Her seviyedeki insanımız içinde, kendisi başta olmak üzere, ailesi,
milleti, devleti ve dininin şeref ve onurunu korumak hassasiyetini yitirmiş
olanların sayıları artıyor. Toplumda, doğruyu arama, dinleme ve söyleme
nitelikleri yok oluyor. En çok görülen şeyin, söylenenle yapılanın zıtlığı
olduğu halde, en inanılan sözler bu sözler oluyor.
Ülkede haber denilince, o gün şehit olanlar ve bir önceki günkü cenazeler
görülmekte. Terörle mücadelede, boş binaların yıkılması, ileri düzey güvenlik
için gerekiyor. Üzerimize düşen füzeler için, nerede ise yer çekimini
suçlayacağız. Sorun çözme yeri olacak meclisimiz, yakın dövüş meraklıları için
mesai yapıyor.
Karanlık aydınlık, çirkin güzel, dinsizlik dindarlık olarak görülebilir mi?
Yalanı talanı, haksızlığı hırsızlığı İslam’a nasıl sokarız? Altı yüz sayfalık
İlahi Kitap’ın, yeterli olmadığını düşünen din adamları(!) yetiştirilirse,
bunların tartıştığı konu, M.Akif’in Müslüman olup olmadığıdır.
Bizi geri bırakarak, yabancıya uşak etmiş, bir imparatorluğu yıkmış, akla
aykırı kabullerimizi terk etmek yerine, onlara sarılarak yeniden yükseleceğimiz
hayalleri ile yaşanır mı? Bin küsur senelik uykudan uyanmadan, doksan seneye
enkaz denir mi?
Osmanlıda farklı mezar taşları ile belirtilen, ölünün bağlı olduğu tarikat,
zamanımızda farklı başörtüsü bağlama şekline dönüştüğünü bilmeyen kaldı mı?
İslam’ın yerini tarikat, tarikatın yolunu ise feraset(!) belirliyor.
Güçlü olmak veya çoğunluğa sahip olmayı, doğru yolda olmanın delili
zannetmeyiniz.