Fırat Kalkanı Harekâtı küresel güçlere karşı m yapılıyor?

İsmail Hakkı CENGİZ - 30.12.2016

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür


Hükûmet, “FIRAT KALKANI OPERASYONU NEDİR? EL-BAB NEDEN ÖNEMLİDİR?” başlığı altında bir açıklama yayınladı. (Yeniçağ, 25 Aralık 2016)

Açıklama, oldukça geniş kapsamlı ve zihinlerdeki pek çok soruya cevap verecek nitelikte… Açıklamanın birkaç yerinde, “TR Diplomacy” damgası var. Bu damgadan bildiriyi, Dışişleri Bakanlığının hazırlamış olduğu anlaşılıyor. Bildiride kullanılan dilden, doğal olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin de katkısı olduğu ortaya çıkıyor.

Açıklama, 4 maddelik bir girişle başlıyor

İlk olarak, “Sınırlarımızda ve coğrafyamızda yaşanan sorunların temel nedenleri?” sorusuna, özetle; “Küresel Güçlerin Ortadoğu coğrafyasında yürüttükleri yeni güç mücadeleleri ve çıkar politikaları… PYD/PKK’nın bir koridor oluşturma girişimi, DEAŞ’ın bir terör devleti kurma isteği ve KÜRESEL GÜÇLERİN çeşitli manevralarla PYD/PKK’yı bu koridorda ilerlemeye yönlendirmesi.”

İkinci maddede, “Operasyonun amacı ne?” sorusuna, özet olarak, “Bölgemizde artan terör tehdidini ortadan kaldırmak, sınırlarımızı güvence altına almak, PKK/PYD’ye teslim edilmek istenen bölgenin bu terör örgütünün eline geçmesinin önlenmesi, DEAŞ’ın bölgeden atılması, güvenli bölge yaratılarak, buraya Türkiye’de de bulunan Suriyelilerin yerleştirilmesi.”

Üçüncü maddede, “Türkiye nasıl bir strateji izliyor” sualinin cevabı, özetle, “Türkiye terörle mücadelede savunmadan taarruza geçerek yeni bir strateji uyguladı. El-Bab’ın terörden arındırılmış bir bölge haline getirilmesinden sonra DEAŞ’a karşı Rakka, PKK/PYD’ye karşı Münbiç ve Afrin operasyonlarının başlaması hedefleniyor.”

Dördüncü maddede ise, “KÜRESEL GÜÇLER, PKK/PYD ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle neyi amaçlamaktadır?” sorusunun cevabı, “Türkiye sınırı boyunca bir PKK terör devletinin temellerinin atılması… DEAŞ terör örgütüyle Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması… Kuzey Irak Kürt Yönetiminden Barzani’nin düşürülüp PKK’nın getirilmesi… Sürekli bir tehdit oluşturularak, istendiğinde Türkiye’ye şantaj yapılabilmesi… Petrol ve uyuşturucunun uluslararası piyasalara taşınabilmesi için taşeron örgütlerle küresel güçlerin kontrolünde yeni rotaların oluşturulması… Böl-yönet yöntemiyle bölgenin ikinci bir dilimlenmeye tabi tutulması… İstikrarsızlığın sürdürülmesiyle silah ihtiyacının artması, güçlü devletlerin daha fazla silah satmalarının sağlanması… İstikrarsızlaşan bölgenin başta petrol olmak üzere kaynaklarının KÜRESEL ve bölgesel güçler tarafından paylaşılması” olarak veriliyor.

Derli-toplu bir açıklama… Oldukça aydınlatıcı ve KÜRESEL GÜÇLERE ağır suçlamalar yöneltmesi bakımından da son derece “cesurca” hazırlanmış bir metin. Türkiye, bu açıklamalarıyla, Suriye’ye girmekle küresel güçlere karşı harekete geçtiğini vurgulamış oluyor.

Adını koyalım, “küresel güçler” kim?

Dünyada belli başlı dört küresel güç var: ABD, İngiltere dâhil Avrupa Birliği, Rusya ve Çin. Suriye meselesinde ABD-AB Batı blokunu ve Rusya-Çin  Doğu blokunu meydana getiriyorlar. Türkiye, ağırlıklı olarak Batı blokunda yer aldı. Ancak son aylarda, daha fazla Doğu blokuyla işbirliği halinde…

Hükûmet açıklamasında geçen “küresel güçler” tabiri, aslında, Batı blokunu işaret ediyor.

Türkiye, açıkça Batı’ya karşı harekete geçmiş vaziyette… Peki, harekete geçmiş olmakla, başarılı da olmuş oluyor mu? Bu sorunun cevabı açıklamanın gelişme bölümlerinde…

Lâkin oraya geçmeden önce, yukarıdaki açıklamalarla ilgili bir sual zihnimize takılıyor: Üçüncü maddede, “El-Bab’dan sonra hedefin Afrin, Münbiç ve Rakka olacağı” söyleniyor.

Bu hedefleri şimdiden açık etmek ne kadar doğru? Bu açık istihbarat, gerek küresel güçleri, gerekse oraları elinde tutan “taşeron” örgütleri, mevzilerini tahkim etmeye, tedbir almaya ve hatta bizi caydıracak politikalar üretmeye yöneltmez mi?

Öte yandan, madem sınırlarımıza El-Bab’dan daha yakın olan Afrin ve Mümbiç hedef listesinde, ilk önce bu noktaların ele geçirilmesi daha uygun olmaz mıydı? Böylece, El-Bab’a giden yolun her iki tarafı da emniyete alınır, daha güçlü ve güvenli bir biçimde El-Bab’a doğru ilerleme imkânı doğmaz mıydı?

El-Bab Neden Önemli?

Yukarıdaki girişten sonra, hükûmet açıklaması, “El-Bab neden önemli?” sorusunun cevabına geçiyor… “El-Bab adı üzerinde bölgenin kapısıdır. İlçede, iç savaştan önceki son nüfus sayımına göre 64 bin kişi yaşıyordu. Stratejik bir öneme sahiptir. Birbirinden ayrılan bölgelerin birbiriyle kurduğu bağlantılarda anahtar rolü üstlenmektedir. El-Bab’a hâkim olan güç, bölgeyi kontrol altına alacaktır.” dedikten sonra; PKK/PYD ve DEAŞ açısından da hayatî önem atfedildiği bilgisini veriyor. Paylaştığı aşağıdaki haritayla, uzun koridorlar elde etmeleri bakımından, her iki terör örgütü için de El-Bab’ın ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor:

 

Türkiye’nin de gerek PKK/PYD koridorunu, gerekse DEAŞ koridorunu önlemek için El-Bab’a muhakkak girmesi gerektiğini vurguluyor.

 x   x   x

Neden Suriye’deyiz?

Hükûmetin açıklamasında sorduğu ve cevabını verdiği kritik sorulardan birisi, “neden Suriye’deyiz?” suali!

Şöyle cevaplandırılıyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin desteğiyle 24 Ağustos'ta başlayan Fırat Kalkanı Harekatı'nda Özgür Suriye Ordusu güçleri, Halep'in kuzeyinde Türkiye sınırındaki Azez-Cerablus ilçeleri arasında bin 840 kilometrekareyi IŞİD'ten arındırmıştı. Ancak IŞİD, kaybettiği topraklara dönebilmek için zaman zaman Bab'dan sevk ettiği gruplarla saldırıyor. IŞİD’ın Türkiye sınırından 27,5 kilometre uzaklaştırılmasıyla sınırdan sızmalara karşı da önemli bir avantaj sağlanmıştı. Türkiye, örgütü olabildiğince geriletip sınır topraklarını IŞİD'ın füze menzilinin dışına çıkarmayı amaçlıyor. Sınırın ve arındırılan bölgenin korunabilmesi halinde, güvenli alana Suriyeli sığınmacıların yerleştirilmesi ve yaşam alanları inşa edilmesi mümkün olacak. Bab'ın alınması halinde IŞİD, sınırdan yaklaşık 30-35 kilometre uzaklaştırılmış olacak. Bu nedenlerle IŞİD'ın yuvalandığı Bab'dan çıkartılması gerekiyor.”

Burada IŞİD kısaltması kullanılmış, DEAŞ’la aynı anlamda olduğunu hatırlatalım. Bu açıklamayla birlikte aşağıdaki harita paylaşılıyor. Harita, harekâtın kapsamını ve geldiği noktayı çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor.

 

 El-Bab’ın Türkiye tarafından alınmaması halinde oluşabilecek tehlikeler şöyle dile getiriliyor: “Bab ilçesinin Fırat Kalkanı'yla ele geçirilmemesi halinde burayı ABD destekli PYD/PKK'nın ya da Beşşar Esed rejiminin girmesi bekleniyor. Halihazırda, Esed ordusu ve rejim yanlısı yabancı terör gruplarından Hizbullah, Bab'a 10 kilometre mesafede. Rejimin Bab'ı alması durumunda, buranın kuzeyinde öngörülen güvenli bölge tehdit altına girecek.- Devletleşecek PKK tehdidine karşı tedbir PKK/PYD Bab'a hakim olursa, yüzlerce kilometreye yayılmış ama iki parça olan hakimiyet kuşağını birleştirecek. Terör örgütünün Fırat Nehri'nin batısındaki parça ile doğusundaki parçayı birleştirebilmesi, Bab'ı almasına bağlı. PKK, Suriye'deki ‘devlet inşası’nı, Türkiye-Suriye sınırının kuzeydoğusundan Hatay'ın karşısındaki Afrin ilçesine uzanan hatta gerçekleştirmeye çalışıyor. Türkiye, PKK'nın çok daha büyük bir tehdide dönüşmesine set çekebilmek için örgütü Bab'dan uzak tutmak zorunda.”

Burada en dikkat çeken husus, El-Bab’a “Beşşar Esed  rejimi”nin girmesinin de bir tehlike ve tehdit unsuru olarak görülmesi!

O halde, uzun vadede El-Bab kimin elinde kalmalı?

Açıklamaların devam eden bölümünde, “TSK destekli ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) operasyonu” vurgusu yapılıyor. Yani ele geçirilen bölgeleri TSK destekli ÖSO elinde tutacak. Peki, eğer bu durum gerçekleşirse, yıllardan beri çok titizlendiğimiz ve daha geçen hafta Rusya ve İran’la birlikte imzaladığımız, “Moskova, bildirgesinde” ilk madde olarak zikredilen, “Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı” ilkesine ters düşmüş olmaz mıyız?

Harekât hangi safhada ve nasıl ilerliyor?

Açıklamada bu konuda da son derece ayrıntılı bilgiler var. Okuyalım:

“TSK destekli ÖSO, 13 Kasım'da Bab'ın 2 kilometre yakınına ulaşmıştı. Önceki gün de ilçe merkezinin girişindeki bazı noktaları çok şiddetli çatışmaların ardından ele geçirmişti. IŞİD, Fırat Kalkanı Harekatı boyunca en ciddi direnişini Bab'ta gösteriyor. Harekata karşı savunma hattını Bab'da kuran örgüt, sık sık bomba yüklü araçlarla saldırıyor. Kimi zaman sivil araç gibi sokulan patlayıcı yüklü kamyonetler, yüksek süratle hedefe yol alıyor. Bu nedenle vurularak durdurulmaları oldukça zorlaşıyor. Güdümlü füze ya da tankların isabet yüzdeleri, hedefin hızlı hareket etmesinden ötürü azalıyor. Bu tür mobil saldırı araçları en iyi, 24 saat devrede olan insansız hava araçlarının nokta atışlarıyla durdurulabiliyor.

Bab ilçe merkezinde meskun mahal savaşı başlarken, yaklaşık 2,5 yıldır ilçede yerleşik, sivil yaşama kamufle olmuş teröristler kendilerini gözden kaybettirebiliyor. Bu nedenle hangi noktalardan saldıracaklarını, nerede yığınak yaptıklarını, nerede tuzak kurduklarını tespit etmek kolay değil.

Bab’da halen onbinlerce sivil bulunuyor. Öte yandan terör örgütü, hava taarruzları, top ve havan saldırılarına karşı sivilleri kalkan olarak kullanıyor. Fırat Kalkanı Harekatı’ndaki üst düzey bir karar alıcı, IŞİD karşısında kayıpları en az tutacak ama kararlı bir şekilde ilerlemeyi amaçladıklarını, bunun aceleye getirilmesinin doğru olmadığını bildirdi. Yetkili, stratejik aklın, ‘gerektiği kadar bekleme’ ve ‘saldırı için en uygun anları yakalama’yı mecbur kıldığını belirterek, ‘Hareket tarzımız yavaş yavaş çabuk çabuk ilerlemek. Bab'ı da böyle alacağız’ dedi.”

Bu açıklamalardan, El-Bab’a girilmiş olduğu anlaşılıyor. Hükûmet, El-Bab’da, iç savaş başlamadan önce 64 bin kişinin yaşadığı bildiriyor. Başka bir kaynak ise, şehirde 70 bin kişinin yaşadığını yazıyor. (BBC Türkçe, 18 Kasım 2016)

El-Bab’daki nüfus bilgisi hayatî önemde… Kentin nüfusu iç savaş şartlarına rağmen azalmamış, artmış. Demek kentin sakinleri El-Bab’ı terk etmemiş. Hatta belki ilçeye yeni katılımlar olmuş. Bu, çok ilgi çekici!

Neden, acaba?

İlçe, iki buçuk yıldır IŞİD’in elinde…

Suriye’de neredeyse bütün il ve ilçelerden dışarıya göç varken El-bab’dan neden göç olmamış? Bir terör örgütünün işgalinde olan şehirden halk neden kaçmamış?

Bu ilçeden 2,5 yıldır niçin hiç ses-seda yok? IŞİD, halkı sindirdiğinden mi yoksa IŞİD’le gönüllü bir beraberlikleri mi var?

Bu sorunun cevabı son derece önemli… Çünkü eğer, IŞİD’le ilçe halkı gönüllü olarak bir arada yaşıyorsa, TSK destekli ÖSO’nun işi çok zor olabilir. Zira, halk en azından pasif direnç gösterecek demektir.

Yok, IŞİD, halkı sindirdiği için seslerini çıkaramıyor ve bir an evvel IŞİD’den kurtulmak istiyorlarsa, o vakit, TSK ve ÖSO’nun işi oldukça kolaylaşabilir. Çünkü arkalarına şehir halkını alacaklar demektir. 

Gerçi, IŞİD’in sivil halkı “canlı kalkan” olarak kullanmamaya çalıştığı, bilgisinden halkın terör örgütünün yanında olmadığı anlamı çıkıyorsa da kat’i bir bilgiye ulaşamıyoruz.

Normal şartlarda, hiçbir şehir halkının bir terör örgütüne destek vermeyeceğini düşünüyoruz.

Umarız, El-Bablılar da IŞİD’le beraber yaşamaktan hiç hoşnut değillerdir ve kendilerini terör örgütünden kurtaracak olan TSK’nın yanında yer alırlar.

O zaman, TSK’nın işi daha kolay olur ve ilçe kısa süre içinde tam olarak kontrol altına alınabilir.

Tarih: 30.12.2016 Okunma: 786

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?