Münhasıran; çaresizlerin,
güçsüzlerin, gadre uğramışların, ezilmişlerin, horlanmışların, tüm evrende
zalimlerin mezalimleri altında çaresizlik içinde inleyen mustazafların, kalbi
hakikat ile beslenmiş, kafası hakikat ile aydınlanmış, dili hakikat ile güzelleşmiş,
sözü hakikat ile parlamış, sırtı hakikat ile kuvvetlenmiş, vicdanı hakikat ile
işleyen, varlığı hakikat ile tezahür etmiş, insanlığını hakikatle boyamış,
izzet-i nefsini ucuz ve basit dünyalıklara satmamış, kula kul olmamış,
haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmayı reddetmiş, hakikati haykırmaktan
korkmayan, hakikatten başka dayanağı, sığınağı olmayan ve kalmamış,
emrolundukları gibi dosdoğru olan ve dosdoğru olmak için direnen ve dahi
yaptığı ibadetlerin kendilerini kötülüklerden alıkoyduğu ve iyiliklere
yönlendirdiği insanların bayramlarını kalben kutluyorum. Geçelim!
Muhammedi bir kalb ile
sesleniyorum ve tüm insanlığa sesleniyorum! Başka bir şey ile seslenmem
gerekiyorsa söyleyin. Ne düşündüğünüz beni ilgilendirmiyor. Ne düşüneceğinizi
düşünerekte konuşacak değilim. Hakikati söyleyeceksem, söylüyorsam, kim gocunur
ya da söylediklerimi kim kullanır diye de tereddüt etmeden söylerim. Her
söylediğin hakikat olsun ama hakikati de her yerde söyleme gibi bir zırvayı da
kabul edip, ona göre kendimi kurgulayacak kadar ahmak olamam. Çünkü böyle bir
umdeyle emrolunduğumu bilmiyorum. Zira bendeniz bir faniyim! Ölü bir insanda
hakikati haykıramaz. Zaten Muhammedi bir kalb ile konuşuyorsam, hakikati
konuşacağımdır ve bundan da imtina etmem. Ediyorsam da yazıklar olsun bana.
Yazıklar olsun kıldığım namaza, tuttuğum oruca, kestiğim kurbana. Yazıklar
olsun insanlığıma. Bilakis kalbimden şüphe ederim. Niçin dua ederim? Dualar
nasıl kabul olur? Ki an gelir ki sessizlik ihanet olur bunu bilirim. Ve yine an
gelir ki, insanım diyenlerin sessizliği hatırlanır.
İnandığım (ama kendi
inandığım) Allah, inandığım (ama kendi inandığım) Muhammed, inandığım (ama
kendi inandığım) Kur'an, bana hakikatten ayrılmamamı buyuruyorlar. Konuştuğum
zaman hakikati konuşmamı buyuruyorlar. Emrolunduğum gibi dosdoğru olmamı
buyuruyorlar. Öyleyse susacak değilim. Konuşursam da yalan konuşacak değilim.
Çünkü yalancı değilim. Ve bendeniz bir taşıyıcıyım, yaşayıcıyım, anlatıcıyım.
Böyle yapmayacaksam bu dünyada niye varım? Hakikati konuştuğum için de
lanetleneceksem, gadre uğrayacaksam eyvallah der geçerim. Bu dünya zaten sürgün
dünyası, acı dünyası. Sürgünler, acılar hoş gelir, safa gelir! Zaten hiç
gitmediler ki! Acıların madeni olmuş ve acılardan acılara sürgün bir gövdeye
hangi acı dokunabilir, o gövdeyi hangi sürgün çökertebilir? Ki zaten hayatın
kendisi sürgün ve acıyla vücut bulmamış mı?
Söyleyin bana; gadre
uğramış, bilerek ya da bilmeyerek (ki böyle bir şeye, Muhammedi kalbe sahip
biri olarak, kesinlikle katılmıyorum, zira bir insana acı yaşatıpta, ara da
kaynamış olabilir gibi süfli bir bahane kabul edilemez.) hakkı gasp edilmiş ve
elanda acının kıskacında sessizce hakikatin tezahür etmesini bekleyenler hangi
bayramı kutlayacaklar? Elinizi vicdanlarınıza koyun bir kere, eğer hala aktif bir
vicdanınız varsa ve o vicdan, size Allah'ın sesini ulaştıracak kadar temiz ve
sağlamsa. Bu kaçıncı bahar, bu kaçıncı bayram? Arkası olmadığı için ya da arka
verelim diyenleri, suçsuz olduklarına Allah'a inandıkları gibi inanıp
onurlarına yediremedikleri için reddedipte sessizce hakikatin tezahür etmesini
ve ikamesini bekleyenlerin haklarını nasıl ödeyeceksiniz? Hangi çıkar,
hakikatin ikamesinden daha önemli olabilir? Hangi bahane, mutlak suçsuz
insanlara çektirilen acıyı yok edebilir? Bu mudur, emrolunduğun gibi dosdoğru
olmak? Bu mudur, namaz kılmanın, oruç tutmanın, kurban kesmenin öğrettiği şey?
Bu mudur Muhammedi ahlak? Dualar nasıl kabul olacak? Ya da hangi yüzle dua
edeceğiz?
Söyleyin bana; hiç, Allah
diye atan kalbinizin ve Allah'ın sesini haykıran vicdanınızın inleyişlerini
işitiyor musunuz? Kalbinize ve vicdanınıza hükmeden nedir? Sebepleri ve
sonuçları, hiç, hakikat temelinde, hissederek ama tüm benliğinizle hissederek,
tetkik, tahkik ve tahlil ettiniz mi? Diyelim ki bir insançocuğu suçlu, ya onu
suça yönlendiren her ne ise o şey masum olarak telakki edilip tolere edilebilir
mi? Hiç insanın ne olduğu üzerinde düşündünüz, insan psikolojisi ve sosyolojisi
üzerine kafa yordunuz mu? Allah aşkına söyleyin, insan kimdir, nedir biliyor
musunuz? Ki bunu bilmeden insan üzerinde istediğiniz gibi yaptırım
uyguluyorsanız, bu insani midir, ahlaki midir, adil midir?
Söyleyin bana; hakikat,
münhasıran güçlülere mi güler? Zayıflar ne olacaklar? Allah kimseyi açlıkla
terbiye etmesin diyoruz. Ya insanın, insanı açıkla terbiye etmeye tevessül
etmesi nasıl bir şeydir, böyle bir şeye kimin hakkı olabilir ve böyle bir şey
tolere edilebilir mi? Bana olgulardan bahsetmeyin, bendeniz olaylara bakarım.
Olay yoksa olgular beni ırgalamaz. Hiçbir olguya da varlığımı feda edemem. Hele
benim çiğnenmemi tevlit ediyorsa bir olgu, benden uzak olsun. Bendeniz olgular
uğruna, insanlığımdan ve yaşama sevincimden feragat edemem. Ki olgular
orijinine mütenasip olaylaşmıyorlarsa, zaten çok büyük bir tehlike var demektir
ve olgulara da ihanet ediliyor demektir.
Söyleyin bana; eğer birileri
kasıtlı olarak yanlış yapıyorlarsa, yanlış yapacak birilerini niye adam görüp
hak etmediği yere koyuyoruz? Dalkavukluk yaparak bir yere gelmiş biri mi
vazifesini emrolunduğu gibi dosdoğru yapar yoksa hak ederek bir yere gelmiş
biri mi vazifesini emrolunduğu gibi dosdoğru yapar? Elbette hak eden biri
emrolunduğu gibi dosdoğru yapar. Dalkavukluk yaparak bir yere gelmiş biri
elbette yerini korumak için dürüstçe davranmayacaktır ve böylece işini iyi
yapmayacaktır. Sonuçta da haklı insanlar haksız görülecekler ve bir türlü
haklarını alamayacaklardır. Peki kim hatalıdır burada?
Muhammedi insanlarsak, her
şeyi Muhammedi hakikat, Muhammedi ahlak ve Muhammedi adalet temelinde
düşünmeliyiz, konuşmalıyız, yapmalıyız. Buyurun her şeyi Muhammedi vicdan ile
halledelim. Her şeyi, insanın kim olduğunu bilerek, en dip derinliklerine kadar
tetkik, tahkik ve tahlil edelim ve tek bir vicdanı bile kanatmayalım. Bu vicdan
hangi vicdan olursa olsun. Çünkü insançocuklarına kimliklerine, düşüncelerine
göre davranmak büyük bir haksızlıktır. Gerçek suçlu ile suçsuzu ayırmak, suçsuz
tek bir kişi dahi olsa acı çektirmemek insanlık ödevimizdir. Bunu yapmak,
Muhammedi insan olduğumuzun mutlak ve yegâne hücceti olacaktır. Bilakis ne söylersek
boştur. Hayat, söylev değil eylemdir. Ve asla unutulmamalıdır ki; zulüm ile
abad olunmaz!
Üstatları dinleyelim:
""Kalemi ele almak
kolay, fakat onun dağdan ağırlığını taşımak zor. Kalem, çağın sorumlu
şahididir. Yazıcı melekler nasıl her gördüklerinin birini saklamadan yazmak
zorundalarsa, onları örnek almak durumunda olan kalem de, çağındaki
haksızlıkları, yanlışları, aşırılıkları, yıkımları, korkmadan ve çekinmeden
kaydetmek zorunda ve sorumluluğundadır. Evet, yazar, çağının üzerinde düşünmek
ve düşündürmek zorunda ve sorumluluğundadır. Öyleyse, biz istesek de istemesek
de, eğer kalem kalemse yazacaktır. Yazmazsa, işte asıl o zaman
suçludur.""
Sezai Karakoç-Günlük Yazılar 2 (Sütun)
""Orospulaşmak
veya yalnız kalmak: İşte fikir adamının kaderi.""
Cemil Meriç-Mağaradakiler
""Aydın adamın
mukadderatı: Acı, ızdırap ve yalnızlık.""
Ali Şeriati-Aydın
'’’'Yalnız kalsanız bile,
benzemeyin başkalarına...''’’
Dostoyevski
Allah ne buyuruyor?
""Emrolunduğun
gibi dosdoğru ol!""
‘’’’Bir topluluk kendi durumunu
değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.’’’’