AKIL
Allah, bir gövde vermiş. Var
değil mi bir gövdeniz, hissediyorsunuz bunu. Gövde üstünde bir baş vermiş. Bunu
da hissediyorsunuz, var yani. O başta bir akıl vermiş. Bunu zaten hissediyorsunuz,
çünkü onun varlığıdır, sözün varlığının sebebi. Bunu ifade etmem ayıp mı? Günah
mı? Küstahlık mı? Yanlış mı? Hayır, kesinlikle böyle bir şey yok. Ha, zor mu
var olanın varlığını hissederek yaşamak? Gerçekten zor, çok zor. Çünkü hep acı
üretiyor. Zira karanlık bir dünyada yaşıyorsunuz, en mühimi dünyada
yaşıyorsunuz yani çaresi olmayan çaresizliğin dibindesiniz. Malum şekilde
tanımlama yapılıyorsa ve yanlıştır, küstahlıktır diye düşünülüyorsa da, ifade
etmekten gurur duyuyorum inadına. Kullanıyorum kardeşim. Var olan aklımı
kullanıyorum. Hep kullanacağım. Ne kadar da acı üretse de. Niye kullanmayayım?
Ne kadar kullanabiliyorsam kullanmaya çalışıyorum. Sonuna kadar zorluyorum.
Çünkü aradığım bir şeyler var. Ve ben insanım en önemlisi. Aramadan duramam,
duramıyorum. Aradığımı bulmak içinde sürekli soruyorum. Sormak içinde akla
ihtiyacım var. İhtiyacım olan şeyde bende var. Öyleyse var olanı kullanmamak
ahmaklıktan başka nedir ki? Hele bir de aradığın bir şey varsa, şeyler varsa.
Birilerine emanet edeceğime, birilerinin cebine koyacağıma ve birilerinin
avuçlarına bırakacağıma kendim kullanıyorum bizzat. Ki, bilakis böyle bir şeyin
takdire şayan olması icap eder değil mi? Herkesin haykırdığı bu değil mi? Bunun
da muhteşem bir şey olduğuna inanıyorum kendim olarakta. Bunu ifadeden niye
gocunayım öyleyse? Her söylenen sözü ölçüyorum, tartıyorum. Her hareketin önüne
ardına bakıyorum. Düşünüyorum. Soruyorum. Sorguluyorum. Tercihlerimi buna göre
yapıyorum, kararlarımı buna göre alıyorum ve kaderime özgürce etkide
bulunabiliyorum. Niçin ahmakça inanayım her şeye? Niçin öttürülen her düdüğün
ardına düşeyim? Hem kendimi hem de kendi dışımı sorguluyorum. Kendimi ve kendi
dışımı hesaba çekiyorum. Bunu kendi dünyamda yapsam bile yapıyorum hiç olmazsa.
Okuyorum ve okuduğumu anlıyorum. Kıyas yaparken, tenkit ederken, analitik
düşünürken kullanıyorum. Aldanmıyorum, boş ve yalan gördüğüm sözlere.
Sahtekârlar hemen aşikâr oluveriyorlar gözlerimle, inanmıyorum sahte
hareketlere. Ve bunları kullandığım aklımla yapıyorum. Aldatılmıyorum. Aklımı
kullanarak aldatılmaktan kurtuluyorum. İyi bir şey değil mi yoksa bu? Bununla
da gurur duyuyorum. Özgürlüğe uçuyorum. Çünkü aklımı kullandığım için köleliği
reddediyorum. Hiçbir kimseye körü körüne inanmıyorum. Kesin inançlılıktan,
sekterlikten, dar kafalılıktan, önyargıdan uzak duruyorum aklımın sayesinde.
Keza meydan okuyabiliyorum. Düşünürken, araştırırken olguların ve olayların en
dibine kadar inebiliyorum ve bu, işimi kolay kılıyor. Ki, böylece, insan olarak
varolduğumu hissedebiliyorum çendan. Öyleyse sorun nedir bebeğim?
AŞK
Aşkı da bilir ve yazarız
elbette! Yazdığımız aşkı bulabilir miyiz orası da meçhul elbette. Dünya
çürümüş, yürekler kurumuş, aşk ölmüş, birliktelikler şirket kasasını besleyen
muvakkat bir hoşlantı olmuşsa buyurun bulun. Elbette istediğinle, istediğin ama
gerçek aşkı yaşayacağın da bir hayal değildir! Sahi, aşkın ne olduğu sorulsa,
ne cevap verilirdi? Alelade, absürt ve hiçte inanılmayan boş cevapların
verileceğinden adım gibi eminim. Çünkü biz madde bağımlısıyız! Aşkı taşıdığın
bir yürekle, aşkını beslediğine inandığın bir yüreği öldürebilir misin? Sonsuzluk,
soluksuz sevdalar, derin aşklar, düşler ülkesi, beyni çaresiz bırakan ama
yüreği kıpır kıpır ettiren ütopyalar bize çok uzak. Çünkü biz madde bağımlısıyız!
Vuslatı muhal ülkeler, karanlık düşler, mülaki olmanın kabil görülmediği
zirveler olarak görüyoruz nice şeyleri. Bulanık sularda balık avlıyoruz, durgun
sularda boğuluyoruz. Bir ab-ı hayat gibi, hayatın bir iksiri gibi algıladık mı
aşkı hiç? Zorlukları aşkla aşmayı seçtik mi hiç? Yoksa aşk basit bir tatmin
olma yolu muydu bizim için ve sonra ölmeye terkedilen ucuz bir duygu mu? Maddeye
indirgediğimiz aşkın celladı mı oldu yoksa madde? Böyle değilse, duyguların
ucuzlamadığı bir aşka âşık olduk mu? Sert, katı ve karanlık hayatın
derinliklerinde su gibi akacağımız bir aşkı yaşamaya tutulduk mu hiç? Umarsız,
hesapsız, duraksız bir aşkı. Maddeden azade olmuş ve özgürlükle çoğalmış bir
aşkı. Aşkı da sert yazıyoruz be! Napalım acılar sertleştiriyor insanı.
Sevdiğimizi sanıyoruz. Sevginden mi aşk doğar, aşktan mı sevgi? Birbirini
besleyen şeyler gibi geliyor bana. İkisinin başlangıcı da vehleten tebeyyün
ediveren bir his galiba. Aşk daha üst düzey gibi geliyor. Sevgi büyüdükçe aşk
doğuyor sanki. Sevginin olmadığı yerde aşk hayal gibi bir şey olarak kalıyor. Hasbi
sevdalarımız oldu mu hiç? Yüreğimizi ortaya koyduğumuz, dönüşü olmasa da
gittiğimiz oldu mu? Adandık mı hiç bilmediğimize? Aradık mı hiç
bulamayacağımızı? Bulmayacağını bilse de istediğini, geldiği oldu mu? Olduğu
gibi geldiğinde, aradığını buldu mu? Bulduğu aradığı oldu mu? Aradığı oldun mu?
Aradığını buldun mu? Aradın mı? Aramış mı? Sevdikçe mi âşık olursun, âşık
oldukça mı seversin? Saçlarını savurdu mu rüzgâr yüzüne? Bir gülüşünü cennetin
bildin mi? Acılarını yüklenmekten bizar mı oldun yoksa acıları aşkını mı
besledi? Madde bağımlılığından kurtulmadıkça aşkı yaşadığını sanma, aşkın
katili olduğuna inan! Yaşadığını sandığın şey asla aşk değildir! Bağlanarak
bağlanamazsın! Bağlanarak yaşayamazsın. Bağlarını çöz!
Kasaya yüklü girdiler
olmasa, kaç birliktelik sonsuzluğa koşar hesapsız, umarsız, duraksız? Kaç sevgi
gerçekten özdeşiyle bütünleşmiştir? Şu hayatta kaç kişi gerçekten, tüm kalbiyle
ve beyniyle sevdiğiyle birliktedir? Yüksek ve derin hislerin meyvesi gibi
geliyor bana soluksuz aşk. Anlatılmıyor ki, anlatılamıyor ki, ancak yaşanır. Dünya
prangasından kurtulup sonsuzluğa uçmak gibi bir şeydir haddizatında aşkın
gerçeği. Yaralanmayan, derin bir yara olan aşkı anlayabilir mi? Anlamayan, anlamadığını
yaşayabilir mi? Sevgilinin yürek ıstıraplarını ıstırabı bilmek, kederlerine
ortak olmak ve sevgiliyi bir güvercin ürkekliğiyle salıvermektir özgür ve mavi
göklerin uçsuz bucaksızlığına aşk. Gökyüzüne varın, bırakın kendinizi
yeryüzüne, hiçbir korku, endişe, telaş taşımayın, işte odur aşk. Aşk,
korkusuzluktur zaten. Korku varsa, yoktur aşk. Aşk, aydınlatır, zifiri
karanlığa bir nur gibi doğuverir. Aşk, temizler insanı, tüm kirlerinden. Madde
aşkı öldürmüştür! Farkında bile değiliz bunun. Hayat boğarken aşkla
ferahlamanız gerekir. Üşürken, içinizde ki aşk ateşi sizi ısıtması lazım.
Gecenizin güneşi olmazı lazım aşk. Bunlarsız hangi aşktan bahsedilebilir?
Elbette bu tür şeyler uçuk kaçık şeyler gibi gelebilir, imkânsız görünebilir,
deli saçması şeyler olarak algılanabilir. Çok normaldir; çünkü biz madde
bağımlısıyız! Birbirimizi maddeye bağlayanlarız biz. Birimiz bağlandığı için
diğerimizin de bağlanmak zorunda kaldığı bir halet-i ruhiyeye sahibiz. Ben
arınayım o da arınsın değil; ben bağlanmazsam ama ya o bağlanırsa tereddütleri.
Aşk, maddenin kölesidir dünyamızda. Âşıkta yoktur. Günübirlik ucuz hazların
müptelaları vardır. Aşkımızda hayata bakışımız gibi sığ. Biz iyi olan her şeyi
ulaşılması imkânsız şeyler olarak görüyoruz. Bu yüzden de en iyiyi yaşamaktan
korkuyoruz. Beynimizi ve kalbimizi temizlemeden, özgürleştirmeden, maddenin
prangalarından kurtarmadan ve yenilemeden de, hiçbir zaman, hiçbir şeyi özüyle
yaşayamayacağız maalesef.
Ne zaman, sevgilinin elini
tuttunuz da, tüm dünyayı silip attınız kalbinizden, beyninizden, ruhunuzdan? Ve
bir sergüzeşt misali salıverdiniz kendinizi? Ya sevgili yapabildi mi aynı şeyi?
Ve siz aşkı yaşıyorsunuz öyle mi? Ne zaman maddesizliğin acımasızca vurduğu
anlamsız çaresizlikte aşkı yaşamaya cesaret edebildiniz? Aşk fedakârlıktır
bebeğim! Yokluğunda umursamadan, varlığında prangalanmadan yaşanandır aşk.
Maddeyle aşk arayacak kadar, madde bağımlısıyız biz. Küçük insanların yaşamı da
küçüktür ve sığdır. Büyüdüğümüz zaman büyük yaşayacağız! Büyür müyüz? Küçük
doğduk, küçük yaşadık, ölümümüz de küçük olacak. Doludizgin, deli dolu
yaşayabilmektir aşk. Dünya kâbus gibi çöktüğünde üzerinize, yeniden kalkabildiniz
mi? Sıcaklığın olmadığı odalarda hiç üşümeden işinize bakabildiniz mi, kopkoyu
karanlıklarda aydınlığı hissedebildiniz mi? İşte orada aşk var! Anlatamıyorsunuz
aşkı da, anlatamadığınız gibi hiçbir şeyi. Her şeyde, basitliğin, sığlığın,
sıradanlığın dehlizlerinde sürünüyoruz. Âşık olabilmişseniz, asude bir bahar
ülkesinin düşler sokağında, yüreğiniz aşkın şarkısını terennüm ediyordur. Zaten
kurşun gibi ağırlığa sahip olan hayatın hafifliğiyle bütünleşmiştir ruhunuz. İnanmadıklarımızı
anlatıyor, anlattıklarımızı aşk sanıyoruz. Her şeyde yalana mahkûm olduğumuz
gibi, aşkta da yalanın mahkûmuyuz. Âşık insan, sonsuzluğun kucağına bırakmıştır
kendisini; sonlu olanın kucağına düştüğü an kaybeder her şey tüm büyüsünü. Filhakika,
aşk üzerine ne kadar söz söylesekte, nakız kalmaya mahkûmuz. Çünkü aşk
yaşanandır; anlatılan değil. Gönülden gönüle nakış nakış işlenir. Biraz belirsizdir,
bilinirliği içinde belirsizdir. Bitimsizdir, namütenahidir. Bir bahar nesimi
gibi ılık ılık eser gönül toprağında, bir yağmur damlası gibi düşer beynin
göklerinden gönül toprağına. Bulutları kanat yapıp süzülmektir gökyüzünde. Aşk;
işçiliktir. Bu uğurda akan ter sevgidir, akan kan sevgidir, akan yaş sevgidir,
harcanan emek sevgidir. Aşkı bilen ve yüreğinde aşkı taşıyan insan, acımasız
olamaz!
Aşk üzerine konuşmak
gerçekten zordur. Çünkü aşkın zor olduğu bir dünyadayız. Çünkü hissiyatı ölmüş
bir insanlıkla karşı karşıyayız. Gerçekten böyle ama. Aşkın sermayeye
dönüştürüldüğü bir hayata prangalıyız. Kapitalizm, her şeyi, en başta insanı,
çürüttüğü gibi maalesef aşkı da çürütmüştür. Böyle konuşunca hemen yanlış
anlaşılıyorsunuz. Ama vallahi böyle, gerçekten çürümüşüz. Birazcık
hissedebilmeyi başarsak gerçekten anlayacağız. Yargılamaya teşneyiz. Niye
böyleyiz? Çünkü Allah’ın bahşettiği yüce bir nimet olan dili kullanmayı
beceremiyoruz. İşte aşkı da bu yüzden beceremiyoruz. Biz yüreğimize ve
beynimize düşen sezgilerimize sözle beden veriyoruz sadece, yaptığımız bu.
Sevgi, aşkın ruhudur. Aşk sevginin nurudur. Aşk, beden gibidir. Eğer sevgi
biterse, aşk bir çılgınlığa dönüşür ve yakar. Nasıl ruhunu yitirirse insan,
insanlığını da yitirip hayvanlığa evrilir ve kendi kendini yok eder. Tıpkı
aşkta böyledir işte, sevgiyle beslenmedikçe. Filhakika en dibinde içeride ki
hissin dışarıya tesiridir aşk. Sevgi tohumdur, aşk filiz. Biz dünyaya o kadar
alışmışız ve yaşadıklarımızı öyle keskin alışkanlıklara dönüştürmüşüz ki, her
şeyin özünden kopmuş, kalıbına mahkûm olmuşuz. Zaten tüm sıkıntımız da bu ya.
Anlayışımızda ki sakatlıkta buradan neşet etmektedir. Kavrama kabiliyetimizin
sakatlığı da buradan sadır olmaktadır. Konuşamıyoruz, paylaşamıyoruz, iletişim
kuramıyoruz, çünkü sevgiyi taşıyıp aşkla engelleri aşamıyoruz. Özden o kadar
kopmuşuz ki, sözümüzün içi boşalmış ve lafa dönüşmüş sözümüz. Artık öyle
alışmışız ki yaşadıklarımıza yaşadıklarımızı yaşamamız gerekenler olarak
algılıyoruz. Yaşadıklarımıza aykırı bir ses, görüntü, hareket fark ettiğimizde,
hemen tepki veriyoruz. Yafta vurmaya,
yargılamaya, ekarte etmeye yelteniyoruz. İşte bende buna karşı duruyorum.
İsyanım bunadır. Gönül toprağımız kurumuş, aşkı gömmüşüz, bu yüzden anlayışsız
ve acımasız olmuşuz. Çünkü biz madde bağımlısıyız! Maddeye taptığımız için aşk
bizi terk etmiştir. Çünkü aşk, maddenin zıttıdır.
Madde beynimizi ve ruhumuzu
katletmiş, beynimizde ki güzel düşünceleri ve kalbimizde ki güzel duyguları
kirletmiş. Bizden bizi yani insanlığımızı çalmış. Bunu nasıl fark edemiyoruz
anlamıyorum diyeceğim ama anlıyorum, ilk cümlede ki sebepten dolayı. Maddeyle
yatıp kalkan, maddeyle yiyip içen, maddeyle konuşan bir dile sahip olan
insanlar olduk maalesef. Bizim bedenen değil ama ruhen teşrih masasına yatmamız
iktiza ediyor. Biz uyanık uyurgezerleriz ne acı ki. Niye gerçeklere dokunuşta
bulununca acı çekiyoruz. Çünkü özümüz gerçekten kopmuş ama gerçeğe teşne
durumda da o yüzden. Gerçeği söyleyince özümüze dokunuyor direkt olarak. Bu da
acı veriyor. Ama acı çekmeyince iyileşemeyiz ki. Her tedavi acıdır bir yerde.
Kaybettiklerini kazanmak çok zordur. Biz insanlar çok şeyimizi kaybettik. Acı
tarafı şu ki, kaybettiklerimizi kazanmak gibi derdimiz de yok. Peki, böyle bir
dünyada aşkı nereye koyacağız, nerede arayıp bulacağız, nasıl yaşayacağız?
Bunun cevabı yok, çünkü aşkı öldürdük! Aşkın yeniden dirilmesi için, dirilecek
bir toprak lazım; gönül toprağı. Yeniden rahmet damlaları düşmesi lazım beynin
göklerinden; gönül toprağına. Peki, öyle bir beyin, böyle bir gönül kaldı mı
beden coğrafyasında? Bir umut var mı? Yenilenmemiz lazım, kalbimizi ve
beynimizi arındırmamız, temizlememiz lazım. Toprak temizlenmezse, topraktan
yükselen zehir gökleri kirletirse, nasıl başaracağız bunu? Aşk tatmin olmak
değildir, basit bir hazza erişmek değildir. Aşk sürekli yenilenmektir, yaşamayı
sürekli hale dönüştürmektir. Yaşamak, aşktır! Biz yaşamak istemiyoruz ki, biz
sahip olmak istiyoruz. Sahip olmak, tüketmektir oysa. Haddizatında istesekte
sahip olamayız ki. Biz kendimizi sahip olmaya zorladığımız için kaybediyoruz.
Sahip olamadıkça da kendimizi kaybediyoruz.
Aşka dair söylenmiş nice
sözler boştur. Laf olsun kabilinden söylenmişlerdir. İnanılarak değil,
uygulandığı ve sonuç alındığı için değil. İşte bu da, aşkın ranta kurban
gitmesidir bir yerde. Kimisi de bu şekilde aşkın içini boşaltarak anlatır ve
ondan kazanır. Alırsınız okursunuz, hiçbir şey ifade etmediklerini görürüsünüz,
tabi algılayıp, anlayabiliyorsanız. Bu yüzden iktibaslar yaparak aşkı anlatmaya
tevessül etmedim. Gönlüme ve beynime düşen sezgilerle izah ve izhar etmeye
gayret ettim. Belki de biz aşkı da, sevgiyi de değil ama gönülden gönüle uzanan
meçhul bir iletişimi, ilişkiyi, bağı anlatıyoruz da farkında değiliz. Belki de
insanlıktır anlattığımız, insanlığın tükendiği şu dünyada. Aşkın çiğnendiği bir
dünyada belki de aşkı kaldırmaya ve insançocuklarının kurumuş, solmuş
hayatlarına bir nebze de olsa katkı sunmaya çalışıyoruzdur. Çünkü
insançocuklarının yüzlerinin gülmesini istiyorum, gönüllerinin gülmesini
istiyorum, özgürlük türküsünü terennüm etmelerini, mutluluğa koşmalarını,
sevgiyle coşmalarını istiyorum. Tüm acılar bana kalsın diyorum bazen, keşke
insançocukları huzurlu, mutlu olsunlar da, benzerlerine acı vermesinler yeter
ki. Ama bunu gerçekten istiyorum, keşke her bir insançocuğu o kadar huzurlu,
mutlu, doygun olsa da, başkaları hakkında kötü düşünmese, başkalarına kötülük
yapmasa. Ne güzel olurdu değil mi dünya o zaman?
Aşk derin bir itici güçtür.
Sevgiliye seni iter, sevgiliyi sana çeker. Bilmem belki de derin bir
tutsaklıktır aşk, kutsal bir tutsaklık! Olabilir mi? Biz mutlak hakikati
söyleyemeyiz, söylemiyoruz da zaten. Bilakis müşrik oluruz. Hayat sırlı bir
küptür. Belki de o küpün içinde ki sırlara erişmenin yoludur aşk. Ama
korkusuzca dokunmanız gerek o küpe. Aşk kimliksizdir bir yerde, maddeden
aridir. Beynin göklerinde pervaz etmekte, gönül toprağından yeryüzüne çıkmayı
beklemektedir aşk. Yeryüzüyle temas ettiğinde kirlenmekten korktuğu için
insançocuklarına yaklaşmamakta, kendisine yaklaşılmasına izin vermemekte belki
de. Kendini kirleten insandan korkmakta ve kirletilmesine yol vermemektedir. Çünkü
aşk, insançocuğunun dokunduğu her şeyi kirlettiğini, kokuşturduğunu, bozduğunu
ve çürüttüğünü bilmektedir. Kendisine seslenilmesine inanmamaktadır.
İnsançocuğunun konuştuğunu ama konuştuklarına sadık kalmadığını bilmektedir.
İnsançocuğu edebiyat yapar, süslü laflar söyler, bol keseden bol kepçe sallar
ama yaptığının, ettiğinin, söylediğinin aslı astarı yoktur, söylediğinin
hiçbirini hiçbir zaman yapmaz. Zaten yapmak için söylemez. Söylediğini kendisi
de bilmez. Aşk böyle bir yapıya yaklaşır mı? Aşk tertemizdir, kirlenmekten
hazzetmez. Aşk, yürek işçilerinin dokunduğu kutsal bir emanettir. Yüreği sağlam
kalanların yoludur. Yükseltir, yüceltir aşkın yolu. İlmek ilmek nakşolur
gönüle, damla damla birikir gönülde. Aynı zamanda bir isyandır, direniştir, diriliştir
aşk. İnsanca yaşamanın itici gücüdür!
Son tahlilde; yaşadım
diyebilmek için, hayatın sakladığı sırları keşfedebilmek için, kutsal zevkleri
tadabilmek için, esrarengiz sürprizlerle karşılaşabilmek için; aşkın, aklın,
insanlığın yolunu intihap etmeniz iktiza eder. Yolunuzda hesapsız, umarsız,
çıkarsız yürümeniz iktiza eder. Aşk, uyandırır! Aşk, aklı bile uyandırır!
Saadete ermek, mesrur olmak ve yaşamın şahikalarına yükselmek istiyorsanız,
bedel ödemek zorundasınız. Sizin almak istediğiniz ve size gelmek isteyen
hiçbir şey bedelsiz, ıstırapsız kabil değildir. Işıksız bir hayatın
mahkûmlarıyız. Aşk dolu düşler ülkesini gerçeğe dönüştürmek istiyorsak, ılık
bahar nesimini solumamız ve insanlığı, kendisinden hayatı çektiğimiz o solukla
diriltmemiz icap eder. Karanlık yeryüzünün üstünde ve mavi, aydınlık gökyüzünün
altında, beden coğrafyamızın gönül toprağında aşkın tomurcuklanması kolayca
olmayacak bir şeydir. Maddenin prangalarından kurtulmamız, maddeye yenik
düşmememiz, çileli yolda sabırla yürümemiz, elbette ilk evvelinde insan olmamız
iktiza eder. Gönül toprağımızı muhabbet, sevgi, şefkat havasının oksijeniyle
beslememiz ve aşkın çiçeklenmesine zemin hazırlamamız önkoşuldur aşkla
buluşmamız için. Aşkın çileli, hüzünlü, ıstırap yüklü yolculuğuna talipli
olanlar kaldırabilirler ancak böyle bir şeyi. Aşk üzerine yazılanların sonu
yoktur. Çünkü yazılamayan şeyin sınırı yoktur ve aşkta sınırsız olandır zaten.
Fakat mühim olan bunları bilmek, öğrenmek değil, özümseyip, içselleştirip,
eyleme dönüştürebilmektir, yaşama geçirme kararlılığını göstermektir. Zira ödül
bir yolda bilerek gidenlerin hakkıdır. Filhakika ancak bilinçli insanlar,
anlayanlar, anlamlandıranlar ve yaşayanlar aşkın aydınlığına erişebilirler.
Gerisi soytarılıktan öte bir şey değildir. Samimiyet gerekir. Çünkü tatbikatı
yapılmayan malumatlar, lüzumsuz bir külfettir ve hamakatlıktır.
En son tahlilde; aşk bilmek
değildir, bakmak değildir, yaşamaktır. Akıl bilir, göz bakar ama yaşayan
gönüldür. Hissin membaı gönüldür çünkü. Akıl yanılabilir, göz yanılabilir ama
gönül yanılmaz, tabi doğru besleniyorsa, kirlerinden arınmışsa. Biz
insançocukları, hayatımız boyunca, hep baktık ama göremedik, hep bildik ama
anlayamadık, hep sevdiğimizi zannettik ama sevemedik, aşkı hissedemedik. Çünkü
biz, hiçbir zaman bizde değildik. Çünkü biz hiçbir zaman insanlığın kutsal
yoluna girmedik. Çünkü biz hiçbir zaman aklımızı kullanmaya ve âşık olmaya
cüret edemedik. Çünkü biz hiçbir zaman yerin karanlığından kurtulup gökyüzünün
aydınlığına yükselemedik. Çünkü biz maddeyle zincirlendik ve madde bağımlısı
olduk. Çünkü biz hiçbir zaman özgür olamadık. Ellerimiz tutuldu, bileklerimiz
zincirlendi, ayaklarımız bukağılandı, gözlerimiz kör edildi, kulaklarımız
sağırlaştırıldı, hislerimiz öldürüldü, beynimiz meflûç edildi, vicdanımız
kurtuldu, bedenimize baştan sona tasallut edildi ve biz öldürüldük maddeyle.
Şimdi hiçbir şeyi anlayamamamız, göremeyişimiz, duyamayışımız, hissedemeyişimiz
ve bir türlü uyanamayışımız bundandır. Zira
insanı öğrendikleri doğrultusunda harekete geçiren, bilip öğrendiklerini
anlayıp, içselleştirmesidir. Binaenaleyh, görelim kelimelerin ardındaki sırrı,
anlayıp idrak edelim sözlerin özünü, okuyup öğrendiklerimizi, öğrenip
anladıklarımızı, anlayıp içselleştirdiklerimizi ve bakıpta görebildiklerimizi
yaşama dönüştürelim ve aşkın tertemiz, diriltici, aydınlatıcı ikliminde
buluşalım. Karar bizim, tercih bizim, kader bizim; ya aşk dolu bir hayatı
yaşarız ya da sığlığın, sıradanlığın dehlizlerinde çürür gideriz. Filhakika,
aşk, sevgilinize, eşinize sunabileceğiniz en büyük armağandır aynı zamanda ve
onun da size sunabileceği.
ADI DEĞİL TADI
Yılların adı değişip
duruyor, bir de insanlığın tadı değişsin. Yeni bir yıla değil, yeni bir insanlığa
uyanmak umuduyla! Akıl dolu, aşk dolu, insanlık dolu yeni bir sabaha, yeni bir
ömre, yeni bir hayata ve yeni bir dünyaya uyanmak umuduyla, inancıyla. Yeni bir
yıla değil, yeni bir insanlığa muhtacız çünkü! Yılların değişmesiyle değişmez
dünya, insanın değişmesiyle değişir. Bu gece güya yeni bir yıla gireceğiz değil
mi? Bir geceden sabaha ansızın her şeyin değişmesini bekleriz. Yeni yıl şunu
getirsin, bunu getirsin. Yeni bir yıla girmenin, geceye uyuyup sabaha
uyanmaktan ne farkı var? Ki zaten aynı şey değil mi? Bize yeni bir yıl hiçbir
şey getiremez, getirmeyecek, bizim yeni bir insanlığa ihtiyacımız var bebeğim!
Yeni bir yılı ancak biz yeni bir insan olarak yeni bir yıl yapabiliriz. Ve biz
yılları yenileyebilir, yıllara bir şeyler verebiliriz, katabiliriz yoksa
yılların vereceği hiçbir şey yoktur. Bilakis yıların adı değişir ama kendisi
aynı kalır ve bizler hep yeni yıllar bekler dururuz. Eğer yeni bir insan
olursak ancak o zaman bir şeyler olmasından yana umudumuz olur, umut etmeye
hakkımız olur. Bilakis yıllar gelir geçerde her şey aynı kalır, sen aynı
kaldığın müddetçe. Allah; ‘’önce değiş’’ demiyor mu? Sen değişme, yıllar
değişsin ve her yeni yıldan bir şeyler bekle. Ömrümüz böyle geçti, ne değişti?
Biz aynıyız ama yıllar değil. Hiçbir yeni yıl yeni hiçbir şey getirmedi. Niye
böyle oldu? Çünkü sadece yılların adı değişti, biz hep aynı kaldık!