KENDİ AKLINI KULLANMA CESARETİ GÖSTER!...23...

Özgür DENİZ - 15.03.2017

Sen yaşama, ben yaşamayayım, o yaşamasın, peki kim yaşayacak hakikatleri, nasıl ayakta kalacak hakikatler? Kimse yanmasın ama âlem yansın öyle mi? İnsanlığın yaşaması için kan verecek insanlara ihtiyaç vardır. Herkes insanlığı terk etse bu dünya ayakta kalabilir mi? Nutuk çekerek, ahkâm kesmek niyetiyle öğrenerek hakikati nasıl diri tutabiliriz ve nasıl diriliriz hakikatle? Bilgimizle ahkâm kesiyoruz sadece, cerbezeyle iştigal ediyoruz münhasıran. Ki bilgimizde bilgi değil, bildiğimiz bir şeyde yok haddizatında. Sadece bildiğimizi sanıyoruz. Birileri bişeyler üfürüyor, hap gibi yutuyoruz. Doğru mu, yanlış mı sorgulamıyoruz. Çünkü artık sürüyüz. Düdük ne yana yönlendirirse o yana gidiyoruz, sorgusuz sualsiz. Çünkü layüsel bildiklerimiz öttürüyorlar düdüğü, öyleyse sürül git, hiç sorma. Oysa herkes çıkarına göre yönlendirir. Aklını kullanacaksın kardeşim aklını. Her üfürülene kafanı, kalbini, kulağını olduğu gibi açmayacaksın. İnsanlığı mahveden, yoran, çürütün, yozlaştıran da bu değil mi zaten? Oysa bilmek değildir maksat, bildiğini yaşamaktır. Hakikati hıfzet, yut ama yaşama geçirme, ne işe yarar o hakikat? Eşeklik yapmaktan başka ne yapmış olursun o zaman? Bilipte yaşamıyorsan, filhakika bildiğin hiçbir şey yoktur. Öğreniyorsun, biliyorsun ama uygulamıyorsun, söyler misin bunun adı nedir? Münafıklıktır münafıklık. Yaşamıyorsan, biliyorum diye tafra yapmana, kendini aldatmana gerek yoktur. Böyle kaybeder insan hayatta! Kimliğini bildiğini sanır, dinini bildiğini sanır ama bunların icaplarını yerine getirmez, böylece de yozlaşır, yabancılaşır gider, kimliğine ve dinine karşı. Farkına bile varamaz. Birileri de zımnen kimliğine ve dinine zarar verdimi, ne olduğunu, ne yapılmak istendiğini kafası almaz, anlayamaz ve tepki koyamaz. Mankurtlaşmıştır hülasa. Unutmayalım ki; bilmek değil, yaşamak sarsar karanlığın egemenliğini. Kur’an’ın bilinmesinden rahatsız olan tek bir kâfiri, münafığı, müşriki gördünüz mü hiç? Ama Kur’an’ın yaşanmasından rahatsız olan kâfirlerin, münafıkların, müşriklerin haddi hesabı yok. Rahatsız değilmiş gibi görünmelerine aldanmayın. Hadi Kur’an’dan bir ayeti insanca haykırın bakalım ne olacak ya da haykırabilir misiniz acaba? Türk’ün Türk’üm demesinden rahatsız olanını gördünüz mü hiç? Ama Türk, kadim töresine mütenasip yaşama gayretinde olsun da görün siz, o sessiz kalanları. Hadi töreyi gerçekten uygulansın deyin de göreyim sizi, kaç kişiymiş töreye sadakatli olan. Asla dinle, kimlikle gelene hemen inanmayın. Çünkü insanların en kolay aldatılabilecekleri olgulardır bunlar. Zira insanları anında duygusal moda soktukları için derinden etkilerler ve insanlar da sorgusuz, sualsiz inanıverirler. Kur’an yaşansın, hayata müdahale etsin dediniz mi, hemen yafta vururlar size. Bazıları da bundan ürker, korkar ve sinikleşiverir. Sanki bu anlamda şöyle, böyle olmak çok iğrenç, tehlikeli bir şeymiş gibi. Ulan, Kur’an’ın hayata müdahale etmesini istemek eğer birilerin dediği gibi olmaksa, bunun size söylenmesinden gurur duyunuz, gocunacağınıza. Bir defa bu anlamda Türk Milleti zaten ahlakçıdır, adaletçidir. Bazı şöyle, böyle geçinipte, hainlikte zirve yapmış tiplere bakarak bu vasfın kötü olduğunu düşünmek ya da bu vasfı sahiplenmekten ürkmek alıklıktır. Ama bizim yegâne iki vasfımız vardır ve önemli olan da budur; bizler kimlik olarak Türk’üz, din olarakta yani yaşam tarzı olarakta İslam’ız. Gerisi ise teferruattır. Siz, bildiklerinizi yaşamadığınız müddetçe, şeytanilerin karanlığı hükümranlığını sürdürecektir. Yolsuzluk kötüdür deyip durup yolsuzluktan el çekmedikçe; aldatmak günahtır deyip durup aldatmaktan vazgeçmedikçe; ihanet etmek alçaklıktır deyip durup ihanetten geri durmadıkça; paylaşmak güzeldir deyip durup saymaya ve yığmaya devam ettikçe; kardeşlik güzeldir deyip durup ama kardeşlerini düşmana sattıkça; mikrop ve kusmuk saçan dizler ruhumuzu çalıyor deyip durup ama izlemeye devam ettikçe; Türk Medyası denilen ama gerçekte saf Siyonist Medyası olan medyayı takip edip, onların paçavralarına paranızı verip, onların köşelerinde ruhumuza kusan sütü ve kanı bozukların lağım gibi akan laflarıyla beyninizi ve ruhunuzu harap etmeye devam ettikçe; alçak gönüllük güzeldir deyip durup kibirden taviz vermedikçe, şeytanın egemenliğini tahkim etmekten başka bir şey yapmayız, yapmazsınız. Aklımızı başımıza almalıyız ve hayatımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Acil bir ‘’Ahlak Devrimi’’ne ihtiyacımız vardır. Çünkü ahlaken çürümüş, kokuşmuş ve tükenmiş vaziyetteyiz.

 

İnsan, kendisine karşı kurulan tuzakları, dip derinliklere dalmadıkça, senkronize ve analitik düşünmedikçe, olguları ve olayları en dibine kadar tetkik, tahlil, tahkik etmedikçe, önyargılardan ve putçuluktan arınmadıkça asla ve kata bozamaz ve bozamayacaktır da. Mütemadiyen acılardan acılara sürgün yaşayacaktır. Tuttuğu dal elinde kalacaktır. Kahvehane tarzı münakaşalarla, bildiğini sanarak ve küfrederek tükenip gidecektir. Dünyayla oyalanıp duracaktır. İnsanlığın gerçek sorunlarına duyarsız kalacak ama gerçek sorunlar kendisine ağır darbeler indirdiğinde riyakârca cazgırlık yapacaktır. Nankör, cahil, zalim yani nihayetinde. Eğer gerçekten bilmiş olsaydık ve bildiklerimizi yaşıyor olsaydık, insanlığın düşmanlarının tezgâhlarına gelir miydik? Hakikatin bilgisini ve bilginin hakikatlisini açıkça ortaya koymaktan, ifade etmekten tereddüte düşer miydik, bildiklerimizi yaşama dönüştürmüş olsaydık?  İnsanlığın düşmanları, bildiklerini yaşadıkları için bu kadar güçlendiler. Çünkü bildiklerini eyleme dönüştürdüler, bundan da zerre tereddüde kapılmadırlar. Her türlü zehirle, kumarla, fuhuşla, dizilerle, şovlarla, abuk sabuk eğlencelerle milleti yozlaştıracaklarını, milletin çocuklarını kendi özlerine yabancılaştıracaklarını ve böylece kendilerine bağlayacaklarını bildikleri için, korkmadan, bu şeytan işi pisliklerin reklamını yapabilmektedirler ve bunları hayatta uygulayabilmektedirler. Milletin evlatlarını terörizm bataklığına saplayabilmektedirler. Ama bizler ne yapmaktayız? Sadece her türlü zehrin, kumarın, fuhşun, terörün vd. kötü olduğunu bilmekteyiz ya da bildiğimizi sanmaktayız. Zira hakikaten bilmiş olsaydık, bunların ortadan kaldırılması için gerekeni de yapardık. Bu pislikleri savunanların dalkavukluğunu yapmazdık. Bu pislikleri savunanları övmezdik, bunların yaptıklarını farkında olmadan finanse etmezdik. Bugün Türk Medyası denilen Şeytani Medyanın bünyesinde ki muzır tipleri övüyorsak eğer, bir şey bildiğimizi sanmayalım. Bunları söylerken; şunu da ifade etmiyorum: başka medyanın övülmesini istediğimi sanmayın. Zira bendeniz bu dünyada mutlak bağımsız ve hür bir insanım. Hiçbir yerle iltisakı olmayan bir bireyim. Allah’tan başka sahibi olmayan bir kulum. Ama başkalarını övmeyeceğim diye, Şeytani Medyayı şaha kaldırmanın anlamı da yoktur. Bu tavır, cehaletin müşahhaslaşmış, bedenleşmiş halidir. Çünkü Türk Medyası denilen Şeytani Medya, filhakika Siyonist Medyasıdır, asla Türk Medyası değildir. Bunlara Türk Medyası denilmesi Türk Milletine ihanettir ve Türk Milletinin çocuklarını namussuzca aldatmaktır.  Çünkü Türk Medyası dediğimiz bir medya, töreye ihanet edemez, her türlü zehrin, kumarın, fuhşun reklamını yapmaz, ecdada küfredemez, dinin hayatın içine girmemesi için mücadele veremez, bütün kötülükleri ifşa edip iyilikleri gizleyemez, aziz şehitlerin kemiklerini sızlatırcasına onlara kurşun sıkan teröriste sitayişler düzemez. Tamam, tenkit edebilir, kötü bir yön varsa münasip bir dille, üslupla dile getirebilir ama açıktan, haysiyetsizce saldıramaz, küfredemez. Türk Medyası diyebileceğimiz bir medya; siyonizme, kapitalizme, komünizme, liberalizme, anarşizme, demokrasizme ve her türlü faşizme karşı fikren amansızca savaşır. Türk Milletinin kadim tarihinden alır ilhamını ve asrın idrakine söyletir İslam’ı. Türk Medyasında yazanlar, kanı ve sütü temiz insanlardan teşekkül eder, kanı ve sütü bozuk insan görünümlü hayvanlardan değil. Gerçekler acıdır ama uyandırıcı ve dirilticidir de. Benim acılarıma acı ekleyip, acılarımı çoğaltan herkese muhalifim. Bana saf, berrak hakikatler lazım, bu hakikatleri erkekçe, hiçbir mihraktan imtina etmeden, tereddüde kapılmadan izhar edecek insan lazım. Dünya nimetlerinin elinden çıkıp gideceğini tasavvur ve tahayyül ederek, hakikatleri örtüp, insanları aldatıp, kendi menfaatinin peşine düşenlerden insanlığa hiçbir fayda gelmez, gelemez, gelmemiştir ve gelmeyecektir de.

 

SÖZLER:

 

""Büyük İnsanlık Ailesinin mensubu olan her bir insançocuğuna dostça bir talepte bulunuyorum; sizin eylemleriniz ve söylemlerinizle ya da insanlığınızı çiğneyerek hased edip bulunacağınız bir itham ve atacağınız bir iftira ile hiçbir benzerinizin inancı ölmesin, umudu tükenmesin, yaşama sevinci kaybolmasın. Bunun sonucunda o ruha öyle bir acı yapışır ki, o acıyı ölüm bile söküp atamaz ve o acı sonsuza kadar ruhla gider. Ruhun haykırışını duyumsayabilir misiniz?"’’

 

Bendeniz

 

""İnsanları, ruhlarını inciterek, kendilerine ait bir şeyi ellerinden alarak kazanamazsınız. İnsanların ruhlarına dokunun. Ruhunu kuşatamadığınız bir insanın bedenine hükmetmeniz, o insanı alçaltmaz ama sizi zavallı yapar. Asıl zafer ruha hükmetmektir. Gerçek galipler ruh cephesinde kazananlardır. Sadece bedene hükmetmek hezimetin başlangıcıdır. Ruhuna hükmetmeyi başardığınız bir insan size zaten gelecektir, sizin mücadele etmenize bile gerek kalmayacaktır. Bedenini ele geçirdiğin insanın ruhu başka şarkıları terennüm ediyorsa söyle neyi kazandın?""

 

Bendeniz

 

""Komşumuz ihtiyar bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; ‘Aleksi’ dedi: ---"Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman İNSAN YÜREĞİNİ YARALAMA!""

 

Nikos Kazancakis

 

""Yani asalet ve üstünlük; soyla, zenginlikle, kuvvetle, makamla değil, ilim ve bilgelikle olur.""

 

Aliya İzzetbegoviç

 

Tecrübe edilmiş bilgi ile hazır bilgi aynı değildir. İnsan için yaratıcı ve geliştirici olan ameldir. Yine ameldir, insanın varlıksal cevherini cilalayan ve aydınlatan. Amel, aydın için şifadır. Aydın, amel sayesinde; sınıfında, çevresinde var olan, kendisi ile halk arasında (elbette iş yapan halk) ayrılık düşüren sapık sınıfsal şahsiyeti, sosyal gidişatı, ahlakı, duyguları ve adetleri değiştirebilir. Amel, aydına, mahrumiyet ve çile sınıfının çağrısıdır. Bu çağrı, orta veya üst sınıfta hem kendi kurtuluşunu, hem de insani sorumluluğunu yerine getirme arayışı içinde olan aydın için biricik imkandır. Amel, aydını, halk kitlesi ile uyumlu bir hale getiriyor. Böylece aydın ile halk arasındaki perdeler kalkar. Bu, aydını öyle bir yüceltir ki; bir halk yazarının ifadesiyle: "Halk, sokak ve pazarda onu kendisiyle değiştirir; yani kendi yerine koyar." Amel, insanı, alinasyonaldan, özellikle de aydınsal alinasyondan korur.

 

Şehit Doktor Ali Şeriati

 

""Bilgi, beni, her gün daha güçlü yapıyordu, güçlendikçe de kendimi ve dünyayı daha iyi tanıyordum. Tabiat bilincim, beni doğa zindanından kurtarıyordu. Tarih bilincimle, özgürlüğümü tarihin pençesinden kurtararak bütün renk ve şekillerini kendi özümden silip atıyordum. Beşeri toplumlara ilişkin bilgim, kendi toplumum, ırkım, ortamım ve soyumla ilgili bilgim, beni toplumun saltanatından ve ortamın hegemonyasından kurtarıyordu. İrfan ve din de, beni benden alıp götürüyordu. Bu dört belirleyicinin güçlü ellerinin altından kendimi kurtardıkça, dördünün de hakikatinin idrakine vararak belirleyicisi ben oluyordum. Böylece raiyeti olduğum şeylerin sultanı oluyordum.""

 

Şehit Doktor Ali Şeriati

 

""Dünyada her şey insanın varlığı içindir; sorun ise, onun ne için var olduğudur. Varlıklarını, varlıklarının aracı durumundaki şeylerin aracı haline getiren kimseler ne kadar gülünçtür!""

 

Şehit Doktor Ali Şeriati

 

Tarih: 15.03.2017 Okunma: 711

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?