Sen yaşama, ben yaşamayayım,
o yaşamasın, peki kim yaşayacak hakikatleri, nasıl ayakta kalacak hakikatler?
Kimse yanmasın ama âlem yansın öyle mi? İnsanlığın yaşaması için kan verecek
insanlara ihtiyaç vardır. Herkes insanlığı terk etse bu dünya ayakta kalabilir
mi? Nutuk çekerek, ahkâm kesmek niyetiyle öğrenerek hakikati nasıl diri
tutabiliriz ve nasıl diriliriz hakikatle? Bilgimizle ahkâm kesiyoruz sadece,
cerbezeyle iştigal ediyoruz münhasıran. Ki bilgimizde bilgi değil, bildiğimiz
bir şeyde yok haddizatında. Sadece bildiğimizi sanıyoruz. Birileri bişeyler
üfürüyor, hap gibi yutuyoruz. Doğru mu, yanlış mı sorgulamıyoruz. Çünkü artık
sürüyüz. Düdük ne yana yönlendirirse o yana gidiyoruz, sorgusuz sualsiz. Çünkü
layüsel bildiklerimiz öttürüyorlar düdüğü, öyleyse sürül git, hiç sorma. Oysa
herkes çıkarına göre yönlendirir. Aklını kullanacaksın kardeşim aklını. Her
üfürülene kafanı, kalbini, kulağını olduğu gibi açmayacaksın. İnsanlığı
mahveden, yoran, çürütün, yozlaştıran da bu değil mi zaten? Oysa bilmek değildir
maksat, bildiğini yaşamaktır. Hakikati hıfzet, yut ama yaşama geçirme, ne işe
yarar o hakikat? Eşeklik yapmaktan başka ne yapmış olursun o zaman? Bilipte
yaşamıyorsan, filhakika bildiğin hiçbir şey yoktur. Öğreniyorsun, biliyorsun
ama uygulamıyorsun, söyler misin bunun adı nedir? Münafıklıktır münafıklık.
Yaşamıyorsan, biliyorum diye tafra yapmana, kendini aldatmana gerek yoktur.
Böyle kaybeder insan hayatta! Kimliğini bildiğini sanır, dinini bildiğini sanır
ama bunların icaplarını yerine getirmez, böylece de yozlaşır, yabancılaşır
gider, kimliğine ve dinine karşı. Farkına bile varamaz. Birileri de zımnen
kimliğine ve dinine zarar verdimi, ne olduğunu, ne yapılmak istendiğini kafası
almaz, anlayamaz ve tepki koyamaz. Mankurtlaşmıştır hülasa. Unutmayalım ki;
bilmek değil, yaşamak sarsar karanlığın egemenliğini. Kur’an’ın bilinmesinden
rahatsız olan tek bir kâfiri, münafığı, müşriki gördünüz mü hiç? Ama Kur’an’ın
yaşanmasından rahatsız olan kâfirlerin, münafıkların, müşriklerin haddi hesabı
yok. Rahatsız değilmiş gibi görünmelerine aldanmayın. Hadi Kur’an’dan bir ayeti
insanca haykırın bakalım ne olacak ya da haykırabilir misiniz acaba? Türk’ün
Türk’üm demesinden rahatsız olanını gördünüz mü hiç? Ama Türk, kadim töresine
mütenasip yaşama gayretinde olsun da görün siz, o sessiz kalanları. Hadi töreyi
gerçekten uygulansın deyin de göreyim sizi, kaç kişiymiş töreye sadakatli olan.
Asla dinle, kimlikle gelene hemen inanmayın. Çünkü insanların en kolay
aldatılabilecekleri olgulardır bunlar. Zira insanları anında duygusal moda
soktukları için derinden etkilerler ve insanlar da sorgusuz, sualsiz
inanıverirler. Kur’an yaşansın, hayata müdahale etsin dediniz mi, hemen yafta
vururlar size. Bazıları da bundan ürker, korkar ve sinikleşiverir. Sanki bu
anlamda şöyle, böyle olmak çok iğrenç, tehlikeli bir şeymiş gibi. Ulan,
Kur’an’ın hayata müdahale etmesini istemek eğer birilerin dediği gibi olmaksa,
bunun size söylenmesinden gurur duyunuz, gocunacağınıza. Bir defa bu anlamda
Türk Milleti zaten ahlakçıdır, adaletçidir. Bazı şöyle, böyle geçinipte,
hainlikte zirve yapmış tiplere bakarak bu vasfın kötü olduğunu düşünmek ya da
bu vasfı sahiplenmekten ürkmek alıklıktır. Ama bizim yegâne iki vasfımız vardır
ve önemli olan da budur; bizler kimlik olarak Türk’üz, din olarakta yani yaşam
tarzı olarakta İslam’ız. Gerisi ise teferruattır. Siz, bildiklerinizi
yaşamadığınız müddetçe, şeytanilerin karanlığı hükümranlığını sürdürecektir.
Yolsuzluk kötüdür deyip durup yolsuzluktan el çekmedikçe; aldatmak günahtır
deyip durup aldatmaktan vazgeçmedikçe; ihanet etmek alçaklıktır deyip durup
ihanetten geri durmadıkça; paylaşmak güzeldir deyip durup saymaya ve yığmaya
devam ettikçe; kardeşlik güzeldir deyip durup ama kardeşlerini düşmana
sattıkça; mikrop ve kusmuk saçan dizler ruhumuzu çalıyor deyip durup ama
izlemeye devam ettikçe; Türk Medyası denilen ama gerçekte saf Siyonist Medyası
olan medyayı takip edip, onların paçavralarına paranızı verip, onların
köşelerinde ruhumuza kusan sütü ve kanı bozukların lağım gibi akan laflarıyla
beyninizi ve ruhunuzu harap etmeye devam ettikçe; alçak gönüllük güzeldir deyip
durup kibirden taviz vermedikçe, şeytanın egemenliğini tahkim etmekten başka
bir şey yapmayız, yapmazsınız. Aklımızı başımıza almalıyız ve hayatımızı
yeniden gözden geçirmeliyiz. Acil bir ‘’Ahlak Devrimi’’ne ihtiyacımız vardır.
Çünkü ahlaken çürümüş, kokuşmuş ve tükenmiş vaziyetteyiz.
İnsan, kendisine karşı
kurulan tuzakları, dip derinliklere dalmadıkça, senkronize ve analitik
düşünmedikçe, olguları ve olayları en dibine kadar tetkik, tahlil, tahkik
etmedikçe, önyargılardan ve putçuluktan arınmadıkça asla ve kata bozamaz ve
bozamayacaktır da. Mütemadiyen acılardan acılara sürgün yaşayacaktır. Tuttuğu
dal elinde kalacaktır. Kahvehane tarzı münakaşalarla, bildiğini sanarak ve
küfrederek tükenip gidecektir. Dünyayla oyalanıp duracaktır. İnsanlığın gerçek
sorunlarına duyarsız kalacak ama gerçek sorunlar kendisine ağır darbeler
indirdiğinde riyakârca cazgırlık yapacaktır. Nankör, cahil, zalim yani
nihayetinde. Eğer gerçekten bilmiş olsaydık ve bildiklerimizi yaşıyor olsaydık,
insanlığın düşmanlarının tezgâhlarına gelir miydik? Hakikatin bilgisini ve
bilginin hakikatlisini açıkça ortaya koymaktan, ifade etmekten tereddüte düşer
miydik, bildiklerimizi yaşama dönüştürmüş olsaydık? İnsanlığın düşmanları, bildiklerini
yaşadıkları için bu kadar güçlendiler. Çünkü bildiklerini eyleme dönüştürdüler,
bundan da zerre tereddüde kapılmadırlar. Her türlü zehirle, kumarla, fuhuşla,
dizilerle, şovlarla, abuk sabuk eğlencelerle milleti yozlaştıracaklarını, milletin
çocuklarını kendi özlerine yabancılaştıracaklarını ve böylece kendilerine
bağlayacaklarını bildikleri için, korkmadan, bu şeytan işi pisliklerin
reklamını yapabilmektedirler ve bunları hayatta uygulayabilmektedirler.
Milletin evlatlarını terörizm bataklığına saplayabilmektedirler. Ama bizler ne
yapmaktayız? Sadece her türlü zehrin, kumarın, fuhşun, terörün vd. kötü
olduğunu bilmekteyiz ya da bildiğimizi sanmaktayız. Zira hakikaten bilmiş
olsaydık, bunların ortadan kaldırılması için gerekeni de yapardık. Bu
pislikleri savunanların dalkavukluğunu yapmazdık. Bu pislikleri savunanları
övmezdik, bunların yaptıklarını farkında olmadan finanse etmezdik. Bugün Türk
Medyası denilen Şeytani Medyanın bünyesinde ki muzır tipleri övüyorsak eğer,
bir şey bildiğimizi sanmayalım. Bunları söylerken; şunu da ifade etmiyorum:
başka medyanın övülmesini istediğimi sanmayın. Zira bendeniz bu dünyada mutlak
bağımsız ve hür bir insanım. Hiçbir yerle iltisakı olmayan bir bireyim.
Allah’tan başka sahibi olmayan bir kulum. Ama başkalarını övmeyeceğim diye,
Şeytani Medyayı şaha kaldırmanın anlamı da yoktur. Bu tavır, cehaletin
müşahhaslaşmış, bedenleşmiş halidir. Çünkü Türk Medyası denilen Şeytani Medya,
filhakika Siyonist Medyasıdır, asla Türk Medyası değildir. Bunlara Türk Medyası
denilmesi Türk Milletine ihanettir ve Türk Milletinin çocuklarını namussuzca
aldatmaktır. Çünkü Türk Medyası
dediğimiz bir medya, töreye ihanet edemez, her türlü zehrin, kumarın, fuhşun
reklamını yapmaz, ecdada küfredemez, dinin hayatın içine girmemesi için
mücadele veremez, bütün kötülükleri ifşa edip iyilikleri gizleyemez, aziz
şehitlerin kemiklerini sızlatırcasına onlara kurşun sıkan teröriste sitayişler
düzemez. Tamam, tenkit edebilir, kötü bir yön varsa münasip bir dille, üslupla
dile getirebilir ama açıktan, haysiyetsizce saldıramaz, küfredemez. Türk
Medyası diyebileceğimiz bir medya; siyonizme, kapitalizme, komünizme,
liberalizme, anarşizme, demokrasizme ve her türlü faşizme karşı fikren
amansızca savaşır. Türk Milletinin kadim tarihinden alır ilhamını ve asrın
idrakine söyletir İslam’ı. Türk Medyasında yazanlar, kanı ve sütü temiz
insanlardan teşekkül eder, kanı ve sütü bozuk insan görünümlü hayvanlardan
değil. Gerçekler acıdır ama uyandırıcı ve dirilticidir de. Benim acılarıma acı
ekleyip, acılarımı çoğaltan herkese muhalifim. Bana saf, berrak hakikatler
lazım, bu hakikatleri erkekçe, hiçbir mihraktan imtina etmeden, tereddüde
kapılmadan izhar edecek insan lazım. Dünya nimetlerinin elinden çıkıp
gideceğini tasavvur ve tahayyül ederek, hakikatleri örtüp, insanları aldatıp,
kendi menfaatinin peşine düşenlerden insanlığa hiçbir fayda gelmez, gelemez,
gelmemiştir ve gelmeyecektir de.
SÖZLER:
""Büyük İnsanlık
Ailesinin mensubu olan her bir insançocuğuna dostça bir talepte bulunuyorum;
sizin eylemleriniz ve söylemlerinizle ya da insanlığınızı çiğneyerek hased edip
bulunacağınız bir itham ve atacağınız bir iftira ile hiçbir benzerinizin inancı
ölmesin, umudu tükenmesin, yaşama sevinci kaybolmasın. Bunun sonucunda o ruha
öyle bir acı yapışır ki, o acıyı ölüm bile söküp atamaz ve o acı sonsuza kadar
ruhla gider. Ruhun haykırışını duyumsayabilir misiniz?"’’
Bendeniz
""İnsanları,
ruhlarını inciterek, kendilerine ait bir şeyi ellerinden alarak kazanamazsınız.
İnsanların ruhlarına dokunun. Ruhunu kuşatamadığınız bir insanın bedenine
hükmetmeniz, o insanı alçaltmaz ama sizi zavallı yapar. Asıl zafer ruha
hükmetmektir. Gerçek galipler ruh cephesinde kazananlardır. Sadece bedene
hükmetmek hezimetin başlangıcıdır. Ruhuna hükmetmeyi başardığınız bir insan
size zaten gelecektir, sizin mücadele etmenize bile gerek kalmayacaktır.
Bedenini ele geçirdiğin insanın ruhu başka şarkıları terennüm ediyorsa söyle
neyi kazandın?""
Bendeniz
""Komşumuz ihtiyar
bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve
geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı
Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma
koydu; ‘Aleksi’ dedi: ---"Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun
için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı’yı yedi kat gökler
ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla
Aleksi, hiçbir zaman İNSAN YÜREĞİNİ YARALAMA!""
Nikos Kazancakis
""Yani asalet ve
üstünlük; soyla, zenginlikle, kuvvetle, makamla değil, ilim ve bilgelikle
olur.""
Aliya İzzetbegoviç
Tecrübe edilmiş bilgi ile
hazır bilgi aynı değildir. İnsan için yaratıcı ve geliştirici olan ameldir.
Yine ameldir, insanın varlıksal cevherini cilalayan ve aydınlatan. Amel, aydın
için şifadır. Aydın, amel sayesinde; sınıfında, çevresinde var olan, kendisi
ile halk arasında (elbette iş yapan halk) ayrılık düşüren sapık sınıfsal
şahsiyeti, sosyal gidişatı, ahlakı, duyguları ve adetleri değiştirebilir. Amel,
aydına, mahrumiyet ve çile sınıfının çağrısıdır. Bu çağrı, orta veya üst
sınıfta hem kendi kurtuluşunu, hem de insani sorumluluğunu yerine getirme
arayışı içinde olan aydın için biricik imkandır. Amel, aydını, halk kitlesi ile
uyumlu bir hale getiriyor. Böylece aydın ile halk arasındaki perdeler kalkar.
Bu, aydını öyle bir yüceltir ki; bir halk yazarının ifadesiyle: "Halk,
sokak ve pazarda onu kendisiyle değiştirir; yani kendi yerine koyar."
Amel, insanı, alinasyonaldan, özellikle de aydınsal alinasyondan korur.
Şehit Doktor Ali Şeriati
""Bilgi, beni, her
gün daha güçlü yapıyordu, güçlendikçe de kendimi ve dünyayı daha iyi
tanıyordum. Tabiat bilincim, beni doğa zindanından kurtarıyordu. Tarih
bilincimle, özgürlüğümü tarihin pençesinden kurtararak bütün renk ve
şekillerini kendi özümden silip atıyordum. Beşeri toplumlara ilişkin bilgim,
kendi toplumum, ırkım, ortamım ve soyumla ilgili bilgim, beni toplumun
saltanatından ve ortamın hegemonyasından kurtarıyordu. İrfan ve din de, beni
benden alıp götürüyordu. Bu dört belirleyicinin güçlü ellerinin altından
kendimi kurtardıkça, dördünün de hakikatinin idrakine vararak belirleyicisi ben
oluyordum. Böylece raiyeti olduğum şeylerin sultanı oluyordum.""
Şehit Doktor Ali Şeriati
""Dünyada her şey
insanın varlığı içindir; sorun ise, onun ne için var olduğudur. Varlıklarını,
varlıklarının aracı durumundaki şeylerin aracı haline getiren kimseler ne kadar
gülünçtür!""
Şehit Doktor Ali Şeriati