Şüphe bizi gerçeğe
ulaştıracak, gerçekte hürriyete kavuşturacak, hürriyette yeniden insan kılacak
bizi. Çünkü hürriyetimiz ancak hakikatle varolacak, gerçeklik kazanacak. Zira
hakikat özgür olmazsa, özgürlük hakikatli olmaz. Maalesef düşüncesizlik bizi bataklığın
en dibine çekmiş. Şüphesizlik bizi kör ve sağır kuyulara düşürmüş.
Ezberlemişiz, sadece ezberlemişiz ve ezberlediklerimizle zehirlenmişiz. Önümüze
konan hiçbir şeyi sorgulamadan alıyoruz. Bize kölelik mi vaat ediyor, esaret mi
vaat ediyor, güzele mi yönlendiriyor, çirkine mi yönlendiriyor bilmiyoruz,
çünkü anlamıyoruz. Beyin olarak bitmişiz, tükenmişiz. Böyle olunca da
sürüleşmişiz. Komünist, Faşist, Dinci üçgenine sıkışıp kalmışız. Birbirimize
sağır ve kör olmuşuz. Papağan gibi her şeyi motomot ezberleyip, tekrar etmemiz
dikte edilen yerde tekrar etmişiz. Ne geçmiş elimize? Hiç, koskoca bir hiç.
Ömrümüz çürüyüp gitmiş bu şekilde. Biz sefaletin şarkılarını terennüm ederken,
işkence odalarında can çekişirken, bize bir iki slogan yutturup sokağa,
birbirimizin üstüne salanlar dem sürmüşler, âlem yapmışlar. Kanımızı içmişler
şarap niyetine. Ne kadar basit, sığ, sıradan insanlarmışız meğer. Artık büyüme
vaktimiz gelmedi mi hala? Düşünmezsen nasıl büyüyeceksin bebeğim? Düşünceyle
büyür insan! Küçülür, düşünmediği zaman. Haddizatında karanlıkta kalan pek bir
şey de yok. Karanlık odalarda toplamışlar bizi ve her birimize sen büyüksün
denmiş, sen layıksın denmiş. Hazır lokma olunca kolayca yenmiş. Beyinlerimiz ve
ruhlarımız iyi yıkanmış. Yıkanmış derken haddizatında tıkanmış ve işlemez hale
gelmiş. Üstün sanmışız kendimizi ama hep ezik yaşamışız. Ezik olunca da
sürünmek kaderimiz olmuş. Herkes kendini kurtarılmış bilmiş. Herkes bildiğini
sanmış bilmediğini. Oysa kendisini dolu göstermekle, varolan boşluk dolmazdı.
Boş olan lafla dolmazdı. Ne kadar aydınız desekte, demekle aydın olunuyor mu?
Aydın sanınca kendini, aydınlık seninle oluyor mu? Her işimizde böyleyiz
maateessüf. Zavallıyız. Küçüğüz. Sıradanız. Sığız. Alığız. Bönüz. Herkes
birbirine koyun der ama herkesi aynı ellerin, tek düdükle yönlendirdiğini kimse
bilmez. Biz, bildiğimizi sanırız ve kuru kuru övünürüz sadece. Oturupta,
kafamızı iki elimizin arasına alıpta, şöyle akıllı uslu düşünmeyi bir türlü
beceremeyiz. Karanlık deriz ama ya kendimiz karanlıksak diye sormayız,
sorgulamayız. Düşman oluruz ama kime, niye düşman olduğumuzu asla bilemeyiz.
Çünkü düşmanımızı kendi kafamızla belirlemedik. Düşman belirlendi ve işte bu
senin düşmanın dendi! Böyle olunca bilmediğimizi düşman belledik. Biz, bize düşman
olduk yani. Ya düşman bellediklerimiz gerçekse, ya onlar bizden daha ileri ise
ve daha insan ise ne olacak? Düşünmeyiz ki, nereden soracağız, hangi kafayla
soracağız böyle soruları? Sloganlarla yaşayanların varacağı en son durak, kara
topraktır. Sadece okumak kifayet edecek ama kitap ne, nerede kitap ve kim eline
almaya cesaret edecek kitabı? Komutlarla yaşıyoruz. Çünkü her slogan komutlarla
anlam kazanır. Komut verilir slogan atılır. Ne dâhiyane bir teori ve ne
yaratıcı bir eylem. Vay anasına be! Çok zekiyiz öyle mi? Çok ileriyiz öyle mi?
aydınlık bizden sorulur öyle mi? Biz kurtulduk sadece öyle mi? Biz cesuruz tek
öyle mi? Bir tarih yaratılır. O tarihe uygun sloganlar hazırdır. Papağan gibi
ezberlenmiştir her slogan. Adımlar nasıl atılacak, hangi kol havaya kalkacak,
kimler önde kimler arkada olacak belirlenmiştir. Biz insanız öyle mi? Biz hürüz
öyle mi? Biz kendimizi yaratma gücüne sahibiz öyle mi? Kelepçeli, zincirli,
bukağılı insan ne zaman hür oldu, insan sayıldı? Bu mu aydınlık? Böyle mi
adalet, özgürlük, barış, kardeşlik gelecek? Kapitalizmin çarkları bu şekilde mi
kırılacak? Gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek midir adaleti savunmak?
Karanlık cellâtların oyuncağı olmakla mı özgürlük getireceğiz? Kendimizi
kaybetmeyelim kâfi, bu kafayla bizim yapabileceğimiz, getirebileceğiniz hiçbir
şey yoktur bebeğim!
Maalesef biz millet olarak
bedeni görkemli ama ruhu çürümüş bir millet olmuşuz. Sahip olduğumuz değerlerin
kıymetini asla bilemiyoruz. Ancak filmlerle, romanlarla avunuyoruz. Filmlerde
bir iki repliğe bir iki dini söz, bir iki kahramanlık koyuverdik mi bitti
sanıyoruz, onunla övünüyoruz ama gerçek yaşama aktaramıyoruz, ki aktarmak gibi
bir derdimiz de, çabamız da yok haddizatında. Kim biliyor dininin kıymetini?
Kim biliyor kimliğinin kıymetini? Ya da kim gerçekten dininin ve kimliğinin
mahiyetini biliyor. Eşsiz, benzersiz bir dinimiz var ama yaşamayız, arkasında
onurlu bir tarih ve isim bırakan kimliğimiz var ama her gün kirletmekten hicap
duymayız. Sıkıştık mı suçu hemen şeytanlara atarız. Sen şeytanı ne yapacaksın
ki, o şeytanlığını yapacak ve yapmakta sonuna kadar haklıdır. Adamsan sen de
kendini bileceksin, kendini yaşayacaksın ve şeytanların tezgâhlarını
bozacaksın. Senin işin şeytanı itham etmek değil ki. Şeytan zaten itham
edildiği için şeytan. Kahpe olduğu için şeytan ve seciyesinin muktezasını da
yapacak. Sen kendini düzeltmeye bak. Alışmışız ata dinine, öylece yaşayıp
gidiyoruz. Hiçbir şeyden şüphe etmiyoruz. Her şeye hemen inanıveriyoruz.
İnanmak bizi sorumluluktan, sorgulamaktan, sorular sormaktan, bulacağımız
cevaplara göre kendimizi yeniden kurgulamaktan kurtarıyor. Çünkü samimi
değiliz, ciddiyetli değiliz. Çünkü ideallerimiz dilimizin ucunda. Çünkü biz
davamızın peşinde değiliz, dünyanın peşindeyiz. Oysa aydınlığın, hürriyetin,
adaletin, ahlakın, kudretin bedeli ağırdır. Çok derin samimiyet ister. Büyük
yürek ister. Sarsılmaz cesaret ister. Herkes bunu ister ama kimse bunu istemez.
Bizim ne Sosyalistimiz de, ne Milliyetçimiz de, ne de İslamcımız da derin bir
samimiyet vardır. Cemaatlerimiz ayrı bir terane zaten. Maalesef bizim her
şeyimiz dilimizin ucundadır, iş ciddiyete bindiği zaman bocalarız,
endişeleniriz. Her şey o kadar basit ki, sadece bir hamle bekler bizden. Ama
biz o basitliği naparız? Karıştırırız, karıştırırız, çoğaltırız, karman çorman
hale getiririz ve içinden çıkamayız, çünkü gerçekte de içinden çıkmak
istemeyiz. Bitevi onunla uğraşalım ve bir şey yaptığımız sanılsın isteriz. Biz
dinimize niye uzağız, çünkü din çok basittir, çok beliğdir, çok sarihtir. İşte
bu yüzdende dini hatırlamaktan korkarız, ürkeriz ve dini anlaşılmaz hale
getirmek için her şeyimizi feda ederiz ve içinden çıkılmaz hale getirince de
bağırmaya başlarız şu niye böyle, bu niye öyle diye. Sanki gerçekten dini
önemsiyormuşuz da din temelinde çözüm bulmak istiyormuşuz gibi. Kişisel
ahlaksızlıkları takıntı yaparız da toplumsal boyutu ilgilendiren
ahlaksızlıkları hatırlamak bile istemeyiz. Olgular münhasıran dilimizin
ucundadır, o olguları mahiyetlerine mütenasip olaylaştırmak gayretine girmeyiz
hiçbir zaman. Çünkü o zaman son taşı biz atarız! Samimiyet bebeğim samimiyet!
Gerisi hikâyeden birer fasıl. Din, samimiyettir! Samimiyette ideallerin
minvalinde eylemler ortaya koymaktır. İlaç deneyi yapacaksan, o deneyin
kontrolünü silahla bütünleşmiş kişilere emanet edemezsin. Ediyorsan da bana
idealden, samimiyetten, dürüstlükten, ciddiyetten bahsedemezsin.
SÖZLER:
‘’’’Ne düşünüyorsunuz? Bir
insana haksız yere acı çektirmek? Ne düşünüyorsunuz? Bir insan olarak sadece.
Şerefli kılınmış bir insan olarak! Sevebiliyor musunuz? Sevmeye dayanacak bir
yüreğiniz var mı? Seven bir yürek cehennem ateşini bile söndürebilir. Bu
dünyada yürekleri ateşle kavrulanları öbür dünyada yakmayacak ateş, öbür
dünyada hangi yürekleri kavuracak ki? Bir insan yüreğine bir gece vakti düşen nedir?
Hüzün ve acı! İnsanız, insanız, insanız, insanız, biz
insanııııııııııııııııııııııııııı…z! İnsan tükendi mi geriye ne kalır, hiç
sordunuz mu bunu yüreğinize? Ateşlerde yanmamak için, insanların ocaklarına
ateş salmamak gerek!’’’’
Bendeniz
""Evrende yoğun
gürültü var. İnsan kendini duyamıyor. İşte sorun bu!""
Bendeniz
‘’’’Bakınız! Herkes için
geçerli olan bir şeydir. Herkesin kafası farklıdır, kalbi farklıdır. Farklı
duygulanırız ve farklı düşünürüz. Bu çok normaldir, insan olmaklığımızın bir
detayıdır. Ama farklı düşünenlere karşı terbiyeli, edepli davranmak zorundayız,
insan olduğumuz için zorunluyuz. Salya akıtmaya gerek yok. Hele karşında ki bir
kadınsa biraz daha naif, nazik, kibar olmak gerekir. Sevmeyebilirsin, nefret
edebilirsin, hatta kin duyabilirsin ama yine de saygılı olmak zorundasın.
Bilakis söylediklerin karşıdakini alçaltmaz ama seni düşürür. Düşünceyle
dövüşmenin namusu vardır ve kendinden eminsen, kendine güveniyorsan düşüncenin
namusuna sadık kalırsın ve böyle yapmak seni yükseltir, dikkate alınmanı,
dinlenilmeni ve söylediklerin üzerinde düşünülmesini sağlar. Kusarak, salya
akıtarak düşüncenizin doğruluğunu kanıtlayamazsınız, haklı olduğunuzun
göstergesi olmaz bu. Bilakis müptezel, haysiyetsiz, şerefsiz biri yapar seni.
Ve seni birkaç kişi alkışlasa da, binler kişi size küfreder hem de haklı
olarak. Son tahlilde; çakılırsınız ve kafanız da almaz niye çakılıp
kaldığınızı. Yüreğin pislik kuyusuysa, beyninde kusmuktan başka şey yoksa,
dilinden pislik ve kusmuk akar.’’’’
Bendeniz
‘’’’Düşünmek varlığı ve
anlamak hayatın manasını
Namütenahi zamanın, çarkı
dönmeyen saatleri acı veriyor ruhuma
Ağır ağır tükeniyorum
Gönül evimin tüm pencereleri
açık
Rüzgâr ısıtıyor içimi
Büyük düşleri, uzak
sevdaları soluyorum
Ben yollarımın tozlarını
gözyaşlarımla yıkadım
Hiçbir yüreğin söylemediği,
kulakların yabancı olduğu şarkıları terennüm ediyorum
Acıları azaltmaya,
sevinçleri çoğaltmaya gövdesini koyacak insanların varolma ihtimaliyle
yaşıyorum’’’’
Bendeniz
‘’’’Beynimde bir rüzgâr
uğultusu var, sanki kurtlar uluyor. Beynim kazan gibi kaynıyor. Tarif
edemediğim bir belirsizlik var beynimin en meçhul kıvrımlarında. Sanki bir
hiçliğin içine düşmüşüm, büyük yalanların tam orta yerindeyim. Ömür bir yalan,
insan bir heyula gibi. Bu evrende ki her şeye yabancıyım, her şey bana yabancı.
Garip şeyler gibi geliyor her şey. Sanki bu hayal yok oluverecek, gerçek
beliriverecek gibi. Zira asıl olan hiçbir şey yok, her şey sahte burada, bu
acayip evrende. Allah’ım beynimde fırtınalar, düşüncelerim hercümerç. Nasıl bir
evrene düştüm ben? Nasıl bir bilmeceyle karşı karşıyayım?’’’’
Bendeniz
‘’’’Allah’ım! Ol dedin
oldum. Öl diyeceksin ölecem. İkisi arasında ki ömrümde beni yalnız bırakma.
Şerefli kıldın, bugüne kadar şerefimle yaşadım, bundan böyle de şerefimden ödün
vermeden yaşamayı nasip et. Acizim, nankörüm, cahilim, muhtacım, zayıfım. Havf
ve reca arasında gidip geliyorum. Bir gün bir yanlış yapıpta şerefimi yerlere
düşürmekten beni koru. Açıkçası korkuyorum. Çünkü halk ettiğin garip bir
insanım, kulunum. Nefsim var. Karşımda dünya var. Kardeşin kardeşe ihaneti var.
Hırs var. Riya var. Kötülük var. Bazen çok yoruluyorum. Tek bir kalp incittiğim
zaman kahroluyorum, incitmemek için inciniyorum. İhanet edenden kaçıyorum
ancak. Çünkü aynıyla mukabelede bulunmayı yakıştıramıyorum kendime. Fasılasız
murakabe yapmak, mütemadiyen hareketlerimi kontrol etmeye çalışmak öyle zor
geliyor ki, gerçekten yoruluyorum ve bunu Sen de biliyorsun. Her şeyi bilen
Sen’sin. Kararımın üstünde ki karar Sen’indir. Kaderimin üstünde ki kader
Sen’in yanındadır. Beni sıyanetine al ve Sensiz bırakma. Âmin.’’’’
Bendeniz
""Bir acının resmi
çekilmiyor,
Bir de sevdanın.
Çizgiler gelip insanın
yüzüne yapışıyor.""
Farid Farjad