Bendeniz; hiçbir şekilde,
herhangi bir ayrım yapmadan, tüm dostlarına değer veren ya da değer verme
çabası içinde olan, her zaman da ve zemin de dostlarının saygınlıklarını
gözeten, dostlarını toplum içinde rencide etmekten imtina eden ama çıkarları
için değil dosta ve dostluğa verdiği değere binaen bu şekilde davranan bir
insanım. Bu durum; bir duyuş, bir bakış, bir görüş, bir seziş, bir duyumsayış
olmuş artık bendeniz için. Ki, hayatımı hiçbir zaman çıkarlarıma göre dizayn
edecek basitlikte olmadım, olmam, o kadar düşmem. Bu meyanda dostlarımın kölesi
de değilim ve olamam. Zaten gerçek dost, dostunu özgür bırakan ve onun hayatına
müdahale etmeyendir. Aksi takdirde kesinlikle ve kesinlikle dostluk yoktur ve
olamaz. Çünkü gerçek dostluk; yücedir ve özgürlüğün çocuğudur. Bu bir hayat
tarzı olmuş artık bendeniz için. Dostlarıma karşı kullandığım dile sonsuz
dikkat ederim. Onların da dikkat etmelerini beklerim, elbette ve kesinlikle.
Zira dostlukta, mütekabiliyet esastır, tıpkı hürriyet gibi. Dilimin, hiçbir zaman
düşüncemden önce harekete geçmesine müsaade etmem olabildiğince. Bilirim ki,
düşünmeden edilen bir söz, çok büyük nedametlere neden olabilir. Çünkü bir dost
kalbi kırdığım zaman geceler cehennem oluyor, ruhumun üzerine ateşten bir dağ
çöküyor sanki. Hatta bu bir dostta değil, herhangi biri olsa da değişmez. Çünkü
insan, insandır. İnsanı, insan olarak görürüm ve insan, öncelikli ve önemlidir
bendeniz için. Bir kalbi kırmam da çok kötü oluyor, nefsime yenik düşüyorum.
Kalp kırmayı sevmediğim ve hiçbir kalp kırmadığım ya da kırmamak adına zorlu
bir direniş pozisyonunda olduğum için, kalbim kırıldığı zaman çok ekstrem tepki
gösteriyorum. Bendeniz hiçbir şekilde yanlış yapmazken ya da yanlış yapmamak
adına kendi içimde zorlu ve amansız bir kavga verirken, her an kendimi
otokontrole tabi tutarken ve bu bilinirken, nasıl olurda bir dostum bana yanlış
yapıyor diye düşünüyorum galiba ve tepkim de bu yüzden ekstrem oluyor. Bunu
elbette doğru bulmuyorum ama nefis işte yenik düşüyorum. İnsanım! Bunu bir
bahane olarak öne sürmüyorum ve böyle bir öne sürme durumundan da zerre
hazzetmem. Mevzunun akışından da bu detayı fark edebiliriz.
Dostlarım! Bugün aynı
yerdeyiz. Aynı yeri döşek, aynı göğü yorgan eylemişiz. Belki acılarımızı bal
eylemişiz. Ama hepimiz birer göçebeyiz, hayatın gerçek anlamı bağlamında.
Paylaşımlar yaşıyoruz. Sevinçlerimizi ve acılarımızı paylaşıyoruz. Anılar
biriktiriyoruz. Dostluklarımızı yarınlara, belki de sonsuzluğa taşımaya
çalışıyoruz. Ve zamandan, mekandan, camiadan ayrıldığımız vakit elbette dostlarımızı
hatırlayacağız ama dostları hatırlamak anıların kuvvetine ve berraklığına
bağlıdır. Dostu hatırlatan şey, biriktirilen anılardır, o anıların farklı
zamanlarda ve mekanlarda vehleten tezahürüdür. Bugün aynı ortamları
paylaşıyoruz. Bu paylaşımlar sadece bedenlere dokunup kaybolmasın, ruhlara da
dokunsun ve ebedileşsin. Bu yüzden iki tarafta fedakarlık yapmalıdır bunun
için. Eğer dostumuza ayıp edersek, elbette dostluk yine olur ama ayrıldığımız
zaman dostluk zayıflar ve zaman içinde ölür. Buna kızabiliriz ama bu sonucun
nasıl doğduğunu da bilmemiz gerekir. Bu yüzden bir dostumuza kullandığımız
dile, sunduğumuz bir harekete dikkat etmeliyiz. Dostumuz bize bir şey demez
belki aynı dünya da olduğumuz zamanlarda ama ayrılınca o dostluktan geri kalan
ve ruha dokunan önemlidir ve bizi dostumuza, dostumuzu da bize hatırlatacak
olan şey de budur. Dostunuzun hazzetmediği şekilde ona hitap ederseniz,
davranırsanız, dostunuz belki susar, tepki göstermez ya da sessizce gösterir
ama siz fark etmezsiniz ama o dostluk asla ruha işlemez ve yarınlara taşınmaz,
bundan da dost sorumlu tutulamaz ve suçlanamaz.
Dostlarım! Bilerek olmaz ama
bilmeyerek kalbini kırdığım, incittiğim, gücendirdiğim tek bir dostum varsa,
kırılan, incinen ve gücenen kalbinden özür diliyorum. Her bir dostumu, derin ve
kavi bir dostlukla selamlıyorum. Baki muhabbetle ve dostlukla!
SÖZLER:
‘’’’Ne garip bir dünya Yüce
Tanrım! Cinayetler, savaşlar, soygunlar, zulümler, işkenceler, sömürüler ve
nice insanlık dışı şeyler. İnsanlık dışı şeylerse nasıl olabiliyor böyle
şeyler? İnsan nasıl bu kadar vahşileşebiliyor? Nedir bunun sebebi? Nedir
hakikaten? İnsan bundan ne bekler? Ya da hangi nedenle yapar bunu, yapabilir ya
da? İnsan var mıdır gerçekten? Gerçekten merak ediyorum ve soruyorum, bu
şeyleri yapanlar insanlar mı? İnsan bu mu yani? Bu mu şimdi insan? Hangi sebep
makul kılabilir tüm bunları? Niye böyle bu dünya? Nasıl bir dünya, bu dünya?
Kim yapıyor tüm bunları? Nasıl yapabiliyor? Cehennemde gibi hissediyorum!
Hayır, karşı çıkan olmasa da, tüm insanlık tepkisiz ve sessiz kalsa da, nasıl
yapılıyor tüm bunlar, nasıl oluyor, yapan nasıl yapıyor? Ya da yapmayan var mı?
Karşı çıkmayan, susan kimdir? Niye susulur? Nasıl mümkün olur susmak? Gerçekten
mümkün müdür? Susulmak zorunda mıdır? Yaşamak, susmaya mı bağlıdır? Susarak
yaşamak, yaşamak mıdır? Tüm insanlık karşı çıksa son bulur mu? Son bulmazsa,
karşı çıkmaması, son bulmayacağını bildiğinden mi? Bilinebilir mi bu? Bu
bilinirse, son bulacağının imkânsızlığını da göstermez mi zaten bu bilinirlik?
Son bulmayacaksa, mücadele edilmeli midir yine de? Son bulacaksa, mücadele
edilmediğinden mi son bulmamaktadır? O zaman mücadele ettiğini söyleyenler
yalancıdırlar değil mi? Nasıl bir çelişki üzerinde her şey? Nedir tüm bunların
sırrı? Ne gizli içinde, olan biten tüm bu şeylerin? Masum var mı bu dünyada?
Kim masum? Niye ve nasıl masum? Sen, hakikatinin tüm çıplaklığı ile
söylenmemesini mi istedin? Bunu düşünmek mümkün mü? Kullarından, diyenler var
bunu? Kim dedi onlara bunu? Menfaatleri için hakikati gizleyebilecekleri
söylendi mi onlara? Kulların çok yalancı Yüce Tanrım! Belki de her şeyin sebebi
bu. Gerçekten bu olabilir mi? Olabilir diye düşünüyorum. Gerçekler gizlendikçe
cehalet hüküm sürer, cehalet hüküm sürerse, kötü şeyleri yapanlar, yapılan kötü
şeylerin yapılması gerektiğine inandırırlar ve sanki böyle oluyor gibi değil
mi? Ya da nasıl vardım bu yargıya? Kulların nasıl uyanacak? Uyanık olduklarını
mı sanıyorlar acaba? Bu da cehalet değil midir işte? Bu dünya hep çözümsüz mü
kalacak? Bu insan hep merak mı uyandıracak? Sorular cehenneminde yanıyorum Yüce
Tanrım!’’’’
Bendeniz
""Eğer, bir dost,
bir dostunu uyarmıyorsa, uyarmayan dosta yazıklar olsun. Eğer, bir dost, bir
dostunu uyarıyorsa ve uyarılan dost, uyaran dostuna kızıyorsa ve ona kin
duyuyor, onu terk ediyor ve ona kötülük yapmaya yöneliyorsa, uyarılan dosta
yazıklar olsun. Oysa ne denmiş? -Bir yanlışınız olduğu zaman sizi düzeltecek
bir dostunuz olsun.-""
Bendeniz
""Karakterli
olmak; kendi başına kaldığında ya da dostundan ayrılıp başkalarıyla beraber
olduğunda, dostunun yanında ki duruşunu ve samimiyetini
bozmamaktır.""
Bendeniz
""Sevgiyle
yaşamayı öğrenemedik. En güzel duyguların katili olan vahşi insanların arasında
cehennemi yaşıyoruz. Yeryüzünde çalınan duygularımı gökyüzünden geri almaya çalışıyorum.""
Bendeniz
""Kitleselleşerek
cahilleşen, cahilleşme sonucunda dışa duyarlılığını kaybeden, duyarlılığını
kaybettiği için sadece kendi hızına ve hazına odaklanan bir toplumda her türlü
pislik yuva yapar. Şunu da ifade edelim ki; dört yıllık bir fakülte bitirmek ya
da büyük servete sahip olmak cehaletin ilacı değildir.""
Bendeniz
‘’’’Sayın baylar ve
bayanlar!
Konuşmama İngiliz dilinde
devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim.
Sizin topraklarınızdayım ve
sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum.
Ancak asıl konuşmam kendi öz
dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini
koltuklarında bulabilirler.
İngilizler geldiklerinde
ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi
kapayarak dua etmesini öğrettiler.
Gözümüzü açtığımızda ise;
Bizim elimizde İncil,
onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizlerin dinini, dilini
öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan
itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle
savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.
İngilizler gelmeden önce
topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim
kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı.
Hem de sadece kendi
kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi
savaşçılar.
Hastalıklar yaydılar. Ne
olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı
zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.
O büyük binaları, caddeleri,
tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek için
sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini
yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler.
Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri öldürdüler.
Büyük acılar ve ölümcül
işkenceler ördüler.
Her gelen gemiden;
kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı.
İlk gelenler zulüm ettiler,
arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler.
Bugün gelenlerde aynı sistemle hala işgale devam etmekteler.
Yeni ilaçları, biyolojik
silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz.
Emperyalist sisteminizde
geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul
etmiyoruz.
Birbirimizi anlamamızı
zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi red
ediyoruz.
Çağdaş dünya daveti
içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı
çıkıyoruz.
Özgürlüğümüzü ilan ediyor,
Afrikalı insanlar olarak
doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan
kovuyoruz.
Birbirimizi öldürelim diye
bize öğrettiğiniz ırkçılığı,
Felsefe adına önümüze
sürdüğünüz Batının sığ kafalı laflarını,
Hukuk adına yaptığınız bütün
şövenistliklerinizi,
Ve sanat diye dayattığınız
bütün estetik öğretilerinizi
Afrika topraklarından silene
kadar Afrika sizinle savaşacaktır.
Siz kabul etmesiniz de bir
Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir Batılı kadar onurludur.
İnsan onurlu doğar. Ve
hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur.’’’’
Ousmane Sembène