AYASOFYA
Bilinmelidir ki; Ayasofya'nın asli mahiyetine tedvir eylenmesi bu milletin üzerinde ki en ağır sorumluluktur. Belki de bu milleti ezen, perişan eden, sefilleştiren, mankurtlaştıran, mezellet ve meskenet içerisinde olmasına sebep olan Ayasofya'nın esaretidir. Bu milletin spontane deruhte ettiği sorumluluğun icabını ifa etmemesidir. Ayasofya bu toprakların ruhu gibi bir şeydir hatta ruhudur ve maalesef o ruh, bu topraklar da esirdir. Bu utançtır! Ruhu esir olan bir milletin bedeni hür olabilir mi? O kutsal, ulvi ve büyük ruhun, kutsal Anadolu topraklarında çürüyüp gitmesine müsaade etmemeliyiz. Bu milletin ve ümmetin DİRİLİŞİ bir anlamda Ayasofya'nın hürriyetine merbuttur. Öyleyse ne Batı domuzu ne Amerikan şeytanı ne de Yunan faresi bize handikap teşkil edemez ve edememelidir de. Bu konu üzerinde ne kadar tefekkür etsek kifayetsiz kalır. Bu mübarek ayda ve bu mübarek ayın bu mübarek gününde bu mevzuyu derinlemesine tetkik, tahkik ve tahlil etmeli, muktezası neyse isticalen yerine getirmeliyiz. Bilakis, Ayasofya'nın laneti üzerimizde olur. Binlerce yıldır Müslüman Türk Milletine yurt olmuş Anadolu Toprağında Ayasofya'nın kapalı kalması zillettir, utançtır, ayıptır, günahtır. Allah, Önder, Kur'an, Vatan şahit olsun ki, eğer insan iseniz, Müslüman iseniz, Türk iseniz vallahi, billahi, tallahi ruhunuz ezilir, gövdeniz sarsılır, aklınız durur, vicdanınız kurur, Ayasofya'nın o mahzun halini görünce, bir tek vatan evladının namaz kılmak, Kur'an okumak için giremediğini düşününce, ruhunuzun dip derinliklerinde hissedince. Gözleriniz dolar, yüreğiniz burkulur, aklınız utanır, vicdanınız boğulur. Hissederseniz mutlaka halledersiniz!
EN BÜYÜK ÖDEVİMİZ NEDİR? NE YAPMALIYIZ?
Bizim, bir parça umut taşıyan neslimizi katlettiler, geriye kalan neslimizi de mankurtlaştırdılar. Bugün öğretmeninden doktoruna, avukatından savcısına, polisinden askerine, aydınımızdan âlimimize, bürokratından politikacısına kadar maalesef cahilleştirilmiş bir nesil var karşımızda. Bu nesil; sorusu olmayan, merakı olmayan, düşünmeye ihtiyacı olmayan, derdi ve davası olmayan, kitapla herhangi bir bağ kuramamış, gününü yaşama ve geleceğini kurtarma derdiyle meşgul olan bir nesil. Bu nesil, ‘’sağ’’ ve ‘’sol’’ olgularının kıskacında büyümüş, bu olguların kavramlarıyla beslenmiş, bu olguların olaylaşmasında edilgen bir aracı olmuş ve tabir caizse zehirlenmiş bir nesildir. Bu olgular tavassutu ile bu nesli İslam’dan uzak tuttular, maksatta bu idi ama farkına varan ve farkına vardığı gerçekleri haykıran insanımız yoktu maalesef. Haykıran bulunsa da sesini duyurabilen olmadı. Bugün neslimiz için yapabileceğimiz en büyük iyilik, her şeyden daha önemli olan şey, düşünen, merak eden, soran, sorgulayan bir neslin doğmasına katkıda bulunmaktır. Terzisinden manavına, işçisinden patronuna, öğretmeninden doktoruna, avukatından savcısına, polisinden askerine, bürokratından politikacısına kadar soran ve sorgulayan bir topluluk meydana getirmek her şeyden daha önemlidir. Bahusus politikacıların bu nesle yapacakları en büyük iyilik, neslin soran ve sorgulayan bir karaktere sahip olmasını sağlamaktır. Nesle matuf bitevi sorular sormaktır ve onların düşünmelerine yol vermektir, düşündüklerini hürce ifade edebilecek ortamlar sağlamaktır. Sorusuz ve sorgusuz bir nesil kayıp bir nesildir!
KİŞİLİK TAHLİLİ
Nobel şeref bahşetmez ve yalanları hakikat kılmaz! Geçelim! Ya, bir adama bakınca kabiliyetli olup olmadığını, bir şey ortaya koyup koyamayacağını az çok ihsas edersiniz. Bendeniz, bu adamın kamuoyuna sunulduğu gibi biri olmadığını, şişirilmiş bir balon olduğunu, kullanışlı aptal olduğu için yol verildiğini ve Nobel’e mazhar kılındığını fark etmiştim. Münhasıran Türk Milletine matuf olarak mezkûr sözlerini söylemesi ve dünya çapında küçükte olsa makes bulmasını istedikleri için Nobel’i düşünmeden vermişlerdir. Zira Nobelli ya artık, söylediklerinin bir hikmeti olacaktır öyle değil mi? Bu da şeytanlar için az bir kazanım değildir. Çünkü tarihi olaylarda konuşturup, işte bir Türk’te, üstelik Nobelli bir Türk, bizim gibi düşünüyor diyeceklerdir ve kendi kamuoylarını yalanlarına ikna edeceklerdir. Oysa Türk olmak kolay bir şey değildir. Türk, kanı bozuk olamaz. Türk Müslümandır, binaenaleyh, asildir, soyludur, şereflidir. Bu meziyetlerini ve mümeyyiz vasıflarını da İslam’dan almıştır. Şerefini üç kuruşluk dünya menfaatine değişmez. Bunu manevi bağlamda söylüyorum. Yanlış telakki etmeye lüzum yoktur. Bilakis, Nobel denilen hakikatte fazla bir şey ifade etmeyen ödülü Muhammed İkbal’e vermeyen ama O güzel insanı hala kendi dünyalarından biri olarak gören domuzlar diktatoryası, pamuklaştırdıkları ve istedikleri gibi şekil verecek hale getirdikleri bir alığa niçin versinler? Bu adamın suratında bir aydınlık yok, nasıl aydınlık saçacak? Ablak suratlı bir alık, fikirden de nasibi olmayan bir ahmak. Kitapları derseniz hiçbir edebi değeri olmayan, münhasıran tek tek kâğıtların bir araya getirilmesinden müteşekkil birer paçavradan ve intihalden ibaret. Zira arada bir röportajlar veriyor ve şöyle bir bakıyoruz. Boş, abes, absürt. Çünkü kafa ve yürek yok adamda. Kuru bir tahta. Ki zaten hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığından, gündemden de düştüğünden arada bir, şu miadı dolmuş ve kimsenin umurunda olmayan sanatçı bozuntuları gibi angutça şeylerle gündeme gelmeye çalışıyor. Bu sefili dikkate almaya değmez, söylediklerine de önem vermeye değmez. Çünkü hiçbir şeye değmeyecek kadar değersiz biri.
DEVLETİN GÖREVİ
Bakınız! Bu ülkede çok tehlikeli işler yapılıyor. Belki bilerek belki de bilmeyerek yapılıyor ama çok tehlikeli işler yapılıyor. Bazı konularda, devlet, demir yumruğunu vurmalıdır. İnsan tüm yönleriyle olmasa da bazı yönleriyle bilinen bir varlıktır. Ulvi boyutu da vardır, süfli boyutu da vardır. Belli bir psikolojiye sahip sosyal bir varlıktır. İnsana ait nice duygular vardır ki, ifşa edilmesi tehlikelidir. Bazı şeylerin, olduğu gibi kalması ve ifşa edilmemesi iktiza eder. Ayrıca her insan normal değildir, anormal tiplerde vardır toplumda. Binaenaleyh, bazı haberlerin topluma sunulmaması icap eder. Devlet görevlileri vazifelerini sessizlik içerisinde yapmalıdırlar ve olayı sonlandırmalıdırlar. İlle her şeyi tüm teferruatıyla insanların gözüne sokmanın âlemi yoktur. Herkes her şeyi kaldıramayabilir ve herkesin ruhu sağlam olmayabilir. Nihayetinde insandır ve etkilenebilir. Devletin, kendi evlatlarına merhametli olması düşünülür. Bazı şeyleri çok abartınca, bazı ruhlarda tekrar etmesi gibi durumlar sadır olabilir ve işte söylemek istediğimizde budur. Çünkü toplumun bazı şeylerde her şeyi bilmesine gerek yoktur. Zira önemsizdir. Belki devlet görevlilerine müzahir olmak adına, münhasıran robot bir resim gösterilebilir ve geçilir ama delik deşik edilmez sapıkların dünyası ve yaptıkları, sanki marifetmiş ve çok önemliymiş gibi. Kötüleri bazen kötülediğinizi sanırken onore edersiniz ve zımnen masum insanlara matuf teşvik edici hareket etmiş olursunuz. Çok teennili olmak iktiza ediyor. Devlet, toplumsal birer bela olan sapıkları sessizce bulmalı ve sapıkların dünyasının medya yoluyla kamuoyuna karşı afişe edilmesinin önüne geçmelidir. Ayrıca sapıklarla asla tasvibi kabil olmayacak hareketlere yeltenen devlet görevlilerine de hadleri bildirilmeli ve icap ediyorsa vazifeden tard edilmelidirler. Lütfen biraz daha dikkatli olalım! Biraz ince ve derin bakarsak söylediklerimizin ne derece ciddi ve hakikatli olduğu spontane tezahür edecektir. Olayı uzatmaya gerek yoktur, zira her şey ayandır. Yapılması iktiza eden şeyde bellidir. Medyaya her şey servis edilmemelidir ve her konuda sonsuz serbestlik verilmemelidir. Bu ülkede hüküm süren medyada fazla iyi niyet aranmamalıdır. Hissedin sadece hissedin!
DİNİ DÜŞÜNCE TARZINI YENİDEN KURMAK (Aşağıda ki konu Ali Şeriati üstaddan iktibastır.)
Biz, İkbal’in çok güzel ifadesiyle; ‘’dini düşünce tarzını yeniden kurmalıyız.’’ Haddizatında bu kelime yani ‘’yeniden kurmak’’ kelimesi, oluşturmak yani ‘’tekvin’’ kelimesinden daha iyidir. Binayı yenilemek, yapıyı yenilemek... Binayı yenilemek için, biz bu aşamadan geçiyoruz. Kuşkusuz bu safhada en büyük düşmanlardan biri; ‘’kötü beslenmektir.’’ Bir kez bu kötü beslenmenin sopasını yemişiz. İslam, yeni güçlenip istikrar bulmuştu ki, ansızın onun ‘’kötü beslendiğini’’ gördük. Ve biz, hala öyle hasta bir İslam ile birlikteyiz k, bu İslam gıda zehirlenmesine neden oluyor. Hind’den beslenme oldu; Mecusilikten beslenme oldu; Atina’dan beslenme oldu; İskenderiye’den beslenme oldu. Yoksa olmadı mı?! Sonra öyle bir manzara ortaya çıktı ki, bu İslam’ın mizacı filhakika değişmiş. Adaleti sağlaması gereken, kurtuluş, esenlik, sağlık, hayat ve büyüyüp gelişmeyi temin etmesi gereken o dört muhalif isyancı nefes birbirine girdi; birdenbire, biri felsefeye, biri irfana, biri ruhbaniyete, biri bilimsel görüşe, biri de Atina felsefesine karşı komplekse düştü. Kimi Hind bilginleri karşısında, kimi de İran felsefesi karşısında komplekse düştü. Çok aziz, meşhur ve başarılı filozoflarımızdan biri vardır ki, onun, felsefe kitabında, İskenderiyye ve İspehbediyye aydınlık felsefesinden ve Aryanilerin bu yönlerinden bahsettiğini görüyoruz. Bu unsurlar, İslam’ın görüşüne, görgüsüne, ruhuna, düşüncesine, kalbine, beynine ve kanına kadar sirayet etmiştir. Şimdi bu mizacın temizlenip arınması ve iş başına geçmesi için, ilk İslam’ın, harici tüm mikrop ve pisliklerden arınmış sağlam ve sıhhatli İslam’ın gerçek çehresiyle yeniden birlikte olabilmemiz için; süsleme işi yapma, duvar kâğıdı yapıştırma ve boyama türünden değil, aksine temelden bir iş yapma ihtiyacı vardır; tıpkı ‘’yeni bir iş yapmak’’ gibi. Sonuç olarak, iki tuğlası dahi düzgün bir şekilde üst üste konulmamış olan bir binayı yeniden yapmak gerekir. Böyle bir dönemde yani cenin döneminde, bozuk beslenme, öylesine bir bozukluk meydana getirir ki, bu bozukluk doğumdan sonra da devam eder.