Elbette gönül isterdi ki, şeytanın Gülen yüzü, ezelden ebede
bu toprakların, milletin, ümmetin oğlu olarak kalaydı. Bu topraklar, bu millet,
bu devlet, bu ümmet için kavga vereydi. Sapıtmayaydı. Dini tahrif ve tahrip
gayretine girmeyeydi. Şeytanın hizmetkârı olmayaydı. Hatta Küresel Şeytani
Siyonist Haçlı Emperyalist zihniyeti temsil eden efendilerin tahsis ettikleri
mahpushaneye gönüllü olarak iltica etmeyeydi. İslam’dan milim sapmamış olsaydı,
hakikati olduğu gibi aktarsaydı, Önder’in izini terk etmeseydi. Ömrü tükenesiye
kadar takiye içinde olmasaydı. Ülkesinin ve milletinin özgürlüğü için mücadele
vermiş olsaydı. İnsanları diriltseydi, ahlaki direnişin önemine vurgu yapsaydı.
Adaletin ikamesine müzahir olaydı, azim adaletsizliklere yol ve yön vereceğine.
Önderin mukaddes izinden milim sapmasaydı. Kitabı olduğu gibi anlatsaydı.
İstediğini (nefsinin istediğini) değil, istenileni (Allah’ın, Önder’in, Kitabın
istediğini)yapsaydı. Yani bir insanın
illa eline silah alması gerekmez ki, illa meydana çıkıp önüne gelenle vuruşması
gerekmez ki, yani illa bedeni ortaya koymak icap etmez ki her zaman, zihnen
sağlam durmak çok önemlidir, temel naslara ihanet etmeden yaşamak çok
önemlidir. Ama olmadı, yapmadı. Ben burada naçizane fikirlerimi serdediyorum,
kimsenin bana kızmaya hakkı yoktur. Ki, kızmakla da hakikatler yok olmuyor
maalesef. Fikre fikirle cevap vermek erdemliliktir. Bendeniz yalan izahlarda
bulunmuyorum. Gerçekten bilgilenmeye ve bilgilendirmeye gayret ediyorum
naçizane. Yanlışım varsa görmek ve düzeltmek isterim. Madem diyalog, işte budur
diyalog. Pençelerimizle değil, kalbimizle ve beynimizle hareket edelim.
Yüreğimin inceliğine gerçekten inanabilirsiniz, bütün sertliğimin altında
tahminsiz bir inceliğin olduğuna emin olunuz. Dünya kısa, ömür az. Eğilip bükülmeye
zaman yok. Kâfire yüzsuyu dökmeye değmez. Kâfir karşısında izzetsice yaşamaya
değmez. ‘’İzzet, şeref, güç ve üstünlük Allah’ın, peygamberin ve müminlerin
yanındadır’’ der Allah. Peki, kâfirlerin yanında ne vardır? ‘’Onlar insanlığı
çürüten mikroplardır’’ Adolf Hitler’in mutlak doğru ifadesiyle. Sözde bir hedef
belirleyip, oraya varıncaya kadar bu mikroplara eyvallah çekmek ve insanlığı
çürütmelerine müsaade etmek ne kadar insani ve ahlakidir? Laf icabı olsa da,
şeytanı onare etmek ve hakkında net bilgiye sahip olmadığın Müslümanları tahkir
ve tezyif etmek hatta lanetlemek, ayetlere ve hadislere uygun mudur? Hülasa;
şeytanın Gülen yüzünü takip edenler ve takip etmek niyetinde olanlar hakikati
muhakkak görmelidirler. Hakikati görenleri de devlet bağrına basmalıdır ve
kazanmalıdır. Ki bu ayrımı yapmak asla zor değildir.
Mezellet ve meskenet içinde yaşamak insan olana yakışmaz.
Sırf menfaatler kaybolmasın diye bu şekilde yaşamak, köpekçe yaşamaktır. İnsan,
bugün vardır, yarın yoktur. Takiye yapmasına gerek yoktur. Şeffaf olmalıdır.
Çünkü insanın, karanlıkla, kanla, kirle işi olmaz. İnsan, insan için vardır.
İnsan, insanlar insanca yaşasınlar diye vardır. Hayır, giyeceğin nedir?
Bineceğin nedir? Kalacağın nedir? Yiyeceğin nedir? Bulunduğun yer nedir? Gideceğin
yer neredir? Köpekçe yaşamaya değer mi? Değmez, asla değmez. Üç kuruşluk dünya
için pezevenk olmaya, dalkavukluk yapmaya, değerlerinden taviz vermeye,
namusunu payimal etmeye, şerefini kirletmeye değmez. İnsan şerefli olmalı,
şerefli yaşamalı. Özü neyse sözü de o olmalı. Sözü neyse yaşamı da o eksende
olmalı. Şerefini kaybeden insan, insanlığını da kaybetmiştir. Çünkü insan,
şerefiyle insandır. Gelelim sadede; şeytanın Gülen yüzü bir ömür takiye yaptı,
ne geçti eline? Koskoca bir hiç. Değdi mi? Değmedi? Rezil ve sefil bir şekilde
yaşadığıyla kaldı. Yüzbinlerce insanın aklını ve kalbini çalıp perişan
ettiğiyle kaldı. Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin bizden alıp,
bize karşı besleyip, büyüttüğü ve otağımıza zehirli bir yılan gibi salıverdiği
Truva Atıdır şeytanın Gülen yüzü. Müşahede ettiğimiz resim budur. Allah, Önder,
Kur’an sadece afyonlama adına bir araçtır bunun yanında. Bilakis, Allah, Önder,
Kur’an ile hiçbir bağı da, bağlantısı da, işi de yoktur. Ahlaksızdır,
adaletsizdir, zalimdir. Hoşgörüsü yalandır, diyaloğu tezgâhtır. Bir tezgâhta
binlerce çorap örmüştür bu milletin ve ümmetin başına, küresel şeytanların
müzaheretiyle. Ki baştanbaşa hayatı yalandır bunun. Haddizatında, barış dolu,
hoşgörü dolu bir dünya yalandır. Bu dünyayı bilenlerin, insanı tanıyanların, bu
hakikati bilmemeleri imkânsızdır. Bu dünya da, Küresel Şeytani Siyonist Haçlı
Emperyalizmine boyun eğilmedikçe, intisap edilmedikçe, köle olunmadıkça, bu
dünyada barışta, hoşgörüde, huzurda muhal ender muhaldir. İnsanlık ailesinin
çocukları, kendini Yeryüzü Kralı gören Siyonist’in kulu olmadıkça, Siyonistler
(içinde tüm Siyon, Toni, Coni, Nazi, Moskof gizlidir) insanlık ailesinin
çocuklarını asla kabullenmeyeceklerdir ve yok etmek adına vurmaktan,
öldürmekten, paramparça etmekten hiçbir an geri durmayacaklardır. Peki, soralım
şimdi; böyle bir şeyin tahakkukunu geçelim, tahayyülü kabil midir? Sorusu bile
absürttür. Öyleyse dünya da barış imkânsızın imkânsızıdır. Çünkü dünya savaş
sahnesidir; insanın ve şeytanın savaşı! Tevhid ile Şirkin savaşı! Ezen ile
ezilenin savaşı! Barış aldatmaca, kandırmacadır. Haçlı sürüleri insanlığı
köleleştirmedikçe katliamlarına devam edeceklerdir. Dünya bütünüyle siyonist
şeytanın yönetimine girmedikçe dünyada terörün durması muhaldir. Bizim
görevimiz, insanlığa huzuru, adaleti, barışı getirmek için mücadele etmek,
yeryüzü tağutlarına yol vermemektir. Onlar biz katliam yapalım siz susun
demektedirler. İşte bu yüzdende insanları susturmak için barış teraneleri,
hoşgörü teraneleri okumaktadırlar. Yalandır bu. Şeytan senin topraklarını işgal
edecek ve sen eyvallah çekeceksin. İşte bu olursa, belki lafta kalması
koşuluyla barışta olur. Siyonist Yahudi, yalanın mimarıdır. Mevcudiyeti yalan
üzerinedir. Batı işgal ederse barış adına olacak amma Müslüman bu işgale
direnirse terörist olacak. Tükürürüm böyle orospu çocukluğuna be! İnsanlık diye
bir şey var be. Vicdan diye bir şey var be. Ölüm diye bir şey var be. Hesap
diye bir şey var be. Tevhid ile şirkin mücadelesi sonsuza değindir. Sabredenler
kazanacaklardır. Aslında daha söyleyecek çok şey var amma geçelim diyelim. Zira
hiçbiri bilinmiyor değildir!
Bay Gülen şeytan! Bireysel düzlemde fikirlerinizi tetkik
ettik mi? Ettik. Bireysel düzlemde sesli sözlerinizi dinledik mi? Dinledik. Ama
aynı anda büyük bir yalancı, düzenbaz, sahtekâr, soytarı olduğunu da anladık.
Çünkü aklımız vardı, sorarak, sorgulayarak tetkik ediyorduk her şeyini ve vahyi
tertil, tedebbür, taakkul ile talim etmiştik. Tarihsel süreçte ki gelişmeleri,
olayları biliyorduk. Senin gibilerin tezgâhını nasıl kurduğunu, insanların akıllarına
nasıl çengel attığını, kalplerine nasıl tesirde bulunduğunu çok iyi
öğrenmiştik. Sorumuz vardı. Sorguluyorduk.
Keşke yaptığınız, yapacağınız işi adam gibi yapaydınız. Zor muydu? Asla.
Niye sapıttınız ki? Niye yoldan çıktınız ki? Niye münafıklığa, müşrikliğe
yöneldiniz ki? Niye şeytanın kulu, kölesi oldunuz ki? Keşke vatanınızda
kalsaydınız, mücadelenizi topraklarınızda verip bir ömür vatan hasretiyle
yanmayaydınız. Bıraksaydınız, içeriye tıksaydılar da kendinizde-evinizde
kalsaydınız. Onlar utansalardı. Hakkı apaçık şekilde haykırsaydınız keşke.
Güneşi bir elinize, ayı diğer elinize verseler de davanızdan caymayaydınız,
davanızı kirletmeyeydiniz, katletmeyeydiniz. Takiye yapmak zorunda mıydınız be,
Bay Gülen şeytan? Ve bunu hala sürdürmek zorunda mısınız? Alışkanlık kader
oluyor be. İbn-i Haldun boşuna söylememiş demek ki; insanı var eden
alışkanlıklarıdır diye. Oysa tövbe kapıları açıktır. Özür dilemek
erdemliliktir. Bu millete ve ümmete özür borcunuz var. Hakkını helal etmesi
gerekir milletin ve ümmetin evlatlarının. Tenezzül etmiyorsun değil mi? Yazıklar
olsun sana, yazıklar olsun. İnsanlık sana çok uzak be Bay Gülen şeytan! Bu
yüzden Müslümanlıkta çok uzak sana. Bu yüzden ne acılar çektik. Değdi mi be?
Reel olana teslim oldunuz ve bizleri de realist canavarlara teslim ettiniz be.
Böyle böyle dünyanın esirleri olduk. Tecerrüt ettik. Artık dünyevileşmiştik.
Tedricen bütün erdemlerimizden uzaklaştık. Müslümanların emperyalizm destekçisi
olarak lanse edilmesine neden oldunuz. Değer miydi? Sömürüye karşı konuştuğumuz
zaman, görüyoruz sizinkileri dediler. İçimiz acıyor be Bay Gülen şeytan. Doğduk
doğalı acıların çocuğuyuz bu topraklarda. Borçlu doğduk borçlu ölecez. Hiç
özgürlüğü tadamadık. Farazi serbestlikleri özgürlük sandık. Güya ibadetler
yapılıyordu amma içi boştu. Dinimizin istediği gibi yaşayamadık bir gün bile
be. Kaynaklarımızdan hakkımız olanı hiç alamadık be Bay Gülen şeytan ve size
gülümseyen ve aynı zaman da küfreden Karunlar haklarımızı çaldı hep be. Adalet
için mücadele veremez miydiniz be? Peki, bir ömrü böyle yaşamaya değdi mi ve
değer miydi lanet olasıca şeytan? Kuzu gibi çocukları aldın, büyüttün koyun
ettin, koyun gibi güdüldüler be pislik, pespaye, müptezel çakal. Sen iflah
olmazsın Bay Gülen şeytan! İnan ki mezarında yatamazsın sen.
Bay Gülen şeytan! Belki senin gibi bir şeytana haksızlık
yapıyoruz diyeceğim ama sonsuz geç artık. Bendeniz sana ve sana bağlı olupta bu
millete kurşun kusanlara ne yapılırsa yapılsın asla ve kata haksızlık yapıldığına
inanmam, vicdanen de zerre rahatsızlık duymam. Ama senin yüzünden zarar görecek
masumlara canım yanar, kahrolurum. Çünkü kalbimi, yaşadığımı hissettiğim andan
itibaren adalet diye atmaya başlamıştır. Ki, yegâne gayretimde buraya matuftur
haddizatında, suçlu ile suçsuzun tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Menhus olaydan
bihaber olarak normal yaşamına devam ederken bu menhus olayın idrakine
vardığında şok yaşayanlarla, menhus olaydan kesinlikle haberdar olup ona göre
hareket edenlerin tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Adaletin tam anlamıyla
tecellisi ve tahakkuku içindir. Zira seninle ilgili olarak göreceğimizi gördük.
Ki, zaten biliyorduk teorik olarak, pratiğini de gördük. Maalesef dinsiz bir
nesil yetiştirmişsin. Dindar ama koyun gibi olanları da, yetiştirdiğin dinsiz
çakallarına güttürmüşsün. Yani filhakika iki zümre varmış bünyende; dini az çok
bilen ve yaşamaya çalışanlar, dini az çok bilen ama dinsiz olan ve bildiği az
çok dini, alt tabakada ki koyunlaştırılanları gütmek için kullananlar. Hülasa,
teşekkül ettirdiğin hareket bir hizmet hareketi değilmiş. Bir ahtapotmuşsun.
İbadet boyutunda kalan insanlar, insanlık denizine sadece av için atılan bir
yemmiş. İnsanlar onlara bakıyorlar ve bunlar ne temiz, gariban, saf, iyi
insanlar diyorlardı ve ellerinden tutuyorlardı ama götürüldükleri yer o temiz
insanların yeri olmuyordu, çakalların, vampirlerin, ahtapotların kucağı oluyordu.
Yani makyaj gerçeği gizleyen bir perdeydi. Boya döküldü asıl yüz görüldü. Yola
yanlış çıktınız, yolda yanlış yürüdünüz, yanlış istikamete odaklandınız ve
çakıldınız Bay Gülen şeytan! Artık bittiniz! Koşulsuz isyan diyeceğiniz yerde,
koşullu itaati kabullendiniz ve bu kabulleniş haddizatında bittiğinizin
resmiydi ama fark edecek, ihsas edecek zekâdan yoksundunuz. Göreviniz insanlığı
uyarmaktı, yandırmaktı ama siz uyutmak görevi gördünüz Bay Gülen şeytan! Büyük
insanlık mahkemesi kurulduğu gün; tarihe ve insanlığa elbet hesap vereceksiniz.
Tarihimize yabancı değiliz. Ne insanlar geldi geçti bu zaman nehrinin içinden.
Direnenler oldu ve teslim olanlar. Bu dünyada hep haksızlıklar karşısında
susacak, hep otoritelere boyun mu eğeceğiz be? ‘’Haksızlık karşısında susanlar
dilsiz şeytandırlar’’ diyen Önder (sav) kimdir? Hanelerimize umarsız dalındı
sustuk. Hakkımız çalındı sustuk. Ekmeğimiz alındı sustuk. Evlatlarımız
katledildi sustuk. Peki, ahirette mi konuşacağız? Ahirette mi hakkı
haykıracağız? Ahirette mi dini sahibinin kılacağız? Ahirette mi izzeti
kardeşimizin yanında arayacağız? Ahirette mi açık edeceğiz geçekleri? Evet,
söyleyin lütfen Bay Gülen şeytan! Eğer öyleyse susalım hep ve devam edelim
kırılmaya, vurulmaya, hesap sorulmaya. Devam eldim boş yere yorulmaya. Devam
edelim zillet içinde izzetsizce yaşamaya, devam edelim şerefi başkalarının
yanında aramaya, devam edelim ömrümüzün sonuna kadar takiye yapmaya. Devam
edelim, zer-zor-tezvir şebekesinin kulları olmaya. Olmadı Bay Gülen şeytan! Artık
‘’Ağlama Duvarına’’ yanaşabilirsin!
Son tahlilde: Dinle Bay Gülen şeytan! Kur’an varsa
bendenizin söyledikleri hakikattir, Kur’an yoksa şayet senin gibi bir şeytan,
hakikat gibi bir kıstasımız olamayacağı için, ne yazık ki haklı çıkacaktır.
Velakin, ne mutlu ki, hamd olsun ki, Kur’an var. Binaenaleyh, bendeniz haklıyım
ve söylediklerimde hakikatten birer cüz mesabesindedir. Bu kibir değildir, ki
kibrin Allah’a isyan olduğunun bilincindeyimdir elhamdülillah. Hakikat
ekseninde, aklımla ve kalbimle düşünüp, vicdanım ile karar vermekteyim.
Müşahedelerimi, Rabbim, Önderim, Kur’an’ım nazarıyla yapmaya gayret ederim. Ne
bir parti nazarından bakarım olaylara, ne bir cemaat nazarından bakarım olaylara,
ne bir ideolojik nazardan bakarım olaylara, ne de mutlak nefsim nazarından
bakarım olaylara. Zira tüm bunlar sübjektiftir ve yanıltıcıdır.
Şimdi farklı bir bakış açısından bakmaya çalışalım; dünya da
iki blok var mı, Doğu ve Batı diye? Evet. Tıpkı tevhid ve şirk gibi, hak ve
batıl gibi, ezen ve ezilen gibi. En derinlerde iki blok vardır. Bunlar en
dibinde varır insan ve şeytana dayanır. Bu iki blok yer üzerinde biteviye bir
mücadele içerisinde midirler? Kör değiliz! Şimdi dünyada terörün anası-babası
kimdir? Dünyaya ahlaksızlığı yayan kimdir? Adaletsizliğin müsebbibi kimdir?
İnsanlığı çürütenler, yalanın üstatları kimlerdir? Müslümanların topraklarını
metazori işgal eden, kaynaklarını vandalca yağmalayan, değerlerini harap eden,
namuslarını payimal eden kimdir? Müslüman nesli katleden, aydınları şehit eden
kimdir? Bütün şeytani planları tertipleyen, kardeşlikleri tahrip eden kimdir?
Dünya borsasının, medyasının, petrolünün, altınının hâkimi kimdir? Bir âlim
derler ki; ‘’eğer dünyanın bir ucunda bir Müslüman kadın esir düşse, diğer
ucunda ki Müslüman’a onu kurtarmak farz olur.’’ Bu hakikaten çok namuslu ve
genel kabul gören bir âlimin sözüdür. Bu ne ifade ediyor sizin için Bay Gülen
şeytan? Bütün bunlardan sonra birkaç soru sormak ve izah yapmak istiyorum:
şimdi, ben, bir Müslüman-Türk evladı olarak ne yapmalıyım? Hangi yönlü düşünmem
iktiza eder? Hangi kararı vermeliyim? Ve bizler kimleriz ve neyle
emrolunmuştuk?
Bilmediğim, görmediğim, hakkında kesin bilgiye sahip
olmadığım şeyler hakkında birini itham etmem ahlaki ve adil midir? Ayrıca ve
ayrıca, şayet bir yerde savaş ya da etkin mücadele durumu varsa, orada işte şu
olmasın, bu olmasın, o ölmesin, şu ölmesin diye tereddüt içinde kalmanın
faturası ne olur ve sonuç kimin lehine olur? Ya da böyle bir durumda başka ne
yapılmalıdır? Gerçekten soruyorum bunu. Evet, savaşında yasları vardır amma bir
yerde de savaştır bu lanet olasıca şey. İstenmedik şeylerin olması
kaçınılmazdır. Ve burada suçlu aranmaz, suçlu varsa da savaşı başlatandır.
Toprakları işgal edendir. Dünyada ki Müslümanların hali bellidir. Anasına,
babasına, bacısına tecavüz edilen bir Müslüman nasıl ruh haline sahiptir? Nasıl
hareket etsin isteriz? Buyurun bir çerçeve çıkarın ve asın meydanlara ve ona
göre hareket etsinler. Bir kişiyi değil Hakkı savunmak insanlıktır. Ve bizim
yaptığımızda budur. Peki, siz ne yaptınız ve ne yapmaktasınız Bay Gülen şeytan?
Nasıl dayanılır, başı taşla ezilen, kolu taşla kırılan bir çocuğu görünce?
Yürek nasıl yanmaz, küçücük kızlarının namusuna tecavüz edilen bir ananın
gözyaşlarına tanık olununca? Beyinler nasıl durmaz, gözleri önünde karısının
işkencelerle ırzına geçilen adamın çaresizliğini müşahede edince? Ağlamamak
elde midir böyle bir durumda? Ağlamayan yürek insan yüreği midir? Peki, siz
niçin ağlıyordunuz bugüne kadar Bay Gülen şeytan? Kafası taşla ezilen Filistinli
kimdir? Irzına geçilen Somalili kimdir? Başı kesilip, karnı yarılan Çeçenyalı
kimdir? Ve bizler kimleriz? Dünyaya nizam vermiş bir ecdadın torunları değil
miyiz? İslam’ın keskin kılıcı değil miyiz? Davasından dönmeyen Önderin (sav)
ümmeti değil miyiz? Ben bu zulme direnmeseydim, benden sonra zulme direnecek
tek kişi olmazdı diyen Hüseyin’in izcileri değil miyiz? Ve Hak davanın nice
önderlerinin takipçileri değil miyiz? 40 kişi ile alçak Çin’in sarayını basan
Kürşadların torunları değil miyiz? Askerleri bir bağın yanından geçerken tek
meyve dahi koparmayan Yavuzların torunları değil miyiz? Peki, sen kimsin ve
kimin torunusun Bay Gülen şeytan? Bilmediğimden sormuyorum, bunu da idrak
edebilecek zekâya sahip misin acaba Bay ahmak Gülen şeytan!
Şiddetten zarar gördüğünü söylediğiniz ve direnenlerini
teröristlikle damgaladığınız Müslümanlar demokrasiden hangi faydayı
görmüşlerdir? Biri bana bunu namusluca izah etmelidir. Direnmek ne zamandan
beri suç sayılmıştır? Ve demokrasi ne zamandan beri Hak yolun yegâne aracı
sayılmıştır? Dünyada ki birkaç Müslüman’ın direnişi Müslümanların zararına
olmuştur da, alçak, vahşi, kahpe şeytanın Müslümanlara getirdiği demokrasiden
hangi Müslüman fayda görmüştür? Kıvırtmaya gerek yok. Erkek olmak gerek. Ve
erkek olanın yeri er meydanıdır. Namusluysan, dürüstsen, kendinden eminsen er
meydanı senin içindir. O yürek, o erkeklik, o şeref, o namus sende bulunur mu
Bay hain, alçak, şerefsiz Gülen şeytan? Allah, bizleri, kendisine, önderimize,
ecdadımıza layık kullar eylesin. Allah ruhumuzu ve beynimizi mutlak bilgiyle
aydınlatsın. Allah bizleri kâfirlerin şerrinden ve tuzaklarından emin eylesin.
Allah kardeşlik bağlarımızı muhkemleştirsin. Kardeşlerimize vicdan, akıl,
insaf, izan versin. Uyarma görevimizi hakkıyla ifa etmeyi nasip etsin. Sonsuz
âminler olsun. Bu ülke, bu millet ve ümmet, Gülen şeytanın tahrif ve tahrip
edilmiş dininden da uzak durmalıdır. Bilakis Siyonist’in kucağına oturması
mukadderdir. Siyonist’i bildiği halde o mikroba hizmet eden gerçekten alçaktır,
köpektir.
Ve son söz Namık Kemal’in olsun. ‘’Köpektir zevk alan,
sayyad-ı bî insafa hizmetten.’’
En son tahlilde; Sayın Devletim, son demde, Devlet-i Ebed
Müddet fikrinde olan bir evladın olarak, bizatihi yüksek mevcudiyetine
sesleniyorum! Aklımızı ve kalbimizi mezcedelim ve vicdanımızın sesini
dinleyelim lütfen. Adalete biat edelim, ahlakı yoldaş edinelim. Bizatihi müşahede
ettiğimiz, hissettiğimiz, bize dokunan ve dokunduğumuz bir meşum vaka ile
tanıştık millet olarak hatta ucu ümmete de dokunan. Şimdi, gerçeklerle yüzleşmek
gerek! Bay Gülen şeytan bu topraklardan çıktı mı? Çıktı. Bu şeytanın doğmasına,
beslenmesine, büyümesine, üremesine devlet bir şekilde müdahil ve müzahir oldu
mu? Kesinlikle. Zira doğar doğmaz boğadabilirdi. Boğdu mu? Bilakis müzahir
olundu. Devlet, kendi çocuklarıyla birlikte yani devlet mekanizmasını
çalıştırmakla vazifeli olan çocuklarıyla birlikte zımnen de olsa, sarahaten de
olsa bu şeytana bir şekilde müzahir oldu. Oldu mu? Oldu. İstenmediği takdir de
böyle bir şey kabil-i mümkün değildi. Ha şu denebilir burada; böyle olacağını
kim bilebilir? Eyvallah, sonsuz doğru. Şeytanı samimi görüp takip edenler de
bilemezler öyleyse değil mi? Hatta burada devlet ve çocukları çok masumda
görülemez, çünkü devlet bilmeli ve çocuklarını teyakkuza davet etmeliydi diye
bakılabilir. Devlet, şeytanın şeytanlığı aşikâr olduktan sonra, takipçilerini
mutlak şeffaflıkta ve netlikte uyarabilir miydi? Şeytana dair elde bulunan
doneleri ibraz edebilir miydi? Bunu yapardı. Yaptı mı? Hayır. Ha bunlar basit
hatalar olarak telakki edilebilir mi? Kesinlikle eyvallah. Öyleyse, bir şekilde
doğurduğun, besleyip büyüttüğün, üremesine yol verdiğin ve çoğalttığın ve
üstelik dini de alenen kullanmasına sessiz ve tepkisiz kaldığın bir melun
şeytanın peşinden giden evlatlarını, hesapsız, kitapsız, umarsız, sonsuz teenni
ile tefrik yapmadan, suçlu ile suçsuzu ayırmadan yok edemezsin, tecziye
edemezsin. Bu ahlaka, adalete, vicdana mugayirdir. Suçu aşikâr olanlar, halka
kurşun sıkanlar, kalkışmadan bizatihi haberdar olanlar ve bu minvalde hareket
edenler dâhil değildir söylediklerime. Ki, bendenizin söylediklerimin kimler
olduklarını çok iyi biliyorsun. Zira bunu defaatle ifade ve izhar ettim yazı
boyunca. Varlığını bu şekilde idame ettirdiğini düşünmüyorum. Ki mevcudiyetin
evlatlarını bir şekilde yemeye merbutsa, zaten böyle bir mevcudiyet meşru
değildir. Dürüst olmamız, olaya derinlemesine bakmamız iktiza ediyor. Bendenizi
de böyle mazur gör lütfen. Devletin asıl mücadele edeceği kişiler kripto
elemanlardır, hiçbir etkiye, yönlendirme gücüne sahip olmayan ve karanlık yön
hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan gariban insanlar değildir. Bahusus,
politikacılar ve servet sahibi kodamanlardır devletin ilgileneceği taraflar.
Devlet ayıklamayı sonsuz teenni ile adalet ve ahlak umdeleri çerçevesinde yapmalıdır.
Devlet, yanlış ile doğruyu, haklı ile haksızı, yaptığını bilinçli ve farkında
olarak yapan ile yaptığını bilinçsizce ve farkında olmadan yapanı ya da Gülen
şeytanla hiçbir irtibatı olmadığı halde, şeytanın bazı kurumlarıyla, kurumları
legal konumdayken masumca ilinti kurmak zorunda kalmış olanları tefrik etmek
için vardır. Ve burada devletin bahanesi olamaz. Zira devletin istihbaratı
vardır. İstihbaratın anlamı ve vazifesi nedir? Devlet adaleti asla ve kata,
hiçbir şartta ve koşulda elden bırakmamalıdır. Hiçbir zamanda, şartta ve
koşulda unutulmamalıdır ki; adalet yoksa düzen imkânsızdır! Bendeniz bu millete
kurşun kusanlara ne yapılırsa yapılsın asla ve kata haksızlık yapıldığına
inanmam, vicdanen de zerre rahatsızlık duymam. Ama şeytan yüzünden zarar
görecek masumlara canım yanar, kahrolurum. Çünkü kalbim, yaşadığımı hissettiğim
andan itibaren adalet diye atmaya başlamıştır. Ki, yegâne gayretimde buraya
matuftur haddizatında, suçlu ile suçsuzun tefrikinin çok iyi yapılması içindir.
Menhus olaydan bihaber olarak normal yaşamına devam ederken bu menhus olayın
idrakine vardığında şok yaşayanlarla, menhus olaydan kesinlikle haberdar olup
ona göre hareket edenlerin tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Adaletin tam
anlamıyla tecellisi ve tahakkuku içindir. İnşaAllah, adalet ve ahlak temelinde
hareket edilir ve suçlu ile suçsuz tam anlamıyla tefrik edilir. Bilakis,
adaletsiz düzen muhaldir. Düzen olmadan da huzur olmaz.