Sevgili yoldaş! Naçizane hafızamda kaldığı kadarıyla çok önemli bir iktibas aktarayım. Dinle! William James ismini duymuşsundur kuvvetle muhtemel. Bu zat, çocukların ruhlarında ki dini yönelimler üzerine bilimsel tahkikatlar yapmıştır. Çocuğa, içinde yaşadığı cemiyetin müdahalesi olmadan, çocuğun ruhunda hâsıl olan tabi dinsel duygu ve yönelimleri yakalamak için, muayyen bir yaşa kadar herhangi bir eğitim-öğretim faaliyetiyle irtibat içinde olmayan sağır ve dilsiz bir çocuğun davranışlarını ve hatıralarını tetkik etmiştir. Bu çocuk daha sonra üst düzey bir eğitimden geçirilmiştir. Eğitim öncesi ve sonrası ile ilgili metafiziki duygu ve düşüncelerini William James’e şu şekilde hülasa etmiştir; aile biyeleriyle çıktığı gezintilerde tabiata dair fenomenlerin kendisini etkilediğini ifade etmiştir. Konuşma ve yazma bilmediğini ama düşünebildiğini söylemiştir. Ruhunda bazı duygulanımlar yaşadığını, aklını rahatsız eden soruların belirdiğini ve bitevi sorular sorduğunu beyan etmiştir. Dünyanın nasıl ve niçin var olduğunu, kendisinin varlığının nasıl tezahür ettiğini, hayatın nerede ve nasıl başladığını, nebatatın ve hayvanatın ne şekilde zuhur ettiğini, ayın ve güneşin hakikatte nasıl şeyler olduklarını, ilk insanın, hayvanın, bitkinin tohum olmadan nasıl var olabildiğini, insanın niçin burada olduğunu ve buradan ayrılınca nereye gideceğini düşündüğünü ve her seferinde bir neticeye ulaşamayıp ıstıraplar içinde kıvrandığını ve nihayetinde sorular sormaktan vazgeçtiğini ama sonrasında aynı halet-i ruhiyeye yine duçar kaldığını ve bu durum artık bir süreklilik kesbettiğini açıkça ifade etmiştir. Nihayetinde derununda tezahür eden şu derin hakikati izhar ve izah etmekten de imtina etmemiştir; ruhun ve beynin manevi gezintilerinde bir yaratıcının varlığını tüm benliği ile ruhunun derinliklerinde duyumsadığını sarih ve beliğ bir ifadeyle ifşa etmiştir. İşte böyle! İnsan bitmeyen bir serüvene ve arayışa tabidir ve bu durum badema sürecektir. Çünkü insan dediğimiz akıl ve ruh sahibi canlı varlık, bu minvalde ilerleyen ve bu ilerleyiş sürecinde mütemadiyen tekâmül eden bir şeydir. İster kabul edelim, ister reddedelim. Kabul de redde hiçbir şey değiştirmeyecektir. İnkârı imkânsız olan süreçlere direniş beyhudedir.
Sevgili yoldaş! Şimdi böyle bir mektupta sömürü olayını teğet geçmek olmaz kanımca. Büyük fikir devi, derin sosyolog, kavga ve dava adamı şehit doktor üstat Ali Şeriati’nin beliğ ve sarih ifadeleriyle, bu olguyu ve olayı tetkik ve tahlilde Batı tandanslı Marksistler bile naçar kalmışlardır. Filhakika, sömürgecilik dediğimiz olgu nev-i şahsına münhasır bağımsız bir diyalektik öze haiz bir olgudur. Ki, yanlış taraftan bakılıp yanlış algılanması ve anlaşılması da bu sebepledir. Proleter ve komprador münasebetinin ve sınıflılığın tezahür ettiği emperyalist düzenlerde meriyette olan umdeler maalesef sömürgecilik dediğimiz daha geniş ve çok boyutlu bir anlamı haiz olan sömürgecilikte geçersizdir. Şimdi sömürgeci ülkeler müstemleke ülkelerin doğal kaynaklarını ve zenginliklerini talan edip yağmalayarak maddi kudret kesbetmektedir. Öyle bilindiği gibi proletaryanın kutsal emeğini, alınterini emerek değil yani. Şöyle yani; doğal kaynaklar, herhangi bir emek ürünü olan şeyler değildirler, evet işlenmesi, kullanılabilecek duruma getirilmesi elbette emek ister, iş ister, eylem ister ama sömürülen şey verilen emeğin karşılığı olan şey değil, doğal olarak var olan kaynaklardır. İşin hülasası, büyük sermaye terakümü tabii kaynakların v zenginliklerin gasp dilmesinin neticesidir, emeğin gaspının neticesi değil. Burada şunu demek istemiyorum; sömürü diye bir şey yoktur, emek gasp edilmemektedir, emekçiler sömürülmemektedirler. Hayır, böyle bir şey yok. Maksadım olayı netleştirmek ve doğru teşhisler, tespitler yaparak, doğru tedavi yöntemleri geliştirmektir. Hepimiz biliyoruz ki, doğada var olan bazı kaynaklar vardır ve bunda insan emeğinin zerre payı yoktur. Bunu bildiğine inanıyorum, zira bilecek kadar zekisindir! Bu derin bir tahlildir ve tolere etmek kolay değildir. Bu temelde yeni açılımlar yapmak, olayı doğru teşhis etmek iktiza eder ki, doğru tedaviler uygulanabilsin. Umuyorum ki, bu kısa izah kifayet edecektir. Şayet anlamadıysan ve anlamlandıramadıysan ama anlamakta samimi isen, büyük fikir devi, derin sosyolog, kavga ve dava adamı şehit doktor üstat Ali Şeriati’nin Öze Dönüş isimli eserine göz atmanı istirham edeceğim. Diğer kitaplarını da bulup, alıp, okuyabilirsin. Ufkunu açacağı, karanlık taraflarını aydınlatacağı aşikârdır. Ama cesaretli, samimi ve dürüst bir savaşçıysan ve hakikati kabullenecek büyük ve engin bir yüreğe sahipsen. Okumaktan korkmamalısın dostum. Yeknesak bir okuma sistemi, fikir insanı için felakettir. İnsanın aldanmasını ve zımnen bitevi sömürülmesini tevlit eder. Yine saygıdeğer rahmetli şehit üstadın üçlü bir kitabı vardır; Marksizm, Kapitalizm, İslam Ekonomisi diye, bunların her biri ayrı ayrı kitaplardır. Muhakkak bul ve oku. Kabullenmek ve reddetmek için değil, okumak, anlamak, kavramak, tetkik ve tahlil etmek için oku. Diyordun ya hani; bir şey gördüğün gibi olsaydı bilim diye bir şey kabil olmazdı diye. Yo yo pardon, bu söz Karl Marks’a aitti değil mi? Zira böyle bir şey senden sadır olsaydı, pekâlâ hakikati daha kolay keşfedebilirdin. Gerçi Karl Marks’ta hakikati keşfedememiş ama sen farklı bir çağın çocuğusun. Zira arada dağlar kadar fark var. Çendan Karl Marks’ı sıfırlayan bir çağın çocuğusun. Anlayacağın, olayların görünen yüzüne mukabil bir de görünmeyen yüzleri vardır ve keşfedilmeyi beklemektedir. Mesela, gülün fiziği ona sahip olan bahçıvanınsa, metafiziği onun ruhuna dokunan şairindir, sanat erbabınındır. Zaten, sanatta; ‘’nesnelerin görünmeyen ama duyumsanan, hissedilen taraflarının ortaya çıkarılması işi’’ değil mi? Bizim arzularımızın hilafına da olsa berrak, duru ve saf hakikati örtmeye tevessül etmeyelim. Sen zekisin bunu yapmazsın bilirim!
Sevgili yoldaş! Can sıkıcı da olsa, can yakıcı da olsa, eğer reddi ve inkârı muhal bir hakikat varsa ittihaz etmesini bilmeliyiz. Zira ikimiz de biliriz ki, oyun bittiğinde ve herkes dağıldığında hakikatle baş başa kalırız. Bilakis bir ömür acı çekmeye mahkûm oluruz. Peki, değer mi? Ernest Renan ismini eminim duymuşsundur. Ne demişti? Yanlış anımsamıyorsam, İslam’ın, insanın dini olduğunu ifade ediyordu ve doğruda diyordu. Umarım acı hissi yoktur yüreğinde! Şunu bilmelisin ki, insançocukları her şeysiz yaşayabilirler belki ama Allah’sız yaşayamazlar. Niye biliyor musun? Çünkü Allah, tüm mevcudiyetlerini ihata etmiştir. Allah, içimizdedir! Allah’ı içinden çıkarman muhal ender muhaldir. Bize anlam veren Allah’tır. Allah, varlık âleminin anlamıdır. Hani bazen varlık âlemini anlamsız bulurlar ya, haddizatında Allah’sız olmanın tevlit ettiği bir psikolojidir bu. Patolojik bir vakadır. Anlamak dediğimiz şey var ya, filhakika anlamın hüccetidir bu. Zira anlam olmasaydı, neyi anlayacaktık? Bir anlam vardır ki, anlamak yetimizi kullanabilmekteyiz. Anlamak, varoluşun en yüce mutluluğudur. Anlam var, akıl var, öyleyse anlamak doğal bir sonuçtur. Bu hakikat o kadar beliğ ve sarih bir hakikattir ki, görmemek, duyumsamamak, düşünmemek, işitmemek kabil değildir. Bizde mevcut olan tüm organlar, varlık âleminde ki anlamı keşfetmek içindirler. Bendeniz, bu hakikati vazıh olarak keşfetmiş bulunmaktayım. Bu derin mevzuyu çıldırırcasına tezekkür ve tefekkür ettim. Bu derin tezekkür ve tefekkür neticesinde ve yaptığım tahliller nihayetinde vasıl olduğum düşünce muvacehesinde, muhtelif bütün düşüncelerim desteksiz kalarak iflas etti. Kalp ve beyin gibi, beden coğrafyasının iki muhteşem merkezinde, iman her türlü nefsanî ve şeytani düşüncelere galebe çalarak mutantan zaferini ilan etti ve hakikat sancağını zaferin yüce burcuna dikti. Bu zaferini keskin, kesin, nt ve sarih hüccetlerle tahkim etti. Artık, Allah’a yönelerek iman hüccetimizle ebedi necatımızı imzalayalım. Bugünden geriye asla dönüp bakmayalım gayrı. Şu kesin ve kudretli bir hakikat ki, Allah’sız bir insan tasavvuru ve dünya tasarımı muhal. Düşün ırmağı her halükarda iman okyanusuna akıyor. Bu berrak, pak ve duru iman okyanusuna seninle mülaki olmak ve ölümsüzlük bilincine birlikte ermek ne büyük bir saadet ve bahtiyarlıktır bir bilsen. İnşaallah bu arzum ve ereğim tahakkuk eder. Hakikatin gönlüne düşmesi ve kulluk toprağını çiçeklendirip, dünyana baharı getirmesi için dua ediyorum.
Sevgili yoldaş! Artık maziye dair ne varsa bendeniz gömdüm gitti. Senin de aynı şeyi yapman, senin için iyi ve güzel olandır. Davetime icabet edersen, işlenen tüm masiyetler, irtikâp edilen tüm yanlış eylemler, beyin merkezinde ve kalp başkentinde iflas etmiş, geçerliliğini kaybetmiş olacaktır ve sen, maziye dair tüm sorumluluklardan azade olacaksın. Hakk batıla galebe çalmış, amansız ve fasılasız cidalde iman eşsiz, benzersiz, mutantan zaferine mülaki olmuş, batılın her nev’inin sahte saltanatı yerle yeksan edilmiş ve yüce ve mutlak hakikatin tezahürleri hayatımızda tebeyyün etmiş olarak varoluş kavgamızda kuvvet kaynağı olacaktır. Hatırlanacak güzel şeyler elbette var maziye dair, ki eskiden de onurumuzla, namusumuzla yaşadık. Elbette masiyetler işledik, hangi insan bigünahtır? Ama bizde nakıs olan şey iman imiş, o da zevahirde öyle imiş. Haddizatında, tüm ömür sürecinde iman atında imişiz ama gözlerimize sanki perde çekilmiş ve bihabermişiz gibi yaşayıp gitmişiz. Zira yaşantımız zaten İslam’mış ta imanımız nakısmış münhasıran. Ki, hayatta nice insan böyle değil midir? Hayatına baksan İslam’ı yaşıyordur, hem de İslam olduğu iddiasında olan nicelerinden daha ileri düzeyde, daha asilce yaşıyordur ama bir tek kalp başkenti örtülü işgal altındadır ve iman bir türlü şeytana galebe çalamamıştır. Sende böylesin ama bir türlü bunu idrak edemiyorsun. Çünkü sorgulama yapmıyorsun. İhsas ettiğime göre hakikatten de korkuyorsun sanki. Seni, tabir caizse insanlığın ortak vicdanının ortak manifestosu olan, mutlak, kesin ve yüce hakikatlerden müteşekkil Hak Din İslam’a davet ediyorum. İcabetin ve ihtidan bendenizi nasıl bahtiyar edecektir bir bilsen. Tabi burada bencil olamam, kendi bahtiyarlığımdan evvel senin kurtuluşun daha önemlidir. Karanlığın gecelerinden sıyrılıp çıkıp sabahların aydınlıklarına vasıl olman, yüreği güzel biri olan senin adına bendenizi sonsuz mesrur edecektir. Bunca zaman yaşadıklarına, yaşadığın zamana ve yarınlarına hayalen bir göz at, sorgula bakalım ne göreceksin. Nedamet, nedamet, nedamet! Elde kalan ne? Hayata verdiklerin ne? Hayatın senden alıp götürdükleri ne? Bilmelisin ki, nasıl eşya, dünyanın öznesi ve esas elemanı olan bizlere hizmet için mevcutsa, bizde, bizi halkeden, bizi yarattığı her şeye üstün kılan, bize emsalsiz nimetler bahşeden ve evreni ayaklarımızın altına seren Allah’a hizmet için mevcuduz. Zira senin dar-ı cehennemde kızıl alevler içinde sonsuza değin kalman ve yanman hassas kalbimi gayet müteessir eder. Hakk’ın huzuruna muhteşem ikili olarak gitmeye ve saadet saraylarına girmeye var mısın? Bunu aklen, kalben, ruhen olanca samimiyetimle ne kadar istiyorum bir bilsen. Senin bir hakikat kavgacısı olman kavgamıza güç katacaktır inan. İslam ile müşerref olman, tüm hayatını vehleten tenvir edecektir, bunu anında duyumsayacaksın. Bulunduğun dünyada zımnen uyutulup, adatılıp, sömürülürken, gireceğin dünyada gerçek uyanışın, dirilişin tahakkuk edecektir. Şunu bil: bunu münhasıran senin için istiyorum. Zira ne bu kavga kişilerle kaimdir ne de İslam’ın kişilere muhtaçlığı vardır.
Sevgili yoldaş! Son tahlilde: Evet, biz yoldaşız. Zira reddi ve inkârı muhal bir yolun yolcularıyız. Ne kadar da farklı kulvarlarda, farklı diskurlarla, farklı kavgalar uğruna yürüyen şahsiyetler olsakta, en son tahlilde aynı sonsuzluğa bizi götürecek olan tahta ata binmek, değiştirilmesi kabil olmayan, bozulması muhal olan mukadderatımızdır. Belki hayatımızda ki nice şeyler konusunda irademiz dominant unsurdur ama bu konuda mutlak olarak etkisiziz ve edilgeniz. Mutlak ve muhakkak olarak yakalanacağımız bu sondan kurtuluş yoktur ve bu sonu belirleyen de biz değiliz. Kesin ve kararlı bir transformasyonla, lekesiz, berrak bir ırmak gibi akan, temiz bir hayata merhaba diyerek mukaddeme yapıp, bu yoldaşlığımızı dar-ı cennette daim ve kaim kılabiliriz. İşte burası, bizatihi kendimizin irademiz dâhilinde yapacağımız ihtiyara merbuttur. Kutsal, samimi, içtenlikli davetime icabet etmeni gönlümün dip derinliklerinde arzuluyorum. Karşılık bulacağımı inşaAllah biliyorum. Bir adım kifayet edecektir bunun için. Bu kesin dönüşümün, isticalen tahakkuku için aklımla, ruhumla, kalbimle dua ediyorum dinmeyen gözyaşları eşliğinde. Fakat şöyle bir durum var; ecelin çelik pençesi ruhumuzu söküp almadan, demir yumruğu kafamızı parçalamadan ve ömür dediğimiz sermaye tükenmeden bu kutlu kervana iltihak etmelisin. Vakit geçmeden tahakkuk etmeli bu kutsal iletişim ve ilişki. Bu kervana dâhil olanlara bakarak karar vermemelisin ve böyle bir şeyi yapmazsın umarım. Bilakis aklın karışıp, ruhun çelişkiye düşebilir. Sen olgunun bizatihi kendi özüne bakarak karar vermelisin. Bu dünya fani ve bakileştirmek iktiza ediyor, bu da bizimle alakalı bir şey. Bilinçli ve hür bir seçimle mukadderatını belirleyecek olan sensin. Haydi bekleme gel ve uçalım birlikte el ele sonsuzluğa! İnan ve umut et ki, biz bekliyor insanmış ve adanmış ruhların güneşli bahçeleri. Mutlak, şaşmaz, değişmez, değiştirilemez, muhakkak hakikattir ki, ölümsüzlük ve ölümsüz olan yoktur. O’ndan geldik yine O’na döneceğiz. Hayat, malayani oyun ve eğlencelerden müteşekkil bir film gibi kahir ekseriyetle. Lakin aynı zamanda fırsatları ganimete dönüştürmek için de muazzam bir potansiyel. Ölüm ise, anlamlı, berrak, keskin ve değişimi muhal bir hakikat, bir kavuşma sahnesi. Artık, bundan böyle dönüp bakma geriye, karanlığa. İlerisi güneşli ve daha aydınlık. Işık daha parlak ötelerde. Muhabbetle, umutla, barışla, kardeşlikle, yoldaşlıkla, coşkuyla, sevgiyle, arkadaşlığın ve dostluğun dayanılmaz hasretiyle, özgür ve müptedi bir hakikat devrimcisi olarak selamlıyorum seni. Hoşça kal!
ABDÜRAHHİM KARAKOÇ’U ANMAK
Saf ve temiz bir vicdan. Kadim tecrübenin yansıması ince bir zekâ. Sızılı bir yürek. Çelik gibi söz. Demir yumruk. Ulvi bir aşk. Tarifsiz bir cesaret. Sonsuz bir mücadele azmi. Kararlılık ve cesaret. Davaya adanmış bir bilinç ve şuur. Soydaş ve dindaş ayırmayan ve hepsinin dertlerine ortak olan bir gönül eri. Bütün bu yüce erdemler; üstadımız, gönüllerimizin şairi, bu toprakların asil ve esaslı evladı Abdürrahim Karakoç üstat da mezcolmuştu. O, saf duygularla vatanını seven bir yiğitti. Can ve kan hazinesi Anadolu’ya âşıktı. Türk Milletinin özellikleri ile İslam Dininin ahlakının mezcolduğu erdemli bir kişilikti. Erdem Kenti’nin işçisi, Allah Davasının münadisi idi. Bu sözler asla mübalağa değildir. Zira görünen köy bellidir. Çünkü O’nun gizlisi saklısı yoktu. Ki, sözünü eğip bükecek, saklayacak kadar şahsiyetsiz değildi. Yalakaları, dalkavukları, müraileri, namussuzları, hainleri asla sevmezdi. Kimliğinden ve dininden hicap duyan ya da kaybedeceklerini düşünerek kimliğinin ve dininin ayan olmasından imtina edenlerden iğrenirdi. Ne milletini ne de dinini savunmaktan hiçbir zaman gocunmadı. Kaybedecek bir şeyi yoktu, zaten kaybedeceklerini düşünecek zamanı yoktu. Ne dinden geçindi, ne de vatandan geçinmek derdine düştü. Politik düzenbazlıklarla da işi olmadı. Bir zamanlar girmiş ve şöyle demiş; Allah rızası için girdim. Ve gün gelmiş ayrılmış, yine şöyle demiş; Allah rızası için ayrıldım. O böyle yiğit, harbi, hakikatli, hakkaniyetli bir yürekti, insandı, adamdı. Bana böyle yürekli ve asil birini daha göstermek kabil midir? Evet, O, Allah rızası için yaşadı, savaştı. Bütün kâfirlerin hedefindeydi. Bir ara Hahambaşının köpekleri, bir emirle kendisine saldırmışlardı. Ama O, asla dikliğinden taviz vermedi. Söylediklerinin arkasında durdu. Hak Yol İslam Yazacağız dedi; kör dünyanın göbeğine ve kuşların göz bebeğine. O, yolu açtı, inşaAllah takipçileri yazacaklardır. Nurettin Topçuların, Necip Fazıl Kısaküreklerin, Remzi Oğuz Arıkların, Dündar Taşerlerin, Mehmet Akiflerin ve benzerlerinin zamanımızdaki sesiydi sanki.
Allah sonsuz kez rahmet etsin. Mekânını Yüce ve Yegâne Önderimizin (sav) yanı kılsın. Taksiratını affeylesin. Bu milletin ve ülkenin hatta ümmetin en şerefli evlatlarından biriydi. Mutlak vatanseverdi. Şerefli ve sarsılmaz bir dindardı. Evet dindardı ve vatanseverdi. Ne vatandan geçindi, ne dinden geçindi. Dikti, yürekliydi, şerefliydi. Sözü temizdi. Özü temizdi. Yüzü temizdi. Babacandı. Bir defa telefonda konuşmuştum ve bir şey danışmıştım. Hatta iki defa konuşmuştum, birincisinde NURETTİN TOPÇU üstat üzerine konuşmuştuk. Hatta yazdığım mesajlarda NURETTİN TOPÇU üstadın fahri talebesiyim demiştim de, ikincisinde o mesajları yazan sen misin diye sormuştu. Nasihatlerde bulunmuş, NURETTİN TOPÇU üstadı takip etmeyi bırakmamamı söylemişti. Hakikat ne ise onu söylemişti. Cenazesine katılamadım, gerçekten üzüldüm. Katılmam mümkün olmamıştı. Sevgim sonsuzdu, saygım sonsuzdu. Kâfirlere, müşriklere ve münafıklara karşı sözünü esirgemezdi. Bir ömrü erkekçe mücadeleyle geçti. Gıyaben temiz ellerinden öpüyorum saygıdeğer üstadım. Sözlerini bayraklaştırmayı ve asla düşürmemeyi nasip etsin Allah. Sonsuz âminler olsun.
Yeniden, bir defa daha, ailesinin, milletimizin ve ümmetin başı sağolsun. Gerçekten şerefli, haysiyetli bir şairdi. İnsan bir şairdi. Adam gibi adamdı. Sahtekârlık, yalakalık, ihanet nedir asla bilmedi. Hak yoldan ve Hak sözden asla şaşmadı. HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ düşüncesiyle yaşadı, savaştı ve veda etti. ALLAH sonsuz rahmetini esirgemesin. Âmin.