TÜRKİYE CUMHURİYETİ
DEVLETİNE SON MEKTUP!
Buyur bir halleşelim! Bir
vatandaşınla muhabbet et. Normal değil mi bu? Gayet normal, çünkü ben var
olduğum için sen varsın. Ben olmazsam, sen de olmazsın. Sen var olduğun için
bende güvendeyim tabi bu meyanda. Geçelim! Bir varmış bir yokmuş gibisin. Garip
bir varlıksın. Acayip bir olgusun. Çeşit bir mekanizmasın. Bir şekle
sokulamıyorsun, müşahhas olarak tasavvur edilemiyorsun, renk verilemiyorsun,
bir tarafa konulamıyorsun. Tasavvur ediliyor gibisin de, edilemiyor gibisin.
Böyle olunca da herhangi bir olayda net bir tepki verilemiyor. Sana gelince put
olunuyor. Devlet deniliyor, ayrıdır deniliyor, o anda akan sular duruyor. Çünkü
devlete sadakat artık ruhla bütünleşmiş bir tavır olarak telakki ediliyor ve
devlet her şeyden ari, bağımsız olarak biliniyor, her şeyin güvencesi olarak
görülüyor. Binaenaleyh, senden bağımsız olup olmadığı bilinemiyor olayların.
Seni çözmek muhal. Mutlak mücerretsin. Sanki kurumlar senden bağımsızmış gibi, bir
bakıyorum tüm kurumları zincirlemişsin gibi. Her siyasi teşekkül bağımsızmış
gibi ama bağımsız hareket kabiliyetinden mahrummuş gibi. Farklılar gibi ama
aynılar gibi. Bir yanlışta kimi itham edeceğimizi bilemiyoruz. Anlıyorum gibi,
anlamıyorum gibi bazen. Yokmuş gibiyken gerçekten yokmuş gibisin. Çığlıklar çığ
olsa duymazsın. Varmış gibiyken en ağır şekilde varmış gibisin. Demir
yumruğunun altında bir karınca misalidir insanlar ve insancıklar oluveriyorlar.
Senden kaçmak muhal! Sana yaklaşmak ürpertici! Var mısın, yok musun bilmem!
Kimsin, kiminsin, nasılsın onu da bilmem! Velakin hayatta en çok merak ettiğim,
mütemadiyen sorduğum, çıldırırcasına düşündüğüm yegâne şeysin! Kimsin,
kiminsin, nasılsın, ne şekilde işlersin? Ama bildiğim bir şey var ki; vicdanın
var mı merak ediyorum. Evet, saf mantıkla çalışırsın ama vicdanın da olmalı.
Olmazsa olmamalı. Nesilleri korumakla mükellef olduğunu biliyorum. Koruman
gerektiğini düşünüyorum. Biliyor musun bilmiyorum. Bekanı düşünüyorsan bilmen
gerektiğine inanıyorum. Herkes senden bahsediyor. Var olduğunu söylüyor.
Söyleyenlerinde sen olup olmadıklarını bilemiyorum. Bendenizin de her daim
ifade ettiğim gibi bağımsız bir varlığın olduğunu dillendiriyorlar. Ki varsan,
öylede olmalısın zaten. Ki öylede! Zira görünen köy kılavuz istemez. Ama
olaylarda öyle değilmiş gibi bir görüntü veriyorsun. Olguları ve olayları dip
derinliklerine kadar tetkik, tahkik, tahlil ettiğimiz zaman bu gerçeklik tüm
sarahatiyle tezahür ediyor. Her yapıdasın. Her yerdesin. Var edersin ve yok edersin.
İstediğin gibi yaparsın bunu. Yapıyorsun da. Ama an geliyor neredesin, ne
yapıyorsun sen diye sorasımız geliyor. Garip şeyler oluyor ve sanki sen
yokmuşsun gibi oluyor. Bu meyanda elbette yaratıcı değilsin ve olamazsın.
Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır diye boşuna
denmemiş galiba. İstesen şu an, şu dakika istediğin örgütü tarihten silersin.
Yeter ki iste! Ama istemiyormuşsun gibi. Bunun sebebini de anlıyorum gibi ama
anlayamıyorum gibi de bazen. Kompleks bir yapın var. Çözmek muhal. Bakıyorum en
güçsüz en acı hayatı, en güçlü en tatlı hayatı yaşıyor her yönde, senin çatın
altında. Ve sen umursamıyorsun. Senin uğruna can verenler nedense hep en
güçsüzler oluyorlar ama buna rağmen yaşayanlar hep en güçlüler oluyorlar. Misal;
seni bendenizin sevdiği gibi seven tek bir komprador göster başım kurban olsun
sana. Ama benden kötü yaşayan tek bir komprador gösterebilir misin? Ben
kompradorların kölesi gibiyim ama nedense onların senin uğrunda tek can
verdikleri görülmüş şey değildir. Bilakis, sende onların kölesi gibisin. Oysa
tam tersi olması gerekir. Benden istediğini söke söke alıyorsun ama tek bir
kompradordan istediğini aldığın görülmüş müdür? Göremiyorsak göstermelisin.
Çıldırıyorum! Yine bakıyorum, en güçsüz en sadık, en güçlü en hain bir görünüm
arz ediyor. Çünkü güçsüzün koruyacağı bir serveti yok ama güçlü servetini
korumak zorunda ve bunu da senin dışında ilişkiler kurarak yapmak zorunda
hissediyor ve sana yamuk yapmakta tereddüt etmiyor ama ne garip ki sadece
izliyor gibisin. Yani güçsüz seni dikkate almak zorunda kalırken, güçlü bunu
umursamıyor bile ve işte burda kafa allak bullak oluyor. Çünkü bu halde bile
güçlünün yanındaymışsın gibi hissediyorum. Bu nasıl oluyor? İşleyişini,
ilişkilerini çözmek sonsuz zor. Yöneticiler her daim muayyen zümrelerden
oluyor, yönetilenler ise hep aynı kalıyor, hiç değişmiyorlar. Neye göre varsın,
hareket ediyorsun, varoluş yasan nedir merak ediyorum. Suçlular, güçlerine göre
muameleye tabi oluyorlar. Şöyle bir durum sadır oluyor burada; sanki sen
güçlülerin devletiymişsin gibi düşünüyorum. Darbeler oluyor, sen varsan nasıl
oluyor? Darbelerde gariban Anadolu çocukları birbirilerini kırıyorlar, sen
varsan nasıl kırıyorlar? Her darbeden sonra kompradorlar daha da güçleniyorlar,
Anadolu çocukları öldükleriyle kalıyorlar, kalanları da en zor hayatı yaşıyorlar?
Sen varsan nasıl böyle oluyor? Yine terör olayları malum, ezilenler, ölenler,
acı çekenler gariban ve üstelik sana mutlak sadık Anadolu çocukları oluyorlar
ama yaşayanlar, kazananlar, hükmedenler büyük servet sahibi kompradorlar
oluyorlar. Sen varsan bu nasıl oluyor? Yoksan, bir anda, kendini, nasıl oluyor
da varmış gibi hissettiriyorsun? Zira gördüğüm, hissettiğim manzara bunu
düşündürtüyor bana. Tarıma bakıyorum, eğitime bakıyorum, bilime bakıyorum, din
alanına bakıyorum, vs. alanlara bakıyorum, herkes kafasına göre hareket ediyor,
hatta senin mevcudiyetine, bu toprakların bekasına mugayir hareket ediyorlar
gibi ama sen yoksun gibi. Mesela; halkın sevdiği bir politikacıyı
katlediyorlar, bu ülkenin topraklarını zehirliyorlar, bu halkın evlatlarının
sağlıklarıyla oynuyorlar ama sen yoksun sanki. Varsan gerekeni yapmalısın diye
düşünürüm elbette. Yapmıyorsan, var mısın, neredesin diye sorarım kuşkusuz. Tüm
bunları sorguluyorum! Duramıyorum ki, aklım var soruyorum, sorguluyorum. Çünkü
çıldırıyorum. Niye böyle, nasıl böyle diyorum. Ama senden acayip derecede de
korkuyorum! Varlığından mı korkuyorum, yoksan niye korkuyorum bilmiyorum. Çünkü
acımazsızlığını şiddetli şekilde duyumsuyorum. Niye ben feragat ediyorum ve fedakârlıkta
bulunuyorum ama niye ben eziliyorum ve yaşayamıyorum? Tehdit duyargaların nasıl
işliyor bilmiyorum. Birileri ülkeyi yolgeçen hanına döndürüyor ve sanki körsün,
sağırsın, hissizsin, akılsızsın. Ama bir de bakıyorsun gözlerin öyle açık,
kulakların öyle aktif, aklın öyle işlek, hissin öyle canlı ki şok ediyorsun.
Ama bizler her şeye bigâneyiz, her şeye körüz, sağırız, cahiliz, hissiziz.
Çünkü aklımız bir türlü almıyor olan bitenleri. Elbette kızıyoruz ama anlam
ifade etmiyor kızgınlığımız. İstediğin gibi tehdit algısı yaratıyorsun,
istediğin gibi tehditleri bertaraf ediyorsun, istediğin gibi manipüle
ediyorsun. Bilmediklerimizi bildirmeli değil misin? Görmediklerimizi gördürmeli
değil misin? Anlamadıklarımızı anlatmalı, anlaşılır kılmalı değil misin?
Hissetmediklerimizi hissettirmeli değil misin? Bunu yapmıyorsan, suçlayabilir
misin? Kompleks yapın mucibince bunu da anlıyorum elbette. Ama artık bizlerde
huzuru tatmalı değil miyiz? Artık kavgasız, gürültüsüz, hayattan gam alarak
yaşamak bizim de hakkımız değil midir? Senin görevin bunu sağlamak değil midir?
Nihayetinde insan; cahil, zalim, nankör, aciz, güçsüz bir varlıktır. Senin
karşında eli kolu bağlıdır. Toplumsal bir varlıktır. Kolay inanır, kanar,
aldanır. Aidiyet duygusu güçlüdür ve ait olmaya teşnedir. Bilmediklerimizi bize
bildirmeli değil misin? Yanlış olan şeyleri durdurmalı değil misin? Kendi
ruhuna uygun olarak oluşturmalı değil misin bazı şeyleri? Kendi halkına
şefkatli, merhametli olmalı değil misin? Artık senin için var olanların safında
bulunmak zorunda değil misin? Bunca zaman bu ülkeyi sömürenlerin, terörden rant
üretenlerin, darbelerle bu halkı ezenlerin karşısında durman ve onlara
hadlerini bildirmen gerekmiyor mu? Ezenlerden bugüne kadar çaldıklarını alıp,
ezilenlere çalınan haklarını vermen gerekmiyor mu? Haddizatında bir uyarıcı
olmalı değil misin, toplumdaki ellerin tavassutu ile olsa bile. Bir insanın
hangi şartlarda, hangi duygularla ve düşüncelerle yetiştiğini biliyor
olmalısın. Her insan çok zorlu süreçlerde dünyaya gelmektedir. Onu dünyaya
getirenin ne acılar çektiği çok iyi bilinir. Doğar, büyür, ölür insan. Ama bu
süreçler içerisinde nice hayaller kurar, nice düşler besler. Yanılır bazen.
Kurban olur. Senin için ölür, niye öldüğünü bilmeden. Sana düşman da olur
sebepli, sebepsiz ama aynı zamanda sana sadakatinden zerre eksilmez. Senin
verdiğin, zorunlu kıldığın tüm ödevlerini, istese de istemese de yapmak zorunda
kalır. Ama sende bunun karşılığında biraz vicdanını aktive etmen gerekmez mi
lütfen? Evlatlarını çok kolay harcıyor gibisin. Niye böylesin? Ya da ben mi
abartıyorum? Söyle lütfen! Gelecekte kimler tehlikeli olacak? Neden tehlikeli
olacak? Kim yüzünden tehlikeli olacak? Bildir ki bilelim, tedbir alalım,
harcanmayalım. Hiçbirimiz hayatımızı kolay kazanmıyoruz. Ben veriyorum, ben
alıyorum demiyorsun herhalde? Bunu demeye hakkında yok zira. Ömrümüzü veriyoruz
biliyorsun, mesleğimizi edinmek, ekmeğimizi kazanmak için. Ne acılar yaşıyoruz
ve tek yaşamıyoruz. Keza ne sevinçler yaşıyoruz yine hep birlikte. Acılarımızı
artırmaya, sevinçlerimizi azaltmaya hakkın olmamalı ve bunu da bilmelisin.
Çünkü ne acılar tek başımıza bizim acılarımız oluyor, ne de sevinçlerimizi tek
başımıza yaşıyoruz. Bizi emziren bir anne var, bizim beslenmemizi ve
korunmamızı sağlayan bir baba var, bizim hayatımıza ortak olmuş kardeşlerimiz
var, bizim muhabbet dostlarımız var acılarımızı ve sevinçlerimizi paylaşan. Ne
demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Anlamak zorundasın. Niye bilmediklerim ve
bildirmediklerin için ben acı çekeyim? Tehdit unsurlarını önceden bildir ki
dikkatli olalım. Ya da nasıl biri olmamız gerekiyor söyle ki öyle olalım. Ben
bir başarı elde ettiğim zaman, sanki daracık bir hücreden çıkıp sonsuz ve
sınırsız bir dünyaya çıkmışım gibi oluyorum. Sevincimi tarif etmeye hiçbir
kimsenin tahayyülü ve tasavvuru kifayet etmez. Bu sevinçlerimi acıya döndürmeye
kimin hakkı vardır, olabilir, buna sende dâhilsin. Lütfen söyle, bugün kü
nesiller, yarınlarda birilerinin tuzağına düşerlerse, bunda suçlu kimdir?
Nihayetinde insanı iyi tanımak gerekiyor. İnsan gariptir, çaresizdir, cahildir,
kimin sana dost, kimin sana düşman olduğunu nereden bilebilecektir ya da kaçı
bilebilecektir? Bu toprağın çocuklarını aydınlatmak zorunda değil misin,
dostların ve düşmanların hakkında? Zira dostunu ve düşmanını senden iyi
hangimiz bilebiliriz evlatların olarak. Ya da kaçımız bilebilir, veyahut
bilmeyenler ne olacak? Öyleyse düşmanlarının tuzağına düşen evladını
suçlayabilir misin? Önce onu düşmanın hakkında bilgilendirmek zorunda değil
misin? Yarın ki dünyaya hazırlanmakta olan evlatlarına şimdiden düşmanlarını bildirmeli
değil misin? Onlar bugün bilmeden kendilerini çok iyi örten ve pazarlayan
düşmanlarının tuzaklarına düşerlerse burada suçlu kim olacak? Ya düşman kim,
neye göre düşman, kime göre düşman bunları açıklamalısın ya da bu konuda ki
tavrını bildirmelisin açıkça. Bugün dostun olan yarın düşmanın mı olacak, bugün
düşmanın olan yarın dostun mu olacak ben nereden bilebilirim ki? Bugün dostun
olana bende dost olursam ve bu dostun yarın düşmanın olursa burada ben mi
cezalandırılmalıyım? Niçin ve hangi hakla cezalandırılmalıyım? Niye okuyorlar o
zaman evlatların? Niye onca acıyı tadıyorlar? Niye onca zorluklara göğüs
geriyorlar? Birazcık düşünsen lütfen? Mantığını bir an saf dışı bıraksan
lütfen? Bir özeleştiri yapsan lütfen. Evlatlarının hayallerini, sevinçlerini,
yüreklerini, yüreklerinde ki şarkılarını bir an duyumsasan lütfen. Söyle
lütfen, haksız mıyım? Haklıysam, lütfen devlet gibi ol ve devletliğini varoluş
yasalarına göre icra et ve evlatlarını kaybetme, kazan ve ebediyen
mevcudiyetini muhafaza et. Lütfen! Beni sen yaratmadın, öyleyse beni Yaratanın
bahşettiği en temel haklarımı da elimden alamazsın. Her şeyden evvel, sen benim
devletimsin, sen babasın, sen anasın, sen Türk Devletisin! Sen İslam’la
yoğrulmuş topraklar üzerinde müessessin. Bu yüzden sen istediğin gibi
davranamazsın. Sen kimliğine, kim olduğuna göre davranmalısın, davranmak
zorundasın. Lütfen kim olduğunu hatırla ve kadim ödevini fıtratına mütenasip
şekilde ifa et!
SÖZLER:
‘’’’Vallahi doğru
söylemekten dostum kalmadı.’’’’
Hz. Ömer
‘’’’Çünkü içim makul bir
saatte uyuyacak kadar huzura kavuşmadı henüz.’’’’
Cervantes
‘’’’Bütün dünyayı sevmeye
hazırdım. Beni kimse anlamadı. Ben de nefreti öğrendim.’’’’
Mihail Lermantov
‘’’’Yürürken gücümün son
sınırına gelmemiştim hiç, ama düşünürken hep gelirdim.’’’’
Franz Kafka
'’’'Eğer sessiz olursanız
algılarsınız; yani anlarsınız.''’’
Martin Heidegger
‘’’’Fikrin öz kardeşi
hürriyettir.’’’’
Nurettin Topçu
‘’’’Bir adamı dünyaya
getirmek ve onu yetiştirmek çok uzun zaman ister. Ama onu öldürmek çok
kolaydır. Bir anda öldürürsün.’’’’
Cengiz Aytmatov
‘’’’İbrahim’in hatırına
babasını, Nuh’un hatırına oğlunu, Lut’un hatırına karısını affetmeyen Allah,
Şeyh’inin hatırına seni mi affedecek?’’’’
Atasoy Müftüoğlu
‘’’’Düşünce güneş gibidir.
Güneşin olduğu saatlerde o olmaz. Onun olduğu saatlerde de güneş görünmez.
Düşünce güneşi, güneşin battığı saatlerde doğar ve gece tam olarak kendini
gösterir.’’’’
Bendeniz