KUTSAL ORDU...

Özgür DENİZ - 09.10.2017

Eğitimin değerini ölçebilecek hiçbir alet icat edilmemiştir henüz. Mevzumuz da eğitimden bağımsız değildir elbette. Fakat burada ki meselemiz eğitimle ilintili olsa da eğitim değildir. Geçelim! Devletin mevcudiyetinin, vatanın bütünlüğünün, milletin hürriyetinin, bağımsızlığın ebediliğinin, varlığın idamesinin, birliğin garantisinin, beraberliğin teminatının yegâne supabı olan Yüce Türk Ordusunu büyük ve derin bir coşkuyla selamlıyorum. Bu budur! Çünkü savunma silahla yapılır ve silah ordudadır. Ve bahsettiğimiz tüm unsurların mevcudiyeti muhakkak ki ordunun mevcudiyetine merbuttur, ordunun mevcudiyetiyle kaimdir. Netameli durumlarda, düşmanın karşısına çıkacak olan, duruma el koyacak olan, sahaya akın edecek olan, göğüs göğüse vuruşacak olan yapı; ordudur. Ordu milletiz deriz ve doğrudur bu. Çünkü insanlık tarihi, biraz da Türk Savaşçılarının tarihidir. Türk Savaşçılarının kavgasıdır tarih meydanını şenlendiren ve coşturan hatta anlamlandıran. Türk Savaşçılarını tarihten çıkardığınız zaman, tarih, çelik çomak oyunundan ibaret kalır. Gerçekler vardır, birde hayaller. Hayallerinizde muhtelif şeyler düşünebilirsiniz, gerçekliklere muhalefet edebilirsiniz ama bu demek değildir ki, gerçekler yoktur. Gerçekler hep karşınızdadır ve ilelebet karşınızda olacaktır. Keza bir savaşın en mühim unsurlarından olan at ve silah dendiği zaman da, akla, her bir neferi birer savaşçı olan Türk Ordusu gelir. Hakeza ordu kutsaldır kültürel dinamiklerimizde. Tüm bu sebeplere binaen, Türk Milletinin her bir ferdi olarak, ordumuzun üzerine titrememiz icap eder. Göklerimiz, topraklarımız ve sularımız, ordumuz sayesinde yaşanılabilir durumdadır ve hürdür. Çünkü bu unsurların muhafazasının teminatı, ordumuzun kendilerinden müteşekkil bulunduğu muhafızlardır. Ve Türk Ordusunun en önemli özelliği, demir disiplinidir. O disiplin bozulduğu zaman, tüm ordu bozulur. Savaşlarda Türk Ordusunu muzaffer kılan en önemli amil; disiplinidir. Binaenaleyh, ordunun disiplinini tagayyürata uğratacak durumlardan olabildiğince imtina etmemiz iktiza eder. Tüm bunlar kuru birer hamaset değildir, ki hamaset dar kafalılığa dalalettir, binaenaleyh hazzetmem. Ayrıca tüm muhtelif teorilerden de uzak ve bağımsız bir mevzudur mevzumuz yani düşüncelerimizi bu minvalde serdediyoruz. Hülasa; teoriler bağlamında bakmamak gerekir mevzuya. Umarım sekter ve alık bir bakış açısıyla bakıp olayı farklı boyutlara çekmeyiz.

 

Bir kaleyi, o kaleyi korumakla sorumlu bir teşekkülün bir cüzü de tahribata ve tahrifata uğratabilir ve kalede delik açılmasına neden olabilir. Zira hiçbir bütün eksiksiz olarak tertemiz olamaz, olsa da bu çok nadir bir durumdur. İlla ki bir bütünde, o bütüne olumsuz tesirde bulunma ihtimali olan kusurlu, hastalıklı bir cüz bulunabilir. O cüzün kimyası bütünle uyuşmayabilir ama bir şekilde bütüne eklemlenmiş olabilir. Bu bilinçsizce de olmuş olabilir, bir plan dâhilinde bilinçli olarakta kotarılmış olabilir. İstenir ki, o hastalıklı cüz, bütünün kimyasını bozsun, bünyede derin yaralar açılmasına neden olsun ve tedricen bütünü zaafa uğratsın ve hareket edemez hale getirsin. Filhakika burada garipsenecek bir şeyde yoktur. Zira yaşadığımız dünyanın mahiyetine bigâne değiliz. Mücadelelerin nasıl yapıldığı konusuna bigâne değiliz. Binaenaleyh malum durumu normal karşılamakta sıkıntı yoktur. Zira böyle şeyler bugüne değin olagelmiştir, bademada olagidecektir. Bizim ödevimiz, vazifemizi bihakkın ifa edip, bünyeye sızmaların önüne geçip bütünün temiz kalmasını sağlamaktır. Yüce Türk Ordusunda ki insicamı, düzeni ve disiplini yanlış telakkilerle nakzetmemektir bizim ödevimiz. Bu konuda ki gerekli tedbirleri, gerek Yüce Türk Ordusunun bizatihi kendisi, gerekse siyaset tarafı almalıdır. Tabi ki en başta Yüce Türk Devletinin ödevidir bu. Silah, bir ülke ve devlet için, düşmanla arasında en büyük barikattır. Böyle bir dünyada kapalı kalmakta, yaşamakta imkânsızdır. Herkes herkese açıktır. Bütün insanlar gibi bütün devletler de etkileşim içinde olduğuna göre bu tür şeylerin vuku bulması kaçınılmazdır. Ve üstelik şimdiki zamanlarda ülkelere direkt hâkim olmak hem tercih edilebilen bir şey değildir hem de pek geçerli değildir ve haddizatında imkânsızdır. Zira direkt mücadele hem pahalıdır hem imkânsızdır hem de büyük bir insan kaybı demektir. Bilakis, ülkelerin yönetim kademelerine ve vs. alanlarına yerleştirilen ajanlarca işler idare edilmektedir. Keza, bir bütün, o bütünün başı ile bir anlam kazanır ve o baş çürükse bütün sağlam olsa da peyderpey çürür, o baş sağlamsa bütün çürük olsa da peyderpey sağlamlaşır. Binaenaleyh, bir ordunun başı tabir caizse hem her şeydir hem de hiçbir şeydir. Zira onun iradesi ordunun iradesi, onun kararları ordunun istikameti, onun mevcudiyeti ordunun mevcudiyetidir.

 

Ölüm gizleyen vadilerde ve ölüm kusan dağlarda, kendi kimliğinin önüne bu toprağın çocuklarının kimliğini koyup kan kusan ve küresel şebekelerin rantı uğruna kavga veren eli kanlı tetikçilere karşı canları pahasına kutsal bir kavga veren Yüce Türk Ordusunun aziz neferlerini saygıyla selamlıyorum. Geçelim! Yüreğimizin sesine kulak verir, olaya gerçeklik temelinde bakarsak, içerideki hastalıklı cüzlere takılıp kalmaya ve bütüne düşmanlık etmeye lüzum yoktur. Zira bir cüz yüzünden bir bütün feda edilemez. Öncü değiştiği zaman, takipçilerde elbette spontane değişecektir. Binaenaleyh, bir bütünde mühim olan öncüdür. Nasıl ki, bir oyunda kaptan değişince kurallar ve oyuncuların yeri de değişir hatta anlayış değişir, durum bundan ibarettir. Eğer bir çeşme bozuk akıyorsa ve akan su kontrolsüz bir şekilde etrafa dağılıyorsa, o çeşmeyi tamamen yok etmeye gerek yoktur, bilakis çeşmenin başını değiştirdiğiniz zaman su kontrollü ve insicamlı olarak akmaya devam edecektir. Elbette mantıklı ve tutarlı olan budur. Hem kolay, hem zahmetsiz, hem de ucuz bir yoldur bu. Düşünsenize, bir insanın kafası bozuk olursa tüm azaları da bozuk olacaktır; kafası düzgün olursa tüm azaları da düzgün olacaktır. İş kafada bitmektedir yani. Bu her şeyde böyledir. Bir mekanizma var olsun, o mekanizmanın kontrolü yanlış yerde olsun ve o mekanizmanın organizmaları olsun ve o organizmalar o mekanizma dâhilinde hareket ediyorlar olsun ama o mekanizma muayyen bir çizgiye göre kurgulanmış olsun ve istisnasız tüm organizmalar işleyişten rahatsız olsun. Şimdi bu işleyişi bahane ederek o mekanizmayı tamamen işlevsiz kılmak ve işlemez hale getirmek ne kadar mantıklıdır, tutarlıdır? Burada yapılması iktiza eden şey, işleyişe insicam kazandırmaktır, bilakis mekanizmayı tamamen yok etmek değildir. Zira işleyişe insicam kazandırıldığı vakit bu tüm bünyeye sirayet edecektir ve mekanizma yeniden doğru düzgün işlemeye başlayacaktır. Bu durumu şöyle de hülasa edebiliriz; düşünün ki, bir kurum var, o kurumun başında bir amir var, o kurumun muhtelif bölümleri ve her bölümde farklı elemanları var. Eğer o kurumun başında ki amir, ahlaksız ise, nefis; gemini onun boynuna geçirmişse, sürekli malayani ile iştigal eden birisi ise, kompleksi ve kaprisleri yüzünden ahmakça hareket ediyorsa, o kişinin tavırları tüm kuruma sirayet edecek ve kurumda ki her bölümü olumsuz etkileyecektir ve her bölümde çalışan insanların şevkini kıracaktır. Ve siz şimdi, o kurumu tümden ilga mı edersiniz yoksa o amiri tard edip, kurumun yeniden insicamlı bir şekilde işlemesini mi sağlarsınız? Geçelim! Bu meyanda konuyla herhangi bir ilintisi olmasa da, mevzuya binaen vehleten aklımıza düşüveren bir meseleyi de aktarmak istiyorum naçizane, zira bu durumla ilgili vicdan azabı çekiyorum; şöyle ki, nice eğitim kurumlarına yönetici olarak atanan şahısların, maiyetleri altında ki eğitim emekçilerine acı çektirdikleri, o idealist eğitim emekçilerinin tüm ideallerini törpüledikleri, onların tüm dünyalarını kararttıkları vakidir. Bu durum eğitime büyük bir darbe vurmaktadır. Zira bir eğitim kurumunun motoru, orada eğitim-öğretim faaliyetinde bizatihi aktif olan eğitim emekçileridir ve eğitim emekçileri, yöneticilerin emir erleri değildir. Yöneticinin vazifesi, eğitim emekçilerinin hayatlarını zorlaştırmak değil, kolaylaştırmaktır, tabir caizse onların hizmetkârı olmaktır. Zira onlar rahat olsunlar ki, geleceğin mimarları olacak olan çocuklarımızı en güzel şekilde yetiştirsinler. Bu demek değildir ki, eğitim emekçileri başıboş bırakılsın, kendi kafalarına göre hareket etsinler, hayır asla. Zaten namuslu biri de söylediklerimizi buraya çekip, olayı farklı boyuta taşımaz. Eğitim emekçilerini ruh cephesinden yıpratmayalım, yıkmayalım, onların idealist duruşlarına darbe vurmayalım lütfen. Yemin ediyorum yazık ederiz.

 

Ordu, tarihin akışında, her devletin istinat ettiği en hayati dört unsurdan biri olmuştur. Ordu, milletlerin zırhıdır. O zırh delindiği vakit, milletlerin mevcudiyeti bir hayalden ibaret kalır. O zırh delindiği vakit, güç düşer, inanç biter, umut tükenir, düşüş başlar. Diğer üçü ise; sermaye, bilim, hukuk olmuştur. Bir devletin rengini bu dört unsur açık eder ve bir devlet bu dört unsur üzerinde var olur, şekillenir ve bir devletin bekasını da bunlar tayin ederler. Fakat bunların içerisinde en mühim yeri ordu işgal eder, zira ordu, mevcudiyetin garantisidir. Mevcut değilsen, diğerlerinin vücut bulması kabil değildir. Ordu, vatan gibidir. Çünkü gücün tebeyyün ettiği yerdir ordu. Tabir caizse mihenk taşıdır. İnsan gücü, silah ve istihbarat gibi unsurlar, bu yapıya tahmin ötesi değer ekler. Keza tüm başkaldırıların ve başkaldırıların başarılarının da muharrik noktasıdır burası. Yani saadet oldukları kadar felakettirlerdir de. Ordu ne kadar sağlamsa, devlet o kadar kudretli, millet o kadar umutlu ve dirençlidir. Bir devlete sızmanın ilk adımı, o devletin ordusuna sızmakla olur ve son yüzyıllar da sızmalar da bahusus orduyla başlamıştır. Zira bir ülkenin ordusuna sızma yapan bir devlet, o ülkeyi, istendik yöne kanalize etmekte büyük yol kat etmiş sayılır. Binaenaleyh, ülkeler, bu kurumlarına, büyük önem vermeli ve üzerine titremelidirler. İlk yücelmesini sağlayacakları yerde burasıdır. Bilakis, kaybediş kader; kazanmak tesadüfidir. Ordu, tüm milletin rengidir. Orduda birlik varsa, millette dirlik ve düzen vardır. Orduda birlik yoksa millette karamsarlık egemen olur. Binaenaleyh, orduya sonsuz önem verilmeli, adeta üzerine titremelidir. Ordu bağımsızlık, ordusuzluk esaret demektir. Fazla söze ne hacet!

 

Şunu kabul edelim: Reel dünyadan bahsedersek, ordular reel dünyanın reddedilemez bir realitesidirler. Ve yine ordusuz bir milletin ve ülkenin duvarsız bir bahçe gibi çırılçıplak kalacağı da bir realitedir. Herkes, yatağında, hiçbir şeyi umursamadan, mışıl mışıl uyuyabiliyorsa, bunun nasıl olduğunu düşünelim bakalım. Şöyle deriz, böyle deriz, çok şey deriz ama reel dünyanın bu realitesini reddedemeyiz. Biz burada hayallerimizde ki dünyadan bahsetmiyoruz. Belki düşlerinizde ki dünyada, reel dünyada ki nice şeylerin olmadığını ifade edebilirsiniz hatta olmaması gerektiğini de söyleyebilirsiniz. Ama ayaklarımız yere basıyorsa ve bizlerde uçamıyorsak, gerçeklerle yaşamak zorundayız. Maalesef dünyanın katı ve sert bir realitesidir bu. Bu meyanda; ideale, reel şartlar ve koşullar içerisinde mücadele vererek ulaşılır. Ki insan, yerde yürümek zorunda olan bir canlı olarak bundan başka çıkış yolu hiçbir zaman bulamayacaktır. Geçelim ve gelelim bizim ordumuza! Bizim ordumuz, belki de, dünyada ki en disiplinli, en aksiyoner, en dinamik ve en eğitimli ordudur. Bu gerçekten gerçektir. Burada yapılacak yegâne şey; orduyu hedefe kilitlemektir. Ordu da ki dinamik insan gücüne moral ve motivasyon aşılamaktır. Zira geriye sadece burası kalmaktadır. Zaten ordu dediğiniz de Türk Milleti, Türk Milleti dediğinizde ordu akla gelir. Böyle olunca da bizim ordumuzun öyle olması iktiza eder tabiatı mucibince. Elbette bu söylediğimiz, kalıp olarak budur. Bizim görevimiz; özü de kalıba uydurmaktır. Evet, öz ve kalıp mütenasipti ama maalesef insicam nakzolundu gibi oldu. Binaenaleyh, özü ve kalıbı birlememiz önkoşuldur, ordumuzun her zamanda ve zeminde muzaffer olabilmesi için. Bilakis söylediğimiz şey surda gediklerin açılmasını kolaylaştırır. Bizim ordumuz, aklın ve ruhun bileşkesidir. Bu yüzden de nice destanlar yazmış ve kendisi hakkında nice destanlar yazdırmıştır. Zira nice kınalı kuzuların, koç yiğitlerin, hesapsız ve umarsız, hürriyet ve bağımsızlık uğruna, sonunda şahadet olan bir yola girdikleri yerdir. Bizim ordumuzun, asıl gücüde, manevi kuvveti ve maddi disiplinidir hiç kuşkusuz. Bu asla olumsuzlanamayacak bir hakikattir. Kurtuluş Savaşı bunun en keskin hüccetidir. Tabi zaman içinde yıpranmalar olmaktadır ve doğaldır. Ama bunun asla olağanlaşmaması gerekir. Ki, bilakis, felaketin boyutları tahmin bile edilemez. Sanki şu zamanlarda, zaman içinde, fark ettirmeden olağanlaşmış durumların sancıları yaşanmaktadır. Bu ulvi ve kutsal yapı asla ve kata yıpratılmamalıdır, yıpranmamalıdır. Bu yapı her türlü dünyevi hesapların ve çıkarların dışında tutulmalı, kirletilmemelidir. Gerek bu yapı da olan, gerekse bu yapı dışında kalan herkes kendi sınırlarında kalmalı ve vatan savunması yapan koç yiğitlerin maneviyatlarını ve maddi disiplinlerini tahribata uğratmamalıdırlar. Orduyu yöneten ve yönlendiren ekipler de, ordu bünyesinde ki koç yiğitlere gerek maddi, gerekse manevi açıdan çok iyi bakmalıdırlar. Onların, hayatlarından ve içinde bulundukları yapıdan dolayı mutlu olmalarını sağlamalıdırlar. Zira bir asker, içinde bulunduğu yapıdan memnun olursa, vazifesini de büyük bir motivasyonla yapacaktır, yaptığı işte hedefe varacaktır.  

 

Cam, demir gibi değildir. Bazı şeyler cam gibi şeffaf iken, bazı şeyler demir gibi olabildiğine serttir. Bu yüzden her nesneye, o nesnenin tabiatı dikkate alınarak temasta bulunmak iktiza eder. Nasıl her insanın tabiatını tanıyıp ondan sonra o insanla ne şekilde ve hangi yolla iletişime geçeceğimizi hesap ediyoruz, işte aynen böyledir. Zira her insanın bir psikolojik yapısı ve bu yapıyla mütenasip bir duruşu vardır. Bilakis, bazı şeylerin geri dönüşü kabil değildir, tamiratı da muhaldir. Ve tabi bu meyanda taşta yerinde ağıdır. Binaenaleyh, bazı şeyler kendi özel yerlerinde kalmalıdırlar. Ne kendileri dışarıya müdahil olmalıdırlar ne de dışarısı kendilerine müdahil olmalıdır. Hülasa; durum, hassas denge durumudur. Asker doktorluk yapamaz, doktor askerlik yapamaz. Çünkü herkes kendi işinin eğitimini almıştır. Asker yeri geldiğinde öldürmek için eğitilmiştir, doktor her ne pahasına olursa olsun yaşatmak için eğitilmiştir. İşte bu yüzden diyoruz, herkes kendi işini yapmalıdır diye. Zira ancak o zaman yapılan her şey yerinde ve güzel olur ve faydalı olur. Bilakis, felaket olur. Bozarsanız düzeltemezsiniz başı şeyleri. Düzeltmek için bedel ödemek zorunda kalırsınız. Ama bu bedeli sadece siz ödemezsiniz. Bazen bir hata, bir yıkım olur. Öyleyse bozmamalıyız. Bozukluk varsa da, usulünce ve yerince tamir etmeliyiz, kırmadan dökmeden. Ve bozukluğun nasıl ve şekilde tezahür ettiğini bilmeliyiz ki, sancısız, sıkıntısız, kolay şekilde işimizi yapalım. Bazı maddeler, karışım oldukları için kolay çözülürler bazı durumlarda, bu yüzden, olabildiğince teennili ve hassas olunmalıdır. Hangi maddeye hangi maddenin karıştığını bildiğimiz zaman, o maddenin hangi şartlarda dağılacağını ve hangi maddelere ayrılacağını kolayca bilebilir ve ona göre stratejimizi ve taktiğimizi belirleriz, takip edeceğimiz yolu, yöntemi bulabiliriz. O zaman kolayca tefrik edebilir ve tamiri kolay kılabiliriz. Bilmeliyiz ki; Bu ordu, Türk Devletinin ve Türk Milletinin bekasının sigortasıdır. Bu ordu, bu halkın malıdır. Havasıyla, karasıyla, deniziyle ve her şeyiyle. Uçarken de, yürürken de, yüzerken de onun yanında olmak, bulunmak zorundayız. Zira onların mevcudiyetleri sayesinde mevcudiyetimizden söz edilmektedir. Tek dostumuzun bulunmadığı, çıkarların çarpıştığı ve bu çıkar savaşlarında münhasıran bu yapının müntesiplerinin canlarını adadığı bir dünyada, bu koç yiğitlerin olmadığını tahayyül ve tasavvur etmek kabil değildir. Ettiğimizi varsaysak bile ne şekilde var olacağımızı düşünmek korkunçtur.

 

İnsan topraktandır, toprağı reddedemez. Bitki topraktandır, toprağı reddedemez. Her şeylerini topraktan alırlar, bu iki şey. Bunlar toprağa bağlıdırlar, toprak bunlara. Bunlar toprakla vücut bulur, toprak bunlarla mevcut olur. İçinden çıktığın tohumu reddedemezsin. Benim içimden çıktı diye öldüremezsin. Mevcut olan her şey bir denge üzerinde vücut bulur. Denge bozulduğu zaman her şey şirazesinden çıkar, insicam nakzolur. Mevcut olan dünyada vücut bulmuş her şeyin bir sınırı vardır ve sınırları zorlamak dengeyi bozmaktır, şeyleri boğmaktır. Zaten dünyada ki kaosun nedeni de bu değil midir? Asıl olanın mahiyetini kaybetmesinin ve kendisinden başka bir şeye dönüşmesinin nedeni de bu değil midir? İçinden çıktığın tohuma tutunacak, içinden çıkan özü de koruyacaksın. Tohumdan kopamazsın. Seni çıkardım artık ne yaparsan yap deyip terk edemezsin. Ya da seni ben çıkardım deyip, onun özgünlüğünü ve özgürlüğünü yok etmeye tevessül edemezsin. Dedik ya, taş yerinde ağırdır. Toprakla, tohumla irtibatını koparırsan kurursun. Sen benim ürünümsün deyip müdahil olursan insicamı bozarsın, dağıtırsın ve yokluğa sürüklersin. Köprü olmalıdır ama o köprüden akışların da bir kuralı olmalıdır. Bilakis, köprü yıkıldığı zaman irtibat kesilir ve kesilen yerde ayrılan şeyler yağmalanır. Herkesin bir iç disiplini olmalıdır ve herkes özdenetime sahip olmalıdır. Mevcut oluş ve vücut buluş kodları vardır ve bu kodlarla intibak içinde olunmalıdır. Bu kodlarla uyumsuzluk gösterenler, muayyen disiplin içinde mevcudun dışına alınmalıdırlar. Mevcudun dışına alındım diye vücut bulmuş olana musallat olunamaz, olunursa bu sefer mevcudun dışına değil hayatın dışına alınma olur.

 

Hayat; nefsin dizgilerini çözmekle değil, nefse gem geçirerek bir düzen ve disiplin içinde yaşanır. Hayatın sessiz yasaları vardır, çiğnediğiniz zaman intikamlarını sessizce ama çok acı ve ağır şekilde alırlar. Bu yüzden hayatın neresinde yaşıyor olursanız olunuz, yaşadığınız yerin yasalarıyla uyum içinde olmalısınız. Doğal yasalarla zaten uyum içinde olmalısınız, ki ancak bu şekilde mevcut olursunuz, çünkü bu yolla vücut buldunuz. Yapay yasalarıyla da uyum içinde olmalısınız, ki dünyanın katı ve sert bir realitesidir bu maalesef, çünkü bu yolla mevcut olduğunuz yerde vücut bulursunuz ve ancak vücut bulursanız mevcudu muhafaza edebilir, muhafaza etmek için kendinizi var kılabilirsiniz. Sayesinde vücut bulduğunuz bir şeyi ve mevcudiyetinizle vücut bulacak bir şeyi tahdit etmeye hakkınız yoktur ve olamaz. Geçelim!  Disiplinsizlik yapan, etik dışı işlerle iştigal eden, bu gücü bireysel işlerinde anahtar olarak kullanmaya tevessül eden ve bu yapı üzerinden bireysel rant sağlayan bir cüz varsa koparılıp atılmalıdır bünyeyi sarmadan. Her bir cüz kim olduğunun, nerede bulunduğunun, ne yapması gerektiğinin ve nasıl-niçin yapması gerektiğinin idrakinde olmalıdır. Ne bu yapıyı ne de haysiyetini ayağa düşürmemelidir, temsilini adam gibi yapmalıdır. İtibarın sarsılması felaketin ve zafiyetin habercisidir. Keza, bu yapıya kendi menfaatleri için müdahale edip, bu yapıyı özgünlüğünden ve asıl mahiyetinden uzaklaştırmaya tevessül edenlere de dur denilmelidir. Her şeyin doğal bir gelişim seyri vardır ve o seyir akamete uğratılırsa, her şey berbat olur. Taş yerinde ağırdır ve bu yapının as elemanları da yardımcı elemanları da ve bu yapıya müdahil olacaklarda yerlerini bilmelidirler. Hiçbir şey alelade yapılmamalıdır. Hayat, üsluptur ve her şeyin bir üslubu vardır. Bu yapı bünyesinde mevcut olan birisi, bu mevcudiyetin içerisinde nasıl vücut bulduğunu unutmamalıdır, unuttuğu zaman affedilmemelidir. Görevlerini bütün incelikleriyle idrak etmiş olmaları gerekmektedir. Görev alanlarına giren bir konuda da sarsılmaz otoritelerini konuşturmaları gerekir mutlaka. Farklı sınırlara hesapsız dalıpta kendi sınırlarını bilmemeleri itibar kaybına yol açar. Ve bir gün hesabını sorarlar. Keza dışarıdan da hesapsız, umarsız müdahale edipte, vücut bulmuş olanın mevcudiyetini tehlikeye atmak yapılacak en büyük yanlıştır.

 

Son tahlilde; yağmur az yağarsa toprak kurur çatlar, çok yağarsa toprak bataklığa dönüşür. Bu yüzden muayyen bir insicam içerisinde yağmalıdır ki tabiat şenlensin, toprak mümbit bir hale dönüşsün. Hani insan özelinde ki ifrat-tefrit durumu var ya, onun gibi. Su kendi yatağında güzeldir. Ne taşmalıdır ne de geçip gittiği düzenek bozulmalı ve daraltılmalıdır. İnsan bozulduğu için denge bozuldu, denge bozulduğu için her şey şirazesinden çıktı, her şey şirazesinden çıktığı için insicam bozuldu, insicam bozulduğu için düzen kayboldu ve kaos baş gösterdi. Bu yüzden de insanlık boğuldu, berbat oldu, harap oldu. Nereden çıktığını bilmelisin, nereye hizmet edeceğini bilmen için. Taş yerinde ağırdır ve ağırlığını korumalısın. Bilakis, hesabını, kitabını, yolunu şaşırırsın. Hesap, kitap ve yol şaşınca da ipin ucunu kaçırırsın ve daha tutamazsın. Dünyaya egemen olanların arkasındaymış, onların korumasıymış gibi bir görüntü verirsen yalnız kalırsın ve beslenemezsin. Ama maddi ve manevi besin kaynağın olanların ve senin himayene gereksinim duyanların arkasındaymış, onların korumasıymış gibi bir görüntü verirsen, ki mahiyetinle mütenasip olan budur zira, dünyaya egemen olanlara meydan okuyabilir ve diz çöktürebilirsin, bu da senin itibarını artırır ve mevcudiyetini payidar kılar. Senin görevin, sayesinde vücut bulduğun mevcudu muhafaza etmektir ve onun koruyucusu olmaktır. Bağrında bulunanlar ve gerektiğinde toprağa düşenler kimlerse, onlarla yürümen ve onların kolayca yürümelerine yardımcı olman içindir senin mevcudiyetin. Bilakis, onların canlarını, kanlarını, yaşlarını, rantları uğruna namussuzca kullananlar için değildir. Bugünün dünyasında böyle bir görüntü veriyorsan vahimdir. Bir an evvel mahiyetine mütenasip işler hale dönüş yapmalısın ve halkın malı olmalısın, nasıl halkın çocukları senin bünyene dâhil oldukları an senin malın oluyorlarsa. Öyleyse; bu ordu tüm halktır, tüm halkta bu ordudur. Hesap, kitap bu duruma mütenasip olmalıdır ve insicam nakzolunmamalıdır. Bu toprağın yağız çocukları, koç yiğitleri ordunuza sahip çıkınız. Ona leke sürdürmeyiniz. O mukaddes yapıyı kadim gücüne ve asli mahiyetine kavuşturunuz. Bu görev bu milletin her bir cüzüne verilmiştir. Tabi bu yüce kurumun mümessilleri de temsillerini bihakkın ifa etmelidirler. Görevlerini yerinde ve zamanında icra etmelidirler. Yerlerini bilmelidirler. Yerini bilmemek, yerin değersizleşmesini intaç eder. Denge durumu, hassas bir durumdur. Denge kaybedilirse, kaybedilmeyen hiçbir şey kalmaz.

 

En son tahlilde;

 

Ordusuz kalınca anlarsın ordunun ne olduğunu

Ordun varsa fark edersin kim olduğunu

Orduna sahip çık ki ordun yürüsün

Ordun yürüsün ki kim olduğun bilinsin

Halksız kalmazsın orduysan

Hep yaşarsın halkının yurduysan

Türap olmaz payidar kalırsın

Dostu değil düşmanı vurduysan

 

UMUTLA EY İNSAN TEKİ!

 

Ve tüm tahlillerin en sonunda; tüm benliğimle, tüm bilincimle, tüm şuurumla, tüm kalbimle, tüm beynimle, tüm vicdanımla diyor, ifade ediyor ve haykırıyorum ki; Orduna, Yurduna ve Cumhuriyetine sahip çık!

 

SÖZLER:

 

‘’’’Ben de zulüm ve adaletsizlikleri, aykırılıkları, dengesizlikleri kökten kaldırmanın çabasındayım. Özgür insanın oluşması yolundadır gayretim. Öyle bir dinin izindeyim ki, yoksulluğu ve sınıf çatışmasını kaldırır. Öyle bir dine inanıyorum ki insanlara bu dünyada kurtuluş ve özgürlük bağışlar. Öyle bir sorumluluğu yüklenmişim ki, bu sorumluluk, hemen herkese bu dünyada dirilik ve olgunluk kazandırır. Öyle bir akideye inanıyorum ki, adalet terazisini ölümden önce çağdaş toplumda ikame eder. Müslüman oluşum bundandır işte.’’’’

 

Ali Şeriati

 

""Bugün dünyada açlık var. Bu kimi ilgilendiriyor. Zihni çarpıtmanın bir parçası olarak bize sunuluyor. Ama dünyada açlık olduğunu söyleyenler aynı zamanda bu açlığın sebebini de biliyorlar. Hâlbuki --------dünya üzerindeki açlık, dünya sisteminin ayakta durması için kurulan yapının--------- sonucudur. Herkesin bayıla bayıla konuştuğu pazar ekonomisinin sonucudur.""

 

İsmet Özel

 

""Bizim akıllıların Batı'ya özendiği üç şey var: DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI ve SERBEST PAZAR. Demokrasi dedikleri ABD'nin Irak'ta yaptıklarıdır. İnsan Hakları ise yalnızca Yahudiler için geçerli. Serbest Pazar da hiçbir zaman serbest olmadı zaten.""

 

İsmet Özel

 

""Tecrübe, bayağılığa alışmak ve bayağılaşmak. İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu.""

 

Cemil Meriç

 

“”Kendini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz. Onlar sürü yavrum!””

 

Cemil Meriç

 

""Bu dünyaya ayak uydurabilen kötü birisidir, kötü kötüyü dengeler çünkü.""

 

Arthur Schopenhauer

 

""Evliyaları, mübarekleri, hazretleri, uluları, önderleri ve mukaddesleri bol olan toplumlar kolay kolay düşünemezler; düşünce ve değer üretemezler. Çünkü kendileri küçüktür.""

 

Prof. Dr. İlhami Güler

 

""Gelin kardeşlerim! Rahiplerin ve papazların istediği gibi değil de kendi istediğimiz gibi kulluk edelim, dua ede­lim. Çünkü Allah, başkasını taklit eden bir cahil tarafından kulluk edilmeyi istemez. Kardeşlerim, kulak verin ve yüreğinizin sesini dinleyin. Derinliklerinizde var olan ruhun istediğini yapın,’ desem, ‘Bu bir isyancıdır. Bizden, Tanrının yerle gök arasında diktiği aracıları yadsımamızı istiyor,’ diyeceklerdir.""

 

Halil Cibran

 

""Korkaklık şu soruyu sorar: Güvenli mi?

Menfaatçilik şu soruyu sorar: Faydalı mı?

Kibir şu soruyu sorar: Popüler mi?

Ama vicdan şu soruyu sorar: Adaletli mi?""

 

Martin Luther King

 

""İyi insanı secdelerden değil, doğru sözünden ve emanete ihanet etmemesinden tanırsın..""

 

Hz. Ali

Tarih: 09.10.2017 Okunma: 869

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?