KENDİ AKLINI KULLANMA CESARETİ GÖSTER!...26...

Özgür DENİZ - 19.03.2017

İnsanlığın, kıskaçlarında olduğu üç mihrak vardır; zer-zor-tezvir. Servet- kudret-aldatma. Komprador-politika-tahrif ve tahrip edilmiş din. Karun-Firavun-Haman. Burada bir emek, kazanma, ter, kan, yaş var mıdır yoksa olaylar nasıl gelişmektedir? Kimdir bunlar? Kim için vardırlar? Niçin vardırlar? Niçin yaşarlar? Nasıl yaşarlar? Bu üç mihrak birbirlerini besleyerek var olurlar, büyürler ve egemenliklerini tesis ederler. Bu statülere yükselmek bazı insanlara mı mahsustur? İnsanlık ailesi, bunların kadim köleleri midirler? Ülkelerin toprakları bunların çiftlikleri midir? Devletin hazinesi bunların kavukları mıdır? Bunlar, kaderlerin yazıcıları mıdırlar? İnsanlık, bunlar için mi çalışmak zorundadır? Bunlar arkaları güçlü, kasaları dolu insanlardır ve hep bu türden insanlar arasından çıkmaktadırlar. Bu kader midir? Kaliteli yaşarlar. Devletten en yüksek ücreti alırlar. Yedikleriyle, içtikleriyle, giydikleriyle, bindikleriyle, konakladıklarıyla görkemli bir hayat yaşarlar. Geri kalanlar bunlara kazandırsın kâfi, artık bundan gayrı hiçbir değerleri, anlamları yoktur. Muayyen zamanlarda hatırlanmak geri kalanlara kifayet eder, onlarda zaten bundan memnundurlar.  Burada anlam ile kaliteyi karıştırmamak icap ediyor. Anlamlı değil kaliteli yaşıyorlar. Kaliteli yaşamak anlamlı yaşamak değildir. Bilakis kalite özünde anlamsızlık demektir. Modern dünyada kalite, anlamın boğulduğu ve kaybolduğu hatta kovulduğu şeydir. Beyinleri ve ruhları anlamdan yoksun olanların anlamlı yaşamaları diye bir şey söz konusu olamaz. Ki, anlamlı yaşamak lüksü, vicdanı olanlara mahsustur, bunlar ise kahir ekseriyetle vicdandan mahrum tiplerdir. Millet yoksulluk içinde kıvranırken (ki ancak geçimini sağlayacak imkâna sahip olmak asla zenginlik değildir ve misal verecek olursak, memur vb. yoksuldurlar.) Çünkü memurun çalışmak dışında keyifli dakikalara ayıracak zamanı ve parası asla yoktur. Memur yaşarsa parası olmaz, parası varsa yaşamıyor demektir. Bir nevi ücretli kölelik, bir de bir ömür çalışarak elde ettiği kazanım pamuk ipliğine bağlı oldu mu bitiktir. Bunlar nasıl oluyor da son derece lüks içerisinde yaşayabiliyorlar? Böyle olduğu halde, bizler nasıl oluyor da bu türlerin peşlerine düşüyoruz bilinçsizce ve şuursuzca? Ya da niçin hiç sormuyoruz ve sorgulamıyoruz, münhasıran sitayişe boğuyoruz? Bu türler hakikaten bir ülküye inanıyorlar ve varlıklarını adıyorlar mıdır? Böyle bir durum mevzubahis ise şayet, bu durumun hayata izdüşümlerini biz niye müşahede edemiyoruz? Zevahirde ki mücadele sahneleri sahici mi? Yoksa her şey düzenbazlıktan, hokkabazlıktan mı ibaret? Birbirileri için dengeleyici unsurlar mı acaba? Her biri bir kitleyi kontrol altında tutmak için mi var? Her kitlenin farklı duyguları var olduğu için ve bu yüzden her kitlenin duygularına tercüman olacak bir yapılanma olması icap ettiği için mi muhtelif yapılanmalar ve o yapılanmalarda toplanmış tipler var? Böyle ise, bunu fark etmek ve gereğini yapmak için çaba sarf etmemiz gerekmez mi? Hani biri çıkar bir olguyu eksen alarak bağırır ve o olgunun şahıslarında kesif şekilde olaylaştığı düşünülenleri peşinden sürükler; başka biri çıkar başka bir olguyu eksen alarak bağırır ve o olgunun şahıslarında kesif şekilde olaylaştığı düşünülenleri peşinden sürükler; keza başka biri daha başka bir olguyu eksen alarak bağırır ve o olgunun şahıslarında olaylaştığı ve bu olguları önceledikleri sanılanları peşinden sürükler ve böylece tüm kitleler kontrol altında tutulmuş olur. Oysa insana dair tüm ortak olgular insan için olan şeylerdir ve vazgeçilmesi imkânsız olgulardır. İnsanı, insan kılan olgulardır. Bu olgular birbirinden asla ayrılamazlar ve bölünemezler. Ama her nedense bu olguların her biri bir yapılanmanın inhisarına bırakılmıştır. Ve bir diğeri, kendi alanına girmeyen olguyu asla sahiplenmez ve o olguya matuf bir eylemde bulunmaz, ne teorik olarak ne de pratik olarak. Siz, hiçbir fraksiyonun insanlığa dair kadim olguları bir arada kendi bünyesinde toplayıp apolojisini yaptıklarını müşahede ettiniz mi? Oysa bunu yapabilmeleri iktiza eder. İşte buraya dikkat! Burada çok gayr-i ahlaki bir oyun var. Ön planda bunu yaparlarken, yani bir nevi olgu paylaşımı-bölücülüğü yaparlarken ve milleti ayrıştırarak buradan rant sağlarlarken, arka planda da hepsi lüks yaşamları içerisinde dem sürerler. Ve tabi bu yolla varlıklarını korumaya aldıkları görünmeyen ama bunlara müzahir olan adamlarda keyiflerine bakarlar. Bilakis, namuslu bir iş, bir eylem yapıyorlarsa şayet, kavgalarında samimi olmaları, halka her şeyi sarih olarak izah etmeleri ve yürüdükleri yolda bir nebze olsun ilerleme kaydetmiş olmaları, sahici adımlar atmaları iktiza etmez mi? Ama böyle bir şeye şahit olmamız kabil-i mümkün değil. Zira görünen köy kılavuz istemez. Hangi olguyu eksen alırlarsa alsınlar ve hangi olgu ekseninde eylem yaparlarsa yapsınlar, hiçbirinde samimiyet müşahede etmek kabil olmuyor maalesef. Mukaddes ve ortak olgular, bunların ellerinde tefessüh ediyor adeta. Yapılan şey sahte mücadele ve mebzul miktarda nutuk, arada bir arbede, başka hiçbir şey yok. Kendileri bitevi kazanıyorlar, millet sürekli kaybediyor; kendileri sefa sürüyorlar, millet cefa çekiyor. Bu ise derin bir paradokstur. Buradaki sözlerimiz istisnasız tüm insançocuklarının her biri için geçerli değildir. Ama kahir ekseriyet için geçerlidir. Allah, hepimizi ıslah etsin. Âmin.

 

Bizim, payidarlığı ve tümlüğü için sınırsız kan, ter, yaş feda etmekte hiçbir an tereddüt etmediğimiz ülkemizin coğrafyası ne kadar stratejik bir mahiyete haizse, ümmetin ve insanlığın yegâne ümidi ve hamisi olan milletimizin ruh coğrafyası o kadar kaotiktir. Geçelim! Sanki tefrika ile halk olunmuş ruhumuz ve sonradan bedenimize sirayet etmiş bu tefrika ve bitevi bölünmüşüz. Bölünmeden kaldığımız hiçbir yerimiz yok. İnsanımız bölük bölük. Dini yapılanmalarımız bölük bölük. Siyasamız bölük bölük. Ne gariptir ki bu bölünmüşlükte bir de hikmet arama durumu ve bunu da Peygamberimize isnat etme anlayışı var. Oysa bizim medeniyetimizin özü vahdet ve tevhiddir. Şöyle bir gariplik var; nasıl her kitleye uygun politik hareket varsa, her kitleye göre cemaat yapılanmaları var. Hayır asıl garibime giden şudur; bunlar nüans farklılıkları yüzünden ayrı olmuş olsalar zevahirde ama batında bu farklılıkları yok edip kesrette vahdeti tahakkuk ettirseler eyvallah ama hayır hem zevahirde hem de batında paramparçalar. Yani özlerinde de, sözlerinde de birbirlerine muhalifler. Bildiğimiz partiler nasıl maddi partilerse, cemaatlerde sanki manevi birer parti gibidirler. Bu durum ise vahdetin ve tevhidin önünde ki en büyük handikaptır. Tabi bunu fark edecek, anlayacak, kavrayacak, hissedecek kafa ve kalp lazımdır. Sanki vazifeleri ve işlevleri nefis tezkiyesi, ruh temizliği, ahlaki yükselme yani manevi tekâmül değil, maddi egemenlik tesis etmek. Ki bunun en bedihi hüccetini aydınlık Temmuzu karanlığa boğan gecede bizatihi yaşadık, tecrübe ettik. Böylece de ne oluyor, din maddenin hizmetine girmiş oluyor. İnsana hizmet etmesi gereken din, dünyaya hizmet ediyor. Cemaat nedir? Nasıl teşekkül etmektedir? Cemaatlerin işlevi nedir? Aralarında niçin çok derin farklılıklar mevcuttur? Hakiki manada ki cemaatin, günümüzdeki cemaatlerle ilintisi var mıdır? Cemaatlerde ahlak birincil derece önemli olması gerekirken, niçin müntesiplerinde ahlak en son plandadır? Dini temsil ettikleri iddiasında olan cemaatlerin, kitaptaki dinle ciddi düzeyde bir alakaları var mıdır? Cemaatler niçin kapitalizme açıktan tavır alamamaktadırlar? Eğer siyaset edeceklerse, ki bendenizin indi mülahazalarıma göre etmelidirler de ama mutlak yasalara mütenasip şekilde yani insanları dünyanın karanlığından ve esaretinden kurtarmak ve kendilerini bulmak konusunda, kapitalizme karşı mücadele de etmelidirler. Tavır almayı ve mücadele etmeyi bırakın, bilakis kapitalizme zımni destek veriyorlarmış gibi bir resim sergilemektedirler sanki. Bu ahlaki midir, dinin özüne uygun mudur? Haddizatında cemaatlerde ki bu farklılık, kitlelerin kontrol altında tutulması için bir oyun mudur? Maddi anlamda partilerin kitleleri kontrol altında tuttuğu gibi, manevi anlamda da cemaatler mi kontrol altında tutmaktadırlar kitleleri? Bir cemaat, Allah ahlakına mugayir tavır içerisinde olabilir mi? Allah adaletine mugayir hareket içerisinde olabilir mi? Evet hiç kuşkusuz cemaatlere bağımlı kitlelerin her bir üyesi de insandır ama ahlaksızlığın ve adaletsizliğin bu kadar müşahhaslaşması nasıl izah edilebilir? Cemaat liderleri nasıl oluyor da hakikati sarih olarak izah etmekten geri duruyorlar? Ya da bir cemaatte Allah’ın vahyinden bahsedilince niçin gocunuluyor ve garip bakılıyor vahyi gündem yapana? Cemaat liderleri nasıl oluyor da hakikati göz göre göre tahrif ve tahrip edebiliyorlar? Oysa Allah ile aldatmak, aldatmaların en kötüsüdür. Bir cemaat, lideriyle ve müntesipleriyle, Müslüman’ı bırakıp, kâfiri dost edinebilir mi? Bir cemaat çıkarını ve parayı önceleyebilir mi? Bir cemaat Peygamberin sünnetine muhalif bir yaşam içerisinde olabilir mi? Bir cemaat söylemde farklı eylemde farklı hareket edebilir mi? Cemaatler, insanları, niçin Allah’a değilde kendilerine çağırmaktadırlar? Niçin vahiy temelinde vahdeti ve tevhidi tahakkuk ettirip bir araya gelememektedirler ve müntesiplerine farklı da olunsa kardeş oldukları ve olmaları tavsiye edilmemektedir? Cemaatlerde kadim insanlık ilkeleri değilde, niçin sonradan cemaat tarafından üretilmiş ve insanları belli bir kalıba sokma amacı güden ilkeler hâkimdir? Buradaki sözlerimiz istisnasız tüm cemaatler için geçerli değildir. Ama küçük çaplı cemaatlerin büyüdükleri zaman tıpkı diğerleri gibi olmamaları iktiza etmez mi? Cemaatler büyüdükçe niçin hakikatten inhiraflar tecessüm etmektedir ya da inhiraf etmeden büyümek kabil değil midir? Cemaatler isticalen nefis tezkiyesi yapmak, arınmak ve asli mahiyetlerine irca etmek zorundadırlar.

 

Nice insanlar gelip geçmişlerdir dünya denilen köprüden. Dünya hiçbirine kalmamıştır. Çünkü dünya kalmaz, kayıp gider ama sen fark etmezsin, çünkü sende kayıp gitmektesindir, haddizatında sen kayıp gidersin de dünya kalıp gider ama sen bilemezsin, dünyanın da seninle kayıp gittiğini sanırsın. Oysa dünya daha kaç misafir ağırlayacak tahmin bile edemezsin. İnsanoğlu; cahil, zalim, nankördür! Dünyanın bir köprü olduğunu bilmesine, dünyayı birgün geride bırakacağını zoraki de olsa fark etmesine rağmen dünyayı dine müreccah kılmışlardır. Kendi kendilerine kalınca Allah demişler, hayatın içine dalınca şeytanın adımlarını takip etmekte bir beis görmemişlerdir. İnsan, cahil, zalim ve de nankördür! Bu tıpkı şuna benzer; yanılmıyorsam George Pulitzer’in Felsefenin Temel İlkeleri kitabında bahsettiği gibi; bilim adamları laboratuvarda yalnız başlarına kaldıklarına Tanrı’ya inanmaktadırlar ama insanların içine karşınca Tanrı’yı inkâr etmektedirler. Çünkü gerçek, insana, insan ancak yalnız kaldığında gülümser. Hani Kur’an’da der ya; yapayalnız ve çaresiz denizin ortasında kalınca Allah der, istimdat umar ama kurtulunca da Allah’ı unutuverir. İnsan bu maalesef! Çünkü dünya da çıkar vardır ve kalabalık kalbi boğmakta, zekâyı meflûç kılmaktadır, bu yüzden de insanı ıskat etmektedir. Allah’ın ayetlerini çok ucuza satmaya yeltenmektedir. Keşke insan kim olduğunu, ne yaptığını bilseydi, belki uyanırdı ama ne kendini, ne de ne yaptığını bilemeyecek kadar cahildir. Dünya nimetlerini kazanmak uğruna dinden vazgeçmeyi tercih edecek kadar cahildir. İnsanların masum duygu ve düşüncelerini istismar ederek kudret, servet, şöhret, itibar kesp etmeye tevessül edecek kadar basitleşmiştir. Allah huzurunda başını eğmekte zorlanan insan, paranın ve konforun huzurunda kolayca secdeye kapanmayı uyanıklık sanmaktadır. İmanı, ihlası, yükseklere ulaşmak için birer merdiven gibi kullanmayı marifet addetmiştir. Dostunu ucuza satmış, düşmanın kölesi olmayı tercih etmiştir. Halkın sofrasına, buyuru beklemeden dalmış ama düşmanın sofrasına davet edilmek için düşman önünde diz çökmekten imtina etmemiştir. Tarihte nice şahsiyetler yaşamışlardır ki, bunlar, en mümeyyiz vasıflarla teçhiz olmuş çok müstesna şahsiyetler oldukları halde, kendileri bile fevkine varamadan, ya kendi iradeleriyle yahut dünyanın derinden kuşatıcı ve esir kılıcı cazibesiyle ve dahi peşlerinden sürükledikleri insanların mübalağalı sitayişleriyle, hatta ve hatta şeytanın desiseleriyle yollarını ve yönlerini kaybetmişler, kıblelerini şaşırmışlardır. Nihayet milletlerini bile terk etmişlerdir. Ne gariptir ki, millet, filozoflara, âlimlere, politikacılara hiçbir zaman ihanet etmediği halde bunlardan hep ihanet görmüştür.  Tarih bu türlerin ihanetlerine şahit olduğu halde milletin ihanetine hiçbir zaman şahit olmamıştır. Millet iman ettiğine sırtını dönmemiş, inandığını satmamış, yalana tenezzül etmemiş, hakkı batıl ve batılı hak bilmemiştir ve maslahat icabı hiçbir gerçeği katletmemiştir. Millet yenilgiye uğrar, metazori susturulur, zaafa uğratılır ve zayıflatılır amma velakin mukaddeslerini asla ve kata lekeletmez. Çünkü milletin zihni tam olarak kirlenmemiş ve kalbi lekelenmemiştir. Farkında ve bilinçli olarak kendini düşmana satmaz ve teslim etmez. Millet, liderlerini de düşmana asla peşkeş çekmemiştir. Riya maskesiyle kendi gerçeğini örtmemiştir. Olabildiğince doğal, samimi ve dürüst olmuştur hep. Dinini ucuza satmamış, yalanını dine tercih etmemiştir. Belki, cehaleti, gerçekleri ihsas etmesine ve hissetmesine mani olmuştur o kadar. Hiçbir şartta ve koşulda, adalet uğruna kavga veren yiğitleri, felaha susuz kalmış olanları, dindarane görüntülerle, hürriyetperverlik duygularıyla, aydın vasfıyla aldatmamış ve uyutmamıştır. Millet, tüm yaşamında kahir ekseriyetle samimi ve sadık olmuştur. Dost olmasında, masumiyetinde, samimiyetinde ve saflığında, imanında ve inkârında, bilinçli oluşunda ve cehaletinde mütemadiyen doğal ve dürüst olmuş, aldatmamıştır. Anlayan anlamış, anlamayan da anlamamaya devam etmiştir.

 

Evet, halkın dışında kalanlar, karşısında olanlar da yani sanatçısı, aydını, âlimi, siyasetçisi, futbolcusu vs. halk kadar samimi, saf, masum, doğal, dürüst, güvenilir olabilselerdi dünyaya kötülük değil iyilik egemen olurdu inanın. Halk sevdi mi gerçekten sever, nefret etti mi gerçekten eder. Bu sizin elinizdedir. Ya kendinizi sevdirirsiniz ya da kendinizden nefret ettirirsiniz. İkisinin sonucunda da halkı suçlayamazsınız. Çünkü halk hayat gibidir, ne verirseniz size geri o döner. Halk şöyle böyle diyemezsiniz. Çünkü halkı şöyle böyle olmaya iten sizsiniz. Halkın aydınlanmasından da, düzelmesinden de, karanlığa gömülmesinden de sizler sorumlusunuz. Etkiniz kuşkusuz büyüktür. Etkinize göre tepki almanız da normaldir. Bir öğrenciyi düşünelim lütfen. Öğrenci kimi örnek alır? Annesini, babasını, öğretmenini örnek alır. İşte tıpkı bunun gibi, halkta karşısında gördüklerini örnek alır. Sanatçısını, aydınını, âlimini, siyasetçisini, futbolcusunu vs. Halkın karşısında duranlar, kendileri karanlıkta dolaşıp, kötülükler içerisinde yaşayıp, devri âlem yapıp, zevk-ü sefa içinde dem sürüp halka nasihatte bulunamazlar, dürüstlük satamazlar. Biteviye konuş, nutuk at ama eylemle işin olmasın, peki halktan ne bekleyebilirsin ve bir şey beklemeye hakkın olur mu? Halka sürekli nasihatte bulun ama kendin yapma, sonrada toplumda ki bozukluklardan şikâyet et. İşte bu olmaz. Bu haysiyetsizliğin, hissiyatsızlığın, hassasiyetsizliğin, ahlaksızlığın daniskası olur. Sen adam ol ki, halka adam olmanın yolunu göstermeye hakkın ve haddin olsun. Maalesef halkın karşısında duranlar güven vermekte başarılı olamamaktadırlar. Halkı aydınlığa götüreceklerine karanlığa götürmektedirler. Maalesef zihinlerimiz felaket şekilde tahrip ve tahrif edilmiştir. Adeta yağmalanmıştır ve yağmalanmaya da devam etmektedir. Ama buna müsaade edenler de bizleriz. Bir türlü hakikatle yüzleşmesini beceremedik. Hakikatten hep kaçtık, katıkça da yalanların kucağına düştük. Düşünmüyoruz, sormuyoruz, sorgulamıyoruz, okumuyoruz. Anlama yetimiz sıfır. Bakmasını bile beceremiyoruz maalesef. Artık hissedemeyecek kadar körleşmiş, sağırlaşmış vicdanlarımız. Zihinlerimiz felç oldukça, düşmanlarımızı dost, dostlarımızı düşman olarak görüyoruz. Bize sunulan zehirleri bal gibi algılıyoruz. Balı da zehir gibi algılıyoruz. Tuzakları fark edemiyoruz. Boş vermişlik duygusunun kıskacında kıvranıyoruz. Bizleri illaki bir tarafımızdan yakalıyorlar ve tutsak ediyorlar. Misal; niye bu kadar dizi var? Çünkü insan çok boyutlu bir varlık. Bu yüzden herkesi bir boyutundan yakalamaya çalışıyorlar. Her insana hitap edecek dizi üretiyorlar ki, dizisiz tek bir insan kalmasın. Böylece tüm zihinler kolayca yönlendirilebilsin ve zihinsel faaliyetler sonlandırılabilsin. Yani tüm insanlar alıklaşsın ve aptal olsun. Düşünemeyecek kadar mallaşsınlar. Bitevi kötü alışkanlık edinsinler ve o alışkanlıklarında devam ettikçe de düşmanlarına kazandırsınlar. Düşmanlarını fark edemesinler. Vazifelerini layığı ile yapamasınlar. İdeolojik müntesiplerde aynı durumdadır. Birbirlerine yaklaşacakları yerde, birbirilerine uzaklaşmaktadırlar. Aynı ortak noktada buluşabilmeleri mümkünken, nasıl bir araya gelememektedirler gerçekten ilginç. Oysa birbirlerine düşmanlıkları yüzünden kendileri kaybetmekte ama hepsinin düşmanı olan komprador itler kazanmaktadırlar. Bunu ya fark edemeyecek kadar kördürler ya da birileri bunun fark edilmemesi için özel bir gayret sarf etmektedir. Ayrıca bu bilerek bir düşmanlık değildir. Bu düşmanlıklar, mutlak cahilliğe dayanmaktadır. Herkesin ortak paydası; vatan-ahlak-adalet olmalıdır ve herkes bu değerlere sahip çıkmalıdır. Bu değerlere zarar vermeden, bu ülke üzerinde kimlik ve din ekseninde Milli bir Devrim yapmaları gerekmektedir. Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizmi ile teşrik-i mesai içinde olan Firavunların, Karunların, Belamların sömürülerini zir-ü zeber etmek ve Ahlak ve Adalet Devletini tesis etmek için. Bilakis sürünmeye devam! Kodamanların eline bakmaya devam! Bir yudumluk umut olamayacaklardan medet ummaya devam! Emperyalizmin Truva Atı olan ve bizleri manen sömüren yapılanmalardan himmet beklemeye devam! Oysa herkesin kendisi bir kurtarıcıdır ve herkes kendini kurtarmalıdır. Bizler ise Mehdicilik, Mesihcilik oynuyoruz. Son tahlilde; düşünmeliyiz ve düşüncelerimizi mutlaka eyleme dönüştürmeliyiz. Siz bir adım atın Allah size on adım atacaktır bilin ve inanın!

 

‘’Bilmeyen nasıl sorsun? Sormayan nasıl bilsin? Sorardı bilen, bilirdi soran.’’ Derken ne derin, ne anlamlı, ne hakikatli söz söylemiş Mevlana. Maalesef insanoğlu tabiatını değiştirmeyi hiç düşünmüyor. Alışkanlıkları ile yaşayıp gidiyor ve alışkanlıkları ile yaşarken, aynı alışkanlıkları çocuklarına miras bıraktığının ve onları haddizatında yangınlar içine attığının farkında bile değil. Oysa hayatında bir kez de olsa alışkanlıklarını bırakmayı denese ve çocuklarını da aynı alışkanlıkların kurbanı olmaktan kurtarsa ve korusa ne de büyük iş yapmış olacağını bilemeyecek kadar cehaletin karanlığına mahkûm olmuş. Şimdi sizleri insanlığın en ahlaklı, en adil, en hissiyatlı, en hassasiyetli, en mesuliyetli, en emin, en merhametli, en şefkatli, en sevgili yegâne yüce Önderinin, hayatı mutlak olarak aydınlatan, insançocuklarını karanlıktan aydınlığa götürücü, ruhları dirilten, tenleri direngen kılan eşsiz sözleriyle baş başa bırakıyorum.

 

1.Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

2.Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.

3.Bağışını geri alan kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar. Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer.

4.Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder.

5.Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye bırakan veya istifade edilen bir ilim bırakan veya kendine dua edecek salih evlat bırakan.

6.Bir Müslüman’ın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.

7.Biriniz kardeşini Allah için seviyorsa ona sevdiğini söylesin.

8.Bizi aldatan bizden değildir.

9.Cennet anaların ayağı altındadır. 

10.Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.

11.Ey iman edenler Allah’ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan sakının.

12.Halka teşekkürde bulunmayan Allah’a şükretmez.

13.Her kim borçlu fakire mühlet verir yahut borcundan indirirse Allahu Teâlâ da onu Arşının gölgelerinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşının gölgesi altında dinlendirir.

14.Herhangi bir Müslüman çıplak bir Müslüman’ı giyindirirse, Allah da ona Cennetin meyvelerini ikram eder. Herhangi bir Müslüman susuz bir Müslüman’ı suya kandırırsa, Allah da ona ağzı mühürlü (el değmemiş) Cennet meşrubatından ikramda bulunur.

15.Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.

16.Hiçbir kimse, el emeği ve helal kazancından daha hayırlı bir yemek yememiştir.

17.Hiçbiriniz kendisi için istediğini mü’min kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.

18.İnsanlar eğer Ramazan ayının kıymet ve ehemmiyetini hakkıyla bilselerdi, ümmetim, bütün senenin Ramazan olmasını temenni ederdi.

19.İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

20.İlim öğrenmek üzere yola çıkan kimseye, Allah cennet yolunu kolaylaştırır.

21.İnsanlar yaşadıkları gibi ölürler.

22.İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.

23.İşçiye ücretini, alnının teri kurumadan veriniz.

24.Karşılıklı ticarette ticaret yaptığın kişinin Namaz kılması seni kandırmasın.

25.Kim bir hayırlı işi yapmaya yönelirse, onu yapan kadar mükâfat alır.

26.Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, kendisine onun kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.

27.Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ihlâs ile oruç tutar ve kıyam ederse (teravih namazı kılarsa) annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenir.

28.Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.

29.Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

30.Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir.

31.Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.

32.Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.

33.Mümin kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

34.Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır.

35.Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da onun kıyamet günü ayıplarını örter.

36.Resülullah aleyhissalatu vesselam’a: “En efdal insan kimdir?” diye sorulmuştu. “Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes” buyurdular. Ashab: “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu’l-kalb ne demektir?” diye sordu. “(Mahmüm kalb), Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdular.

37.Size vermekte olduğu nimetlerden ötürü Allah’ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz.

38.Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.

39.Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.

40.Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.

Tarih: 19.03.2017 Okunma: 811

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?