyakkız kılacak faaliyetler tertip edebilmeliyiz. Kendi kadim köklerimiz ve kutsal kaynaklarımız temelinde. Vahiy ve töre ekseninde onları dirilmeye davet etmeliyiz. Ülkemizde ki, soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın parçalarını yadırgamadan bağrımıza basmalı, onlara karşı kesinlikle yanlış tavır içinde olmamalıyız. İşte bir tarihi böyle yapmalıyız. Durduk yerde ve oturarak tarih yapılmaz! Ecdadın ne zaman durdu, oturdu, bekledi? Ecdadının, sana bıraktığı ve hoyratça harcadığın miras kolay kazanılmadı ey vatan evladı! Düşündün mü hiç, sen ne bırakacaksın?
Kimliğimiz bellidir, dinimiz bellidir. Bu kadim, kök ve kapsayıcı olgular, bir zümreye, bir şahsa, bir topluluğa hamledilecek olgular değildir. Muhtevaları bellidir. Hinterlantları bellidir. Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesi ihata eden olgulardır. Yeniden bir kimlik belirlemeye ve yeni bir din üretmeye ihtiyacımız yoktur ve bu olgulardan özel durumlar üretmeye, bu olguların kapsama alanını daraltmaya ve bu olguların perspektifini sınırlamaya da gerek yoktur. Behemehâl bunun aksi düşünülemez ve bu durum ilanihaye böyle olacaktır. Dinimiz son dindir, hak dindir, tek dindir, bizim için intihap edilmiş dindir, mutlak ve muhakkak hakikatleri tazammum eder. Kimliğimiz, kimliğimizin kapsamına giren tüm bileşenlerle anıldığı haliyle bilinir, bilinmektedir, bilinecektir. Burada rahatsız olunacak, tolere edilemeyecek ve yadırganacak bir taraf yoktur. Tarihin tekerleği mütemadiyen bu iki kadim olgu üzerinde dönmüştür, dönmeye de devam edecektir. Beylik laflarla gemi yürümez, yürümüyor, yürümeyecek. İrade, cesaret, akıl, say ve cidal gerekir. Kader, lafla tayin edilecek bir şey değildir. Fasılasız çalışmak ve mücadele etmek belirler kaderi. Kâinata hükmeden, sözünü kanun yapan, vahiyden ve töreden ayrılmayan, İslam sancağını elinden düşürmeyen, Türk kimliğine halel getirmeyen şerefli ve necip ceddimiz, uyuşuklukla, uyumakla, tembellikle, zulümle, zulme boyun eğmekle, adaletsizlik ve ahlaksızlıkla yedi düvele baş eğdirmedi. Yüreğinde ki imandan aldığı derin cesaretle ve uygulamalarında ki tutarlılık ve sarsılmazlıkla asırlarca tarihin yörüngesini belirledi, tekerleğini döndürdü. Biz bu iki kadim ve kök olgu hakkında ki algılarımızı ve anlamalarımızı mutlak surette tashih etmeliyiz. Bilakis, bitevi sıkıntılarla karşı karşıya geleceğiz. Ve mütemadiyen burada ki açıktan vurulacağız. Bizim, kimlik hakikatimize, bir biz yabancıyız, tüm âlem vakıf iken. Bir Ali Şeriati, bir Seyyid Kutup, bir Mevdudi, bir Hasan el-Benna, bir Said Nursi, bir Engels, bir Pascal, bir Goethe, bir Voltaire, bir Feurbeach ve nice yerli ve yabancı filozoflar, aydınlar, sanatçılar ve siyasetçiler bilir ama bir tek biz bilmeyiz. Onlar kabullenir de biz kabullenmeyiz. Mezkûr isimler, bu millete ister dostça yaklaşım sergilemiş olsunlar, isterse düşmanca yaklaşım sergilemiş olsunlar bu milletle ilgili konuştukları zaman tarifleri bellidir. Bunu bir iddiayı hüccetlendirmek babında da söylemiyorum, ki filhakika iddia gibi bir şeyimiz de yoktur ve olamaz, zaten gerçek olan bir şeyi göstermek adına söylüyorum. Ki, hakikatin hüccete ihtiyacı olmaz. Bizim hüccetimiz, tarihe kazılmış mührümüz ve silinmeyecek şekilde yazılmış ismimizdir. Burada bir izhar ve izah vardır. Böyle bir şeyi farklı şekilde adlandırmakta dürüstlük değildir. Herkes kabul eder ki, bu milletin tarihinde faşizmin zerresi yoktur. Çünkü faşizmi bu milletin ruhu kusar ve daima kusmuştur da. Faşist zihniyete sahip olanlar hiçbir zaman millettin gönlünde yer bulamamışlardır. Ki, faşist zihniyete sahip olanlar zaten hiçbir zaman bu milletten olmamışlardır. Bilakis, bu milleti mahvetmek için böyle bir şirke yönelmişlerdir. Bir şey yapmaya yeltendilerse de onu ancak metazori yapma yoluna gitmişlerdir. Ki, tarihin herhangi bir sürecinde, bu milletin hiçbir evladının da ırkçılık yaptığı vaki değildir. Irkçılık, bir şeyin gerçekliğini ortaya koymak değil, o şeyi tanrılaştırmaktır. O şeyi, her halükarda takdis, tebcil ve tazim etmektir ve o şeyin takdis, tebcil, tazim edilmesini istemektir. Bizimde böyle bir yaptırımımız ve telakkimiz yoktur ve de olamaz. Ama kimliğimizi de bilmek ve kimliğimizle anılmak güzeldir, olması gerekendir. Kimliksizlik, yitmektir. Bütün birikimlerin berhava olmasıdır. Olması gereken şey; kimliksizleşmeyi dayatan bir dünyada, kendin olarak kalabilmektir. Kimliksizleşmek, mankurtlaşmaktır. Haddizatında, bu kimliksizleştirme gayreti içinde bile bir kimlik dayatması gizlidir. Bu hakikat, fark ve idrak edilmeli, tuzaklara düşülmemelidir. Türk Milleti, yaptıklarıyla, tarihiyle, mefahiriyle değerlendirilip, tenkit edilebilir, bu normaldir ve olmalıdır da. Amma ve lakin, bu milletin mevcudiyetine matuf suikast tertip edemez, yok edilmesi adına faaliyette bulunamazsınız. Bu tehlikelidir ve tolere edilemeyecek bir durumdur, gereken ne ise yapılır. Öyleyse, Türk Milleti’nin mevcudiyetine yönelik suikast içinde olan ve bu milleti yok etme tezgâhları tertip etme derdinde olan hiçbir fikir tasvip edilemez, hoş ve masum görülemez. Böyle bir fikir, ne adına kavga verdiğini iddia ederse etsin. İster özgürlük kavgası desin buna, isterse adalet kavgası, isterse insan hakkı kavgası desin. Ki, haddizatında, hakikatte adalet için kavga verdiği de söylenemez. Zira adalet; haklıya hakkını teslim etmektir. Hürriyet, birini yok ederken, diğerini yaşatmak değildir. İnsan hakkı, birinin yaşamını gasp edip, diğerine her türlü hakkı sunmak değildir. Gerçeği örtmek, adalete mugayir bir tavırdır. Türk kimliğine açık ya da gizli düşmanlık güdüpte yani gizli faşistlik yapıpta, yaptıklarının doğru olduğunu söyleyenler ve bu milletin çocuklarının peşlerinden gelmemelerini tenkit edenler, önce bir durup düşünmelidirler. Bir defa bu milletin kimliğine düşman olmakla zaten baştan kaybetmişsin demektir. Faşist kafaya sahip olanlar sadece Türk kimliğine değil, İslam dinine de düşmandırlar, ki İslam’a düşman olanın Türk dost olması muhal ender muhaldir. Öyleyse, kimliğe düşman olmaktan ziyade, kimlik sahiplerinin hareketlerini tenkit etmek daha doğru olandır. Tenkite eyvallah ama elimine etme gayretleri tensip edilemez. Şöyle ki; bir kişi, Türk milletini, gerek fert bazında, gerekse milletlik bazında yaptığı yanlışlardan dolayı tenkit edebilir, doğru olanı ifade edip, o doğrunun kabul edilmesini söyleyebilir ve bu çok güzel bir davranıştır. Ama Türk milletinin bir ferdinin ya da bir gurubunun yanlışlarını fırsat bilip ve oradan çıkış yapıp, bunu da genele şamil kılarak bu milletin mevcudiyetine suikast tertip edemez. İşte bu asla kabul edilemeyecek olan hatta şiddetle tedip ve tenkil edilmesi icap eden bir hainliktir. Ve maalesef, bağrımızda böyle yılanlar mevcuttur. Darvin bunağının takipçileri mevcuttur bağrımızda. Darvin bunağı diyordu ya hani; ‘’Türkler aşağı ırktır ve elimine edilmeleri gerekir.’’ İşte size faşist zihniyet!
Hakikat gizlenmez ve hakikat hüccet istemez. Hüccet zaten hakikatin kendisidir. Yani hakikatin bizatihi varlığı, hakikatin kendisi için hüccettir. Birilerine hoş poz vermek, birilerince kabul görmek için hakikati gizlemeye ya da tahrif ve tahrip etmeye yeltenmek faciadır. Bile bile, gerçeği yalanla gizlemek hainliktir. Sen, sana yapışmış şeyi nasıl olurda gizleyebilirsin? Bu kabil midir? Ki, seni tahkir ve tezyif etmeyen bir şeyi gizlemenin manası da nedir? Düşman mutlu olsun diye kendi kendini çiğnemek, kendi hazinlerini gizlemek ne menem bir şeydir? Hakikati, hakkaniyetli bir şekilde ortaya koy ki sonradan arızalar tezahür etmesin. Çünkü yalanla yaşamaya alıştığın zaman ve bir gün hakikati ortaya koyman icap ettiği zaman kimse inanmaz ve tükenirsin. Artık hakikati kabul ettirmek kabil olmaz. Bunun gibi, kendini bildiğin gibi ve başkalarınca bilindiğin gibi ortaya çık ki, kimse senden yana şüphe duymasın. Ya da hep farklı görünüpte bir gün gerçeğinle ortaya çıktığında kimsenin yüzüne bile bakmayacağı gibi. Bugün böyle, yarın şöyle olmaz. Eğer böyle ikilemli olursanız, hem kendinize hem de sizi siz yapan olgulara zarar vermiş olursunuz. Nihayetinde bir güven bunalımına ve şahsiyet krizine yol açmış olursunuz. Hatta zımnen kim olduğunuzu ifade etmek sanki suçmuş gibi bir algı yaratırsınız. Namuslu yaşayacak, dürüst olacak, doğru olanı yapacaksınız ve kimliğinizle bilinmekten de gurur duyacaksınız. Çünkü kimliğinizi taşıyacak olan ve kimliğinize bir nevi itibar bahşedecek olan bizatihi sizlersiniz. Keza, kimliğinizi yere düşürecek ve itibarını sıfırlayacak olan yine sizlersiniz. Böyle bir davranış, neslinize de, ceddinize de ihanettir. Ama elbette temsilinizi layığı ile ifa edeceksiniz. Ceddimizin bıraktığı mirası yere düşürecek kadar müptezel olamayız herhalde? Zira kendisiyle, varlık âleminde nice büyük zaferlere imza atılmış bir şeyi, bir hiç uğruna yok sayamazsınız. Birilerine, kendinizi kabul ettirmek adına, hakikati örtemezsiniz. Birilerini memnun edeyim diye, kendisiyle varlık âleminde, varlığınızı ispat ettiğiniz ve nice güzel işler yaptığınız şeyi yok sayamaz, yere düşüremez, sıyırıp atamazsınız. Birileri, siz kendinizi ifade edince, sizi farklı şekilde tanımlamaya yeltenmesine asla aldanmayacaksınız. Böyleleri, sizin, sizi inkâr etmenizi istemektedirler zımnen. Bu tuzağa düşmeyeceksiniz. Zira böyle bir şey, sizin, sizi ifade eden olguları gizlemeniz ve o olgularla anılmayı utançmış gibi algılamanız içindir. Yani arka planda derin bir ihanet gizlidir. Bir ferdin ya da bir zümrenin hareketini genelleyerek, bir milletin varlığına düşmanca tavır sergilemek, kesinlikle normal ve tasvip edilebilecek bir hareket değildir. Masum bir hareket olarakta adlandırılamaz böyle bir şey. Hülasa; neyseniz odur ve olduğunuz gibi medyana çıkmanız iktiza eder. Namussuzluk yapmıyorsun ki, yalan söylemiyorsun ki utanasın! İnsan, etinden, derisinden, kalbinden utanır mı? Kirli olan insandır, olgular daima temizdir ve temiz olanı kirleten yine insandır. Yani suçlanacak olanlar; olgular değil, insanlardır.