ŞEYTANİ GÜLÜMSEME...2...

Özgür DENİZ - 06.01.2017

Elbette gönül isterdi ki, şeytanın Gülen yüzü, ezelden ebede bu toprakların, milletin, ümmetin oğlu olarak kalaydı. Bu topraklar, bu millet, bu devlet, bu ümmet için kavga vereydi. Sapıtmayaydı. Dini tahrif ve tahrip gayretine girmeyeydi. Şeytanın hizmetkârı olmayaydı. Hatta Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalist zihniyeti temsil eden efendilerin tahsis ettikleri mahpushaneye gönüllü olarak iltica etmeyeydi. İslam’dan milim sapmamış olsaydı, hakikati olduğu gibi aktarsaydı, Önder’in izini terk etmeseydi. Ömrü tükenesiye kadar takiye içinde olmasaydı. Ülkesinin ve milletinin özgürlüğü için mücadele vermiş olsaydı. İnsanları diriltseydi, ahlaki direnişin önemine vurgu yapsaydı. Adaletin ikamesine müzahir olaydı, azim adaletsizliklere yol ve yön vereceğine. Önderin mukaddes izinden milim sapmasaydı. Kitabı olduğu gibi anlatsaydı. İstediğini (nefsinin istediğini) değil, istenileni (Allah’ın, Önder’in, Kitabın istediğini)yapsaydı.  Yani bir insanın illa eline silah alması gerekmez ki, illa meydana çıkıp önüne gelenle vuruşması gerekmez ki, yani illa bedeni ortaya koymak icap etmez ki her zaman, zihnen sağlam durmak çok önemlidir, temel naslara ihanet etmeden yaşamak çok önemlidir. Ama olmadı, yapmadı. Ben burada naçizane fikirlerimi serdediyorum, kimsenin bana kızmaya hakkı yoktur. Ki, kızmakla da hakikatler yok olmuyor maalesef. Fikre fikirle cevap vermek erdemliliktir. Bendeniz yalan izahlarda bulunmuyorum. Gerçekten bilgilenmeye ve bilgilendirmeye gayret ediyorum naçizane. Yanlışım varsa görmek ve düzeltmek isterim. Madem diyalog, işte budur diyalog. Pençelerimizle değil, kalbimizle ve beynimizle hareket edelim. Yüreğimin inceliğine gerçekten inanabilirsiniz, bütün sertliğimin altında tahminsiz bir inceliğin olduğuna emin olunuz. Dünya kısa, ömür az. Eğilip bükülmeye zaman yok. Kâfire yüzsuyu dökmeye değmez. Kâfir karşısında izzetsice yaşamaya değmez. ‘’İzzet, şeref, güç ve üstünlük Allah’ın, peygamberin ve müminlerin yanındadır’’ der Allah. Peki, kâfirlerin yanında ne vardır? ‘’Onlar insanlığı çürüten mikroplardır’’ Adolf Hitler’in mutlak doğru ifadesiyle. Sözde bir hedef belirleyip, oraya varıncaya kadar bu mikroplara eyvallah çekmek ve insanlığı çürütmelerine müsaade etmek ne kadar insani ve ahlakidir? Laf icabı olsa da, şeytanı onare etmek ve hakkında net bilgiye sahip olmadığın Müslümanları tahkir ve tezyif etmek hatta lanetlemek, ayetlere ve hadislere uygun mudur? Hülasa; şeytanın Gülen yüzünü takip edenler ve takip etmek niyetinde olanlar hakikati muhakkak görmelidirler. Hakikati görenleri de devlet bağrına basmalıdır ve kazanmalıdır. Ki bu ayrımı yapmak asla zor değildir.

 

Mezellet ve meskenet içinde yaşamak insan olana yakışmaz. Sırf menfaatler kaybolmasın diye bu şekilde yaşamak, köpekçe yaşamaktır. İnsan, bugün vardır, yarın yoktur. Takiye yapmasına gerek yoktur. Şeffaf olmalıdır. Çünkü insanın, karanlıkla, kanla, kirle işi olmaz. İnsan, insan için vardır. İnsan, insanlar insanca yaşasınlar diye vardır. Hayır, giyeceğin nedir? Bineceğin nedir? Kalacağın nedir? Yiyeceğin nedir? Bulunduğun yer nedir? Gideceğin yer neredir? Köpekçe yaşamaya değer mi? Değmez, asla değmez. Üç kuruşluk dünya için pezevenk olmaya, dalkavukluk yapmaya, değerlerinden taviz vermeye, namusunu payimal etmeye, şerefini kirletmeye değmez. İnsan şerefli olmalı, şerefli yaşamalı. Özü neyse sözü de o olmalı. Sözü neyse yaşamı da o eksende olmalı. Şerefini kaybeden insan, insanlığını da kaybetmiştir. Çünkü insan, şerefiyle insandır. Gelelim sadede; şeytanın Gülen yüzü bir ömür takiye yaptı, ne geçti eline? Koskoca bir hiç. Değdi mi? Değmedi? Rezil ve sefil bir şekilde yaşadığıyla kaldı. Yüzbinlerce insanın aklını ve kalbini çalıp perişan ettiğiyle kaldı. Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin bizden alıp, bize karşı besleyip, büyüttüğü ve otağımıza zehirli bir yılan gibi salıverdiği Truva Atıdır şeytanın Gülen yüzü. Müşahede ettiğimiz resim budur. Allah, Önder, Kur’an sadece afyonlama adına bir araçtır bunun yanında. Bilakis, Allah, Önder, Kur’an ile hiçbir bağı da, bağlantısı da, işi de yoktur. Ahlaksızdır, adaletsizdir, zalimdir. Hoşgörüsü yalandır, diyaloğu tezgâhtır. Bir tezgâhta binlerce çorap örmüştür bu milletin ve ümmetin başına, küresel şeytanların müzaheretiyle. Ki baştanbaşa hayatı yalandır bunun. Haddizatında, barış dolu, hoşgörü dolu bir dünya yalandır. Bu dünyayı bilenlerin, insanı tanıyanların, bu hakikati bilmemeleri imkânsızdır. Bu dünya da, Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizmine boyun eğilmedikçe, intisap edilmedikçe, köle olunmadıkça, bu dünyada barışta, hoşgörüde, huzurda muhal ender muhaldir. İnsanlık ailesinin çocukları, kendini Yeryüzü Kralı gören Siyonist’in kulu olmadıkça, Siyonistler (içinde tüm Siyon, Toni, Coni, Nazi, Moskof gizlidir) insanlık ailesinin çocuklarını asla kabullenmeyeceklerdir ve yok etmek adına vurmaktan, öldürmekten, paramparça etmekten hiçbir an geri durmayacaklardır. Peki, soralım şimdi; böyle bir şeyin tahakkukunu geçelim, tahayyülü kabil midir? Sorusu bile absürttür. Öyleyse dünya da barış imkânsızın imkânsızıdır. Çünkü dünya savaş sahnesidir; insanın ve şeytanın savaşı! Tevhid ile Şirkin savaşı! Ezen ile ezilenin savaşı! Barış aldatmaca, kandırmacadır. Haçlı sürüleri insanlığı köleleştirmedikçe katliamlarına devam edeceklerdir. Dünya bütünüyle siyonist şeytanın yönetimine girmedikçe dünyada terörün durması muhaldir. Bizim görevimiz, insanlığa huzuru, adaleti, barışı getirmek için mücadele etmek, yeryüzü tağutlarına yol vermemektir. Onlar biz katliam yapalım siz susun demektedirler. İşte bu yüzdende insanları susturmak için barış teraneleri, hoşgörü teraneleri okumaktadırlar. Yalandır bu. Şeytan senin topraklarını işgal edecek ve sen eyvallah çekeceksin. İşte bu olursa, belki lafta kalması koşuluyla barışta olur. Siyonist Yahudi, yalanın mimarıdır. Mevcudiyeti yalan üzerinedir. Batı işgal ederse barış adına olacak amma Müslüman bu işgale direnirse terörist olacak. Tükürürüm böyle orospu çocukluğuna be! İnsanlık diye bir şey var be. Vicdan diye bir şey var be. Ölüm diye bir şey var be. Hesap diye bir şey var be. Tevhid ile şirkin mücadelesi sonsuza değindir. Sabredenler kazanacaklardır. Aslında daha söyleyecek çok şey var amma geçelim diyelim. Zira hiçbiri bilinmiyor değildir!

 

Bay Gülen şeytan! Bireysel düzlemde fikirlerinizi tetkik ettik mi? Ettik. Bireysel düzlemde sesli sözlerinizi dinledik mi? Dinledik. Ama aynı anda büyük bir yalancı, düzenbaz, sahtekâr, soytarı olduğunu da anladık. Çünkü aklımız vardı, sorarak, sorgulayarak tetkik ediyorduk her şeyini ve vahyi tertil, tedebbür, taakkul ile talim etmiştik. Tarihsel süreçte ki gelişmeleri, olayları biliyorduk. Senin gibilerin tezgâhını nasıl kurduğunu, insanların akıllarına nasıl çengel attığını, kalplerine nasıl tesirde bulunduğunu çok iyi öğrenmiştik. Sorumuz vardı. Sorguluyorduk.  Keşke yaptığınız, yapacağınız işi adam gibi yapaydınız. Zor muydu? Asla. Niye sapıttınız ki? Niye yoldan çıktınız ki? Niye münafıklığa, müşrikliğe yöneldiniz ki? Niye şeytanın kulu, kölesi oldunuz ki? Keşke vatanınızda kalsaydınız, mücadelenizi topraklarınızda verip bir ömür vatan hasretiyle yanmayaydınız. Bıraksaydınız, içeriye tıksaydılar da kendinizde-evinizde kalsaydınız. Onlar utansalardı. Hakkı apaçık şekilde haykırsaydınız keşke. Güneşi bir elinize, ayı diğer elinize verseler de davanızdan caymayaydınız, davanızı kirletmeyeydiniz, katletmeyeydiniz. Takiye yapmak zorunda mıydınız be, Bay Gülen şeytan? Ve bunu hala sürdürmek zorunda mısınız? Alışkanlık kader oluyor be. İbn-i Haldun boşuna söylememiş demek ki; insanı var eden alışkanlıklarıdır diye. Oysa tövbe kapıları açıktır. Özür dilemek erdemliliktir. Bu millete ve ümmete özür borcunuz var. Hakkını helal etmesi gerekir milletin ve ümmetin evlatlarının. Tenezzül etmiyorsun değil mi? Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun. İnsanlık sana çok uzak be Bay Gülen şeytan! Bu yüzden Müslümanlıkta çok uzak sana. Bu yüzden ne acılar çektik. Değdi mi be? Reel olana teslim oldunuz ve bizleri de realist canavarlara teslim ettiniz be. Böyle böyle dünyanın esirleri olduk. Tecerrüt ettik. Artık dünyevileşmiştik. Tedricen bütün erdemlerimizden uzaklaştık. Müslümanların emperyalizm destekçisi olarak lanse edilmesine neden oldunuz. Değer miydi? Sömürüye karşı konuştuğumuz zaman, görüyoruz sizinkileri dediler. İçimiz acıyor be Bay Gülen şeytan. Doğduk doğalı acıların çocuğuyuz bu topraklarda. Borçlu doğduk borçlu ölecez. Hiç özgürlüğü tadamadık. Farazi serbestlikleri özgürlük sandık. Güya ibadetler yapılıyordu amma içi boştu. Dinimizin istediği gibi yaşayamadık bir gün bile be. Kaynaklarımızdan hakkımız olanı hiç alamadık be Bay Gülen şeytan ve size gülümseyen ve aynı zaman da küfreden Karunlar haklarımızı çaldı hep be. Adalet için mücadele veremez miydiniz be? Peki, bir ömrü böyle yaşamaya değdi mi ve değer miydi lanet olasıca şeytan? Kuzu gibi çocukları aldın, büyüttün koyun ettin, koyun gibi güdüldüler be pislik, pespaye, müptezel çakal. Sen iflah olmazsın Bay Gülen şeytan! İnan ki mezarında yatamazsın sen.

 

Bay Gülen şeytan! Belki senin gibi bir şeytana haksızlık yapıyoruz diyeceğim ama sonsuz geç artık. Bendeniz sana ve sana bağlı olupta bu millete kurşun kusanlara ne yapılırsa yapılsın asla ve kata haksızlık yapıldığına inanmam, vicdanen de zerre rahatsızlık duymam. Ama senin yüzünden zarar görecek masumlara canım yanar, kahrolurum. Çünkü kalbimi, yaşadığımı hissettiğim andan itibaren adalet diye atmaya başlamıştır. Ki, yegâne gayretimde buraya matuftur haddizatında, suçlu ile suçsuzun tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Menhus olaydan bihaber olarak normal yaşamına devam ederken bu menhus olayın idrakine vardığında şok yaşayanlarla, menhus olaydan kesinlikle haberdar olup ona göre hareket edenlerin tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Adaletin tam anlamıyla tecellisi ve tahakkuku içindir. Zira seninle ilgili olarak göreceğimizi gördük. Ki, zaten biliyorduk teorik olarak, pratiğini de gördük. Maalesef dinsiz bir nesil yetiştirmişsin. Dindar ama koyun gibi olanları da, yetiştirdiğin dinsiz çakallarına güttürmüşsün. Yani filhakika iki zümre varmış bünyende; dini az çok bilen ve yaşamaya çalışanlar, dini az çok bilen ama dinsiz olan ve bildiği az çok dini, alt tabakada ki koyunlaştırılanları gütmek için kullananlar. Hülasa, teşekkül ettirdiğin hareket bir hizmet hareketi değilmiş. Bir ahtapotmuşsun. İbadet boyutunda kalan insanlar, insanlık denizine sadece av için atılan bir yemmiş. İnsanlar onlara bakıyorlar ve bunlar ne temiz, gariban, saf, iyi insanlar diyorlardı ve ellerinden tutuyorlardı ama götürüldükleri yer o temiz insanların yeri olmuyordu, çakalların, vampirlerin, ahtapotların kucağı oluyordu. Yani makyaj gerçeği gizleyen bir perdeydi. Boya döküldü asıl yüz görüldü. Yola yanlış çıktınız, yolda yanlış yürüdünüz, yanlış istikamete odaklandınız ve çakıldınız Bay Gülen şeytan! Artık bittiniz! Koşulsuz isyan diyeceğiniz yerde, koşullu itaati kabullendiniz ve bu kabulleniş haddizatında bittiğinizin resmiydi ama fark edecek, ihsas edecek zekâdan yoksundunuz. Göreviniz insanlığı uyarmaktı, yandırmaktı ama siz uyutmak görevi gördünüz Bay Gülen şeytan! Büyük insanlık mahkemesi kurulduğu gün; tarihe ve insanlığa elbet hesap vereceksiniz. Tarihimize yabancı değiliz. Ne insanlar geldi geçti bu zaman nehrinin içinden. Direnenler oldu ve teslim olanlar. Bu dünyada hep haksızlıklar karşısında susacak, hep otoritelere boyun mu eğeceğiz be? ‘’Haksızlık karşısında susanlar dilsiz şeytandırlar’’ diyen Önder (sav) kimdir? Hanelerimize umarsız dalındı sustuk. Hakkımız çalındı sustuk. Ekmeğimiz alındı sustuk. Evlatlarımız katledildi sustuk. Peki, ahirette mi konuşacağız? Ahirette mi hakkı haykıracağız? Ahirette mi dini sahibinin kılacağız? Ahirette mi izzeti kardeşimizin yanında arayacağız? Ahirette mi açık edeceğiz geçekleri? Evet, söyleyin lütfen Bay Gülen şeytan! Eğer öyleyse susalım hep ve devam edelim kırılmaya, vurulmaya, hesap sorulmaya. Devam eldim boş yere yorulmaya. Devam edelim zillet içinde izzetsizce yaşamaya, devam edelim şerefi başkalarının yanında aramaya, devam edelim ömrümüzün sonuna kadar takiye yapmaya. Devam edelim, zer-zor-tezvir şebekesinin kulları olmaya. Olmadı Bay Gülen şeytan! Artık ‘’Ağlama Duvarına’’ yanaşabilirsin!

 

Son tahlilde: Dinle Bay Gülen şeytan! Kur’an varsa bendenizin söyledikleri hakikattir, Kur’an yoksa şayet senin gibi bir şeytan, hakikat gibi bir kıstasımız olamayacağı için, ne yazık ki haklı çıkacaktır. Velakin, ne mutlu ki, hamd olsun ki, Kur’an var. Binaenaleyh, bendeniz haklıyım ve söylediklerimde hakikatten birer cüz mesabesindedir. Bu kibir değildir, ki kibrin Allah’a isyan olduğunun bilincindeyimdir elhamdülillah. Hakikat ekseninde, aklımla ve kalbimle düşünüp, vicdanım ile karar vermekteyim. Müşahedelerimi, Rabbim, Önderim, Kur’an’ım nazarıyla yapmaya gayret ederim. Ne bir parti nazarından bakarım olaylara, ne bir cemaat nazarından bakarım olaylara, ne bir ideolojik nazardan bakarım olaylara, ne de mutlak nefsim nazarından bakarım olaylara. Zira tüm bunlar sübjektiftir ve yanıltıcıdır.

 

Şimdi farklı bir bakış açısından bakmaya çalışalım; dünya da iki blok var mı, Doğu ve Batı diye? Evet. Tıpkı tevhid ve şirk gibi, hak ve batıl gibi, ezen ve ezilen gibi. En derinlerde iki blok vardır. Bunlar en dibinde varır insan ve şeytana dayanır. Bu iki blok yer üzerinde biteviye bir mücadele içerisinde midirler? Kör değiliz! Şimdi dünyada terörün anası-babası kimdir? Dünyaya ahlaksızlığı yayan kimdir? Adaletsizliğin müsebbibi kimdir? İnsanlığı çürütenler, yalanın üstatları kimlerdir? Müslümanların topraklarını metazori işgal eden, kaynaklarını vandalca yağmalayan, değerlerini harap eden, namuslarını payimal eden kimdir? Müslüman nesli katleden, aydınları şehit eden kimdir? Bütün şeytani planları tertipleyen, kardeşlikleri tahrip eden kimdir? Dünya borsasının, medyasının, petrolünün, altınının hâkimi kimdir? Bir âlim derler ki; ‘’eğer dünyanın bir ucunda bir Müslüman kadın esir düşse, diğer ucunda ki Müslüman’a onu kurtarmak farz olur.’’ Bu hakikaten çok namuslu ve genel kabul gören bir âlimin sözüdür. Bu ne ifade ediyor sizin için Bay Gülen şeytan? Bütün bunlardan sonra birkaç soru sormak ve izah yapmak istiyorum: şimdi, ben, bir Müslüman-Türk evladı olarak ne yapmalıyım? Hangi yönlü düşünmem iktiza eder? Hangi kararı vermeliyim? Ve bizler kimleriz ve neyle emrolunmuştuk?

 

Bilmediğim, görmediğim, hakkında kesin bilgiye sahip olmadığım şeyler hakkında birini itham etmem ahlaki ve adil midir? Ayrıca ve ayrıca, şayet bir yerde savaş ya da etkin mücadele durumu varsa, orada işte şu olmasın, bu olmasın, o ölmesin, şu ölmesin diye tereddüt içinde kalmanın faturası ne olur ve sonuç kimin lehine olur? Ya da böyle bir durumda başka ne yapılmalıdır? Gerçekten soruyorum bunu. Evet, savaşında yasları vardır amma bir yerde de savaştır bu lanet olasıca şey. İstenmedik şeylerin olması kaçınılmazdır. Ve burada suçlu aranmaz, suçlu varsa da savaşı başlatandır. Toprakları işgal edendir. Dünyada ki Müslümanların hali bellidir. Anasına, babasına, bacısına tecavüz edilen bir Müslüman nasıl ruh haline sahiptir? Nasıl hareket etsin isteriz? Buyurun bir çerçeve çıkarın ve asın meydanlara ve ona göre hareket etsinler. Bir kişiyi değil Hakkı savunmak insanlıktır. Ve bizim yaptığımızda budur. Peki, siz ne yaptınız ve ne yapmaktasınız Bay Gülen şeytan? Nasıl dayanılır, başı taşla ezilen, kolu taşla kırılan bir çocuğu görünce? Yürek nasıl yanmaz, küçücük kızlarının namusuna tecavüz edilen bir ananın gözyaşlarına tanık olununca? Beyinler nasıl durmaz, gözleri önünde karısının işkencelerle ırzına geçilen adamın çaresizliğini müşahede edince? Ağlamamak elde midir böyle bir durumda? Ağlamayan yürek insan yüreği midir? Peki, siz niçin ağlıyordunuz bugüne kadar Bay Gülen şeytan? Kafası taşla ezilen Filistinli kimdir? Irzına geçilen Somalili kimdir? Başı kesilip, karnı yarılan Çeçenyalı kimdir? Ve bizler kimleriz? Dünyaya nizam vermiş bir ecdadın torunları değil miyiz? İslam’ın keskin kılıcı değil miyiz? Davasından dönmeyen Önderin (sav) ümmeti değil miyiz? Ben bu zulme direnmeseydim, benden sonra zulme direnecek tek kişi olmazdı diyen Hüseyin’in izcileri değil miyiz? Ve Hak davanın nice önderlerinin takipçileri değil miyiz? 40 kişi ile alçak Çin’in sarayını basan Kürşadların torunları değil miyiz? Askerleri bir bağın yanından geçerken tek meyve dahi koparmayan Yavuzların torunları değil miyiz? Peki, sen kimsin ve kimin torunusun Bay Gülen şeytan? Bilmediğimden sormuyorum, bunu da idrak edebilecek zekâya sahip misin acaba Bay ahmak Gülen şeytan!

 

Şiddetten zarar gördüğünü söylediğiniz ve direnenlerini teröristlikle damgaladığınız Müslümanlar demokrasiden hangi faydayı görmüşlerdir? Biri bana bunu namusluca izah etmelidir. Direnmek ne zamandan beri suç sayılmıştır? Ve demokrasi ne zamandan beri Hak yolun yegâne aracı sayılmıştır? Dünyada ki birkaç Müslüman’ın direnişi Müslümanların zararına olmuştur da, alçak, vahşi, kahpe şeytanın Müslümanlara getirdiği demokrasiden hangi Müslüman fayda görmüştür? Kıvırtmaya gerek yok. Erkek olmak gerek. Ve erkek olanın yeri er meydanıdır. Namusluysan, dürüstsen, kendinden eminsen er meydanı senin içindir. O yürek, o erkeklik, o şeref, o namus sende bulunur mu Bay hain, alçak, şerefsiz Gülen şeytan? Allah, bizleri, kendisine, önderimize, ecdadımıza layık kullar eylesin. Allah ruhumuzu ve beynimizi mutlak bilgiyle aydınlatsın. Allah bizleri kâfirlerin şerrinden ve tuzaklarından emin eylesin. Allah kardeşlik bağlarımızı muhkemleştirsin. Kardeşlerimize vicdan, akıl, insaf, izan versin. Uyarma görevimizi hakkıyla ifa etmeyi nasip etsin. Sonsuz âminler olsun. Bu ülke, bu millet ve ümmet, Gülen şeytanın tahrif ve tahrip edilmiş dininden da uzak durmalıdır. Bilakis Siyonist’in kucağına oturması mukadderdir. Siyonist’i bildiği halde o mikroba hizmet eden gerçekten alçaktır, köpektir.

 

Ve son söz Namık Kemal’in olsun. ‘’Köpektir zevk alan, sayyad-ı bî insafa hizmetten.’’

 

En son tahlilde; Sayın Devletim, son demde, Devlet-i Ebed Müddet fikrinde olan bir evladın olarak, bizatihi yüksek mevcudiyetine sesleniyorum! Aklımızı ve kalbimizi mezcedelim ve vicdanımızın sesini dinleyelim lütfen. Adalete biat edelim, ahlakı yoldaş edinelim. Bizatihi müşahede ettiğimiz, hissettiğimiz, bize dokunan ve dokunduğumuz bir meşum vaka ile tanıştık millet olarak hatta ucu ümmete de dokunan. Şimdi, gerçeklerle yüzleşmek gerek! Bay Gülen şeytan bu topraklardan çıktı mı? Çıktı. Bu şeytanın doğmasına, beslenmesine, büyümesine, üremesine devlet bir şekilde müdahil ve müzahir oldu mu? Kesinlikle. Zira doğar doğmaz boğadabilirdi. Boğdu mu? Bilakis müzahir olundu. Devlet, kendi çocuklarıyla birlikte yani devlet mekanizmasını çalıştırmakla vazifeli olan çocuklarıyla birlikte zımnen de olsa, sarahaten de olsa bu şeytana bir şekilde müzahir oldu. Oldu mu? Oldu. İstenmediği takdir de böyle bir şey kabil-i mümkün değildi. Ha şu denebilir burada; böyle olacağını kim bilebilir? Eyvallah, sonsuz doğru. Şeytanı samimi görüp takip edenler de bilemezler öyleyse değil mi? Hatta burada devlet ve çocukları çok masumda görülemez, çünkü devlet bilmeli ve çocuklarını teyakkuza davet etmeliydi diye bakılabilir. Devlet, şeytanın şeytanlığı aşikâr olduktan sonra, takipçilerini mutlak şeffaflıkta ve netlikte uyarabilir miydi? Şeytana dair elde bulunan doneleri ibraz edebilir miydi? Bunu yapardı. Yaptı mı? Hayır. Ha bunlar basit hatalar olarak telakki edilebilir mi? Kesinlikle eyvallah. Öyleyse, bir şekilde doğurduğun, besleyip büyüttüğün, üremesine yol verdiğin ve çoğalttığın ve üstelik dini de alenen kullanmasına sessiz ve tepkisiz kaldığın bir melun şeytanın peşinden giden evlatlarını, hesapsız, kitapsız, umarsız, sonsuz teenni ile tefrik yapmadan, suçlu ile suçsuzu ayırmadan yok edemezsin, tecziye edemezsin. Bu ahlaka, adalete, vicdana mugayirdir. Suçu aşikâr olanlar, halka kurşun sıkanlar, kalkışmadan bizatihi haberdar olanlar ve bu minvalde hareket edenler dâhil değildir söylediklerime. Ki, bendenizin söylediklerimin kimler olduklarını çok iyi biliyorsun. Zira bunu defaatle ifade ve izhar ettim yazı boyunca. Varlığını bu şekilde idame ettirdiğini düşünmüyorum. Ki mevcudiyetin evlatlarını bir şekilde yemeye merbutsa, zaten böyle bir mevcudiyet meşru değildir. Dürüst olmamız, olaya derinlemesine bakmamız iktiza ediyor. Bendenizi de böyle mazur gör lütfen. Devletin asıl mücadele edeceği kişiler kripto elemanlardır, hiçbir etkiye, yönlendirme gücüne sahip olmayan ve karanlık yön hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan gariban insanlar değildir. Bahusus, politikacılar ve servet sahibi kodamanlardır devletin ilgileneceği taraflar. Devlet ayıklamayı sonsuz teenni ile adalet ve ahlak umdeleri çerçevesinde yapmalıdır. Devlet, yanlış ile doğruyu, haklı ile haksızı, yaptığını bilinçli ve farkında olarak yapan ile yaptığını bilinçsizce ve farkında olmadan yapanı ya da Gülen şeytanla hiçbir irtibatı olmadığı halde, şeytanın bazı kurumlarıyla, kurumları legal konumdayken masumca ilinti kurmak zorunda kalmış olanları tefrik etmek için vardır. Ve burada devletin bahanesi olamaz. Zira devletin istihbaratı vardır. İstihbaratın anlamı ve vazifesi nedir? Devlet adaleti asla ve kata, hiçbir şartta ve koşulda elden bırakmamalıdır. Hiçbir zamanda, şartta ve koşulda unutulmamalıdır ki; adalet yoksa düzen imkânsızdır! Bendeniz bu millete kurşun kusanlara ne yapılırsa yapılsın asla ve kata haksızlık yapıldığına inanmam, vicdanen de zerre rahatsızlık duymam. Ama şeytan yüzünden zarar görecek masumlara canım yanar, kahrolurum. Çünkü kalbim, yaşadığımı hissettiğim andan itibaren adalet diye atmaya başlamıştır. Ki, yegâne gayretimde buraya matuftur haddizatında, suçlu ile suçsuzun tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Menhus olaydan bihaber olarak normal yaşamına devam ederken bu menhus olayın idrakine vardığında şok yaşayanlarla, menhus olaydan kesinlikle haberdar olup ona göre hareket edenlerin tefrikinin çok iyi yapılması içindir. Adaletin tam anlamıyla tecellisi ve tahakkuku içindir. İnşaAllah, adalet ve ahlak temelinde hareket edilir ve suçlu ile suçsuz tam anlamıyla tefrik edilir. Bilakis, adaletsiz düzen muhaldir. Düzen olmadan da huzur olmaz.

 

 

Tarih: 06.01.2017 Okunma: 770

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?