Hayatın en ağır ve kutsal yükünü omuzlarında, kafalarında
ve kalplerinde taşıyan ve neslin asıl mimarları olan eğitim emekçileri
tavassutu ile az buçuk haberdar olduğum sorunlardan yola çıkarak bir kaç
öneride bulunmak istiyorum naçizane, haddimi ve hududumu bilerek. Eğitim; bir
vicdan ve ülkü işidir. Daha ötesinde bir varlık-yokluk meselesidir. Geçelim!
Her okulun eğitim-öğretim materyalleri eksiksiz olmalıdır
ve her dönem, bu temel üzerinde hazır olarak başlamalıdır. Zira ne yönetici ne
de öğretmen materyal derdiyle, sıkıntılarıyla boğuşmamalı, uğraşmamalıdır.
Eforunu böylesi boş işlerle iştigal ederken tüketmemelidir. Ki filhakika
uğraştırılamaz da. Bilakis ülküden, gayeden bahsedilemez. Zira böyle bir durumda
işin ciddiyet boyutu yok olmuştur zaten. Çünkü çocuklar verimli bir hizmet
beklerler. İdareciler ve öğretmenler de kendilerini münhasıran çocuklarına
konumlamak isterler.
Eğitim sistemleri (DYS-MEBBİS-e-OKUL vb.) daha pratik
hale getirilmelidir. Öyle çetrefilli bir şekilde ayarlanıpta eğitim emekçileri
için içinden çıkılmaz bir şekilde dizayn edilmemelidir. Bu konuda gerekli
uzmanlar kesinlikle ve kesinlikle isticalen yetiştirilmelidir. Zira nice şeyler
çok pratik ve basit şekilde halledilebilecek durumdadır ama sistem karışıklığı
yüzünden içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Küçük bir misal; bir sisteme bir
resim yükleyeceksiniz diyelim, resmen çıldırıyorsunuz, işte bilmem PDF kabul
ediyor da, şunu kabul etmiyor da vs. Oysa nice işlemler üç tıkla halledilebilecek
şekilde dizayn edilebilir.
Herhangi bir iş yapılacağında çok kısa bir zamana
sıkıştırılmamalı yahut ihtiyaç durumunda ve işlem yapılmasında sehven geç
kalındığında eğitim emekçileri rencide edilmeden gereken müsaade verilmeli ve
mağdur edilmemelidir hakkından yahut herhangi bir işlerinde istemeden
geciktiklerinde gereken destek verilmeli ve moral bozukluğuna uğratılıp
motivasyonları geriletilmemelidir.
Her okulun ihtiyacı olan öğretmen ihtiyacının kesinlikle
ve kesinlikle eksiksiz karşılanması icap eder. Zira eğitimini tamamlayıp yetkin
bir şekilde kendi dünyasına dahil edilmeyi bekleyen bir eğitim emekçisi için
boşa geçen zamanlar çok ağır, acı ve yıpratıcı zamanlardır. Ve bu vicdani
değildir, acımasız israftır; insan israfıdır.
Eğitim Fakülteleri kesinlikle ve kesinlikle öğretmen
ihtiyacı dikkate alınarak yeniden dizayn edilmelidir. Alınteri ve gözyaşı
döken, ekonomik olarak nice sıkıntılarla boğuşarak eğitimini ikmal eden hiçbir
eğitimci boşta kalmayı hak etmez. Ayrıca eğitim emekçileri muazzam bir altyapı
üzerinde yetiştirilmelidirler.
Eğitim emekçileri basit birer emir eri değildirler.
Onları hayallerinden ve ülkülerinden kesinlikle ve kesinlikle uzaklaştırmamak,
bilakis onların motivasyonlarını güçlü tutmak iktiza eder. Binaenaleyh, onların
üzerinde yönetici olarak görevlendirilecek şahıslar konusunda titizlikle
hareket edilmelidir. Kompleksli, kaprisli, küçük düşünen, büyük ülkülerden
yoksun, sadece reklam peşinde koşup konumunu yükseltme derdinde olan, konumunu
baskı aracı olarak kullanma hevesiyle aptalca hareket eden, karakteri ve
kişiliği oturmamış, vicdanının sesini dinlemeyen, aklın ışığından mahrum kalmış
zavallı şahıslar böyle ağır ve üst bir vazifeye getirilmemelidir. Bu durum
silsile halinde böyle devam eder gider.
Eğer bir okul açılmışsa ve orada eğitim-öğretim
faaliyetleri sürdürülüyorsa, o okulun yönetici ihtiyacı tam anlamıyla
karşılanmalıdır. Zira hem okulun işlerinin yürümesi hem de eğitim-öğretim
faaliyetlerinin sürüdürülebilmesi iktiza eder, ki bu durum bir okulun yardımcı
da dahil olmak üzere en az iki idari mekanizmaya ihtiyaç duyduğunu gösterir.
Burada sayı gözetilmemelidir. Çünkü bir işte de, bin işte de aynı resmiyet
çerçevesinde gereken zaten yapılmaktadır. Keza icap ediyorsa sayıca az olan ama
birbirine yakın konumda bulunan eğitim merkezleri her yere eşit mesafeli olan
bir yerde temerküz ettirilmelidir.
İdareci atamaları kesinlikle ve kesinlikle Temmuz ayının
ilk haftasında tamamlanmalıdır. Sonsuz mühim bir meseledir bu detay. Bu asla ve
kata zor değildir ve hatta ihmal edilecek bir mesele de değildir. Zira bir
idarecinin gideceği-geleceği okula alışması ve sistemi tanıyıp kendine göre
dizayn etmesi icap eder. Bilakis her şey içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Öğretmen atamalarından hemen sonra norm kadro ayarlaması
kesinlikle ve kesinlikle yapılmalıdır. Zira arka arkaya yapılan atamalar
yüzünden öğretmenlerimiz büyük sıkıntılar yaşamakta ve mağdur olmaktadırlar. Bu
durumda, onların idealist kişiliklerini yerle yeksan etmektedir. Hatta
bulunulan kurumlarda olumsuzluklar yaşanmasına sebep olmaktadır.
İdarecilerin ve öğretmenlerin ekonomik durumları
kesinlikle ve kesinlikle ciddi anlamda iyileştirilmelidir ve eğitim
emekçilerinin toplumsal konumlarına saygınlık kazandırılmalıdır. İdarecilere
yine kendi konumlarında olmak üzere iller arası tayin hakkı verilmelidir.
Eğitim emekçileri arasında kayırmacılık gibi işlere kesinlikle ve kesinlikle
tevessül edilmemelidir. Ehliyet ve liyakat gözetilmeli, hak edene hak ettiği
eksiksiz teslim edilmelidir.
Eğitim emekçileri arasında ki ücret dengesizliği mutlak
surette giderilmelidir. En basit bir misal vermek icap ederse; bugün, zamanında
uzman öğretmen ünvanı verilen eğitim emekçileri bu konumda bulunmayan eğitim
emekçilerinden ciddi sayılabilecek bir miktarda fazla ücret almaktadırlar aynı
işi yaptıkları halde ve bu durum derin adaletsizlik yaratmaktadır. Almalarında
kuşkusuz sıkıntı yoktur ve itirazda alınmasına değildir. Velakin bu durum görev
yılına göre yeniden dizayn edilmelidir kesinlikle ve kesinlikle. Herkes muayyen
zamanlarda alması gereken payeyi alabilmelidir ve o payenin imkanlarından eşit
mesafede istifade edebilmelidir.
Vs. Vs. Vs…
Son tahlilde; eğitim işi dünyanın en basit işidir. Bu
basitlik, onun kutsiyetine asla halel vermez. Ama biz bu kadar basit bir işi o
kadar zor hale getiriyoruz ki, bir türlü içinden çıkamıyoruz. Bu işi bendeniz
hep şuna benzetirim; Kur'an'ı düşünün, o kadar basittir ki okuması, öğrenmesi
ve yaşaması ama biz onu öyle karıştırırız ki, günahlarımızı tolere edebilir ve
sümme haşa pisliklerimizi temizler duruma getiririz kendimizce, böylece bir
türlü içinden çıkamayız. Sonra da millete, sen ne anlarsın deyip, kendi
kafamıza göre anlatmaya yelteniriz. Hani Hz. Ali demişti ya; ‘’ilim bir
noktadır ama cahillerin ellerinde çoğalıp kaybolmuştur’’ diye. Olay budur
maateessüf. En basit bir şey maalesef bilmeyenin elinde en karmaşık bir şey
olup çıkmaktadır
EKSTRA:
EY
KAVMİM!
Ey kavmim…
Sen ki, peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç
dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut Kavmi'nden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın.
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi
ağıdını.
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve
sen, bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Tanrı'ya yakarır ama firavunlara taparsın.
Musa, Kızıldeniz’i açsa önünde, sen, o denizden
geçmezsin.
Ey kavmim…
Sen ki, peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç
dinlemezsin.
Korkarsın kendinden olmayan herkesten.
Ve sen, kendinden bile korkarsın.
Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı, sen
pazarda satarsın.
Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen,
başka şeylere ağlarsın.
Gündüzleri, Maria Magdalena’yı fahişe diye taşlar,
geceleri koynuna girmeye çabalarsın.
Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i, Kur'an’ı bilirsin.
Hazreti Davud için üzülür ama Golyat’ı tutarsın.
Ey kavmim…
Sen ki, peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin,
beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut Kavmi'nden de değilsin, hazdan olmayacak mahvın.
Ama sen, kendi acına da yabancısın.
Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları
görmezsin.
Her kuytulukta bir çoçuğun vurulur, aldırmazsın.
Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin.
Ve nefret edersin dilencilerden.
Utancı bilir ama utanmazsın.
Tanrı'ya inanır ama firavunlara taparsın.
Bütün seslerin arasında, yalnızca kırbaç sesini dinlersin
sen.
Ey kavmim…
Sen ki, peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç
dinlemezsin.
Sana yapılmadıkça, işkenceye karşı çıkmazsın.
Senin bedenine dokunmadıkça, hiç bir acıyı duymazsın.
Örümcek olsan, Hazreti Muhammed’in saklandığı mağaraya
bir ağ örmezsin.
Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi
tek başına melersin.
Hazreti Hüseyin’in kellesini vurmaz, ama vuranı
alkışlarsın.
Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın.
Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele, sen bıçak olursun.
Ey kavmim…
Sen ki, peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç
dinlemezsin.
Ölülerine dönüp de bakmazsın.
Lut Kavmi'nden de değilsin, hazdan olmayacak mahvın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen, kendine bile ağlamayacaksın.
Komşun aç yatarken, sen, tok olmaktan hayâ etmezsin.
Musa, önünde Kızıldeniz’i açsa, o denizden geçmezsin.
Tanrı'ya inanır ama firavunlara taparsın.
Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç
dinlemezsin.
HALİL
CİBRAN