UNUTMAYIN! NEMRUT'U BİR SİNEK GEBERTTİ...

Özgür DENİZ - 19.05.2017

Burada, arada bir, hayatın küçük ama sonsuz önemli detaylarından bahsediyorum. Bunu zaten fark ediyorsunuzdur kardeşlerim. Çünkü kaybedişimize neden olan şeyler, küçük gördüğümüz ama hakikatte çok büyük olan detaylardır. Unutmayın, Nemrut’u bir sinek öldürdü! Küçük şeylerden bahsederken sanki özelden bahsediyormuşum gibi geliyor olabilir ama asla böyle bir şey yok. Ki, böyle şeylerden herkes bahsedebilir. Bilakis gerçeği nasıl ifade edecez, nasıl doğruları ortaya koyacaz? Doğruları söylemek, illa kendinin doğru olduğunu ifade etmek demek değildir ki. Ki, böyle düşünmek bile, haddizatında, bizim, çocukça düşündüğümüzün alameti olur. Benim istediğim şey, sadece güzel insanlar olalım, güzel bir dünya kurulsun, herkes düzeyli, seviyeli, kaliteli yaşasın, barış olsun, kardeşlik olsun, umut olsundur. İstiyorum ki, kimse kimseye düşmanlık etmesin, kimse kimsenin kuyusunu kazmasın, kimse kimseye iftira atmasın, kimse kimseye üstünlük taslamasın, kimse kimsenin hakkını gasp etmesin, herkes herkese selam versin, herkes herkese insan nazarıyla bakıp ona göre davransın ve bir kimse, kendisinden farklı düşünüyor diye diğer bir kimsenin hakkına tecavüz etmesin, kendi adamını kayırıp başkalarının önüne geçirmesin ve bu yolla düşmanlık, kin, nefret yolları açılmasın, bilakis kapansın ve birlik olunsun. Yegâne gayem budur. Zor değil bu, inanın. Ki, şimdi, bunları söyledim diye, burada kendimi anlatıyor değilim ki, genel konuşuyorum, bunu bile yanlış algılamak, anlamak, bizim ne kadar basit düşündüğümüzün göstergesi olur. Maalesef bizler kendimizi çok basitleştiriyoruz. Anlayışımız çok kıt. Düzeyimiz çok düşük. Koca koca adamlarız, en azından dört yıl beden eskitmişiz yüksekokul yollarında, okumuşuz güya ama cahiliz. Sağlıklı iletişim kurabilme becerimiz bile yok. İletişimlerimizde seviyeyi hemen düşürüyoruz, söylediklerimizi sadece dinliyoruz ama anlamıyoruz. Birbirimizle iletişimlerimizde o kadar sulu hareket ediyoruz, o kadar basit, çocukça davranıyoruz ki, kendi kendimizi düşürdüğümüzün ve gülünç hale geldiğimizin bile farkına varamıyoruz. Ve davranış konusunda bu türleri uyardığınızda da hemen size küsüyorlar ya da kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Oysa düzeyli, seviyeli, kaliteli iletişim kurmak zor değil. Sadece dilimizi düzeltmek bile kifayet eder buna. Hayatımız argo olmuş, çok ucube bir dilimiz var, boş boş konuşmayı, aptalca hareketler yapmayı bir şey becerdik zannediyoruz. Sanki argo konuşmaya mahkûmmuşuz gibi tahayyül ediyoruz. Çünkü kaliteli yaşamayı beceremiyoruz, dilimizi insan gibi kullanamıyoruz. Hayır, bunları söylemek kötülük değildir ki, bir yanlışı söylüyoruz ve bu yanlışı yapıyorsak düzeltmemiz icap ediyor, bilakis yanlış ortaya konduğu için kızmamız gerekmiyor. Ama biz kızıyoruz yani çocuk gibiyiz. Gerçekten küçük çocuklar gibiyiz. Hatta çocuklar bile bizden daha akıllıdır inanın. Hani çocuklara ve öğrencilere anlatırsın, anlatırsın ama bir türlü anlamazlar ve kafayı yersin ya, aynen öyle bir diyalog içindeyiz. Yanlışı dolaylı yoldan anlatsan bile, her şeyi bildiğini ifade eden, okumuşluk iddiası güden biri anlaması gerekir normalde değil mi? Ama vallahi öyle olmuyor işte, adam anlamıyor kardeşim, çünkü aklını kullanmıyor, sanki büyümüş ama çocuk düzeyinde çakılıp kalmış ya da beceremiyor bunu. Bilmiyor, anlamıyor ama bilmeye ve anlamaya da çalışmıyor yani gerçekten küçük, çok küçük. Büyük olmayı her şeyi bilmek sanıyoruz, okumuş olmanın cehaleti alacağını düşünüyoruz velakin sonsuz yanılıyoruz. Ucuz çıkar hesapları yapıyoruz ve bu temelde iletişim, ilişki kuruyoruz. Bakınız, aklımızı kullanmayı bilmiyorsak, küçük bir çocuktan farkımız yoktur. Konuşuyorsun, anlatıyorsun ama anlamak istemiyor ki karşındaki. Hayır anlasan ne olur sanki, içinde ki dürüstlüğü uyandırsan olmaz mı, aklını kullanmayı bir kere denesen, zorlasan biraz kendini buna olmaz mı? Mesela, hep iyi konuşursak, yanlışları görmezsek çok iyi insanlar oluyoruz ama ya bir de yanlışı görüp ve üstüne, gördüğünü ifade ettin mi, yandın. Niye böyle oluyor? Oysa akıllı isek, biliyorsak, anlıyorsak, büyüksek, okumuşsak asla böyle olmamalı, olgun insanlar olup dile getirilen yanlışı kabullenmeli ve kendimizi düzeltmeliyiz, yanlışımızı dile getireni düşman bileceğimize. Karşındakinle konuşuyorsun, konuşuyorsun ama bir türlü anlamak istemiyor, istediği gibi anlıyor hatta hiç anlamıyor, zira böyle bir bilinci, becerisi yok. Sonra da gidiyor, anlattıklarını tam zıt şekilde gammazlarcasına ortalıkta sayıklamaya başlıyor, onlarda sormuyorlar ki, gerçekten anlattığın gibi mi, doğru anladın mı diye, bilakis hemen atlıyorlar maden bulmuş gibi ve küçük, ucuz, basit çıkarlarına meze yapıyorlar bu tür basit insanların basit hareketlerini. Yani iki tarafta basitliğin dibine batıyorlar. Çünkü iki tarafta zavallı, sünepe, mıymıntı, küçük tipler gibi hareket ediyorlar. Oysa büyük insan olmayı, büyük bakmayı, büyük düşünmeyi bir becerebilseler, hayatları tamamen değişecek ve değişmeye hazır hayatları da değiştirecekler ama böyle bir ülküleri yok ki onların. Onlar, hayatın, büyüseler de, hep küçük bıraktığı tipler maalesef. Adam, gücü var diye, karşısındakine istediği gibi davranacağını sanıyor ve davranıyor da ama karşısındaki insandan da aynısını görünce hemen gücüne sığınıp, o insana zarar vermeye, onun hakkını gasp etmeye yelteniyor. Ya adam anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor, durmadan anlatıyor ama anlattığı olumsuzlukların hepsini kendisi yapıyor ve garip olan şeyse, bunun farkında bile olmuyor. Hak yemenin kötülüğünden dem vuruyor ama vazifesini yaparken hakkın alasını yiyor ve fakat bunun fevkine varacak basiretten, kapasiteden, bilinçten yoksun ama kendini bir şey biliyorum sanıyor, okumuş görüyor. İşte biz buyuz maalesef. Bu kadar basit, bu kadar küçük, bu kadar ucuz insanlarız. Böyle yapmayabilir miyiz? Yapmayabiliriz, beceririz de ama yapamıyoruz, beceremiyoruz. Çünkü cahiliz, sığız, dar kafalıyız, küçüğüz. Güya büyüğüz, okumuşuz. Hadi be! Sen okusan ne olur, okumasan ne olur, büyüsen ne olur, büyümesen ne olur? Hep aynısın ve hep aynı kalırsın, sen boş, basit, ucuz, küçük bir insan olmaktan asla kurtulamazsın. Çünkü yanlışını görmeye tahammülün yok. Yanlışını söyleyeni düşman biliyorsun. Ya bir insan bir şeyi hak ettiyse, ona hakkını vermeyi, nasıl vereceğini düşünemez misin? Düşünemiyorsan, büyük olduğunu, okumuş olduğunu nereden anlayacaz? Oysa düşünmelisin kardeşim ya da haklı olan, hakkını istediği zaman ona kızmamalısın, hakkım budur dediği için onu düşman bilmemelisin. Veyahut sen benim hakkımı yiyorsun dediği zaman, insanlara daha da kinlenmemelisin. Yoksa nasıl biter nefretler, kinler, düşmanlıklar ve nasıl dost olur hakikate insanlar? Barış nasıl egemen olur hayatımıza, umut güneşi nasıl doğar dünyamıza, kardeşlik nasıl kök salar insanlık toprağında? Buradan yola çıkarak sair küçük şeyleri de fark edebiliriz inanıyorum ki ve bunu, ben fark ediyorum anlamında söylemiyorum gerçekten, ama fark etmeye de çalışıyorum elbette. Yapmayalım, etmeyelim, kıymayalım kendimize ve kardeşlerimize, kardeşlerim!

 

SÖZLER:

 

DİN VE TEORİ

 

Din yardım eder, teori acımasızlığı öğretir! Diyelim ki kaldırımda yatan ve ölmek üzere olan bir adam var. Radikal bir Müslüman, alkol komasında olan ve kaldırımda yatan bir adamı hastaneye götürmeyebilir. Çünkü radikal bir Müslüman'ın bütün derdi meyhaneleri kapatmaktır. Yerde yatan adamın günah işlemekle bu sona vardığı fikrindedir. O yüzden teori acımasızlığı öğretir ama din yardım eder diyoruz. O Müslüman eğer teoriye değil de, dine itibar etseydi, orada yatan bir sarhoş değil, ölmekte olan bir adam görürdü.

 

İsmet ÖZEL

 

NOT: İşte bizim en derin, en sarsıcı, en çıkmaza düşürücü sancımız, sıkıntımız budur. Nasıl izah etsem bilemiyorum. Biz, dini, teori derekesine indirgeyerek düşünüyor ve hareket ediyoruz, bu şekilde de bilerek ya da bilmeyerek, dini de, kendimizi de düşürüyoruz. Bu durumda, bizim tüm hayatımızı alt üst ediyor. İnsanların dinden soğumasına sebep olan temel noktada burasıdır. Bizim vicdanımızı öldüren en dip noktada burasıdır. Çünkü din, vicdan oluşturur; teori ise, vicdanı katleder. Olguları, münhasıran bu sebeple, doğru düzün, aslına mütenasip olaylaştıramıyoruz. Mesela, vicdanımızı örtüyor bu bakış açısı. Biz, dini, teori mesabesine indirgeyip teorik bakışla baktığımız zaman hiç yapmayacağımız şeyi yapıyoruz, oysa dini, mahiyetine mütenasip algılasak, anlasak ve dinin, din olduğunun idrakine varsak yapmamamız gereken şeyleri asla yapmayız. Böyle yaptığımız zaman sair teorilerin dengi oluyoruz ve artık o teorilerden bir farkı kalmıyor dinin. Artık hayatımızı din değil, sıradan bir teori yönlendiriyormuş, biçimlendiriyormuş gibi oluyor. Yapıcı değil yok edici oluyoruz bu bozuk bakış açısı yüzünden. Dini, teorileştirdiğimiz zaman, dinin cevaz vermediği ve reddettiği bir şeye, teori ile cevaz buluyoruz ve o şeyi tolere edebiliyoruz. Çünkü kendimizi haklı görüyoruz ve her şeyi kendimize hak görüyoruz. Basit bir misal verelim; iftira atmak, dinin, kesinlikle yasakladığı bir günah değil mi? Kesinlikle öyle. Dini, din olarak benimsesek, algılasak, anlasak, kavrasak, masum birine iftira atabilir miyiz? Kesinlikle hayır. Peki, dini, teori olarak benimsersek, algılarsak, anlarsak, kavrarsak masum birine iftira atmakta beis görür müyüz? Kesinlikle hayır. Çünkü iftira atarak, oradan bir çıkar sağlayacağımızı telakki ederiz ve bunun, bizim kazanmamız için gerekli olduğunu varsayarız. İşte insan, şerefini böyle kaybeder! Dini böyle bozar. Dini, teorileştirdiğinizde, kardeşinizi bile düşman gibi görebilirsiniz, oysa din, kardeşsiniz der değil mi? Aynen öyle. Keza, sınav sorularını çalarak kendi adamınızı bir yere yerleştirmeyi normal bir şeymiş gibi ve bunun, sizin en doğal hakkınızmış gibi gösterir, teorileşen din. Oysa dinin özüne baktığımız zaman, din, böyle bir şeyi kesinlikle lanetler ama biz artık dini, teori derekesine indirgediğimiz için işin bu tarafı aklımızın ucundan bile geçmez. Lütfen, üstadın sözü üzerine derin derin düşünün bir ve bu sözü, hayatın tüm boyutlarını göz önünde bulundurarak düşünün. Aklınızı kullanın! Vicdanınızın tınılarını duyumsayın! Lütfen bunu yapın. Belki anlarız da yeni bir bakış açısı kazanarak yeni bir hayata mukaddeme yaparız. Bozuk hayatımızı düzeltiriz. Biz hep buradan kaybediyoruz! Düşünün, sadece düşünün! Bakınız, bu söz üzerinde düşünüp, vicdanımızın sesini duyup, en doğru cevabı bulup korkmadan haykırabilmek bile mevzubahis olan bakış açısıyla ilgilidir yani din ve teori ile ilgilidir. Aslında bu söz, nice derin yanılgıların da, yanlışlarında kesin çözüm aracıdır ve kurtuluşa giden yolun ta kendisidir.  

 

Bendeniz

 

‘’’’Hakikat asla ölmeyeceği için, hakikati arayan ve hakikate adanan can da asla ölmez, bunu ancak duyumsayabiliriz, dokunamayız.’’’’

 

Bendeniz

 

""Dolu ne var bu dünyada? Anlam nerede? İnsan! O da kim? Acı, nefret, kin, ihanet, intikam, pislik, ciddiyetsizlik, laubalilik, cehalet, sahtekarlık, şarlatanlık, karanlık, kan emicilik dolu bir yeryüzü. Yaşamak mı? Kim kaybetmiş?""

 

Bendeniz

 

""Namuslu olmanın bedeli yalnızlıktır!""

 

Cemil Meriç

 

NOT: Maalesef öyle! Ne kadar dürüst olmaya, hakikatli olmaya, adaletli yaşamaya, erdemli olmak adına direnmeye, her şeyin müdahale etmeden aslında olması gerektiği gibi olmasını talep etmeye çalışırsan o kadar yalnız kalıyorsun. Böyle olunca aykırı olan, kötü olan sen oluyorsun. Çünkü hiçbir kimse, vicdanıyla hareket edipte, ya şu şöyle olmalı aslında deyipte, o şeyin olması gerektiği gibi olması için gereken neyse kendiliğinden kesinlikle yapmıyor. Mesela; adalet olgusu var. Her şeyin yerli yerinde olmasıdır adalet, insan haysiyetine saygıdır ve hak edene hakkını teslim etmektir. Kimsenin bir şey söylemesine gerek yoktur. Yani bir insana hak ettiğini teslim etmek zor mu? İlla hak edenin, hak ettiğini istemesi mi icap eder? Ya da hak eden, hakkını farklı yöntemlerle mi almalı? O zaman ya alamayanlar ne olacak? Zaten bu olguya iman etmişsen, olması icap ettiği şekilde olaylaştırırsın. Ama hiçbir kimse maalesef bunu yapmıyor. Keza ahlak olgusu var. Toplumsal ilişkilerde nasıl olunması gerektiğini illa anlatman, kafalara çivi gibi sokman mı lazım? Hayır ama kimse davranılması gerektiği gibi davranmıyor, uyardığınızda ise kötü olan siz oluyorsunuz. Yanlışları söylediğinde de hemen düşman görülüyorsun ve artık yalnızlığa demir atmak mecburiyetinde kalıyorsun. Yani ne kadar namuslu ve dürüst yaşama derdinde oluyorsan, o kadar ağır yalnızlığın yoldaşı oluyorsun. Vicdan öldü mü, her şey ölüyor haddizatında! Bu da cehaletin sonucu maatteessüf. Cahiliz! Kesinlikle cahiliz. Kendimizi akıllı sanabiliriz ama cahiliz. Şöyle ki; hani öğrencilerin anlamasından şekva ederiz ya, büyükler de maalesef öğrenci gibi. Bu durum okumuşu içinde geçerli hatta en çok bunlar için geçerli, zira okumamış olan zaten okumamış.

 

Bendeniz

 

""Hesap, insanı makam sahibi yapar da; vicdan, daha önemli bir işe yarar, insanı insan yapar.""

 

Nietzsche

 

""Doğrunun ne olduğunu biliyorsan, onu taşımanın zorluklarını da göze almalısın.""

 

Tarık Tufan

 

""Bir adam bir ağaç kütüğü değildir anladınız mı? Ağaç kütüğü değildir; bir adam sarsılır, düşündürülür, bir adam inandırılır.""

 

Jean Paul Sartre

 

""Bilinçli olmasına karşın, yenilgi içinde ölmek gerçekten korkunç bir dramdır.""

 

Jack London

 

‘’’’Allah niyeti samimi olan tarafa yardım edecektir. Öyle de olsun!’’’’

 

Aliya İzzetbegoviç

 

‘’’’Düşünce birliği, düşünen insanlar arasında olur.’’’’

 

Cemil Meriç

 

‘’"Ben tarafım, hakikatin tarafıyım..."’’

 

Cemil Meriç

 

Tarih: 19.05.2017 Okunma: 808

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?