MÜTEYAKKIZ OL!...

Özgür DENİZ - 19.01.2017

Müslüman Türk Milleti, Yüce İslam Dinine matuf tazyikte olduğu gibi, tarih boyunca kendisiyle en çok mücadele edilen, uğraşılan, yok edilmesi için tezgâh üstüne tezgâh tertip edilen bir millet olmuştur. Kadim ve yüksek cesareti, savaşçı kabiliyeti, bağımsızlığa meftunluğu gibi saikler sebebiyle varlığından mütemadiyen çekinilmiş, rahatsız olunmuştur. Binaenaleyh, hem içeriden hem de dışarıdan inhitata mahkûm edilmek istenmiştir. Müslüman Türk Milletine matuf kanlı, kirli ve karanlık tuzaklar hiçbir zaman nihayet bulmamış, bademada nihayet bulmayacaktır. Çünkü küresel şeytani küfür milletlerinin karşısında mütemadi olarak, üstün, yenilmeyen, aman vermeyen, boyun eğdiren, niza veren bir kuvvet olmuştur. Kadim tarihi tecrübesiyle, engin ve derin kültürel hamulesiyle, muhkem ve sarsılmaz değerleri ve gelenekleriyle, mücadeleci ve savaşçı kimliğiyle, kopmaz bağlarla bağlandığı ve müntesibi olduğu yüce İslam diniyle,  küresel şeytani küfür milletlerinin tam karşısında çelikten bir irade, demirden bir kale, kınında durmayan keskin bir kılıç, eğilmeyen, bükülmeyen ve hedefini şaşmayan bir ok olmuştur bitevi. Küresel şeytani küfür milletlerinin dünyaya matuf hırslarını, arzularını, beklentilerini akim kılarak kursaklarında bırakan ve tüm kanlı planlarını, melun tuzaklarını, menhus tezgâhlarını tarih boyunca yerle yeksan eyleyen bir millet olmuştur Müslüman Türk Milleti. Yaşadığımız zamanlarda da, handiyse, yekpare küresel şeytani küfür milletlerinin, aziz varlığına karşı ittifak içinde oldukları bir millettir. Son darbe, bunun en kuvvetli hüccetidir. Tarih boyunca, Allah’ın Davasının askerliğini yaparak Allah’ın sıyanetine mazhar olan bu necip milletin boynuna ebediyen taşıtacakları kölelik tasmasını asla geçirememişler ve mutlak köle yapamamışlardır tabiatın koynunda yaşayan ve bağımsızlık aşkıyla varolan bu milleti.

 

Hariçte ki şeytanlar, dâhilde ki mutemet şeytanlarını hangi şartlarda ve koşullarda, hangi amaçlar için ne kadar ve ne şekilde istimal etmiş ya da istimal etmekte olsalar da muvaffak olamamışlardır. Bu durum şunu göstermektedir; bu milleti ayakta tutan ana kolanların, ne kadar da zayıflamış algısı oluştursa bile, hala sapasağlam olduğudur. Fakat tarihin her devrinde verilen mücadele elanda verilmektedir, bitmişte değildir, bitecekte değildir. Zamanımızda, bizi uğraştıran nice meselelerin nihai noktası da milli birlik ve beraberliğimizi tahrip ederek, bizi birbirimize düşürmek ve buradaki kaosu, düşmanın bağrımıza sızması için fırsata tedvir etmektir. Yani emperyalizmin hücrelerimize monte edilmesidir. Dâhilimizde ki, vahiy, kimlik ve milli birlik, milli irade, milli varlık muhaliflerinin müzaheret görmesi, bu güruh tavassutu ile terakkimizin akamete uğratılması, tamamen mezkûr hedefe matuftur. Müslüman Türk Milletinin evlatları her an teyakkuz halinde olmalıdır. Yakaladığı uhuvvet iklimini kaybetmemelidir. Uhuvveti bir daha adavete yöneltmemelidir. Emperyalizmin her türlü kanlı, karanlık, kirli tezgâhlarına karşı tetikte olmalıyız ve her ihtimale hazırlıklı olmalıyız. Bizi muvaffak kılacak şey; dâhilde ki vahdettir. En kötü neticeyi tahayyül ve tasavvur ederek, hazırlığımızı ona göre yapmalıyız. Zira şeytan kıyamete kadar boş durmayacaktır. En ideal olanı, en iyiyi beklesek bile, en kötüye göre hazırlık yapmak akıllılıktır ve koruyucudur. Küresel şeytani küfür orduları, Boşnak kardeşlerimize yekpare birleşik güçle tazyikatta bulunduklarında, kardeşlerimizin silahsız oldukları bilgisine sahibiz. İşte ağır tahribatın sadır olmasına, bahsettiğimiz hazırlıksız olma hali sebep olmuştur. Yüce Rabbimiz, hayatımızın mutlak pusulası olan Kur’an’da;  iman edenlere sesleniyor ve ey iman eden kullarım diyor, sabırlı olun ve sabırlı olmakta düşmanlarınızı geçin, ayrıca her an cihada çıkacakmış gibi hazır ve rabıtalı bulunun. Müteyakkız olun ve Allah’a karşı isyandan sakının ki, felah bulup zafere müyesser olun. Allah, kullarını, şeytanın ordularına karşı uyarılmaktadır. Öyleyse bu kutsal ve yüce uyarıyı dikkate almak zorundayız. Kâfir çizmeleri ve kırbaçları altında inlemek ve mezellet, meskenet içinde yaşamak istemiyorsak aklımızı kullanmalıyız.

 

Bazı zamanlar,  Müslüman Türk Milleti’nin, tarih boyunca, kendi dünyasında çok ciddi müsademeler yaptığı, vahdeti tahakkuk ettiremediği, nice devletlerin hem banisi hem de yıkıcısı olduğu ifade edilebilir ve bu beyanlarımız hayali bir avuntu olarak telakki edilebilir. Velakin kendi küçük dünyamızda, ortak yürek ve beyin temelinde müesses olan şirketlerin ve cemiyetin en küçük ve temel birimi olan bir ailenin bireylerinin aralarında bile muhtelif entrikaların döndüğü, tezgâhların tertiplendiği düşünülürse, bir milletin tarihsel sürecinde vuku bulan benzer durumlar yadırganmayacaktır. Zira insançocuğunun bulunduğu her yerde, olmayacak bir şey yoktur. Binaenaleyh, mezkûr telakkiyi bitevi gündem yaparak, bu sebepten çıkarak umutsuzluğa gark olmak abestir, absürttür. Ki, kaldı ki, mevzubahis ettiğimiz durum, münhasıran bu millete mahsus değildir. Her milletin tarihi seyrinde bu tür vakalara rastlamak kabildir. Nihayetinde, mücadele egemenlik mücadelesidir ve bu mücadele, insanlık adına kadim bir mücadeledir ve varoluş mücadelesidir. Amma ve lakin, bu amansız ve acımasız mücadeleler bile, Türk Milletinin boynuna, kollarına, ayaklarına ebedi kölelik tasmasının takılmasını tevlit etmemiştir. Tarihin babası olan bu millet, kendi dünyasında ki müsademelerinde bile ölçüyü, dengeyi muhafaza etmeyi bilmiş ve başarmıştır. Üstelik tarihte ki olanlarla bugün olanlar arasında çok ciddi nüanslar vardır. Şöyle ki; tarihte ki mücadeleler egemenlik mücadeleleriydi ve milli unsurlar arasında tefrika değil vahdet vardı, birbirlerine iflah olmaz düşmanlıkları yoktu. Oysa bugün, bu milletin kalbinde barınıpta, bu milletin kalbine kurşun sıkıp, bu milletin varlığına düşman olanlar, mutlak düşman kategorisindedirler. Çünkü Türk Milletine karşı küresel şeytani kâfirlerle müttefiktirler. Binaenaleyh, bizlerde topyekûn bir birlik tasavvur etmiyoruz zaten. İşte bu yüzden diyoruz ki; Müslüman Türk Milleti, sadece dış düşmanlara karşı değil, içimizde ki piyonlara karşı da tetikte ve hazırlıklı olmalıdır. Zira muhtemel bir savaşta, içimizdekilerin, düşmanların öncü güçleri olma ihtimalleri vardır. Ki, artık ihtimal değildir, kesindir. Manzara-ı umumiye malumdur. Malumu ilama lüzum yoktur.

 

Müslüman Türk Milleti, artık uyanmalı, hakikatleri algılamalı ve anlamalı, fark, idrak ve ihsas etmeli, görmeli ve bilmelidir. Bundan böyle de hakikatlere göre konumunu belirlemeli, tavrını göstermelidir. Kur’an’dan ve Sünnetten başka hiçbir mutlak hakikat tanımamalıdır. Bu iki kutsi kaynak dışında kalan her şeyi sorgulamaktan kaçınmamalıdır. Özeleştirisini yapabilmelidir. Bu iki kutsi kaynağı her şeyin üstünde bilmelidir. Dünya yönetiminde ki icra faaliyetlerinde istinat edecekleri ahlak ve adalet umdelerini bu iki kutsi kaynaktan mülhem olarak belirlemelidir. Vatanına ve devletine sadakatini, vazifesinde ki başarısıyla tescil etmelidir. Hayallerle ve zevahire aldanarak yaşamamalıdır. Kendisine zımnen metazori dikte edilen hedeflerle uyumamalı, avunmamalıdır. Hiçbir kimseye koşulsuz, şeksiz, şüphesiz itaat içinde olmamalıdır. Artık şeyhlere kulluğu bırakmalı, Allah’a kul olmalıdır. Her şeyi, herkesi, Kur’an ve Hadis temelinde sorgulamalıdır. Güçlü bir sosyal iletişime sahip olmalıdır. Herkesi okumaktan imtina etmemelidir.  Yüzüne her Gülen’e kanmamalı, inanmamalı ve aldanmamalıdır. Bir şahsı ne kadar ve ne derece severse sevsin, söylediği bir şeyi mutlak hakikat mesabesinde görmemelidir. Buradan Putçuluk doğar ve Putçuluk aklı ıskat eder. Böylece gizli bir sömürü tevlit eder. Dostunu ve düşmanını çok iyi tanımalı ve tefrik etmelidir. Ve mukadderatını kendi ellerine almalı, kendi ortak tarihi aklıyla ve iradesiyle tayin etmelidir. Kaderini, istiklalini ve istikbalini, vahiy ve milli varlık düşmanlarına emanet etmemelidir, etmemekte de direnmelidir, son darbe kalkışmasında olduğu gibi. Bu topraklarda, vahiy ve milli varlık düşmanlarına, devlet yönetimini kesinlikle bırakmamalıdır. Evet, içimizde ki vahiy ve milli varlık düşmanlarına zulüm edemeyiz. Onların iradelerini zorlayamayız, mukaddeslerimizi ve milli varlığımız kabul etmeleri için. Ama kaderimizi de onların iradelerine ve inisiyatiflerine asla bırakamayız ve bırakmamalıyız. İhanetlerine müsaade edemeyiz, geçit veremeyiz ve ihanetlerini de asla affedemeyiz. Bu filhakika Allah’ımızın ve ecdadımızın da bir direktifidir bizlere. Topraklarınızı işgal edenlerle Allah uğrunda cihad ediniz diye buyurmaktadır Rabbimiz ve tarihinize, ceddinize seza olarak savaşınız diyor Fatih Sultan Mehmet padişahımız.

 

Çalışmalarımızı ve mücadelemizi, akıl temelinde, hakikatlerin ışığında namusluca yürütmek zorundayız. Aklın var mı kardeşim? Kul la na cak sın! Akıl, birilerine hesapsız kitapsız biat et diye verilmedi. Kula kulluk yap diye verilmedi. Sorgusuz, sualsiz ahmakça yaşa diye de verilmedi. Akıl, iradeni de dâhil ederek, kaderini çiz diye verildi. Akıl, kararlarını kendin ver ve verdiğin kararların sorumluluğunu deruhte et, bedelini öde ya da ödülünü hak ederek al diye verildi. Akıl, her şeyin ilerisini gerisini, ardını önünü araştır, en doğruyu bul ve tabi ol diye verildi. Akıl, ot gibi, hayvan gibi yaşa diye verilmedi. Akıl, suçluyu suçsuzu çok iyi tefrik et, ondan sonra adaleti icra et diye verildi. Akıl, itaat etsen de sorgula diye verildi. Akıl, Kur’an’ı tertil, tedebbür ve taakkul ile oku, üzerinde düşün, anla ve uygula diye verildi. Akıl, aklını şeyhin, şıhın cebine koy diye verilmedi. Akıl, nefsine ve şeytana uy diye de verilmedi. Akıl, kardeşlik iklimini kur ve koru diye verildi. Akıl, tedricen tahkim edilmeye gayret edilen kardeşlik iklimini haysiyetsizce sözler sarf ederek yeniden boz diye verilmedi. Hülasa, akıl, kullan diye verildi. Akıl, bizde olanı öldür, bize geleni geri gönder diye de verilmedi. Akıl bizde olanı kaçırma, bize geleni öldürme dirilt diye verildi. Akıl, ahlakı kuşan, adaleti ikame et diye verildi. Akıl, hürriyetini hakikatlere mütenasip yaşa diye verildi. Akıl, kesrette vahdeti tahakkuk ettir, vahdetten kudrete ulaş ve kudretle, evrende hakikat, adalet ve barış yurdu tesis et diye verildi. Akıl, zafere giden yolda taktik ve strateji geliştirerek, düşmanın tuzaklarını boz ve zaferi yakınlaştır diye verildi. Akıl, mukadderatını, düşmanlara teslim et diye verilmedi. Akıl, dostunu ve düşmanını tanı diye verildi. Akıl, boz diye verilmedi, daha iyi tahkimat yap diye verildi. Akıl, milli benliğini zayıflat diye değil, milli benliğini kavileştir diye verildi. Akıl zalim ol diye verilmedi. Akıl, mazluma müzahir, zalime engel ol diye verildi. Akıl, zulmetmemek uğruna zulme uğra diye de verilmedi. Akıl, ölçüyü ve dengeyi muhafaza etmek için verildi. Akıl, diril ve diren diye verildi. Akıl, nesillerini koru ve vahyin ışığı, tarihi tecrübelerin istikametinde yetiştir diye verildi. Akıl, ahlakı, değerleri, gelenekleri yaşat, aile yapısını koru ve güçlendir diye verildi. Akıl, Müslüman Türk yurdunda, vahyin ve milli varlık düşmanlarının yolunu aç ve onların istediği gibi at koşturmasına fırsat yarat diye de verilmedi. Akıl, kendini savunmanı, düşmanına zulümmüş gibi gösterenlere aldan diye de verilmedi. Akıl, aldan diye verilmedi. Aynı şekilde akıl; vahye ve milli varlığa taraftarmış gibi görünüpte, arka planda zarar veren unsurlara meydanı bırakıver ve kendin geri çekil diye de verilmedi. Akıl, ülkenin ve milletin kaderini yabancı unsurların inisiyatifine bırak diye de verilmedi. Hülasa; akıl, temelleri sars, birliği boz, geleneği yok et, kâfirlik ve münafıklık yapanlara, bu ülkenin ve milletin kaderini tevdi et diye verilmedi. En son tahlilde; akıl, kullan diye verildi!

 

Müslüman Türk Milleti mankurtlaştırıldı maalesef. Aklı çalındı. Duyguları boğuldu. Bilinci dumura uğratıldı. Şuuru felç edildi. Mukavemeti kırıldı. Kimliğine ve dinine o kadar yabancılaştırıldı ki, artık kendini tanıyamaz hale geldi hatta kendi kendine düşman olmaya koşullandırıldı. Bir insan, kendi dinine ve kimliğine düşmanlık eder mi? Ediyor işte. Mankurtlaşırsa ediyor demek ki. İşte bu elim ve vahim durum, vahyin ve milli varlığın kadim düşmanlarının eseridir. Birde kendi kendimizin suçudur elbette ki. Zira kişinin kendine yaptığını düşmanı yapamaz derler. Bizden görünüpte ihanet edenlerin yani. En taze örneğini yaşadık malum, küçük bir misal olarak. Şeytanın bu millete ve ümmete yaptığını, tüm şeytani dünya birleşse yapamazdı. Hem vallahi, hem billahi, hem tallahi yapamazdı. Çünkü düşman hariçti, dost yüzlü kahpe düşman ise dâhildeydi.  Yani, kâfirlerin ve münafıkların teşrik-i mesaileri neticesinde bu millet mankurtlaştırıldı. Artık, milletimizin, ümmetimizin, ülkemizin makûs talihini tersine çevirmeliyiz. Bu milletin ve dinin temsilcisi olduklarını iddia edenlerin ahlaksızlıkları ve adaletsizlikleri yüzünden, bu millet kimliğinden ve dininden soğudu, nihayet kimliğine ve dinine düşmanlık güder oldu ve düşmanlarının yolunu takip eder oldu. Kendimize gelmeliyiz. Dinimize ve kimliğimize karşı ihanet sayılan hareketlerden vazgeçmeliyiz. Ahlakı ve adaleti esas almalıyız. Mutlak bilgi kaynağı ve yaşam prensibi olarak vahyi temel almalıyız. Hayatımızı ve bakış açımızı, vahiye göre şekillendirmeliyiz. Kesinlikle, vahyi, vahye göre yaşıyormuş gibi görünenlere bakarak anlamamalıyız. Bilakis, herkesi, vahyin yüce ışığına göre değerlendirmeliyiz. Vahyin ne olduğunu insanlar tayin edemez ama insanların kim olduğunu vahiy tayin edebilir. Bizlerin, Kur’an’a yaklaşımımızı, ya kişiler belirlemiştir ya da Müslüman bildiğimiz ülkeler. Böylece, ya vahiye bağlanmışızdır ya da vahiyden uzak durmuşuzdur. Ama bu sakat bir yaklaşımdır. Sonuçları da ağır olmuştur zaten. Hatta ülkemizde ki; vahiy düşmanlarının peşlerine takılmamızı bile bu yaklaşım belirlemiştir. Niye? Çünkü şu ülke gibi olursak, bu insanların peşinden gidersek karanlığa mahkûm olacağızdır; öyleyse vahiy düşmanlarının aydınlığına (!) iltica etmemiz gerekir. Ne büyük hamakatlık! Hayır yani, şu ülke ve bu kimse, gerçekten vahiy eksenli hareket etmektedir diye kim dedi de; şu ülkeye ve bu kimseye bakarak vahye bakışını belirliyorsun? Sen şu ülkeye ve bu kimseye bakacağına, al eline Kur’an’ı ve aç Önderinin (sav) hayatını oku. Yanılma ve aldanma!

 

Müslüman Türk Milletinin evlatları, Siyonizm’in bağrımıza yerleştirdiği Truva Atları olan ve Beyaz Türk vasfı ile tavsif edilen karanlık ve derin aktörlerce, kendi ülkelerinde, kendi kanlarıyla yurt yaptıkları vatan topraklarında her daim üvey evlat muamelesine tabi tutulmuşlardır. Hiçbir zaman devlet kademesinde yer bulamamışlar, daima tali işlerde, kendilerinin kötü namla anılmalarına sebep olacak şekilde kullanılmışlardır yani temiz niyetleri suiistimal edilmiştir. İşkenceler, sürgünler, zulümler, mahpuslar adeta kaderleri olmuştur bu milletin evlatlarının. Hatta kardeşin kardeşe kurşun sıkması tarihimizin en acı ve hüzünlü tarafıdır. Diğer taraftan, hangi kulvarda yürürlerse yürüsünler, samimi olan her vatan evladı yani yerli olan her bir evladımız, acılardan acılara sürgün edilmiş hatta idam sehpalarında can vermişler, geri kalanlar ise el üstünde tutulmuştur. Bizi mahveden, bizim bir türlü toparlanamamamızın arkasında yatan gerçek sebep budur. Gidenler bizdendi, kalanlar ise bize düşmandılar. Ve kalanlar, bizi bize asla bırakmadılar. Tek suçlu onlar değil elbette! Müslüman Türk Milletinin dirilişi her zaman engellendi. Ne zaman dirilecek olsa, illa bir handikapla karşılaştı ve dirilişi geciktirildi. Direniş imkânı ise tezahür ettiği vakit kırıldı, yok edildi. Bizim ölümümüz, sürgünümüz, acılarımız hep önemsiz kalmıştır ama bize tüm bunları yaşatanların ölümleri de, mahpusları da, sürgünleri de hatta yönetilmeleri de sorun olmuştur.  Çünkü bunlar Siyonizm’le merbutiyet ya da aidiyet gibi bir durumla ilintili oldukları için yönetilemezlerdi, ancak yönetirlerdi. Müslüman Türk Milletinin gönlü temiz, bağrı yanık, yüzü kavruk yağız evlatlarına matuf gerek maddi, gerekse manevi tazyikatlar hiçbir zaman insanlık meydanında makes bulmamış ve sahiplenilmemiştir. Bu milletin evladı olduğunu haykıranlar, yerli olduğu iddiasını taşıyanlar bile, bu durumlar karşısında çarnaçar kalmışlardır ya da lakayt bir pozisyonda konumlanmışlardır. Acı, bu milletin evlatlarına yaşatılmıştır ama o acılar üzerinde keyif sürenler; vahiy ve milli varlık düşmanı alçaklar olmuşlardır. Artık bu gerçekler fark edilmelidir ve gereği yapılmalıdır. Bu tür durumlar her devirde tekrar edilmemelidir. Daha fazla tahammül edilemeyecek bir hal almıştır durum. En basitinden, bu ülkede, bu milletin kimliğine ve dinine sahip evlatlarının öldürülmelerine, mahpus edilmelerine ve işkence görmelerine karşı gösterilmeyen ilgi ve alaka; vahiy ve milli varlık düşmanı olanlardan esirgenmemiştir. Vahiy ve milli varlık düşmanı olanların katledilmeleri, bu milletin evlatlarının üzerine yıkılmış ve bu milletin evlatları, bu yüzden ömürlerini mahpushanelerde geçirmişler, işkence görmüşler ya da öldürülmüşlerdir. Hatta hala mahpus olanlar bile vardır kim bilir. Bu milletin evlatlarını, sırf düşmana şirin görünmek uğruna, yalnız bırakanlara veyl olsun! Artık bu topraklar uğruna canlarını bir an bile tereddüt etmeden dökmekten kaçmayan bu toprağın öz çocukları kendi vatanlarında efendi olarak yaşamayı hak etmektedirler.

 

Ne garip, bu toprakların bağrında, bu toprakları diledikleri gibi süren, Siyonizm’in Truva Atı konumunda olan ve kendilerini bu milletin ve dinin mensubu gibi gösteren, karanlık, derin, kirli ve katil odaklara hiçbir zaman hiçbir acı isabet etmiyor. Bu toprağın çocukları, hangi renge sahip olurlarsa olsunlar, birbirilerine acılar yaşatıyorlar ama sıyrılanlar hep aynı odaklar oluyorlar. 12 Eylül’de hayatlarını kaybedenlere bakınız, birde o günden bugüne kalan ve gidenlerin mirasları üzerinde dem süren kahpelere bakınız. Keza, PKK olayında bir kaybolup gidenlere bakınız, bir de ne vurulan ne de vuran olmayıp, kıyıdan kahkahalarla şaraplarını yudumlayarak olan biteni bir film gibi izleyen kahpelere bakınız. Keza henüz tazeliğini muhafaza eden melun darbe kalkışması olayında yine gülenler kuvvetle muhtemel bu kahpeler olacaklar. Gitmeye kuvveti ve arkası olanlar yani karanlık, kirli, kanlı, melun odakların müzahir oldukları haysiyetsiz hainler çekip gidecekler ya da sıyıracaklar, akıllarını kullanmadan, dolayısıyla sorup, sorgulamadan bu melun yapıya dâhil olmuş olan zavallılar cezasını çekecekler. Garip değil mi sizce de? Ekonomiye hükmedenler aynı odaklar, politikayı belirleyenler aynı odaklar, orduya zımnen dayatmada bulunanlar aynı odaklar, yargıya dikte de bulunanlar aynı odaklar, sanata, eğlenceye ve her türlü zehirli piyasaya hükmedenler aynı odaklar hatta daha ötesi bu topraklardan doğan cemaatlerin (ki malum melun kalkışmaya dâhil olan kanlı, karanlık, kirli yapıyı bir cemaat olarak telakki etmediğimizi ifade edelim) içerisine sızarak o cemaatleri kendi istedikleri yöne kanalize edenler yine aynı odaklar. Bizde aklımızı tatile çıkarınca, kadim ve kök kaynaklarımızdan kopunca, kimliğimiz ve dinimizle aramıza mesafe koyunca ve üstüne bizleri de kadim ve kutsal kaynaklar temelinde namusluca, şereflice aydınlatma derdinde olan sadık evlatlarımız olmayınca olan oluyor. Artık bu toprakların çocukları kendi akıllarını kullanmalıdırlar. Akıllarını hiçbir kimsenin cebine koymamalıdırlar. Kadim, kök ve kutsal kaynakları temelinde akıllarını aktive etmelidirler. Her şeyi, herkesi sorgulamaktan imtina etmemelidirler. Kimliklerine ve dinlerine sadakatle bağlı olmalıdırlar. Kimliklerine ve dinlerine bürünmüş hainleri iyi ihsas ve tefrik etmelidirler. Bu da kimliklerini ve dinlerini tedebbür, tertil, taakkul ile öğrenmelerine ve idrak etmelerine merbuttur. Yeter ki samimi olunsun, gerçek er geç gülümseyecektir.  Artık milli olmaktan başka çere yoktur. Bahusus eğitimde, bağrımıza zehirli bir hançer gibi saplanan özel eğitim kurumlarına bir çare bulunmalıdır. El konulmasa bile, çok sıkı murakabeye tabi tutulmalıdırlar hatta devletin istediği istikamette müdahale edilebilecek şekilde müdahil olunmalıdır sistemlerine. Bilakis, evlatlarımızı kendi ellerimizle, göz göre göre kaybederiz hatta kaybetmekle kalmayız kendimize muhalif olmalarına seyirci kalmış oluruz. Biz, her zaman, koruyamadığımız ve kurtaramadığımız nesiller tarafından vurulduk. Akletmeyecek miyiz hala!?

 

Müslüman Türk Milleti uyanmalı artık. İlk yapacağı şey, Kur’an’ı yeniden tertil, tedebbür, taakkul ile okuyup imanını tazelemektir. Sonra da, mutlak ve yegâne Önderinin hayatını başından sonuna kadar derinlemesine öğrenmektir. Daha sonra da, kimliğini, tarihini, ceddini teşrih masasına yatırıp, derinlemesine tafsilatlı olarak tahkik, tetkik ve tahlil edip öğrenmeli, anlamalı, bilmelidir. Nihayet, Kur’an ve tarih temelinde aklını aktive etmelidir, öğrendiklerini hayatlaştırmalıdır. Daha sonra da hayatını, millet varlığını, devletini, ümmet ilişkilerini yeni baştan inşa etme sürecine kanalize olmalıdır. Bilakis, dönüp dönüp aynı şeyleri yaşamak mukadderatımız olacaktır. Zira elan yaşadığımız şey İslam değildir ve biz de, Müslümanlıktan epey uzağız maalesef. Çünkü Müslüman bir bilince sahip değiliz. Hayatımızı, dünya nimetleri yönlendiriyor, imanımız değil. Dilimizde ki başka, gönlümüzde ki başka, hayatımızda ki başka oluyor böylece. Nihayet sahtekârlık fışkırıyor her yerimizden. Ahlakımız sıfırlanmış durumdadır, adalet bilincimiz yoktur. Kardeşlik hukukumuz ise aktif değildir. Böyle olunca da sık sık sormak mecburiyetinde kalıyoruz; biz nasıl Müslümanlarız? Müslümanlık nedir? Yoksa Müslüman kimliğimiz aslımızı gizleyen bir maske mi? Diye. Hayır, yanlışsak söyleyin ki bilelim. Adam mezara geliyor, ölüyü taşıyor, gömüyor, üzerine toprak atıyor, yani her şeyi bizatihi yaşıyor ama mezardan ayrılınca yapmadığı pislik kalmıyor. Göz göre göre zulmediyor, gönül kırıyor, hak gaspı yapıyor. Sonra da ben Müslümanım diyor. İşte burada akıl gidiyor ve handiyse Müslüman olduğundan dolayı utanç içinde kalıyorsun. Olmamalı, böyle olmamalı. Geçelim! Türk Milleti, artık, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, insan gücü kaynaklarını da kendi istiklali ve istikbali adına kendisi kullanmaya başlamalıdır. Kendini yönetme ve yönlendirme mevkiinde olanları dürüst olmaları konusunda uyarmalıdır, bitevi sigaya çekmelidir. Hem kendisi adil ve ahlaki tavır içinde olmalıdır hem de üstündekileri bu şekilde olmaları için en sert şekilde uyarmalıdır. Hiçbir kimseye, zümreye, cemiyete kaynaklarını heba ettirmemelidir. Düşmana peşkeş çekilmesine müsaade etmemelidir. Devletinden, bilimsel çalışmalara ciddi bütçe ayırmasını, devasa kütüphaneler tesis etmesini, geniş çaplı bilimsel laboratuvarlar yapmasını istemelidir.

 

Müslüman Türk Milleti, eğitim teşkilatını milli temelde öyle bir sistemleştirmelidir ki, bu sistem en az bir asır tahrif ve tahrip edilmeden devam etsin. Elbette her şeyde olduğu gibi eğitimde de Kur’an’dan ilham almalıyız. Çünkü en hakiki hayat kitabı Kur’an’dır, zira Kur’an, hayatı baştan ve yeniden kurandır. Felsefi temel olarak ise Nurettin TOPÇU üstadın Türkiye’nin Maarif Davası kitabını temel ittihaz etmeliyiz. Çocuklarımızı hem manevi sahada hem de maddi sahada çok iyi yetiştirmeliyiz. Onlara bilimsel çalışmalar yapabilecek ortamlar hazırlamalıyız. Çocuklarımızın, vahiy ve milli varlık temelinde bilinçlendirilmelerine karşı çıkanlar asla dikkate alınmamalıdırlar. Engel olmak isteyene de hadleri bildirilmelidir. Dost, düşman herkes şunu öğrenmelidir; bu topraklarda vahiye ve milli varlığa düşman unsurlar artık hadlerini bileceklerdir, bilmezlerse bildirilecektir. Bu milletin çocukları, kim olduklarını ve nasıl olacaklarını bilerek yetişeceklerdir ve hiçbir alçak düşman buna engel olamayacaktır. Bu milletin, bu tür bir kalkışmaya karşı direnmesi ve gereğini yapması en doğal hakkıdır. Çocuklarımız kimliklerinin ve dinlerinin farkında olarak ama özgür yaşayarak büyüsünler. Allah’ın yüce kudreti haricinde hiçbir kuvvetin önünde eğilmesinler ve eğilmeyeceklerini de bilsinler. Ne diyor Allah’ımız? ‘’Asla benzerleriniz olan, kendiniz gibi olan kullarımdan korkmayın, yalnız ve ancak benden korkun.’’ Çalışma ve mücadele aşkını aşılamalıyız evlatlarımıza. Ki yarınlarda düşmanların kölesi olmasınlar. Tarihlerini öğretmeliyiz. Ecdatlarını tanımaları için ciddi çalışmalar yapmalıyız. Muhakkak mukaddes kitaplarını öğrenmelerini ve anlamalarını sağlamalıyız ki; hem kâfirleri hem de münafıkları çok iyi tanısınlar ve bilsinler, tedbirlerini de ona göre alsınlar. Ne kâfirlerce aldatılsınlar ne de dine dost görünenlerce aldatılsınlar. Asla aldatılmasınlar, aldanmasınlar. Bu da, kitaplarını çok iyi bilmeleri ile doğru orantılıdır.  Çocuklarımıza asla kendi fikirlerimizi aşılamamalıyız. Onları, vahyin bilgisiyle beslemeliyiz. Onları, necip ve asil ecdatlarının mirasına sahip çıkacak şekilde büyütmeliyiz.

 

Ey, Türk’ün özü olan asil ve soylu Oğuz Beyleri! Dinleyin, duyun beni. İyi işitin sözlerimi! Gökler çökmedikçe üstten, yerler delinmedikçe alttan, biliniz ve inanınız ki; bu millet, asil Türk Milleti, ebedi yaşayacaktır, yeter ki, Tanrı korusun ki, içimizde bir bozulma, kaynaşma, dağılma olmasın. Düşmanın cilvelerine kanma. Yalancı sözlerine aldanma. Ey millet, Türk Milleti, titre ve aslına, özüne, kendine dön. İlin, tören, yurdun bozulmasın diyor ünlü Türk bilgesi ve hakanı Bilge Kağan ve kesinlikle haklı olarak diyor. Ya duyarız, uyarız ve varoluruz ya duymayız, uymayız ve yok olur gideriz. Ey Milletim, Müslüman Türk Milleti! Varlığım, varlığına feda olsun. Canım, varoluş kavganda adanmış can olsun. Canlar sana kurban olsun. Sen de kendini bul, bil ve kendi değerini asla düşürme. Kendi bünyende tefrikaya prim verme. Dağılmasına müsaade etme evlatlarının. Her türlü unsurunla bir ol, beraber ol, bütün ol, iri ol, diri ol. Renklerinle, unsurlarınla, dillerinle, dinlerinle kaynaş ve bunu zenginlik bil ama içeride kaynaşmaya, farklılığın düşmanlığa dönüşmesine asla izin verme. Biliyorum ve inanıyorum ki, sen varsan, evlatlarında var, sen varsan ümmet var, sen varsan insanlık var, sen varsan yurtlarımız ve törelerimiz var, sen varsan devletimiz var, sen varsan dinimiz, töremiz, değerlerimiz, geleneklerimiz var, sen varsan bozkırların tadı var, sen varsan yiğitlerin adı var. Sen yoksan, varolan ne var? Allah seni korusun ve ümmete bey kılsın, lider kılsın. Asla unutma ve unutmaya terk etme ki, senin mevcudiyetinin, varoluşunun yegâne kaynağı; Yüce Rabbimizden gelen Vahiy ekseninde yön bulan, dirilen, güzelleşen, güçlenen bir hayat, devlet ve dünya inşa etme gayreti ve cehdi içerisinde olma iradesi ortaya koymandır. Ey Müslüman Türk Milletinin asil ve soylu evlatları! İnandığımız yüce davanın ve soylu düşüncelerin temel esasları şunlardır; ebedi, kadim, tarihi derinliğe malik büyük vatanımız, Anadolu Topraklarıdır. Neslimiz, soylu Oğuz çocuklarının, kadim Anadolu’nun bin yıllık derin tarihi içinde, bu kutsal topraklarda kaynaşarak, eriyerek ama aslını asla kaybetmeyerek asırlar boyu varlığını muhafaza eden Türk soyudur. Dilimiz, bu kutsal topraklarda bin yıllardır süregelen kadim tarih ırmağında süzülerek, arınarak bugünlere gelen ve tarih sürecinde olgunlaşarak müşahhaslaşan ve varlık kesbeden zengin Türkçedir. Devletimiz ise, kahir ekseriyeti, Anadolu bozkırlarında varolma kavgası veren, köylü ve çiftçi unsurlardan müteşekkil devasa kütlenin inancını ve iradesini müşahhaslaştıran ve aleni olarak yansıtan Otoriteli Devlettir. Ekonomik sitemimiz, milletimizin tüm boyutlarıyla hayati ve sosyal gereksinimlerini temin eden ve her bir evladını çalışma ahlakı ile üretime katılmaya kanalize eden Ruhçu-Devletçi sistemdir. Dinimiz, milletimizin ruhundan kaynayıp fışkıran ahlakını, geleneklerini, örfünü, kalbini hatta töresini yoğurmuş olan Yüce İslam Dinidir. Bu temellerde hareket edersek, bu esaslara istinat edersek, Yüce Allah’ın izni ile gök girer, kızıl çıkar ve biz ebedi varoluruz. Bilakis, tedricen yok olur gideriz. Her şeyden evvel hayatımızın tüm boyutlarında, alanlarında, yönlerinde temel yapacağımız bir şey vardır varolmak, payidar kalmak, ebedileşmek için; ferdi hareketlerimiz için temel değer olacak ve hareketlerimizin esas umdelerini teşkil edecek, cumhurdan cumhurbaşkanına değin her bir şahsiyetin hareketine ve yaşamına ruh ve anlam katacak, tarih boyunca anlaşılmamış tek bir kutsal yasası kalmamış kutsal değerleri mündemiç, sistemleştirilmiş umdeleri ve hikmetleri tazammum eden, tüm ruhları bir araya toplayacak, tüm bedenleri aynı ideal ufkuna yönlendirecek, her âleme pencerelerini açacak kutlu mektebin mutlak hakikatlerini kendinde toplamış büyük bir kitaba ihtiyacımız var ve işte o kitaptır ki, kutlu mektebin temeli olmalıdır ve o kitap; Kur’an’dır. Kitapsız yürüyeceğimiz yol, varacağımız menzil, mülaki olacağımız ideal, döneceğimiz yön, dayanacağımız değer, sahip olacağımız ve muhafaza edeceğimiz kıymet yoktur. İlhamımızı O kitaptan aldıktan sonra ve hayatımızı O kitapla yeniden kurduktan sonra bize korku ve yok oluş yoktur, olmayacaktır. 

Tarih: 19.01.2017 Okunma: 820

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?