Müslüman Türk Milleti, Yüce İslam Dinine matuf tazyikte
olduğu gibi, tarih boyunca kendisiyle en çok mücadele edilen, uğraşılan, yok
edilmesi için tezgâh üstüne tezgâh tertip edilen bir millet olmuştur. Kadim ve
yüksek cesareti, savaşçı kabiliyeti, bağımsızlığa meftunluğu gibi saikler
sebebiyle varlığından mütemadiyen çekinilmiş, rahatsız olunmuştur. Binaenaleyh,
hem içeriden hem de dışarıdan inhitata mahkûm edilmek istenmiştir. Müslüman
Türk Milletine matuf kanlı, kirli ve karanlık tuzaklar hiçbir zaman nihayet
bulmamış, bademada nihayet bulmayacaktır. Çünkü küresel şeytani küfür
milletlerinin karşısında mütemadi olarak, üstün, yenilmeyen, aman vermeyen,
boyun eğdiren, niza veren bir kuvvet olmuştur. Kadim tarihi tecrübesiyle, engin
ve derin kültürel hamulesiyle, muhkem ve sarsılmaz değerleri ve gelenekleriyle,
mücadeleci ve savaşçı kimliğiyle, kopmaz bağlarla bağlandığı ve müntesibi
olduğu yüce İslam diniyle, küresel
şeytani küfür milletlerinin tam karşısında çelikten bir irade, demirden bir
kale, kınında durmayan keskin bir kılıç, eğilmeyen, bükülmeyen ve hedefini
şaşmayan bir ok olmuştur bitevi. Küresel şeytani küfür milletlerinin dünyaya
matuf hırslarını, arzularını, beklentilerini akim kılarak kursaklarında bırakan
ve tüm kanlı planlarını, melun tuzaklarını, menhus tezgâhlarını tarih boyunca
yerle yeksan eyleyen bir millet olmuştur Müslüman Türk Milleti. Yaşadığımız zamanlarda
da, handiyse, yekpare küresel şeytani küfür milletlerinin, aziz varlığına karşı
ittifak içinde oldukları bir millettir. Son darbe, bunun en kuvvetli
hüccetidir. Tarih boyunca, Allah’ın Davasının askerliğini yaparak Allah’ın
sıyanetine mazhar olan bu necip milletin boynuna ebediyen taşıtacakları kölelik
tasmasını asla geçirememişler ve mutlak köle yapamamışlardır tabiatın koynunda
yaşayan ve bağımsızlık aşkıyla varolan bu milleti.
Hariçte ki şeytanlar, dâhilde ki mutemet şeytanlarını hangi
şartlarda ve koşullarda, hangi amaçlar için ne kadar ve ne şekilde istimal
etmiş ya da istimal etmekte olsalar da muvaffak olamamışlardır. Bu durum şunu
göstermektedir; bu milleti ayakta tutan ana kolanların, ne kadar da zayıflamış
algısı oluştursa bile, hala sapasağlam olduğudur. Fakat tarihin her devrinde
verilen mücadele elanda verilmektedir, bitmişte değildir, bitecekte değildir.
Zamanımızda, bizi uğraştıran nice meselelerin nihai noktası da milli birlik ve
beraberliğimizi tahrip ederek, bizi birbirimize düşürmek ve buradaki kaosu,
düşmanın bağrımıza sızması için fırsata tedvir etmektir. Yani emperyalizmin
hücrelerimize monte edilmesidir. Dâhilimizde ki, vahiy, kimlik ve milli birlik,
milli irade, milli varlık muhaliflerinin müzaheret görmesi, bu güruh tavassutu
ile terakkimizin akamete uğratılması, tamamen mezkûr hedefe matuftur. Müslüman
Türk Milletinin evlatları her an teyakkuz halinde olmalıdır. Yakaladığı uhuvvet
iklimini kaybetmemelidir. Uhuvveti bir daha adavete yöneltmemelidir. Emperyalizmin
her türlü kanlı, karanlık, kirli tezgâhlarına karşı tetikte olmalıyız ve her
ihtimale hazırlıklı olmalıyız. Bizi muvaffak kılacak şey; dâhilde ki vahdettir.
En kötü neticeyi tahayyül ve tasavvur ederek, hazırlığımızı ona göre
yapmalıyız. Zira şeytan kıyamete kadar boş durmayacaktır. En ideal olanı, en
iyiyi beklesek bile, en kötüye göre hazırlık yapmak akıllılıktır ve
koruyucudur. Küresel şeytani küfür orduları, Boşnak kardeşlerimize yekpare
birleşik güçle tazyikatta bulunduklarında, kardeşlerimizin silahsız oldukları
bilgisine sahibiz. İşte ağır tahribatın sadır olmasına, bahsettiğimiz
hazırlıksız olma hali sebep olmuştur. Yüce Rabbimiz, hayatımızın mutlak
pusulası olan Kur’an’da; iman edenlere
sesleniyor ve ey iman eden kullarım diyor, sabırlı olun ve sabırlı olmakta
düşmanlarınızı geçin, ayrıca her an cihada çıkacakmış gibi hazır ve rabıtalı
bulunun. Müteyakkız olun ve Allah’a karşı isyandan sakının ki, felah bulup
zafere müyesser olun. Allah, kullarını, şeytanın ordularına karşı
uyarılmaktadır. Öyleyse bu kutsal ve yüce uyarıyı dikkate almak zorundayız.
Kâfir çizmeleri ve kırbaçları altında inlemek ve mezellet, meskenet içinde
yaşamak istemiyorsak aklımızı kullanmalıyız.
Bazı zamanlar, Müslüman Türk Milleti’nin, tarih boyunca,
kendi dünyasında çok ciddi müsademeler yaptığı, vahdeti tahakkuk ettiremediği,
nice devletlerin hem banisi hem de yıkıcısı olduğu ifade edilebilir ve bu
beyanlarımız hayali bir avuntu olarak telakki edilebilir. Velakin kendi küçük
dünyamızda, ortak yürek ve beyin temelinde müesses olan şirketlerin ve
cemiyetin en küçük ve temel birimi olan bir ailenin bireylerinin aralarında
bile muhtelif entrikaların döndüğü, tezgâhların tertiplendiği düşünülürse, bir
milletin tarihsel sürecinde vuku bulan benzer durumlar yadırganmayacaktır. Zira
insançocuğunun bulunduğu her yerde, olmayacak bir şey yoktur. Binaenaleyh,
mezkûr telakkiyi bitevi gündem yaparak, bu sebepten çıkarak umutsuzluğa gark
olmak abestir, absürttür. Ki, kaldı ki, mevzubahis ettiğimiz durum, münhasıran
bu millete mahsus değildir. Her milletin tarihi seyrinde bu tür vakalara
rastlamak kabildir. Nihayetinde, mücadele egemenlik mücadelesidir ve bu
mücadele, insanlık adına kadim bir mücadeledir ve varoluş mücadelesidir. Amma
ve lakin, bu amansız ve acımasız mücadeleler bile, Türk Milletinin boynuna,
kollarına, ayaklarına ebedi kölelik tasmasının takılmasını tevlit etmemiştir.
Tarihin babası olan bu millet, kendi dünyasında ki müsademelerinde bile ölçüyü,
dengeyi muhafaza etmeyi bilmiş ve başarmıştır. Üstelik tarihte ki olanlarla
bugün olanlar arasında çok ciddi nüanslar vardır. Şöyle ki; tarihte ki
mücadeleler egemenlik mücadeleleriydi ve milli unsurlar arasında tefrika değil
vahdet vardı, birbirlerine iflah olmaz düşmanlıkları yoktu. Oysa bugün, bu
milletin kalbinde barınıpta, bu milletin kalbine kurşun sıkıp, bu milletin
varlığına düşman olanlar, mutlak düşman kategorisindedirler. Çünkü Türk
Milletine karşı küresel şeytani kâfirlerle müttefiktirler. Binaenaleyh,
bizlerde topyekûn bir birlik tasavvur etmiyoruz zaten. İşte bu yüzden diyoruz
ki; Müslüman Türk Milleti, sadece dış düşmanlara karşı değil, içimizde ki
piyonlara karşı da tetikte ve hazırlıklı olmalıdır. Zira muhtemel bir savaşta,
içimizdekilerin, düşmanların öncü güçleri olma ihtimalleri vardır. Ki, artık
ihtimal değildir, kesindir. Manzara-ı umumiye malumdur. Malumu ilama lüzum
yoktur.
Müslüman Türk Milleti, artık uyanmalı, hakikatleri
algılamalı ve anlamalı, fark, idrak ve ihsas etmeli, görmeli ve bilmelidir.
Bundan böyle de hakikatlere göre konumunu belirlemeli, tavrını göstermelidir. Kur’an’dan
ve Sünnetten başka hiçbir mutlak hakikat tanımamalıdır. Bu iki kutsi kaynak
dışında kalan her şeyi sorgulamaktan kaçınmamalıdır. Özeleştirisini
yapabilmelidir. Bu iki kutsi kaynağı her şeyin üstünde bilmelidir. Dünya
yönetiminde ki icra faaliyetlerinde istinat edecekleri ahlak ve adalet
umdelerini bu iki kutsi kaynaktan mülhem olarak belirlemelidir. Vatanına ve
devletine sadakatini, vazifesinde ki başarısıyla tescil etmelidir. Hayallerle
ve zevahire aldanarak yaşamamalıdır. Kendisine zımnen metazori dikte edilen
hedeflerle uyumamalı, avunmamalıdır. Hiçbir kimseye koşulsuz, şeksiz, şüphesiz
itaat içinde olmamalıdır. Artık şeyhlere kulluğu bırakmalı, Allah’a kul
olmalıdır. Her şeyi, herkesi, Kur’an ve Hadis temelinde sorgulamalıdır. Güçlü
bir sosyal iletişime sahip olmalıdır. Herkesi okumaktan imtina etmemelidir. Yüzüne her Gülen’e kanmamalı, inanmamalı ve
aldanmamalıdır. Bir şahsı ne kadar ve ne derece severse sevsin, söylediği bir
şeyi mutlak hakikat mesabesinde görmemelidir. Buradan Putçuluk doğar ve
Putçuluk aklı ıskat eder. Böylece gizli bir sömürü tevlit eder. Dostunu ve
düşmanını çok iyi tanımalı ve tefrik etmelidir. Ve mukadderatını kendi ellerine
almalı, kendi ortak tarihi aklıyla ve iradesiyle tayin etmelidir. Kaderini,
istiklalini ve istikbalini, vahiy ve milli varlık düşmanlarına emanet
etmemelidir, etmemekte de direnmelidir, son darbe kalkışmasında olduğu gibi. Bu
topraklarda, vahiy ve milli varlık düşmanlarına, devlet yönetimini kesinlikle
bırakmamalıdır. Evet, içimizde ki vahiy ve milli varlık düşmanlarına zulüm
edemeyiz. Onların iradelerini zorlayamayız, mukaddeslerimizi ve milli
varlığımız kabul etmeleri için. Ama kaderimizi de onların iradelerine ve
inisiyatiflerine asla bırakamayız ve bırakmamalıyız. İhanetlerine müsaade
edemeyiz, geçit veremeyiz ve ihanetlerini de asla affedemeyiz. Bu filhakika
Allah’ımızın ve ecdadımızın da bir direktifidir bizlere. Topraklarınızı işgal
edenlerle Allah uğrunda cihad ediniz diye buyurmaktadır Rabbimiz ve tarihinize,
ceddinize seza olarak savaşınız diyor Fatih Sultan Mehmet padişahımız.
Çalışmalarımızı ve mücadelemizi, akıl temelinde,
hakikatlerin ışığında namusluca yürütmek zorundayız. Aklın var mı kardeşim? Kul
la na cak sın! Akıl, birilerine hesapsız kitapsız biat et diye verilmedi. Kula
kulluk yap diye verilmedi. Sorgusuz, sualsiz ahmakça yaşa diye de verilmedi.
Akıl, iradeni de dâhil ederek, kaderini çiz diye verildi. Akıl, kararlarını
kendin ver ve verdiğin kararların sorumluluğunu deruhte et, bedelini öde ya da
ödülünü hak ederek al diye verildi. Akıl, her şeyin ilerisini gerisini, ardını
önünü araştır, en doğruyu bul ve tabi ol diye verildi. Akıl, ot gibi, hayvan
gibi yaşa diye verilmedi. Akıl, suçluyu suçsuzu çok iyi tefrik et, ondan sonra
adaleti icra et diye verildi. Akıl, itaat etsen de sorgula diye verildi. Akıl,
Kur’an’ı tertil, tedebbür ve taakkul ile oku, üzerinde düşün, anla ve uygula
diye verildi. Akıl, aklını şeyhin, şıhın cebine koy diye verilmedi. Akıl,
nefsine ve şeytana uy diye de verilmedi. Akıl, kardeşlik iklimini kur ve koru
diye verildi. Akıl, tedricen tahkim edilmeye gayret edilen kardeşlik iklimini
haysiyetsizce sözler sarf ederek yeniden boz diye verilmedi. Hülasa, akıl,
kullan diye verildi. Akıl, bizde olanı öldür, bize geleni geri gönder diye de
verilmedi. Akıl bizde olanı kaçırma, bize geleni öldürme dirilt diye verildi.
Akıl, ahlakı kuşan, adaleti ikame et diye verildi. Akıl, hürriyetini
hakikatlere mütenasip yaşa diye verildi. Akıl, kesrette vahdeti tahakkuk ettir,
vahdetten kudrete ulaş ve kudretle, evrende hakikat, adalet ve barış yurdu
tesis et diye verildi. Akıl, zafere giden yolda taktik ve strateji
geliştirerek, düşmanın tuzaklarını boz ve zaferi yakınlaştır diye verildi.
Akıl, mukadderatını, düşmanlara teslim et diye verilmedi. Akıl, dostunu ve düşmanını
tanı diye verildi. Akıl, boz diye verilmedi, daha iyi tahkimat yap diye
verildi. Akıl, milli benliğini zayıflat diye değil, milli benliğini kavileştir
diye verildi. Akıl zalim ol diye verilmedi. Akıl, mazluma müzahir, zalime engel
ol diye verildi. Akıl, zulmetmemek uğruna zulme uğra diye de verilmedi. Akıl,
ölçüyü ve dengeyi muhafaza etmek için verildi. Akıl, diril ve diren diye
verildi. Akıl, nesillerini koru ve vahyin ışığı, tarihi tecrübelerin
istikametinde yetiştir diye verildi. Akıl, ahlakı, değerleri, gelenekleri
yaşat, aile yapısını koru ve güçlendir diye verildi. Akıl, Müslüman Türk
yurdunda, vahyin ve milli varlık düşmanlarının yolunu aç ve onların istediği
gibi at koşturmasına fırsat yarat diye de verilmedi. Akıl, kendini savunmanı,
düşmanına zulümmüş gibi gösterenlere aldan diye de verilmedi. Akıl, aldan diye
verilmedi. Aynı şekilde akıl; vahye ve milli varlığa taraftarmış gibi
görünüpte, arka planda zarar veren unsurlara meydanı bırakıver ve kendin geri
çekil diye de verilmedi. Akıl, ülkenin ve milletin kaderini yabancı unsurların
inisiyatifine bırak diye de verilmedi. Hülasa; akıl, temelleri sars, birliği
boz, geleneği yok et, kâfirlik ve münafıklık yapanlara, bu ülkenin ve milletin
kaderini tevdi et diye verilmedi. En son tahlilde; akıl, kullan diye verildi!
Müslüman Türk Milleti mankurtlaştırıldı maalesef. Aklı
çalındı. Duyguları boğuldu. Bilinci dumura uğratıldı. Şuuru felç edildi.
Mukavemeti kırıldı. Kimliğine ve dinine o kadar yabancılaştırıldı ki, artık
kendini tanıyamaz hale geldi hatta kendi kendine düşman olmaya koşullandırıldı.
Bir insan, kendi dinine ve kimliğine düşmanlık eder mi? Ediyor işte.
Mankurtlaşırsa ediyor demek ki. İşte bu elim ve vahim durum, vahyin ve milli
varlığın kadim düşmanlarının eseridir. Birde kendi kendimizin suçudur elbette
ki. Zira kişinin kendine yaptığını düşmanı yapamaz derler. Bizden görünüpte
ihanet edenlerin yani. En taze örneğini yaşadık malum, küçük bir misal olarak.
Şeytanın bu millete ve ümmete yaptığını, tüm şeytani dünya birleşse yapamazdı.
Hem vallahi, hem billahi, hem tallahi yapamazdı. Çünkü düşman hariçti, dost
yüzlü kahpe düşman ise dâhildeydi. Yani,
kâfirlerin ve münafıkların teşrik-i mesaileri neticesinde bu millet
mankurtlaştırıldı. Artık, milletimizin, ümmetimizin, ülkemizin makûs talihini
tersine çevirmeliyiz. Bu milletin ve dinin temsilcisi olduklarını iddia
edenlerin ahlaksızlıkları ve adaletsizlikleri yüzünden, bu millet kimliğinden
ve dininden soğudu, nihayet kimliğine ve dinine düşmanlık güder oldu ve
düşmanlarının yolunu takip eder oldu. Kendimize gelmeliyiz. Dinimize ve
kimliğimize karşı ihanet sayılan hareketlerden vazgeçmeliyiz. Ahlakı ve adaleti
esas almalıyız. Mutlak bilgi kaynağı ve yaşam prensibi olarak vahyi temel
almalıyız. Hayatımızı ve bakış açımızı, vahiye göre şekillendirmeliyiz.
Kesinlikle, vahyi, vahye göre yaşıyormuş gibi görünenlere bakarak
anlamamalıyız. Bilakis, herkesi, vahyin yüce ışığına göre değerlendirmeliyiz.
Vahyin ne olduğunu insanlar tayin edemez ama insanların kim olduğunu vahiy
tayin edebilir. Bizlerin, Kur’an’a yaklaşımımızı, ya kişiler belirlemiştir ya
da Müslüman bildiğimiz ülkeler. Böylece, ya vahiye bağlanmışızdır ya da
vahiyden uzak durmuşuzdur. Ama bu sakat bir yaklaşımdır. Sonuçları da ağır
olmuştur zaten. Hatta ülkemizde ki; vahiy düşmanlarının peşlerine takılmamızı
bile bu yaklaşım belirlemiştir. Niye? Çünkü şu ülke gibi olursak, bu insanların
peşinden gidersek karanlığa mahkûm olacağızdır; öyleyse vahiy düşmanlarının
aydınlığına (!) iltica etmemiz gerekir. Ne büyük hamakatlık! Hayır yani, şu
ülke ve bu kimse, gerçekten vahiy eksenli hareket etmektedir diye kim dedi de;
şu ülkeye ve bu kimseye bakarak vahye bakışını belirliyorsun? Sen şu ülkeye ve
bu kimseye bakacağına, al eline Kur’an’ı ve aç Önderinin (sav) hayatını oku.
Yanılma ve aldanma!
Müslüman Türk Milletinin evlatları, Siyonizm’in bağrımıza
yerleştirdiği Truva Atları olan ve Beyaz Türk vasfı ile tavsif edilen karanlık
ve derin aktörlerce, kendi ülkelerinde, kendi kanlarıyla yurt yaptıkları vatan
topraklarında her daim üvey evlat muamelesine tabi tutulmuşlardır. Hiçbir zaman
devlet kademesinde yer bulamamışlar, daima tali işlerde, kendilerinin kötü
namla anılmalarına sebep olacak şekilde kullanılmışlardır yani temiz niyetleri
suiistimal edilmiştir. İşkenceler, sürgünler, zulümler, mahpuslar adeta
kaderleri olmuştur bu milletin evlatlarının. Hatta kardeşin kardeşe kurşun
sıkması tarihimizin en acı ve hüzünlü tarafıdır. Diğer taraftan, hangi kulvarda
yürürlerse yürüsünler, samimi olan her vatan evladı yani yerli olan her bir
evladımız, acılardan acılara sürgün edilmiş hatta idam sehpalarında can
vermişler, geri kalanlar ise el üstünde tutulmuştur. Bizi mahveden, bizim bir
türlü toparlanamamamızın arkasında yatan gerçek sebep budur. Gidenler bizdendi,
kalanlar ise bize düşmandılar. Ve kalanlar, bizi bize asla bırakmadılar. Tek
suçlu onlar değil elbette! Müslüman Türk Milletinin dirilişi her zaman
engellendi. Ne zaman dirilecek olsa, illa bir handikapla karşılaştı ve dirilişi
geciktirildi. Direniş imkânı ise tezahür ettiği vakit kırıldı, yok edildi.
Bizim ölümümüz, sürgünümüz, acılarımız hep önemsiz kalmıştır ama bize tüm
bunları yaşatanların ölümleri de, mahpusları da, sürgünleri de hatta
yönetilmeleri de sorun olmuştur. Çünkü
bunlar Siyonizm’le merbutiyet ya da aidiyet gibi bir durumla ilintili oldukları
için yönetilemezlerdi, ancak yönetirlerdi. Müslüman Türk Milletinin gönlü
temiz, bağrı yanık, yüzü kavruk yağız evlatlarına matuf gerek maddi, gerekse
manevi tazyikatlar hiçbir zaman insanlık meydanında makes bulmamış ve
sahiplenilmemiştir. Bu milletin evladı olduğunu haykıranlar, yerli olduğu
iddiasını taşıyanlar bile, bu durumlar karşısında çarnaçar kalmışlardır ya da
lakayt bir pozisyonda konumlanmışlardır. Acı, bu milletin evlatlarına
yaşatılmıştır ama o acılar üzerinde keyif sürenler; vahiy ve milli varlık
düşmanı alçaklar olmuşlardır. Artık bu gerçekler fark edilmelidir ve gereği
yapılmalıdır. Bu tür durumlar her devirde tekrar edilmemelidir. Daha fazla
tahammül edilemeyecek bir hal almıştır durum. En basitinden, bu ülkede, bu
milletin kimliğine ve dinine sahip evlatlarının öldürülmelerine, mahpus
edilmelerine ve işkence görmelerine karşı gösterilmeyen ilgi ve alaka; vahiy ve
milli varlık düşmanı olanlardan esirgenmemiştir. Vahiy ve milli varlık düşmanı
olanların katledilmeleri, bu milletin evlatlarının üzerine yıkılmış ve bu
milletin evlatları, bu yüzden ömürlerini mahpushanelerde geçirmişler, işkence
görmüşler ya da öldürülmüşlerdir. Hatta hala mahpus olanlar bile vardır kim
bilir. Bu milletin evlatlarını, sırf düşmana şirin görünmek uğruna, yalnız
bırakanlara veyl olsun! Artık bu topraklar uğruna canlarını bir an bile
tereddüt etmeden dökmekten kaçmayan bu toprağın öz çocukları kendi vatanlarında
efendi olarak yaşamayı hak etmektedirler.
Ne garip, bu toprakların bağrında, bu toprakları diledikleri
gibi süren, Siyonizm’in Truva Atı konumunda olan ve kendilerini bu milletin ve
dinin mensubu gibi gösteren, karanlık, derin, kirli ve katil odaklara hiçbir
zaman hiçbir acı isabet etmiyor. Bu toprağın çocukları, hangi renge sahip
olurlarsa olsunlar, birbirilerine acılar yaşatıyorlar ama sıyrılanlar hep aynı
odaklar oluyorlar. 12 Eylül’de hayatlarını kaybedenlere bakınız, birde o günden
bugüne kalan ve gidenlerin mirasları üzerinde dem süren kahpelere bakınız.
Keza, PKK olayında bir kaybolup gidenlere bakınız, bir de ne vurulan ne de
vuran olmayıp, kıyıdan kahkahalarla şaraplarını yudumlayarak olan biteni bir
film gibi izleyen kahpelere bakınız. Keza henüz tazeliğini muhafaza eden melun
darbe kalkışması olayında yine gülenler kuvvetle muhtemel bu kahpeler
olacaklar. Gitmeye kuvveti ve arkası olanlar yani karanlık, kirli, kanlı, melun
odakların müzahir oldukları haysiyetsiz hainler çekip gidecekler ya da
sıyıracaklar, akıllarını kullanmadan, dolayısıyla sorup, sorgulamadan bu melun
yapıya dâhil olmuş olan zavallılar cezasını çekecekler. Garip değil mi sizce
de? Ekonomiye hükmedenler aynı odaklar, politikayı belirleyenler aynı odaklar,
orduya zımnen dayatmada bulunanlar aynı odaklar, yargıya dikte de bulunanlar
aynı odaklar, sanata, eğlenceye ve her türlü zehirli piyasaya hükmedenler aynı
odaklar hatta daha ötesi bu topraklardan doğan cemaatlerin (ki malum melun kalkışmaya
dâhil olan kanlı, karanlık, kirli yapıyı bir cemaat olarak telakki etmediğimizi
ifade edelim) içerisine sızarak o cemaatleri kendi istedikleri yöne kanalize
edenler yine aynı odaklar. Bizde aklımızı tatile çıkarınca, kadim ve kök
kaynaklarımızdan kopunca, kimliğimiz ve dinimizle aramıza mesafe koyunca ve
üstüne bizleri de kadim ve kutsal kaynaklar temelinde namusluca, şereflice
aydınlatma derdinde olan sadık evlatlarımız olmayınca olan oluyor. Artık bu
toprakların çocukları kendi akıllarını kullanmalıdırlar. Akıllarını hiçbir
kimsenin cebine koymamalıdırlar. Kadim, kök ve kutsal kaynakları temelinde
akıllarını aktive etmelidirler. Her şeyi, herkesi sorgulamaktan imtina
etmemelidirler. Kimliklerine ve dinlerine sadakatle bağlı olmalıdırlar.
Kimliklerine ve dinlerine bürünmüş hainleri iyi ihsas ve tefrik etmelidirler.
Bu da kimliklerini ve dinlerini tedebbür, tertil, taakkul ile öğrenmelerine ve
idrak etmelerine merbuttur. Yeter ki samimi olunsun, gerçek er geç
gülümseyecektir. Artık milli olmaktan
başka çere yoktur. Bahusus eğitimde, bağrımıza zehirli bir hançer gibi saplanan
özel eğitim kurumlarına bir çare bulunmalıdır. El konulmasa bile, çok sıkı
murakabeye tabi tutulmalıdırlar hatta devletin istediği istikamette müdahale
edilebilecek şekilde müdahil olunmalıdır sistemlerine. Bilakis, evlatlarımızı
kendi ellerimizle, göz göre göre kaybederiz hatta kaybetmekle kalmayız
kendimize muhalif olmalarına seyirci kalmış oluruz. Biz, her zaman,
koruyamadığımız ve kurtaramadığımız nesiller tarafından vurulduk. Akletmeyecek
miyiz hala!?
Müslüman Türk Milleti uyanmalı artık. İlk yapacağı şey,
Kur’an’ı yeniden tertil, tedebbür, taakkul ile okuyup imanını tazelemektir.
Sonra da, mutlak ve yegâne Önderinin hayatını başından sonuna kadar
derinlemesine öğrenmektir. Daha sonra da, kimliğini, tarihini, ceddini teşrih
masasına yatırıp, derinlemesine tafsilatlı olarak tahkik, tetkik ve tahlil edip
öğrenmeli, anlamalı, bilmelidir. Nihayet, Kur’an ve tarih temelinde aklını
aktive etmelidir, öğrendiklerini hayatlaştırmalıdır. Daha sonra da hayatını,
millet varlığını, devletini, ümmet ilişkilerini yeni baştan inşa etme sürecine
kanalize olmalıdır. Bilakis, dönüp dönüp aynı şeyleri yaşamak mukadderatımız
olacaktır. Zira elan yaşadığımız şey İslam değildir ve biz de, Müslümanlıktan
epey uzağız maalesef. Çünkü Müslüman bir bilince sahip değiliz. Hayatımızı,
dünya nimetleri yönlendiriyor, imanımız değil. Dilimizde ki başka, gönlümüzde
ki başka, hayatımızda ki başka oluyor böylece. Nihayet sahtekârlık fışkırıyor
her yerimizden. Ahlakımız sıfırlanmış durumdadır, adalet bilincimiz yoktur.
Kardeşlik hukukumuz ise aktif değildir. Böyle olunca da sık sık sormak
mecburiyetinde kalıyoruz; biz nasıl Müslümanlarız? Müslümanlık nedir? Yoksa
Müslüman kimliğimiz aslımızı gizleyen bir maske mi? Diye. Hayır, yanlışsak
söyleyin ki bilelim. Adam mezara geliyor, ölüyü taşıyor, gömüyor, üzerine
toprak atıyor, yani her şeyi bizatihi yaşıyor ama mezardan ayrılınca yapmadığı
pislik kalmıyor. Göz göre göre zulmediyor, gönül kırıyor, hak gaspı yapıyor.
Sonra da ben Müslümanım diyor. İşte burada akıl gidiyor ve handiyse Müslüman
olduğundan dolayı utanç içinde kalıyorsun. Olmamalı, böyle olmamalı. Geçelim!
Türk Milleti, artık, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, insan gücü kaynaklarını
da kendi istiklali ve istikbali adına kendisi kullanmaya başlamalıdır. Kendini
yönetme ve yönlendirme mevkiinde olanları dürüst olmaları konusunda
uyarmalıdır, bitevi sigaya çekmelidir. Hem kendisi adil ve ahlaki tavır içinde
olmalıdır hem de üstündekileri bu şekilde olmaları için en sert şekilde
uyarmalıdır. Hiçbir kimseye, zümreye, cemiyete kaynaklarını heba ettirmemelidir.
Düşmana peşkeş çekilmesine müsaade etmemelidir. Devletinden, bilimsel
çalışmalara ciddi bütçe ayırmasını, devasa kütüphaneler tesis etmesini, geniş
çaplı bilimsel laboratuvarlar yapmasını istemelidir.
Müslüman Türk Milleti, eğitim teşkilatını milli temelde öyle
bir sistemleştirmelidir ki, bu sistem en az bir asır tahrif ve tahrip edilmeden
devam etsin. Elbette her şeyde olduğu gibi eğitimde de Kur’an’dan ilham
almalıyız. Çünkü en hakiki hayat kitabı Kur’an’dır, zira Kur’an, hayatı baştan
ve yeniden kurandır. Felsefi temel olarak ise Nurettin TOPÇU üstadın
Türkiye’nin Maarif Davası kitabını temel ittihaz etmeliyiz. Çocuklarımızı hem
manevi sahada hem de maddi sahada çok iyi yetiştirmeliyiz. Onlara bilimsel
çalışmalar yapabilecek ortamlar hazırlamalıyız. Çocuklarımızın, vahiy ve milli
varlık temelinde bilinçlendirilmelerine karşı çıkanlar asla dikkate
alınmamalıdırlar. Engel olmak isteyene de hadleri bildirilmelidir. Dost, düşman
herkes şunu öğrenmelidir; bu topraklarda vahiye ve milli varlığa düşman
unsurlar artık hadlerini bileceklerdir, bilmezlerse bildirilecektir. Bu
milletin çocukları, kim olduklarını ve nasıl olacaklarını bilerek
yetişeceklerdir ve hiçbir alçak düşman buna engel olamayacaktır. Bu milletin,
bu tür bir kalkışmaya karşı direnmesi ve gereğini yapması en doğal hakkıdır.
Çocuklarımız kimliklerinin ve dinlerinin farkında olarak ama özgür yaşayarak
büyüsünler. Allah’ın yüce kudreti haricinde hiçbir kuvvetin önünde eğilmesinler
ve eğilmeyeceklerini de bilsinler. Ne diyor Allah’ımız? ‘’Asla benzerleriniz
olan, kendiniz gibi olan kullarımdan korkmayın, yalnız ve ancak benden
korkun.’’ Çalışma ve mücadele aşkını aşılamalıyız evlatlarımıza. Ki yarınlarda
düşmanların kölesi olmasınlar. Tarihlerini öğretmeliyiz. Ecdatlarını tanımaları
için ciddi çalışmalar yapmalıyız. Muhakkak mukaddes kitaplarını öğrenmelerini
ve anlamalarını sağlamalıyız ki; hem kâfirleri hem de münafıkları çok iyi
tanısınlar ve bilsinler, tedbirlerini de ona göre alsınlar. Ne kâfirlerce
aldatılsınlar ne de dine dost görünenlerce aldatılsınlar. Asla aldatılmasınlar,
aldanmasınlar. Bu da, kitaplarını çok iyi bilmeleri ile doğru orantılıdır. Çocuklarımıza asla kendi fikirlerimizi
aşılamamalıyız. Onları, vahyin bilgisiyle beslemeliyiz. Onları, necip ve asil
ecdatlarının mirasına sahip çıkacak şekilde büyütmeliyiz.
Ey, Türk’ün özü olan asil ve soylu Oğuz Beyleri! Dinleyin,
duyun beni. İyi işitin sözlerimi! Gökler çökmedikçe üstten, yerler delinmedikçe
alttan, biliniz ve inanınız ki; bu millet, asil Türk Milleti, ebedi
yaşayacaktır, yeter ki, Tanrı korusun ki, içimizde bir bozulma, kaynaşma,
dağılma olmasın. Düşmanın cilvelerine kanma. Yalancı sözlerine aldanma. Ey
millet, Türk Milleti, titre ve aslına, özüne, kendine dön. İlin, tören, yurdun
bozulmasın diyor ünlü Türk bilgesi ve hakanı Bilge Kağan ve kesinlikle haklı
olarak diyor. Ya duyarız, uyarız ve varoluruz ya duymayız, uymayız ve yok olur
gideriz. Ey Milletim, Müslüman Türk Milleti! Varlığım, varlığına feda olsun.
Canım, varoluş kavganda adanmış can olsun. Canlar sana kurban olsun. Sen de
kendini bul, bil ve kendi değerini asla düşürme. Kendi bünyende tefrikaya prim
verme. Dağılmasına müsaade etme evlatlarının. Her türlü unsurunla bir ol,
beraber ol, bütün ol, iri ol, diri ol. Renklerinle, unsurlarınla, dillerinle,
dinlerinle kaynaş ve bunu zenginlik bil ama içeride kaynaşmaya, farklılığın
düşmanlığa dönüşmesine asla izin verme. Biliyorum ve inanıyorum ki, sen varsan,
evlatlarında var, sen varsan ümmet var, sen varsan insanlık var, sen varsan
yurtlarımız ve törelerimiz var, sen varsan devletimiz var, sen varsan dinimiz,
töremiz, değerlerimiz, geleneklerimiz var, sen varsan bozkırların tadı var, sen
varsan yiğitlerin adı var. Sen yoksan, varolan ne var? Allah seni korusun ve
ümmete bey kılsın, lider kılsın. Asla unutma ve unutmaya terk etme ki, senin
mevcudiyetinin, varoluşunun yegâne kaynağı; Yüce Rabbimizden gelen Vahiy
ekseninde yön bulan, dirilen, güzelleşen, güçlenen bir hayat, devlet ve dünya
inşa etme gayreti ve cehdi içerisinde olma iradesi ortaya koymandır. Ey
Müslüman Türk Milletinin asil ve soylu evlatları! İnandığımız yüce davanın ve
soylu düşüncelerin temel esasları şunlardır; ebedi, kadim, tarihi derinliğe
malik büyük vatanımız, Anadolu Topraklarıdır. Neslimiz, soylu Oğuz çocuklarının,
kadim Anadolu’nun bin yıllık derin tarihi içinde, bu kutsal topraklarda
kaynaşarak, eriyerek ama aslını asla kaybetmeyerek asırlar boyu varlığını
muhafaza eden Türk soyudur. Dilimiz, bu kutsal topraklarda bin yıllardır
süregelen kadim tarih ırmağında süzülerek, arınarak bugünlere gelen ve tarih
sürecinde olgunlaşarak müşahhaslaşan ve varlık kesbeden zengin Türkçedir. Devletimiz
ise, kahir ekseriyeti, Anadolu bozkırlarında varolma kavgası veren, köylü ve
çiftçi unsurlardan müteşekkil devasa kütlenin inancını ve iradesini
müşahhaslaştıran ve aleni olarak yansıtan Otoriteli Devlettir. Ekonomik
sitemimiz, milletimizin tüm boyutlarıyla hayati ve sosyal gereksinimlerini
temin eden ve her bir evladını çalışma ahlakı ile üretime katılmaya kanalize
eden Ruhçu-Devletçi sistemdir. Dinimiz, milletimizin ruhundan kaynayıp fışkıran
ahlakını, geleneklerini, örfünü, kalbini hatta töresini yoğurmuş olan Yüce
İslam Dinidir. Bu temellerde hareket edersek, bu esaslara istinat edersek, Yüce
Allah’ın izni ile gök girer, kızıl çıkar ve biz ebedi varoluruz. Bilakis,
tedricen yok olur gideriz. Her şeyden evvel hayatımızın tüm boyutlarında,
alanlarında, yönlerinde temel yapacağımız bir şey vardır varolmak, payidar
kalmak, ebedileşmek için; ferdi hareketlerimiz için temel değer olacak ve
hareketlerimizin esas umdelerini teşkil edecek, cumhurdan cumhurbaşkanına değin
her bir şahsiyetin hareketine ve yaşamına ruh ve anlam katacak, tarih boyunca
anlaşılmamış tek bir kutsal yasası kalmamış kutsal değerleri mündemiç,
sistemleştirilmiş umdeleri ve hikmetleri tazammum eden, tüm ruhları bir araya
toplayacak, tüm bedenleri aynı ideal ufkuna yönlendirecek, her âleme
pencerelerini açacak kutlu mektebin mutlak hakikatlerini kendinde toplamış
büyük bir kitaba ihtiyacımız var ve işte o kitaptır ki, kutlu mektebin temeli
olmalıdır ve o kitap; Kur’an’dır. Kitapsız yürüyeceğimiz yol, varacağımız
menzil, mülaki olacağımız ideal, döneceğimiz yön, dayanacağımız değer, sahip
olacağımız ve muhafaza edeceğimiz kıymet yoktur. İlhamımızı O kitaptan aldıktan
sonra ve hayatımızı O kitapla yeniden kurduktan sonra bize korku ve yok oluş
yoktur, olmayacaktır.