‘’Gün gelir yalanlar devrilir, hakikatler dirilir ve o gün bugündür işte! Zaman yalandan saltanatları yıkıp hakikatin hâkimiyetini ikame etme zamanıdır’’
Bu zevat, din din diyerek meydanlarda zuhur etti. Çünkü halkın gönlünü ancak din ile tutsak edebilirdi. Zira bu millet için din, varoluş sebebiydi ve bu millete din dendiği zaman akan sular dururdu. Güya dini kaçak anlatıyordu. Öyle ya sakıncalı olarak damgalanmıştı. Sakıncalı değildi ama sakıncalı olarak damgalanmıştı, çünkü öyle olması gerekiyordu, zira halkın bunu samimi görmesi, buna inanması ve gerçekten dini anlattığı için sakıncalı olduğuna ikna olması iktiza ediyordu. Bilakis, halkı yanına çekmesi muhaldi. Halkı öyle bir afyonladı ki, halk sanki cezbeye tutuldu. Bir anda sihirli bir değnek değmiş gibi ülkenin gündemini işgal ediverdi. Belli güçler üzerine gidince bir anda kitleselleşiverdi. Ki, kitlesel boyut kesbetmesi için üzerine gidildi haddizatında. Kendisine güya yasak geldi ama kitleselleşmesinin önü sonuna kadar açılıverdi (derin çelişki). Çünkü kitleselleşmesi için mağdur rolü oynaması icap ediyordu. Kitlelerin sahiplenmesi içinde, hakkında tutuklama emirleri çıktı. Zira derin odakların reddettiğini kitleler muhakkak sahiplenirdi. Ve mağdur olan muradına ererdi kahir ekseriyetle, bahusus halkın genel kabul görmüş değerlerine muhalif olunmadığı müddetçe. Bu emperyalizmin bir oyunuydu. Emrine alacağı bir insanı, önce kamuoyu önünde feci bir şekilde güdümünde olan medyaya öyle bir hırpalatırdı ki, halk onu sahiplensindi. Ve o kişi kendisinin kucağına düşsündü. Özellikle ve genellikle bazı kulvarlarda hayat böyle yürür. Ve nihayet maya tuttu ve halk bağrına bastı. Zengin tabakanın da müzahereti sağlandı.
Daha farklı, yani daha hakikat eksenli ve daha şeffaf bir yol tutabilirdi. Ortaya çıkıp tam doğru yol üzerinde ilerleyebilirdi, gizlenmezdi, kaçmazdı ve ben buyum derdi ama bu yolu tercih etti. Niye? Çünkü bir proje idi ve bu zevatla elde edilecek küresel çıkarlar, görülecek hesaplar vardı. Bu zevat, bu durumu, sakıncalı gösterilmesi durumunu, fırsat bilerek önce kitleselleşme sonra da kurumsallaşma yoluna gitti (güya yasaklıydı, sakıncalıydı ama bu yöne hiç ses edilmiyordu, peki bir devlet bu yolu kapayamaz mıydı istediği takdirde? Derin çelişki.) Bir devleti meydana getiren ne kadar kurum varsa hepsini kendi bünyesinde oluşturarak fark edilmeyen bir muhtariyet kesbetti, devletten ayrı olarak. Eğitime önem verdi ve bu milletin en zeki çocuklarına pranga vurdu. Bu meyanda devletçi görünmeye çalıştı bitevi. Amerika’ya gitti. Buna da kendine göre bir sebep buldu ve içerideki Amerikancılarla işbirliği yaparak devlete tevkif emri çıkartıldı ve böylece dışarıya gitmesi kolaylaştı ve kitlelerde buna inandırıldı. Çünkü bir nevi zoraki gitmiş oldu. Yoksa insanlar böyle şeyleri hoş karşılamazlar. Zora ki gitmiş olsun ki, yani sürgün gitmiş olsun ki, halk sempati beslemekte zorlanmasın. Zorbalıktan dolayı gitmiş olsun ki tepki olmasın ve kabullenmesi, kitleselleşmesi kolay olsun. Bunu da soğuk dizilerle kamuoyunun damarlarına şırınga etti. Halkı önce narkozladı yani. Emperyalist şeytanın müzaheretiyle öyle palazlandı ki, artık dur diyebilecek bir baba yiğit çıkmıyordu. Tüm ülkelerde boy verdi, önünde hiçbir engel yoktu, çünkü küresel şeytan tüm engelleri kaldırıyordu. Nihayet devlete kafa tutabilirdi. Elde ettiği gücü menfaate tahvil ederek meyvesini devşirme zamanıydı zaman. Her alana el attı. Her işi yaptı, her kurumu inceden ve derinden ama sezdirmeden işgal etmeye başladı. Bunun için her yolu denedi.
Oysa daha dürüst bir yol seçebilirdi, kendi vatanında kalabilirdi ve bir ceza verilecekse de zerre acziyet göstermeden çekebilirdi. Hem de hakikat ilkelerinden taviz vermesi gerekmezdi. Sürekli vatan hasreti çekmezdi ve zaten suçsuz bulunur ve tutuklanmazdı da. Ki zaten böyle bir şey tamamen kurguydu. Zira ülkesinde kalsa bile tutuklanacak, yargılanacak durumu yoktu ama böyle olması durumunda istediği seviyeye çıkamazdı. Ama bu yolu tercih etmedi niye? Oysa kendini ve çevresini mütemadiyen vatan delisi, millet fedaisi olarak lanse ediyordu. Bu zevat, kendini, dini konularda otorite olduğu vehmine öyle kaptırdı ki, sanki dinin yeryüzündeki yegâne temsilcisiymiş gibi, yeryüzündeki din baronlarıyla iş birliği yoluna giderek, aklı sıra muharref dinlere yeniden vize veriyor ve yolundan gidenlerin cennete gidebileceğini söyleyerek imana öyle bir darbe vuruyordu ki, halk beyninden vurulmuşa döndü. Akideyi laubalileştirdi. İmanı tahrif ederek dini öyle bir tahrip etti ki, insanlar yolunu şaşırdı. Hakkı batılla örterek her türlü çirkinliği dolaylı bir şekilde terviç etti. Zira insanımızın bu konuda ki ilmi derinliği malum. Binaenaleyh çok kolay aldandı. Öyleyse dini özüne göre anlamaya çalışıp hakikati olduğu gibi insanlara aktarabilirdi. Zira tüm dünyayı kurtarma gibi bir sorumluluğu yok hiçbir insanın, ta ki alim bile olsa. Ki alimlikle zerre ilgisi yoktu. Münhasıran muayyen bir dini hamuleye malik olmaktan başka hiçbir vasfı yoktu. Ama böyle yaparak insanları bir nevi din üzerinden sekülerleştirdi. Oysa gâvurları dine davet edecekse bile hakkı batılla örtmeden dini olduğu gibi sunarak davet edebilirdi ama etmedi. Niye? Zira o zaman küresel şeytanların işine yaramazdı ve onlardan istediği müzahereti elde edemezdi. Megalomandı. Kitleleri peşinden sürüklemeyi seviyordu. Kafasında kurguladığı dünyaya ulaşmak istiyordu. Bunu da ancak şeytanilerin müzahir olmasıyla tahakkuk ettirebilirdi. Öyleyse şeytanlarla arasını iyi tutması iktiza ediyordu ve öyle de yaptı. Bu durum küresel şeytanların işine de geliyordu, çünkü onların hedefi de zımnen buydu yani İslam’ın tahrif ve tahrip edilmesi. Bu zevatta tam da bunu yapıyordu.
Bu mevzuda tarihte vuku bulmuş ‘’mürcie’’ olayını din ilmiyle uğraşanlar bilirler ki, ‘’mürcie mantalitesi’’nin en feci cinayeti, Müslümanları küfür, nifak, şirk ve zulme karşı duyarsızlaştırması, bağışık hale getirmesi, laubalileştirmesi olmuştur. Onun devamı olan bu zevat yani çağdaş mürcie de aynı minvalde ve aynı gayeyle Müslüman’ın küfre, kafire, zulme ve zalime karşı imanından neşet eden buğzunu ve nefretini yok edip onu kimliksiz ve kişiliksiz bir hale getirmeye, robotlaştırmaya, eyyamcı yapmaya ve inancında laubalileştirmeye çalışmıştır ve başarmıştır. Her devirde yaptığı işin meyvelerini devşirmeye çalışmıştır ve bir şekilde bunu becermiştir de. Göz görür, kafa idrak eder, vicdan hisseder! Tarihteki mürcie’nin gayesi Müslüman’ın ‘depolitizasyonu’ olmuştur. Bu zevat ise yani çağdaş mürcie ise bu noktada tam tersini yapmıştır, depolitizasyon maskesi ardında, narkozladığı kitlesini adeta politize etmiştir ama bunu sezdirmeden yapmıştır. Bu kirli, hain ve namussuz oyun bozulmalıydı ama bozulmadı, bozdurulmadı, ta ki bugüne gelinceye değin. Mürcie mantık mütemadiyen emniyet telkin ederdi. Kafirleri bol keseden cennete doldururdu. Çıkar çarkı daim dönsün için bir Siyonist’e göz yaşı dökülür de, zulümlerin an ağırına müstahak görülen bir Müslüman’a gözyaşı haram olurdu adeta. Yöneticiye kesin itaati, isyansız ve haksızlık karşısında tepkisi olmayan itaati zerk eder ve bunu vacip telakki ederdi. Dine olan hassasiyeti zedeleyerek hakkı batılla örterdi. İmanı tahrif ederek dini tahrip ederdi.
Oysa Müslümanlara gerçek İslam’ı anlatabilirdi. Haksızlığa karşı çıkmaya davet edebilirdi. Dünya Müslümanlarıyla istişareler yapabilirdi. Küfre karşı uyarabilirdi. Adil bir dünya için insanları namuslu dirilişe ve direnişe yönlendirebilirdi. Peki, şimdi daha iyi oldu diyebilen bir insan var mı? Dimdik bir duruşla Müslümanlara önderlik edebilme dirayeti gösterebilirdi ama yapmadı. Niye? Çünkü gayesi hiçbir zaman dini anlatmak, tebliğ etmek ve dindar bir nesil yetiştirmek olmamıştır. Bu zevat, kitlelerin bihaber olmasına rağmen, kendisinin ne yaptığını, hangi sisteme niçin ve ne pahasına hizmet ettiğini çok iyi biliyordu. Adeta, küresel sermayenin yeminli, ücretli ve itaatkar kulu olmuştu ve bunu öyle bir kanıksamıştı ki, geri dönemiyordu yolundan. Tarihsel süreç içinde meydana gelen devrimler geleceğin teminatı genç yüreklere devrim tohumları serperken, bu, bu tohumları daha filizlenmeden itlaf ediyor, genç beyinleri zehirliyor, hayatın onlara sunduğu zevkleri haram ediyordu. Ve bu arada çoğunluğa ulaştığı için azınlıkta kalan insanların acımasızca sömürülmesine de imkan tanımış oluyordu. Ayrıca sessiz kalmasıyla insani duyarlılığın eylemselleşmesine de darbe vurmuş oluyordu. İnsanları sekülerizmin tutsaklığına sevk ediyordu bilerek ya da bilmeyerek. Ki kesinlikle bilerek yapıyordu bunu. Zira bunu yapmak, bu zevata tevdi edilmiş bir vazifeydi küresel şeytanilerce. Deruhte ettiği vazifeyi layığı ile ifa ediyordu. Oysa emperyalizme meydan okuyabilirdi. Haksızlık karşısında insanları bütünleştirebilirdi. İnsanların köleleştirilmesine itiraz edebilirdi ve İslam’ın yükselen ve haykıran güçlü sesi olabilirdi ama olmadı. Niye? Çünkü böyle bir derdi ve davası hiçbir zaman olmadı.
Bu zevat, evrenselcilik adına, bu vatan gençlerine dinamizm aşılayan Kimlik Bilincini adeta lanetler gibi, gençliği bu bilinçten uzaklaştırıyordu. Kitlelerin şevkini, heyecanını ve direniş gücünü öylesine öldürüyordu ki, kitleler duyarsızlaşıyor, aptallaşıyor ve bencilleşiyordu. İnsanlığın alın terini, oluşturduğu havuzlara akıtıyor, havas ve avam dayanışmasını yok ediyor, insanları sınıflara ayırıyor ve her sınıfa ayrı günler düzenliyor, paylaşımı ortadan kaldırıyor, bizden olmayana bir şey yok anlayışıyla her türlü yardımı kendilerine layık görüyordu. Oysa kardeşliği eksen alabilirdi. İnsanları ayrımcılığa tabi tutmayabilirdi. Kast sistemi teşekkülüne meydan vermeyebilirdi. Ne müntesipleri vardı, bir üst tabakaya geçmek için ne mücadele veriyorlardı, konuşmalarından bu mücadeleyi ihsas ederdiniz. Kendi grubunun ortamına katılmadıklarını ifade ederlerdi zımnen, küçümseyici anlayışla. Ve yüksek düzeyli gruplara imrenirlerdi. Tabi içlerinde olmadığınız için idrak edemezdiniz bu mücadelenin aslını ve derinliğini ama sezerdiniz konuşmalarından. Bu da içeride derin çatışmalara sebep oluyordu kuvvetle muhtemel. Peki, bunun yerine kardeşlik ortamını doğuracak ve herkesi kaynaştıracak metot bulunamaz mıydı? Bulunurdu ama yapılmadı. Niye? Zira içeriye sızan ve artık yapıya egemen olan küresel ajanlar buna müsaade etmiyorlardı.
Bu, öyle tehlikeli projeler üretiyordu ki, Müslüman vicdanların kendi yaralarını kendilerinin sarmasını, kendi sorunlarını kendilerinin çözmesini engelliyordu. Çözüm yolu olarak adeta büyük şeytanı gösteriyor, bu şeytanın Ortadoğu’da ki hakimiyetinin sağlamlaşmasını açıkça deklare ediyordu. İsrailli çocuklara ağlıyordu ama Filistinli çocukları görmüyordu bile. Ladin’i telin ediyordu ama ayrım yapmadan bütün insanlığın kanını döken evrensel insan kasaplarına tek laf edemiyordu. Oysa Ladin ile birlikte küresel şeytanları da telin edebilirdi ve Ladin’in, onların bir ajanı olduğu hakikatini izhar edebilirdi. PKK illetinin pisliklerini bile telin etmekten imtina ediyordu. Yani ayrım yapmadan bütün zalimleri telin edemez miydi? Bütün zalimleri dinle ikaz edemez miydi? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değil miydi? Said Nursi’nin de dediği gibi: gerçek iman sahibi bütün dünyaya meydan okuyabilir ancak. Peki, böyle bir imana sahip değil miydi? Niye Amerika’yı sarf-ı nazar ederek Ortadoğu da bir şey yapamazsınız diyordu? Bütün bunların tersini yapamaz mıydı? Peki, niye yapmadı? Yapmadı, niye? Çünkü vazifeliydi. Küresel şeytanların dünya hâkimiyeti için vazife deruhte etmişti. Tek din, tek kral, tek dünya yanlısıydı, Siyonizm’de olduğu gibi. Filhakika, İslam’ı tek din olarak görmüyordu. Monoblok bir dünya arzuluyor, kapitalizmin payandası bir din yaratmak istiyor, her insanın düğmeyle kontrol edilen bir robot olmasını arzuluyordu.
Bu zevat, genç beyinleri tarzanca ile zehirliyor ama Türkçe öğretiyorum diye kendini aldatıyordu. Çünkü bir millet ancak kendi medeniyetinin kültürüyle yaşardı ve bu kültürü yaratan dildi ve bu, bütün faaliyetlerini tarzanca ile yaptırıyor, bu eğitimi genç ve temiz beyinlere zerk edenleri de dilini öğrettiği ülkelerin pasaportlarıyla donatıyordu. Peki, bir insan beslendiği değil miydi ve tarzancayla beslenenler nasıl bir kişilik üzerine yaşayacaklardı? Zira dil demek kültür demekti. Şimdi Soruyorum: acaba Türkçe öğrenen bu genç beyinler, yarın sivil hayatta, Amerikan’ın liberal kapitalist siyasetinin pekişmesinde rol alacak birer liberal kapitalist piyoner olmayacak mıydı? Zira bu olayın bir esprisi yoktu. Sadece Türkçe’nin konuşma becerisini kazanmak durumu vardı. Ama bu taze beyinlere bir Milli Kimlik Bilinci, bir Din Bilinci veriliyor muydu? Zira bu bilinçten yoksun olduktan sonra Türkçe konusunda isterseniz süper star olunuz ne anlamı olurdu Allah aşkına? Zira ne Türkçe konuşanlar vardı ama Türkçe’me düşmandılar. Zira bir dili iyi bilmekle bir şey olunmuyor. Bu çocuklar hangi ahlak kriterlerine göre yetiştiriliyorlardı? Yoksa bu yolla Amerikan kültürü en kolay şekilde bütün ülkelerin genç beyinlerine enjekte mi ediliyordu? Zira bu olay bu millet için nasıl bir kazançtı, anlaşılır gibi değildi.
Peki, gerçekten bağlı olduğunu söylediği ve hasretini çektiğini ifade ettiği toprakların ruhuna uygun bir yol izleyemez miydi? Bunu kim engelleyebilirdi? Zira her ülkenin yaptığı bir şeydi. İstese kimlik ve din eksenli çalışmalar yapabilirdi ama yapmadı. Niye? Çünkü vazifesi buna handikaptı. Bu olay haddinden fazla abartılmıştı mütemadiyen ve zahirde şaşalı gibi görünen bu netameli olay menfaate tahvil edilmişti daima, gerçek maksatta buydu ve maksatta her dem hasıl olmuştu. Çünkü böylece siyaset üzerinde bir nüfuz oluşturulmakta ve oy mukabilinde menfaatler temin edilmekte, hızla palazlanılmaktaydı. Koltuk sevdalısı politikacılarda bu duruma seyirci kaldılar bitevi, gelecekteki tehlikelerden habersiz. Hatta ta derinlerde, emperyalizme gönüllü köleler yetiştirilmekteydi, şayet böyle bir eğitim verilmemiş olsaydı, Amerika, kendi ölümünü kendi elleriyle hazırlamış olurdu. Bu manzara kendi yok oluşunun keskin bir vesikası olurdu zira. Şayet, aksi bir bilinçle yapılmış olsaydı bu organizasyon, buna asla ruhsat vermez anında boğardı ve buna da gücü yeterdi Amerika’nın. Öyleyse! Demek ki, Amerika’ya hazır askerler yetiştiriliyordu, görünen manzaranın ardında.
Çünkü bu hareket Amerikan düşmanlarının önündeki en büyük engeldi. Amerika böylelikle kültürünü sorunsuz aktarma fırsatı bulmuştu ve bundan da gayet memnundu. Ayrıca, bu okullarda ki, Amerikan’ın özel eğittiği kişiler Nasraniyat propagandasını da rahatça yapabilmekteydi. Yani, bir taşla bütün kuşlar vurulmaktaydı, niçin memnun olmasındı ki Amerika? Şimdi, diyeceksiniz ki, komplo teorileri bunlar. Asla, sevgili ülkemin soylu evlatları, yarın ki Tam Bağımsız Büyük Türkiye’nin kurucu adayları. Ama dünya siyasetinin ve yeryüzü zenginliğinin paylaşım kavgasının temel yapı taşlarını da bilmek gerekir. Sevgili dostlarım! Önceleri bazı insanlar yeni çıkan bir hareketi çok takdire şayan bir hareket olarak görüp aldanıyorlar ne hazin ki. Ne yazık ki, zahirde ki yansımanın batında çok farklı olduğu sonradan anlaşılıyor. Derinlere dalınca, olayın boyutunun nasıl bir renge büründüğünü ve nasıl bir seyir izlediğini fark edince feci şoke oluyorsunuz. Ama gün gelir her şey aslıyla tebarüz ederdi. Ki yaşadığımız bugünlerde tam da buna şahitlik ediyoruz. Zorla güzellik imkansızdır beyler. Gün gelir yalanlar devrilir, hakikatler dirilir ve o gün bugündür işte!
Ey basiretli ve ferasetli okurlar ve bu ülkenin uyanık ve hür evlatları! Bilinç, irade ve yön’den mahrum bir teşekkülde, insanın sorumluluğu diye bir şeyden söz etmek saçma ve abestir. İnsanın sorumluluğu, varlığının ve şahsiyetinin derinliğine kök salmazsa, bilinçli bir temel ve şuurdan yoksun olursa söyler misiniz ne anlam ifade eder? Bu durum, kaypak bir zemine bina tesis etmeye benzemez mi? Şimdi, sizi küresel şeytaniyet düzenine ve emeğinizi sömüren aşağılık ve vahşi kapitalist burjuvaziye taşeronluk yapan, bunların yaptığı zulümlere sessiz ve tepkisiz kalarak zımnen destek veren ve onların sistemini dinle boyayarak yaptıklarını meşrulaştıran ve böylece halkı afyonlayıp uyuşturan, uyutan ve Amerika’nın ülkemizdeki Truva Atı olan bu yapılanmaya sempatiyle bakıp destekleyelim ya da yaptıklarına sessiz ve tepkisiz kalarak derinden derine palazlanmasına ve yayılmasına göz mü yumsaydık yani? Hayır dostlar, bu, bu soylu millete, mukaddes vatana, ali devlete ihanetle eşdeğer bir durum olurdu. Her şeyden önemlisi sürü mantığıyla hareket eden bu zihniyet aydın ve hür bireyin felaketi olmuştur mütemadiyen.
Şöyle bir düşünün sevgili okurlar; bu yapılanmaya, ciddi ve dürüst bir Müslüman’ın, fikrinde samimi bir sosyalist’in, yolunda istikametli bir ülkücünün destek verdiğini müşahede ettiniz mi? Destek verenlerin hepsi fikirlerinde kaypak olanlar ya da liberalist kapitalizmin sevdalısı, gizli vatan haini cepheler veyahut yarın ki Tam Bağımsız Büyük Türkiye’nin derinden düşmanları ve gerçek dinden korkanlardır. Bu zevat, yeşil bir sermaye yapılanması yaratmıştır, küresel sermayenin yedeğinde palazlanan. Oysa ki, paranın hükmettiği bir alemde hem din yalandır, hem de özgürlük. Haddizatında insan yalandır insan. Yani, her şeyiyle yalan bir kalabalık. Her şey sahte, her şey aldatmaca. Herkes bin bir surat orada. Gerçeği bulmak ve yaşamak olanaksızdır o alemde ve bunun alemi böyledir. Böylelikle yalan bir dünyanın banisi olmuştur. Gerçek din adalet der, bunun dini ganimet der adaleti reddeder, insanları zulmün cenderesinde bırakır. Gerçek din özgürlük der, bireyin aydınlığını önceler, bunun dini kader der ve böylece müntesipleri ayvayı yer. Gerçek din tevdi edilen emanet olarak görür eşyayı, bunun dini güç elde edip menfaat temini için mülkiyet olarak görür eşyayı. Gerçek din seni icabında kılıçlarımızla düzeltiriz der, bunun dini terbiyeli ol itaat et der. Gerçek din ehliyet der, bunun dini benim elemanlarım daha ehil diyerek torpil der. Gerçek din ehil olanlarla meşveret der, bunun dini ben bilir ve söylerim, abiler ablalar uygulattırır der. Gerçek din biz der ve bununla insanlık alemini kasteder, bunun dini biz der ama kendi cemaatini kasteder. Böylece, bunun dini ezilenlerin ve sömürülenlerin bilincini zehirleyerek, bireyleri pasifize eder.
Bu zevat, öyle bir örgütlenme yapmıştır ki, tıpkı Siyonistler ve Tapınakçılar gibi. Şayet, önüne geçilmeseydi, bu yapılanma yarın ki Tam Bağımsız Büyük Türkiye’nin eceli olacaktı. Ki handiyse olmuştu da. Ve bu teşekkülü terviç eden siyaset ve medya dünyası bunda büyük vebal altına girecekti. Ki o vebali de taşımaktadırlar bir anlamda. Türk Devleti’nin bütün kurumları – siyaset, ordu, emniyet, mit ve topyekûn Türk halkı – bu konuda iş birliği ederek bu organizasyonu tesirsiz bırakmayı nihayet başarmıştır ve palazlanarak bu devletin mukadderatına mutlak ve son darbeyi vurmasını başarmıştır. Bilakis, dinde, vatanda, devlette emperyalizmin güdümüne girecek, bir millet tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalacaktı. Hürriyet mumla aranır olacaktı. İnsanlar biyonik birer robot olacaktı külliyen.
Bunlar, sosyalizme kin duymuşlar ama konformist ve dönek sosyalistlerle uyumdan hazzetmişlerdir. Gerçek dinin müntesiplerinden hiç hazzetmemişler ama gelecek tehlikeleri düşünerek tesirsiz bırakmak için şirin gözükmeye çalışmışlardır. İslamcı siyasetçilerden asla hoşlanmamışlar, çünkü menfaatlerinin baltalanacağını düşünmüşler ve olabildiğince onlara uzak durmuşlar ama zahirde de bunu pek hissettirmemişlerdir, zira bir gün onlarında iktidara gelme ihtimali mevcuttu ve o zaman menfaatler kesintiye uğrayabilirdi, dolayısıyla şirin gözükmek ve tepki çekmemek en iyi yoldu. Ülkücülerden de hiç hazzetmemişlerdir, çünkü bunu güya evrenselliklerinin lanetlenme ve yalanlanma sebebi olarak görmüşler, zira bunlar toparlayıcıya akılları sıra, bu yüzden gençliği Kimlik Bilincinden mümkün olduğunca uzak tutmuşlardır. Bunlar güya evrenselciler ya, milli yapıyı savunan vatanseverlerden de asla hoşnut olmamışlardır. Haddizatında bunlar külliyen bu coğrafyaya muhaliftiler ama üs olarak burayı seçtiklerinden mecburen uyum sağlamaya çalışmışlardır. Ama bunlar gerçekte küresel sermayenin Türkiye ayağıydı. Küresel sermaye için dini ılımlaştırırmışlar, Kimlik Bilincini yok etmişler, milli yapıyı iflasın eşiğine sürüklemişlerdir. Ortak değerlerin gölgesinde palazlanmışlar ve bu metotla gelecek tepkileri pasifize etmişler, tabi küresel sermayenin müzaheretleri cabası. Her coğrafyada Amerikan siyaseti hakim olunca tabi engellemeye cüret eden de olmaz. Ayrıca, her devlet görevlisi de, yaptıkları etkinliklerde boy gösterdiği için halkın tepkisi de sönük kalıyordu. Bu kesinlikle engellenmeliydi ve nihayet bu tür durumlar artık engellendi. Devletin üst düzey bürokratik simalarının bu zımni desteğe bir son vermesi, siyasetin, ordunun, emniyetin ve mitin bu konuda daha sıkı ve duyarlı olması gerekmekteydi ve oldu. Bilakis tehlike çanları çalmaktaydı yarın ki Tam Bağımsız Büyük Türkiye için. Aydınlıklar yerini karanlığa bırakacaktı. Herkes bu robot zihniyetinin esiri olacaktı ve bu aydınlanmacı birey için tahammül edilemez bir durumdu bu durum.
Bunlar, dini tahrif ettiler, son peygamberi misyonu iptal ettiler. Beyinleri dondurup aklı sakatladılar. Himmet adı altında, kendilerine aldananların alın terini gasp ettiler, hem de mukaddes gözyaşlarını kullanarak. Tefekkürü öldürdüler, hürriyeti boğdular, emeği değersizleştirip emekçiyi hizmet adı altında yoksulluğa mahkum edip artı değeri sermayelerine kattılar, dini sermayenin terakümünde araç derekesine düşürdüler hiç sıkılmadan, toplumu ilk evvel de depolitize ederek direniş bilincini boğdular ve kendi mantalitelerini zerk ettiler sonra da zerk ettikleri mantalite minvalinde politize ederek arzuladıkları hedefi gerçekleştirme yoluna kanalize ettiler. Kapitalizmi dinle boyayarak halkı feci şekilde kazıkladılar, emek ve özgürlük ile vatan ve bağımsızlık kavgasında toplumu yanlış yönlendirdiler. Ve bu yüce ülküleri adeta öldürdüler. Bunlar, emniyete, istihbarata ve orduya sızarak derin bir güç elde ettiler ama bunu asla fark ettirmediler ve ettirmemeyi başardılar. Her kurumda yöneticiliğe önem verdiler ve bunu siyasetteki müntesipleri eliyle çok iyi başardılar. Müntesiplerine anti millilik fikrini aşıladılar, milliğin mümessili olan yapılanmalarına hep uzak durdular, böylece Kimlik Bilincini yok ettiler. Batında muhalif oldukları her siyasi teşekkülle zahirde iş birliği yaparak sayelerinde mevki ve mevzi kazandılar. Müntesiplerinden aldıkları gücü – oy gücünü – menfaatlerinin temininde bir silah gibi kullandılar. Oysa oy potansiyelleri yoktu ama var gibi göstermeyi, malum medyanın da müzaheretiyle çok iyi kotardılar.
Bunlar memur ve bürokratik kesimi izzet-i ikramlarla, renkli sosyal faaliyetlerle ve seyahatlerle aldattılar. Makamlara göre sınıflar teşekkül ederek tefrika yarattılar ve sınıfsız toplum idealine giden yolda en büyük handikap oldular. Dini hassasiyete sahip kesimlere, müntesipleri içinde, antipati doğurdular, emperyalist bir tavırla yaklaşarak radikal yaftası vurdular. Televizyonu ve basını, mesajlarını toptan vermede araç olarak kullandılar. Yollarındaki handikapları izale etme adına kitleleri Kur’an ve sünnetten uzak tuttular. Kızlarını bürokrasiyle izdivaca yönlendirerek siyaseti içten kuşatmaya yöneldiler. Gençliğin okumasını, düşünmesini ve sorgulamasını yasaklayıp, kayıtsız ve şartsız itaate mecbur ettiler. Her alanda güç elde etmek için o alanın araçlarına hakim oldular, bunu da küresel sermayenin desteğiyle sağladılar. Amerika ile teşrik-i mesai yaptılar, içteki Amerikan dostu komprador burjuvazi ile ilişkileri güçlendirerek, onların tavassutu ile engelleri aştılar. Dini, dine uzak kitlelere ulaşma bahanesiyle yozlaştırdılar, halbuki dini bir kaygıları yok, ama güç için sermaye lazım ve bu sermaye de saflarına dahil olacak kişiler aracılığıyla elde edilecek, böylece bu kişilere gerçek dinle ulaşılmayacağını bildikleri için dini ılımlılaştırdılar.
Bunlar, tüm yapılanmalarıyla Siyonistlerin güdümünde olan küresel sermayenin muhasarası altında oldular bitevi. Büyük şeytanın murakabesinde ve nezaretinde hareket ettiler, palazlandılar, güç kesbettiler. Binaenaleyh, tabandaki şuursuz ve bilinçsiz yığınlar, emperyalist yönlendirmenin tedvir ettiği bir siyasetle uyutulduğu için, bu teşekküle dâhil olan her kişi, olabildiğince muhalif fikirlerle bir araya getirilmedi, bunlara farklı yayınlar okutulmadı. Ve tepedeki kişi, sistematik bir politika muktezasınca, kasten, büyük şeytanın misafiri olarak tutulmaktadır elan ve hepte öyle oldu. Artık alınma zamanı gelmiştir ve mutlaka alınmalıdır. Misyonunu tamamladığı zaman ya ekarte edilecek ya da izale edilecektir ve kuvvetle muhtemel o zaman bu zamandır. Ardından da devasa bir hüviyet kesbeden yapı atomize edilerek dağıtılacaktır. Böylelikle, toplum siyasetindeki belirleyici konumunu da yitirecektir. Aynı zamanda, parçalardan en kudretli olanı da siyonist sermayenin inhisarına girecek, malik olunan sermaye de Siyonist’in hizmetine yönlendirilecektir. Bu, bilinçsiz, şuursuz ve mukavemetsiz kalabalıkların desteğiyle palazlanan şirketler ve bu şirketlerin malik olduğu devasa pasta korkunç boyuttadır. Binaenaleyh, amansız ve insafız paylaşım savaşı muhakkak patlak verecektir ve o gün gelmiştir. Ve bu bin bir suratlı politik mahiyetli yapılanmanın geride bıraktığı tahribat asla kapanmayacak ya da kapanması yıllar alacak derin bir yara olacaktır. Bu milletin, vatanın ve devletin istikbali ipotek altına alınmıştır yıllarca. Geciktirilmeden tedbir alınmalıdır ve malum zevat geri getirilmelidir, gereken yapılmalıdır. Küresel ticaret baronlarının müzaheretiyle günden güne palazlanmayı başarmış olan bu organizasyon, istikbalimizi ipoteğe verecek mikyasta netameli ve vahim işler yapmıştır bugüne değin. Bunlar, Kur’an’ın apaçık ayetlerini de görmezden gelerek, muharref dinleri İbrahim’i dinler diyerek, bir diyalog safsatasına imza atarak, insanlığın bilincini çalmış, direncini kırmış ve mütemadiyen şeytana dostluk duyguları aşılamıştır. Bunca zamandır İslam âleminin duçar olduğu tehlikeli bir fitne olma özelliğini muhafaza etmiştir bu yapılanma. Bu devasa tehdit ve tehlike, yekpare bir bütün teşkil edilerek muhakkak tasfiye edilmelidir ve edilecektir de inşaAllah. Ve bu işi hala farkında olarak, bilincinde olarak, idrakinde olarak inatla idameye yeltenenler tasfiye edilmelidirler. Bu yapılanmanın bünyesinde yer alan bahusus etkin mevkide bulunan, yönlendirme potansiyeli bulunan her bir üyesi sıkı bir şekilde takibata alınmalıdır, bu konuda herkes üzerine düşen sorumluluğun gereğini en iyi şekilde yapmalıdır.
Bunlar, nasıl insanlar ki, yaşamları boyunca ihtişam ve gösteriş dışında hiçbir fikirleri olmamış. Yıllar boyunca şölen sofrasında bir iskemle daha öne oturmaktan başka sıkıntıları olmamış. Buna rağmen kendilerine farklı uğraşılarda bulmuşlar, çok çalışkan görünüyorlar. Ama yükselmeleri konusunda ve sermaye terakümü mevzuunda taşıdıkları kaygı, acil sorunları geri plana atmalarına sebep oluyor ve bu şekilde halkı uyutuyorlar. Bunlar, bilmiyorlar ki, bu yol, yufka yüreklilerin, cebin seciyelilerin, sermayenin yedeğinde palazlanmayı hayal eden sefil ve kalın kafalı burjuvazinin değil, bu yol kavgada kızıl kanlar içinde bir gül gibi açmaya yürekli olanların yoludur. Bu yol, insanlık toprağına devrim tohumunu saçabilecek, hür beyinli, cesur yürekli asil direnişçilerin yoludur. Beynini başkalarının beyinlerinin içine saklamış ve kendisine karanlıktan başka pay bırakmamış sekterlerin yolu değildir. Bu yol, aydınlık düşler görmeye aşina, beyaz gönüllü, keskin bilinçli, mavi ufuklu, hür beyinli emekçilerin yoludur. Bu yol hakiki iman sahibi olan yürekli müminlerin yoludur. Işıktan incinen ve menfaatlerinin zedelenmesinden korkan abi-abla yaftalı dar düşüncelilerin yolu değildir. Bu yol, söylenebilecekleri söyleyememe korkaklığına sahip hamakat ehlinin yolu olamaz. Akıllı olunuz. Bu yol, direniş ocakları teşekkül eden, özgür kafaların ve ateşli yüreklerin yoludur. Dostlar unutmayın ki, düzen adamının görüşleri vardır ama inançları yoktur ve inancı olmayanın davası da olamaz ve bunların da bir davaları yoktur. Bu aşamadan sonra söyleyeceklerim dağınık olabilir, şimdiden çok özür dileyerek anlayış talep ediyorum ey basiretli ve ferasetli okur!
En önce, bilgili, çelik gibi bir gençlik yetiştirmeliyiz. İlhamını Kur’an ve Sünnet’ten alan. Milli ve manevi değerlerine istinad eden. Alın terimiz, emeğimiz apaçık şekilde sömürülüyor. Kaba kuvvetle ve kapitalin gücüyle eziyor, sömürüyor ve umutları öldürüyorlar. Anadolu üretiyor, metropolde fink atan komprador burjuvanın kişiliksiz ve namussuz veletleri tüketiyor, öyle değil mi? Öyleyse hakkımızı gerekirse zecri yöntemlerle almalıyız. Hak verilmez alınır, almak için savaşılır, öyleyse savaş ey insan. Eğer bir davaya inanıyorsan, aksın hayat yeşersin umut diyorsan. Çünkü kavganla türküleşeceksin, bil bunu ve umutlu ol! Andolsun ki, insanlık derin bir yanılgı içerisindedir. Ağır uykudadır. İnsafsızca aldatılmakta ve sömürülmektedir. Özellikle Amerikan destekli cemaat yapılanması tarafından uyuşturulmuş ve uyutulmuştur. Dürüst olalım, Kur’an’da, mevcut cemaat telakisini uygun gören kesin bir hüccet gösterebilir misiniz? Asla. Cemaatler kredi kartları gibi aynen. Kredi kartları nasıl insanları madden çökertiyorsa, tüketip, mahvediyorsa, cemaatlerde aynısını manevi yönde icra ediyorlar, birey olma direncini kırıyorlar, kişiliği öldürüyorlar, adeta bir düğmeyle kontrol edilen robotlar yığını haline getiriliyorlar. İnsan ancak bu kadar alçaltılabilir. Tahrip gücü yüksek bomba gibi adeta bunlar. İnsanları perişan eden kredi kartları gibi. Bunlar manevi kredi kartı. İnsanın insaniyetini ve insani duygularını çalıyorlar ve ruhen çökertiyorlar. Tıpkı ray üzerinde ilerleyen bir tren gibi. Önden biri lokomotif misali çekiyor, diğerleri kayıtsız şartsız öndekini takip ediyor, hedefini, yolunu, mahiyetini sorgulamadan. İtirazı bırakın, böyle bir şeyi zihninde tasavvur etmek bile yasak ve ağır yaptırıma tabi. Abiler, ablalar düşünürler, okurlar, bilirler, yaparlar ve uygularlar. Müritte cennete girer. Düşünmek müridin haddine mi, onun kafası basmaz, o ancak itaatten anlar. Bunlar, yaşamlarını Makyavelizm’e uydurmuşlar adamım, işlerini biliyorlar. Kolayını bulmuşlar, dünya nimetlerinin bolluğu içinde devran sürmenin. Sırtları da sağlam adamım, yaslanmışlar büyük şeytana. Boşuna demiyorlar Amerika Ortadoğu’ya hakim olmalı diye. Onun varlığı görmezlikten gelinerek Ortadoğu’da iş yapamazsınız diye. Amaç için din bil araçsallaştırılabilir adamım bunların meclislerinde. Bu meclisler ılımlı dinin hoşgörü meclisleri, yaşamdan lezzet almak istiyorsan gel katıl bize sen de!
Ey basiretli ve ferasetli okur! Tüm ömrümü, kalemimi, gençliğimi ve duygularımı halka, özgürlüğe, vatana, dertlere, aydın neslin ihtiyaçlarına ve esir dertli insanlığa vakfetmiş bir bireyim, bütün mücadelem, direnişim, yazmam bu yüzden. Hürriyetin kadim gelenekler zindanında tutsak olduğu, özgürlük, iman ve doğruluk topraklarında direnişimiz asla bitmeyecek, ta ki, yarın ki Tevhid, Adalet, Özgürlük ve Emek, Vatan, Bağımsızlık eksenli sınıfsız ve sömürüsüz Tam Bağımsız Büyük Türkiye ve mustazafların her köşesinde güldüğü, müstekbirlerin yerle yeksan olduğu bir dünya kurulana dek. Zaman yalandan saltanatları yıkıp hakikatin hakimiyetini ikame etme zamanıdır can dostlar. Hakikatleri örten yalan perdesini parçalayıp alemi aydınlığa kavuşturma demidir dem. Korkmadan, yüreklice, pervasızca!