Eğitimin değerini ölçebilecek hiçbir alet icat
edilmemiştir henüz. Mevzumuz da eğitimden bağımsız değildir elbette. Fakat
burada ki meselemiz eğitimle ilintili olsa da eğitim değildir. Geçelim! Devletin
mevcudiyetinin, vatanın bütünlüğünün, milletin hürriyetinin, bağımsızlığın
ebediliğinin, varlığın idamesinin, birliğin garantisinin, beraberliğin
teminatının yegâne supabı olan Yüce Türk Ordusunu büyük ve derin bir coşkuyla selamlıyorum.
Bu budur! Çünkü savunma silahla yapılır ve silah ordudadır. Ve bahsettiğimiz
tüm unsurların mevcudiyeti muhakkak ki ordunun mevcudiyetine merbuttur, ordunun
mevcudiyetiyle kaimdir. Netameli durumlarda, düşmanın karşısına çıkacak olan,
duruma el koyacak olan, sahaya akın edecek olan, göğüs göğüse vuruşacak olan yapı;
ordudur. Ordu milletiz deriz ve doğrudur bu. Çünkü insanlık tarihi, biraz da
Türk Savaşçılarının tarihidir. Türk Savaşçılarının kavgasıdır tarih meydanını
şenlendiren ve coşturan hatta anlamlandıran. Türk Savaşçılarını tarihten
çıkardığınız zaman, tarih, çelik çomak oyunundan ibaret kalır. Gerçekler
vardır, birde hayaller. Hayallerinizde muhtelif şeyler düşünebilirsiniz,
gerçekliklere muhalefet edebilirsiniz ama bu demek değildir ki, gerçekler
yoktur. Gerçekler hep karşınızdadır ve ilelebet karşınızda olacaktır. Keza bir
savaşın en mühim unsurlarından olan at ve silah dendiği zaman da, akla, her bir
neferi birer savaşçı olan Türk Ordusu gelir. Hakeza ordu kutsaldır kültürel
dinamiklerimizde. Tüm bu sebeplere binaen, Türk Milletinin her bir ferdi
olarak, ordumuzun üzerine titrememiz icap eder. Göklerimiz, topraklarımız ve
sularımız, ordumuz sayesinde yaşanılabilir durumdadır ve hürdür. Çünkü bu
unsurların muhafazasının teminatı, ordumuzun kendilerinden müteşekkil bulunduğu
muhafızlardır. Ve Türk Ordusunun en önemli özelliği, demir disiplinidir. O
disiplin bozulduğu zaman, tüm ordu bozulur. Savaşlarda Türk Ordusunu muzaffer
kılan en önemli amil; disiplinidir. Binaenaleyh, ordunun disiplinini
tagayyürata uğratacak durumlardan olabildiğince imtina etmemiz iktiza eder. Tüm
bunlar kuru birer hamaset değildir, ki hamaset dar kafalılığa dalalettir,
binaenaleyh hazzetmem. Ayrıca tüm muhtelif teorilerden de uzak ve bağımsız bir
mevzudur mevzumuz yani düşüncelerimizi bu minvalde serdediyoruz. Hülasa;
teoriler bağlamında bakmamak gerekir mevzuya. Umarım sekter ve alık bir bakış
açısıyla bakıp olayı farklı boyutlara çekmeyiz.
Bir kaleyi, o kaleyi korumakla sorumlu bir teşekkülün bir
cüzü de tahribata ve tahrifata uğratabilir ve kalede delik açılmasına neden
olabilir. Zira hiçbir bütün eksiksiz olarak tertemiz olamaz, olsa da bu çok
nadir bir durumdur. İlla ki bir bütünde, o bütüne olumsuz tesirde bulunma
ihtimali olan kusurlu, hastalıklı bir cüz bulunabilir. O cüzün kimyası bütünle
uyuşmayabilir ama bir şekilde bütüne eklemlenmiş olabilir. Bu bilinçsizce de
olmuş olabilir, bir plan dâhilinde bilinçli olarakta kotarılmış olabilir.
İstenir ki, o hastalıklı cüz, bütünün kimyasını bozsun, bünyede derin yaralar
açılmasına neden olsun ve tedricen bütünü zaafa uğratsın ve hareket edemez hale
getirsin. Filhakika burada garipsenecek bir şeyde yoktur. Zira yaşadığımız
dünyanın mahiyetine bigâne değiliz. Mücadelelerin nasıl yapıldığı konusuna
bigâne değiliz. Binaenaleyh malum durumu normal karşılamakta sıkıntı yoktur.
Zira böyle şeyler bugüne değin olagelmiştir, bademada olagidecektir. Bizim
ödevimiz, vazifemizi bihakkın ifa edip, bünyeye sızmaların önüne geçip bütünün
temiz kalmasını sağlamaktır. Yüce Türk Ordusunda ki insicamı, düzeni ve
disiplini yanlış telakkilerle nakzetmemektir bizim ödevimiz. Bu konuda ki
gerekli tedbirleri, gerek Yüce Türk Ordusunun bizatihi kendisi, gerekse siyaset
tarafı almalıdır. Tabi ki en başta Yüce Türk Devletinin ödevidir bu. Silah, bir
ülke ve devlet için, düşmanla arasında en büyük barikattır. Böyle bir dünyada
kapalı kalmakta, yaşamakta imkânsızdır. Herkes herkese açıktır. Bütün insanlar
gibi bütün devletler de etkileşim içinde olduğuna göre bu tür şeylerin vuku
bulması kaçınılmazdır. Ve üstelik şimdiki zamanlarda ülkelere direkt hâkim
olmak hem tercih edilebilen bir şey değildir hem de pek geçerli değildir ve
haddizatında imkânsızdır. Zira direkt mücadele hem pahalıdır hem imkânsızdır
hem de büyük bir insan kaybı demektir. Bilakis, ülkelerin yönetim kademelerine
ve vs. alanlarına yerleştirilen ajanlarca işler idare edilmektedir. Keza, bir
bütün, o bütünün başı ile bir anlam kazanır ve o baş çürükse bütün sağlam olsa
da peyderpey çürür, o baş sağlamsa bütün çürük olsa da peyderpey sağlamlaşır.
Binaenaleyh, bir ordunun başı tabir caizse hem her şeydir hem de hiçbir şeydir.
Zira onun iradesi ordunun iradesi, onun kararları ordunun istikameti, onun
mevcudiyeti ordunun mevcudiyetidir.
Ölüm gizleyen vadilerde ve ölüm kusan dağlarda, kendi
kimliğinin önüne bu toprağın çocuklarının kimliğini koyup kan kusan ve küresel
şebekelerin rantı uğruna kavga veren eli kanlı tetikçilere karşı canları
pahasına kutsal bir kavga veren Yüce Türk Ordusunun aziz neferlerini saygıyla
selamlıyorum. Geçelim! Yüreğimizin sesine kulak verir, olaya gerçeklik
temelinde bakarsak, içerideki hastalıklı cüzlere takılıp kalmaya ve bütüne
düşmanlık etmeye lüzum yoktur. Zira bir cüz yüzünden bir bütün feda edilemez.
Öncü değiştiği zaman, takipçilerde elbette spontane değişecektir. Binaenaleyh,
bir bütünde mühim olan öncüdür. Nasıl ki, bir oyunda kaptan değişince kurallar
ve oyuncuların yeri de değişir hatta anlayış değişir, durum bundan ibarettir.
Eğer bir çeşme bozuk akıyorsa ve akan su kontrolsüz bir şekilde etrafa
dağılıyorsa, o çeşmeyi tamamen yok etmeye gerek yoktur, bilakis çeşmenin başını
değiştirdiğiniz zaman su kontrollü ve insicamlı olarak akmaya devam edecektir.
Elbette mantıklı ve tutarlı olan budur. Hem kolay, hem zahmetsiz, hem de ucuz
bir yoldur bu. Düşünsenize, bir insanın kafası bozuk olursa tüm azaları da
bozuk olacaktır; kafası düzgün olursa tüm azaları da düzgün olacaktır. İş
kafada bitmektedir yani. Bu her şeyde böyledir. Bir mekanizma var olsun, o
mekanizmanın kontrolü yanlış yerde olsun ve o mekanizmanın organizmaları olsun
ve o organizmalar o mekanizma dâhilinde hareket ediyorlar olsun ama o mekanizma
muayyen bir çizgiye göre kurgulanmış olsun ve istisnasız tüm organizmalar
işleyişten rahatsız olsun. Şimdi bu işleyişi bahane ederek o mekanizmayı
tamamen işlevsiz kılmak ve işlemez hale getirmek ne kadar mantıklıdır,
tutarlıdır? Burada yapılması iktiza eden şey, işleyişe insicam kazandırmaktır,
bilakis mekanizmayı tamamen yok etmek değildir. Zira işleyişe insicam kazandırıldığı
vakit bu tüm bünyeye sirayet edecektir ve mekanizma yeniden doğru düzgün
işlemeye başlayacaktır. Bu durumu şöyle de hülasa edebiliriz; düşünün ki, bir
kurum var, o kurumun başında bir amir var, o kurumun muhtelif bölümleri ve her
bölümde farklı elemanları var. Eğer o kurumun başında ki amir, ahlaksız ise,
nefis; gemini onun boynuna geçirmişse, sürekli malayani ile iştigal eden birisi
ise, kompleksi ve kaprisleri yüzünden ahmakça hareket ediyorsa, o kişinin
tavırları tüm kuruma sirayet edecek ve kurumda ki her bölümü olumsuz
etkileyecektir ve her bölümde çalışan insanların şevkini kıracaktır. Ve siz
şimdi, o kurumu tümden ilga mı edersiniz yoksa o amiri tard edip, kurumun
yeniden insicamlı bir şekilde işlemesini mi sağlarsınız? Geçelim! Bu meyanda
konuyla herhangi bir ilintisi olmasa da, mevzuya binaen vehleten aklımıza
düşüveren bir meseleyi de aktarmak istiyorum naçizane, zira bu durumla ilgili
vicdan azabı çekiyorum; şöyle ki, nice eğitim kurumlarına yönetici olarak
atanan şahısların, maiyetleri altında ki eğitim emekçilerine acı çektirdikleri,
o idealist eğitim emekçilerinin tüm ideallerini törpüledikleri, onların tüm
dünyalarını kararttıkları vakidir. Bu durum eğitime büyük bir darbe vurmaktadır.
Zira bir eğitim kurumunun motoru, orada eğitim-öğretim faaliyetinde bizatihi
aktif olan eğitim emekçileridir ve eğitim emekçileri, yöneticilerin emir erleri
değildir. Yöneticinin vazifesi, eğitim emekçilerinin hayatlarını zorlaştırmak
değil, kolaylaştırmaktır, tabir caizse onların hizmetkârı olmaktır. Zira onlar
rahat olsunlar ki, geleceğin mimarları olacak olan çocuklarımızı en güzel şekilde
yetiştirsinler. Bu demek değildir ki, eğitim emekçileri başıboş bırakılsın,
kendi kafalarına göre hareket etsinler, hayır asla. Zaten namuslu biri de
söylediklerimizi buraya çekip, olayı farklı boyuta taşımaz. Eğitim emekçilerini
ruh cephesinden yıpratmayalım, yıkmayalım, onların idealist duruşlarına darbe
vurmayalım lütfen. Yemin ediyorum yazık ederiz.
Ordu, tarihin akışında, her devletin istinat ettiği en
hayati dört unsurdan biri olmuştur. Ordu, milletlerin zırhıdır. O zırh
delindiği vakit, milletlerin mevcudiyeti bir hayalden ibaret kalır. O zırh
delindiği vakit, güç düşer, inanç biter, umut tükenir, düşüş başlar. Diğer üçü
ise; sermaye, bilim, hukuk olmuştur. Bir devletin rengini bu dört unsur açık
eder ve bir devlet bu dört unsur üzerinde var olur, şekillenir ve bir devletin
bekasını da bunlar tayin ederler. Fakat bunların içerisinde en mühim yeri ordu
işgal eder, zira ordu, mevcudiyetin garantisidir. Mevcut değilsen, diğerlerinin
vücut bulması kabil değildir. Ordu, vatan gibidir. Çünkü gücün tebeyyün ettiği
yerdir ordu. Tabir caizse mihenk taşıdır. İnsan gücü, silah ve istihbarat gibi
unsurlar, bu yapıya tahmin ötesi değer ekler. Keza tüm başkaldırıların ve
başkaldırıların başarılarının da muharrik noktasıdır burası. Yani saadet
oldukları kadar felakettirlerdir de. Ordu ne kadar sağlamsa, devlet o kadar
kudretli, millet o kadar umutlu ve dirençlidir. Bir devlete sızmanın ilk adımı,
o devletin ordusuna sızmakla olur ve son yüzyıllar da sızmalar da bahusus
orduyla başlamıştır. Zira bir ülkenin ordusuna sızma yapan bir devlet, o
ülkeyi, istendik yöne kanalize etmekte büyük yol kat etmiş sayılır.
Binaenaleyh, ülkeler, bu kurumlarına, büyük önem vermeli ve üzerine
titremelidirler. İlk yücelmesini sağlayacakları yerde burasıdır. Bilakis,
kaybediş kader; kazanmak tesadüfidir. Ordu, tüm milletin rengidir. Orduda
birlik varsa, millette dirlik ve düzen vardır. Orduda birlik yoksa millette
karamsarlık egemen olur. Binaenaleyh, orduya sonsuz önem verilmeli, adeta
üzerine titremelidir. Ordu bağımsızlık, ordusuzluk esaret demektir. Fazla söze
ne hacet!
Şunu kabul edelim: Reel dünyadan bahsedersek, ordular
reel dünyanın reddedilemez bir realitesidirler. Ve yine ordusuz bir milletin ve
ülkenin duvarsız bir bahçe gibi çırılçıplak kalacağı da bir realitedir. Herkes,
yatağında, hiçbir şeyi umursamadan, mışıl mışıl uyuyabiliyorsa, bunun nasıl
olduğunu düşünelim bakalım. Şöyle deriz, böyle deriz, çok şey deriz ama reel
dünyanın bu realitesini reddedemeyiz. Biz burada hayallerimizde ki dünyadan
bahsetmiyoruz. Belki düşlerinizde ki dünyada, reel dünyada ki nice şeylerin
olmadığını ifade edebilirsiniz hatta olmaması gerektiğini de söyleyebilirsiniz.
Ama ayaklarımız yere basıyorsa ve bizlerde uçamıyorsak, gerçeklerle yaşamak
zorundayız. Maalesef dünyanın katı ve sert bir realitesidir bu. Bu meyanda;
ideale, reel şartlar ve koşullar içerisinde mücadele vererek ulaşılır. Ki
insan, yerde yürümek zorunda olan bir canlı olarak bundan başka çıkış yolu
hiçbir zaman bulamayacaktır. Geçelim ve gelelim bizim ordumuza! Bizim ordumuz,
belki de, dünyada ki en disiplinli, en aksiyoner, en dinamik ve en eğitimli
ordudur. Bu gerçekten gerçektir. Burada yapılacak yegâne şey; orduyu hedefe
kilitlemektir. Ordu da ki dinamik insan gücüne moral ve motivasyon aşılamaktır.
Zira geriye sadece burası kalmaktadır. Zaten ordu dediğiniz de Türk Milleti,
Türk Milleti dediğinizde ordu akla gelir. Böyle olunca da bizim ordumuzun öyle
olması iktiza eder tabiatı mucibince. Elbette bu söylediğimiz, kalıp olarak
budur. Bizim görevimiz; özü de kalıba uydurmaktır. Evet, öz ve kalıp
mütenasipti ama maalesef insicam nakzolundu gibi oldu. Binaenaleyh, özü ve
kalıbı birlememiz önkoşuldur, ordumuzun her zamanda ve zeminde muzaffer
olabilmesi için. Bilakis söylediğimiz şey surda gediklerin açılmasını
kolaylaştırır. Bizim ordumuz, aklın ve ruhun bileşkesidir. Bu yüzden de nice
destanlar yazmış ve kendisi hakkında nice destanlar yazdırmıştır. Zira nice
kınalı kuzuların, koç yiğitlerin, hesapsız ve umarsız, hürriyet ve bağımsızlık
uğruna, sonunda şahadet olan bir yola girdikleri yerdir. Bizim ordumuzun, asıl
gücüde, manevi kuvveti ve maddi disiplinidir hiç kuşkusuz. Bu asla
olumsuzlanamayacak bir hakikattir. Kurtuluş Savaşı bunun en keskin hüccetidir.
Tabi zaman içinde yıpranmalar olmaktadır ve doğaldır. Ama bunun asla
olağanlaşmaması gerekir. Ki, bilakis, felaketin boyutları tahmin bile edilemez.
Sanki şu zamanlarda, zaman içinde, fark ettirmeden olağanlaşmış durumların
sancıları yaşanmaktadır. Bu ulvi ve kutsal yapı asla ve kata yıpratılmamalıdır,
yıpranmamalıdır. Bu yapı her türlü dünyevi hesapların ve çıkarların dışında
tutulmalı, kirletilmemelidir. Gerek bu yapı da olan, gerekse bu yapı dışında
kalan herkes kendi sınırlarında kalmalı ve vatan savunması yapan koç yiğitlerin
maneviyatlarını ve maddi disiplinlerini tahribata uğratmamalıdırlar. Orduyu
yöneten ve yönlendiren ekipler de, ordu bünyesinde ki koç yiğitlere gerek
maddi, gerekse manevi açıdan çok iyi bakmalıdırlar. Onların, hayatlarından ve
içinde bulundukları yapıdan dolayı mutlu olmalarını sağlamalıdırlar. Zira bir
asker, içinde bulunduğu yapıdan memnun olursa, vazifesini de büyük bir
motivasyonla yapacaktır, yaptığı işte hedefe varacaktır.
Cam, demir gibi değildir. Bazı şeyler cam gibi şeffaf
iken, bazı şeyler demir gibi olabildiğine serttir. Bu yüzden her nesneye, o nesnenin
tabiatı dikkate alınarak temasta bulunmak iktiza eder. Nasıl her insanın
tabiatını tanıyıp ondan sonra o insanla ne şekilde ve hangi yolla iletişime
geçeceğimizi hesap ediyoruz, işte aynen böyledir. Zira her insanın bir
psikolojik yapısı ve bu yapıyla mütenasip bir duruşu vardır. Bilakis, bazı
şeylerin geri dönüşü kabil değildir, tamiratı da muhaldir. Ve tabi bu meyanda
taşta yerinde ağıdır. Binaenaleyh, bazı şeyler kendi özel yerlerinde
kalmalıdırlar. Ne kendileri dışarıya müdahil olmalıdırlar ne de dışarısı kendilerine
müdahil olmalıdır. Hülasa; durum, hassas denge durumudur. Asker doktorluk
yapamaz, doktor askerlik yapamaz. Çünkü herkes kendi işinin eğitimini almıştır.
Asker yeri geldiğinde öldürmek için eğitilmiştir, doktor her ne pahasına olursa
olsun yaşatmak için eğitilmiştir. İşte bu yüzden diyoruz, herkes kendi işini
yapmalıdır diye. Zira ancak o zaman yapılan her şey yerinde ve güzel olur ve
faydalı olur. Bilakis, felaket olur. Bozarsanız düzeltemezsiniz başı şeyleri.
Düzeltmek için bedel ödemek zorunda kalırsınız. Ama bu bedeli sadece siz
ödemezsiniz. Bazen bir hata, bir yıkım olur. Öyleyse bozmamalıyız. Bozukluk
varsa da, usulünce ve yerince tamir etmeliyiz, kırmadan dökmeden. Ve bozukluğun
nasıl ve şekilde tezahür ettiğini bilmeliyiz ki, sancısız, sıkıntısız, kolay
şekilde işimizi yapalım. Bazı maddeler, karışım oldukları için kolay çözülürler
bazı durumlarda, bu yüzden, olabildiğince teennili ve hassas olunmalıdır. Hangi
maddeye hangi maddenin karıştığını bildiğimiz zaman, o maddenin hangi şartlarda
dağılacağını ve hangi maddelere ayrılacağını kolayca bilebilir ve ona göre
stratejimizi ve taktiğimizi belirleriz, takip edeceğimiz yolu, yöntemi
bulabiliriz. O zaman kolayca tefrik edebilir ve tamiri kolay kılabiliriz.
Bilmeliyiz ki; Bu ordu, Türk Devletinin ve Türk Milletinin bekasının
sigortasıdır. Bu ordu, bu halkın malıdır. Havasıyla, karasıyla, deniziyle ve
her şeyiyle. Uçarken de, yürürken de, yüzerken de onun yanında olmak, bulunmak
zorundayız. Zira onların mevcudiyetleri sayesinde mevcudiyetimizden söz
edilmektedir. Tek dostumuzun bulunmadığı, çıkarların çarpıştığı ve bu çıkar
savaşlarında münhasıran bu yapının müntesiplerinin canlarını adadığı bir
dünyada, bu koç yiğitlerin olmadığını tahayyül ve tasavvur etmek kabil
değildir. Ettiğimizi varsaysak bile ne şekilde var olacağımızı düşünmek
korkunçtur.
İnsan topraktandır, toprağı reddedemez. Bitki
topraktandır, toprağı reddedemez. Her şeylerini topraktan alırlar, bu iki şey.
Bunlar toprağa bağlıdırlar, toprak bunlara. Bunlar toprakla vücut bulur, toprak
bunlarla mevcut olur. İçinden çıktığın tohumu reddedemezsin. Benim içimden
çıktı diye öldüremezsin. Mevcut olan her şey bir denge üzerinde vücut bulur.
Denge bozulduğu zaman her şey şirazesinden çıkar, insicam nakzolur. Mevcut olan
dünyada vücut bulmuş her şeyin bir sınırı vardır ve sınırları zorlamak dengeyi
bozmaktır, şeyleri boğmaktır. Zaten dünyada ki kaosun nedeni de bu değil midir?
Asıl olanın mahiyetini kaybetmesinin ve kendisinden başka bir şeye dönüşmesinin
nedeni de bu değil midir? İçinden çıktığın tohuma tutunacak, içinden çıkan özü de
koruyacaksın. Tohumdan kopamazsın. Seni çıkardım artık ne yaparsan yap deyip
terk edemezsin. Ya da seni ben çıkardım deyip, onun özgünlüğünü ve özgürlüğünü
yok etmeye tevessül edemezsin. Dedik ya, taş yerinde ağırdır. Toprakla, tohumla
irtibatını koparırsan kurursun. Sen benim ürünümsün deyip müdahil olursan
insicamı bozarsın, dağıtırsın ve yokluğa sürüklersin. Köprü olmalıdır ama o
köprüden akışların da bir kuralı olmalıdır. Bilakis, köprü yıkıldığı zaman
irtibat kesilir ve kesilen yerde ayrılan şeyler yağmalanır. Herkesin bir iç
disiplini olmalıdır ve herkes özdenetime sahip olmalıdır. Mevcut oluş ve vücut
buluş kodları vardır ve bu kodlarla intibak içinde olunmalıdır. Bu kodlarla
uyumsuzluk gösterenler, muayyen disiplin içinde mevcudun dışına alınmalıdırlar.
Mevcudun dışına alındım diye vücut bulmuş olana musallat olunamaz, olunursa bu
sefer mevcudun dışına değil hayatın dışına alınma olur.
Hayat; nefsin dizgilerini çözmekle değil, nefse gem
geçirerek bir düzen ve disiplin içinde yaşanır. Hayatın sessiz yasaları vardır,
çiğnediğiniz zaman intikamlarını sessizce ama çok acı ve ağır şekilde alırlar.
Bu yüzden hayatın neresinde yaşıyor olursanız olunuz, yaşadığınız yerin
yasalarıyla uyum içinde olmalısınız. Doğal yasalarla zaten uyum içinde
olmalısınız, ki ancak bu şekilde mevcut olursunuz, çünkü bu yolla vücut
buldunuz. Yapay yasalarıyla da uyum içinde olmalısınız, ki dünyanın katı ve
sert bir realitesidir bu maalesef, çünkü bu yolla mevcut olduğunuz yerde vücut
bulursunuz ve ancak vücut bulursanız mevcudu muhafaza edebilir, muhafaza etmek
için kendinizi var kılabilirsiniz. Sayesinde vücut bulduğunuz bir şeyi ve
mevcudiyetinizle vücut bulacak bir şeyi tahdit etmeye hakkınız yoktur ve
olamaz. Geçelim! Disiplinsizlik yapan, etik
dışı işlerle iştigal eden, bu gücü bireysel işlerinde anahtar olarak kullanmaya
tevessül eden ve bu yapı üzerinden bireysel rant sağlayan bir cüz varsa
koparılıp atılmalıdır bünyeyi sarmadan. Her bir cüz kim olduğunun, nerede bulunduğunun,
ne yapması gerektiğinin ve nasıl-niçin yapması gerektiğinin idrakinde
olmalıdır. Ne bu yapıyı ne de haysiyetini ayağa düşürmemelidir, temsilini adam
gibi yapmalıdır. İtibarın sarsılması felaketin ve zafiyetin habercisidir. Keza,
bu yapıya kendi menfaatleri için müdahale edip, bu yapıyı özgünlüğünden ve asıl
mahiyetinden uzaklaştırmaya tevessül edenlere de dur denilmelidir. Her şeyin
doğal bir gelişim seyri vardır ve o seyir akamete uğratılırsa, her şey berbat
olur. Taş yerinde ağırdır ve bu yapının as elemanları da yardımcı elemanları da
ve bu yapıya müdahil olacaklarda yerlerini bilmelidirler. Hiçbir şey alelade
yapılmamalıdır. Hayat, üsluptur ve her şeyin bir üslubu vardır. Bu yapı
bünyesinde mevcut olan birisi, bu mevcudiyetin içerisinde nasıl vücut bulduğunu
unutmamalıdır, unuttuğu zaman affedilmemelidir. Görevlerini bütün
incelikleriyle idrak etmiş olmaları gerekmektedir. Görev alanlarına giren bir
konuda da sarsılmaz otoritelerini konuşturmaları gerekir mutlaka. Farklı
sınırlara hesapsız dalıpta kendi sınırlarını bilmemeleri itibar kaybına yol
açar. Ve bir gün hesabını sorarlar. Keza dışarıdan da hesapsız, umarsız
müdahale edipte, vücut bulmuş olanın mevcudiyetini tehlikeye atmak yapılacak en
büyük yanlıştır.
Son tahlilde; yağmur az yağarsa toprak kurur çatlar, çok
yağarsa toprak bataklığa dönüşür. Bu yüzden muayyen bir insicam içerisinde
yağmalıdır ki tabiat şenlensin, toprak mümbit bir hale dönüşsün. Hani insan
özelinde ki ifrat-tefrit durumu var ya, onun gibi. Su kendi yatağında güzeldir.
Ne taşmalıdır ne de geçip gittiği düzenek bozulmalı ve daraltılmalıdır. İnsan
bozulduğu için denge bozuldu, denge bozulduğu için her şey şirazesinden çıktı,
her şey şirazesinden çıktığı için insicam bozuldu, insicam bozulduğu için düzen
kayboldu ve kaos baş gösterdi. Bu yüzden de insanlık boğuldu, berbat oldu,
harap oldu. Nereden çıktığını bilmelisin, nereye hizmet edeceğini bilmen için.
Taş yerinde ağırdır ve ağırlığını korumalısın. Bilakis, hesabını, kitabını, yolunu
şaşırırsın. Hesap, kitap ve yol şaşınca da ipin ucunu kaçırırsın ve daha
tutamazsın. Dünyaya egemen olanların arkasındaymış, onların korumasıymış gibi
bir görüntü verirsen yalnız kalırsın ve beslenemezsin. Ama maddi ve manevi
besin kaynağın olanların ve senin himayene gereksinim duyanların arkasındaymış,
onların korumasıymış gibi bir görüntü verirsen, ki mahiyetinle mütenasip olan
budur zira, dünyaya egemen olanlara meydan okuyabilir ve diz çöktürebilirsin,
bu da senin itibarını artırır ve mevcudiyetini payidar kılar. Senin görevin,
sayesinde vücut bulduğun mevcudu muhafaza etmektir ve onun koruyucusu olmaktır.
Bağrında bulunanlar ve gerektiğinde toprağa düşenler kimlerse, onlarla yürümen
ve onların kolayca yürümelerine yardımcı olman içindir senin mevcudiyetin.
Bilakis, onların canlarını, kanlarını, yaşlarını, rantları uğruna namussuzca
kullananlar için değildir. Bugünün dünyasında böyle bir görüntü veriyorsan
vahimdir. Bir an evvel mahiyetine mütenasip işler hale dönüş yapmalısın ve
halkın malı olmalısın, nasıl halkın çocukları senin bünyene dâhil oldukları an
senin malın oluyorlarsa. Öyleyse; bu ordu tüm halktır, tüm halkta bu ordudur.
Hesap, kitap bu duruma mütenasip olmalıdır ve insicam nakzolunmamalıdır. Bu
toprağın yağız çocukları, koç yiğitleri ordunuza sahip çıkınız. Ona leke
sürdürmeyiniz. O mukaddes yapıyı kadim gücüne ve asli mahiyetine kavuşturunuz.
Bu görev bu milletin her bir cüzüne verilmiştir. Tabi bu yüce kurumun
mümessilleri de temsillerini bihakkın ifa etmelidirler. Görevlerini yerinde ve
zamanında icra etmelidirler. Yerlerini bilmelidirler. Yerini bilmemek, yerin
değersizleşmesini intaç eder. Denge durumu, hassas bir durumdur. Denge
kaybedilirse, kaybedilmeyen hiçbir şey kalmaz.
En
son tahlilde;
Ordusuz kalınca anlarsın ordunun ne olduğunu
Ordun varsa fark edersin kim olduğunu
Orduna sahip çık ki ordun yürüsün
Ordun yürüsün ki kim olduğun bilinsin
Halksız kalmazsın orduysan
Hep yaşarsın halkının yurduysan
Türap olmaz payidar kalırsın
Dostu değil düşmanı vurduysan
UMUTLA
EY İNSAN TEKİ!
Ve
tüm tahlillerin en sonunda; tüm benliğimle, tüm
bilincimle, tüm şuurumla, tüm kalbimle, tüm beynimle, tüm vicdanımla diyor, ifade
ediyor ve haykırıyorum ki; Orduna, Yurduna ve Cumhuriyetine sahip çık!
SÖZLER:
‘’’’Ben de zulüm ve adaletsizlikleri, aykırılıkları,
dengesizlikleri kökten kaldırmanın çabasındayım. Özgür insanın oluşması
yolundadır gayretim. Öyle bir dinin izindeyim ki, yoksulluğu ve sınıf
çatışmasını kaldırır. Öyle bir dine inanıyorum ki insanlara bu dünyada kurtuluş
ve özgürlük bağışlar. Öyle bir sorumluluğu yüklenmişim ki, bu sorumluluk, hemen
herkese bu dünyada dirilik ve olgunluk kazandırır. Öyle bir akideye inanıyorum
ki, adalet terazisini ölümden önce çağdaş toplumda ikame eder. Müslüman oluşum
bundandır işte.’’’’
Ali
Şeriati
""Bugün dünyada açlık var. Bu kimi
ilgilendiriyor. Zihni çarpıtmanın bir parçası olarak bize sunuluyor. Ama
dünyada açlık olduğunu söyleyenler aynı zamanda bu açlığın sebebini de
biliyorlar. Hâlbuki --------dünya üzerindeki açlık, dünya sisteminin ayakta
durması için kurulan yapının--------- sonucudur. Herkesin bayıla bayıla
konuştuğu pazar ekonomisinin sonucudur.""
İsmet
Özel
""Bizim akıllıların Batı'ya özendiği üç şey
var: DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI ve SERBEST PAZAR. Demokrasi dedikleri ABD'nin
Irak'ta yaptıklarıdır. İnsan Hakları ise yalnızca Yahudiler için geçerli.
Serbest Pazar da hiçbir zaman serbest olmadı zaten.""
İsmet
Özel
""Tecrübe, bayağılığa alışmak ve bayağılaşmak.
İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de
bu.""
Cemil
Meriç
“”Kendini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz.
Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz. Onlar sürü yavrum!””
Cemil
Meriç
""Bu dünyaya ayak uydurabilen kötü birisidir,
kötü kötüyü dengeler çünkü.""
Arthur
Schopenhauer
""Evliyaları, mübarekleri, hazretleri, uluları,
önderleri ve mukaddesleri bol olan toplumlar kolay kolay düşünemezler; düşünce
ve değer üretemezler. Çünkü kendileri küçüktür.""
Prof.
Dr. İlhami Güler
""Gelin kardeşlerim! Rahiplerin ve papazların
istediği gibi değil de kendi istediğimiz gibi kulluk edelim, dua edelim. Çünkü
Allah, başkasını taklit eden bir cahil tarafından kulluk edilmeyi istemez.
Kardeşlerim, kulak verin ve yüreğinizin sesini dinleyin. Derinliklerinizde var
olan ruhun istediğini yapın,’ desem, ‘Bu bir isyancıdır. Bizden, Tanrının yerle
gök arasında diktiği aracıları yadsımamızı istiyor,’ diyeceklerdir.""
Halil
Cibran
""Korkaklık şu soruyu sorar: Güvenli mi?
Menfaatçilik şu soruyu sorar: Faydalı mı?
Kibir şu soruyu sorar: Popüler mi?
Ama vicdan şu soruyu sorar: Adaletli mi?""
Martin
Luther King
""İyi insanı secdelerden değil, doğru sözünden
ve emanete ihanet etmemesinden tanırsın..""
Hz.
Ali