AKIL-AŞK-İNSAN-YIL...

Özgür DENİZ - 31.12.2017

AKIL

 

Allah, bir gövde vermiş. Var değil mi bir gövdeniz, hissediyorsunuz bunu. Gövde üstünde bir baş vermiş. Bunu da hissediyorsunuz, var yani. O başta bir akıl vermiş. Bunu zaten hissediyorsunuz, çünkü onun varlığıdır, sözün varlığının sebebi. Bunu ifade etmem ayıp mı? Günah mı? Küstahlık mı? Yanlış mı? Hayır, kesinlikle böyle bir şey yok. Ha, zor mu var olanın varlığını hissederek yaşamak? Gerçekten zor, çok zor. Çünkü hep acı üretiyor. Zira karanlık bir dünyada yaşıyorsunuz, en mühimi dünyada yaşıyorsunuz yani çaresi olmayan çaresizliğin dibindesiniz. Malum şekilde tanımlama yapılıyorsa ve yanlıştır, küstahlıktır diye düşünülüyorsa da, ifade etmekten gurur duyuyorum inadına. Kullanıyorum kardeşim. Var olan aklımı kullanıyorum. Hep kullanacağım. Ne kadar da acı üretse de. Niye kullanmayayım? Ne kadar kullanabiliyorsam kullanmaya çalışıyorum. Sonuna kadar zorluyorum. Çünkü aradığım bir şeyler var. Ve ben insanım en önemlisi. Aramadan duramam, duramıyorum. Aradığımı bulmak içinde sürekli soruyorum. Sormak içinde akla ihtiyacım var. İhtiyacım olan şeyde bende var. Öyleyse var olanı kullanmamak ahmaklıktan başka nedir ki? Hele bir de aradığın bir şey varsa, şeyler varsa. Birilerine emanet edeceğime, birilerinin cebine koyacağıma ve birilerinin avuçlarına bırakacağıma kendim kullanıyorum bizzat. Ki, bilakis böyle bir şeyin takdire şayan olması icap eder değil mi? Herkesin haykırdığı bu değil mi? Bunun da muhteşem bir şey olduğuna inanıyorum kendim olarakta. Bunu ifadeden niye gocunayım öyleyse? Her söylenen sözü ölçüyorum, tartıyorum. Her hareketin önüne ardına bakıyorum. Düşünüyorum. Soruyorum. Sorguluyorum. Tercihlerimi buna göre yapıyorum, kararlarımı buna göre alıyorum ve kaderime özgürce etkide bulunabiliyorum. Niçin ahmakça inanayım her şeye? Niçin öttürülen her düdüğün ardına düşeyim? Hem kendimi hem de kendi dışımı sorguluyorum. Kendimi ve kendi dışımı hesaba çekiyorum. Bunu kendi dünyamda yapsam bile yapıyorum hiç olmazsa. Okuyorum ve okuduğumu anlıyorum. Kıyas yaparken, tenkit ederken, analitik düşünürken kullanıyorum. Aldanmıyorum, boş ve yalan gördüğüm sözlere. Sahtekârlar hemen aşikâr oluveriyorlar gözlerimle, inanmıyorum sahte hareketlere. Ve bunları kullandığım aklımla yapıyorum. Aldatılmıyorum. Aklımı kullanarak aldatılmaktan kurtuluyorum. İyi bir şey değil mi yoksa bu? Bununla da gurur duyuyorum. Özgürlüğe uçuyorum. Çünkü aklımı kullandığım için köleliği reddediyorum. Hiçbir kimseye körü körüne inanmıyorum. Kesin inançlılıktan, sekterlikten, dar kafalılıktan, önyargıdan uzak duruyorum aklımın sayesinde. Keza meydan okuyabiliyorum. Düşünürken, araştırırken olguların ve olayların en dibine kadar inebiliyorum ve bu, işimi kolay kılıyor. Ki, böylece, insan olarak varolduğumu hissedebiliyorum çendan. Öyleyse sorun nedir bebeğim?

 

AŞK

 

Aşkı da bilir ve yazarız elbette! Yazdığımız aşkı bulabilir miyiz orası da meçhul elbette. Dünya çürümüş, yürekler kurumuş, aşk ölmüş, birliktelikler şirket kasasını besleyen muvakkat bir hoşlantı olmuşsa buyurun bulun. Elbette istediğinle, istediğin ama gerçek aşkı yaşayacağın da bir hayal değildir! Sahi, aşkın ne olduğu sorulsa, ne cevap verilirdi? Alelade, absürt ve hiçte inanılmayan boş cevapların verileceğinden adım gibi eminim. Çünkü biz madde bağımlısıyız! Aşkı taşıdığın bir yürekle, aşkını beslediğine inandığın bir yüreği öldürebilir misin? Sonsuzluk, soluksuz sevdalar, derin aşklar, düşler ülkesi, beyni çaresiz bırakan ama yüreği kıpır kıpır ettiren ütopyalar bize çok uzak. Çünkü biz madde bağımlısıyız! Vuslatı muhal ülkeler, karanlık düşler, mülaki olmanın kabil görülmediği zirveler olarak görüyoruz nice şeyleri. Bulanık sularda balık avlıyoruz, durgun sularda boğuluyoruz. Bir ab-ı hayat gibi, hayatın bir iksiri gibi algıladık mı aşkı hiç? Zorlukları aşkla aşmayı seçtik mi hiç? Yoksa aşk basit bir tatmin olma yolu muydu bizim için ve sonra ölmeye terkedilen ucuz bir duygu mu? Maddeye indirgediğimiz aşkın celladı mı oldu yoksa madde? Böyle değilse, duyguların ucuzlamadığı bir aşka âşık olduk mu? Sert, katı ve karanlık hayatın derinliklerinde su gibi akacağımız bir aşkı yaşamaya tutulduk mu hiç? Umarsız, hesapsız, duraksız bir aşkı. Maddeden azade olmuş ve özgürlükle çoğalmış bir aşkı. Aşkı da sert yazıyoruz be! Napalım acılar sertleştiriyor insanı. Sevdiğimizi sanıyoruz. Sevginden mi aşk doğar, aşktan mı sevgi? Birbirini besleyen şeyler gibi geliyor bana. İkisinin başlangıcı da vehleten tebeyyün ediveren bir his galiba. Aşk daha üst düzey gibi geliyor. Sevgi büyüdükçe aşk doğuyor sanki. Sevginin olmadığı yerde aşk hayal gibi bir şey olarak kalıyor. Hasbi sevdalarımız oldu mu hiç? Yüreğimizi ortaya koyduğumuz, dönüşü olmasa da gittiğimiz oldu mu? Adandık mı hiç bilmediğimize? Aradık mı hiç bulamayacağımızı? Bulmayacağını bilse de istediğini, geldiği oldu mu? Olduğu gibi geldiğinde, aradığını buldu mu? Bulduğu aradığı oldu mu? Aradığı oldun mu? Aradığını buldun mu? Aradın mı? Aramış mı? Sevdikçe mi âşık olursun, âşık oldukça mı seversin? Saçlarını savurdu mu rüzgâr yüzüne? Bir gülüşünü cennetin bildin mi? Acılarını yüklenmekten bizar mı oldun yoksa acıları aşkını mı besledi? Madde bağımlılığından kurtulmadıkça aşkı yaşadığını sanma, aşkın katili olduğuna inan! Yaşadığını sandığın şey asla aşk değildir! Bağlanarak bağlanamazsın! Bağlanarak yaşayamazsın. Bağlarını çöz!

 

Kasaya yüklü girdiler olmasa, kaç birliktelik sonsuzluğa koşar hesapsız, umarsız, duraksız? Kaç sevgi gerçekten özdeşiyle bütünleşmiştir? Şu hayatta kaç kişi gerçekten, tüm kalbiyle ve beyniyle sevdiğiyle birliktedir? Yüksek ve derin hislerin meyvesi gibi geliyor bana soluksuz aşk. Anlatılmıyor ki, anlatılamıyor ki, ancak yaşanır. Dünya prangasından kurtulup sonsuzluğa uçmak gibi bir şeydir haddizatında aşkın gerçeği. Yaralanmayan, derin bir yara olan aşkı anlayabilir mi? Anlamayan, anlamadığını yaşayabilir mi? Sevgilinin yürek ıstıraplarını ıstırabı bilmek, kederlerine ortak olmak ve sevgiliyi bir güvercin ürkekliğiyle salıvermektir özgür ve mavi göklerin uçsuz bucaksızlığına aşk. Gökyüzüne varın, bırakın kendinizi yeryüzüne, hiçbir korku, endişe, telaş taşımayın, işte odur aşk. Aşk, korkusuzluktur zaten. Korku varsa, yoktur aşk. Aşk, aydınlatır, zifiri karanlığa bir nur gibi doğuverir. Aşk, temizler insanı, tüm kirlerinden. Madde aşkı öldürmüştür! Farkında bile değiliz bunun. Hayat boğarken aşkla ferahlamanız gerekir. Üşürken, içinizde ki aşk ateşi sizi ısıtması lazım. Gecenizin güneşi olmazı lazım aşk. Bunlarsız hangi aşktan bahsedilebilir? Elbette bu tür şeyler uçuk kaçık şeyler gibi gelebilir, imkânsız görünebilir, deli saçması şeyler olarak algılanabilir. Çok normaldir; çünkü biz madde bağımlısıyız! Birbirimizi maddeye bağlayanlarız biz. Birimiz bağlandığı için diğerimizin de bağlanmak zorunda kaldığı bir halet-i ruhiyeye sahibiz. Ben arınayım o da arınsın değil; ben bağlanmazsam ama ya o bağlanırsa tereddütleri. Aşk, maddenin kölesidir dünyamızda. Âşıkta yoktur. Günübirlik ucuz hazların müptelaları vardır. Aşkımızda hayata bakışımız gibi sığ. Biz iyi olan her şeyi ulaşılması imkânsız şeyler olarak görüyoruz. Bu yüzden de en iyiyi yaşamaktan korkuyoruz. Beynimizi ve kalbimizi temizlemeden, özgürleştirmeden, maddenin prangalarından kurtarmadan ve yenilemeden de, hiçbir zaman, hiçbir şeyi özüyle yaşayamayacağız maalesef.

 

Ne zaman, sevgilinin elini tuttunuz da, tüm dünyayı silip attınız kalbinizden, beyninizden, ruhunuzdan? Ve bir sergüzeşt misali salıverdiniz kendinizi? Ya sevgili yapabildi mi aynı şeyi? Ve siz aşkı yaşıyorsunuz öyle mi? Ne zaman maddesizliğin acımasızca vurduğu anlamsız çaresizlikte aşkı yaşamaya cesaret edebildiniz? Aşk fedakârlıktır bebeğim! Yokluğunda umursamadan, varlığında prangalanmadan yaşanandır aşk. Maddeyle aşk arayacak kadar, madde bağımlısıyız biz. Küçük insanların yaşamı da küçüktür ve sığdır. Büyüdüğümüz zaman büyük yaşayacağız! Büyür müyüz? Küçük doğduk, küçük yaşadık, ölümümüz de küçük olacak. Doludizgin, deli dolu yaşayabilmektir aşk. Dünya kâbus gibi çöktüğünde üzerinize, yeniden kalkabildiniz mi? Sıcaklığın olmadığı odalarda hiç üşümeden işinize bakabildiniz mi, kopkoyu karanlıklarda aydınlığı hissedebildiniz mi? İşte orada aşk var! Anlatamıyorsunuz aşkı da, anlatamadığınız gibi hiçbir şeyi. Her şeyde, basitliğin, sığlığın, sıradanlığın dehlizlerinde sürünüyoruz. Âşık olabilmişseniz, asude bir bahar ülkesinin düşler sokağında, yüreğiniz aşkın şarkısını terennüm ediyordur. Zaten kurşun gibi ağırlığa sahip olan hayatın hafifliğiyle bütünleşmiştir ruhunuz. İnanmadıklarımızı anlatıyor, anlattıklarımızı aşk sanıyoruz. Her şeyde yalana mahkûm olduğumuz gibi, aşkta da yalanın mahkûmuyuz. Âşık insan, sonsuzluğun kucağına bırakmıştır kendisini; sonlu olanın kucağına düştüğü an kaybeder her şey tüm büyüsünü. Filhakika, aşk üzerine ne kadar söz söylesekte, nakız kalmaya mahkûmuz. Çünkü aşk yaşanandır; anlatılan değil. Gönülden gönüle nakış nakış işlenir. Biraz belirsizdir, bilinirliği içinde belirsizdir. Bitimsizdir, namütenahidir. Bir bahar nesimi gibi ılık ılık eser gönül toprağında, bir yağmur damlası gibi düşer beynin göklerinden gönül toprağına. Bulutları kanat yapıp süzülmektir gökyüzünde. Aşk; işçiliktir. Bu uğurda akan ter sevgidir, akan kan sevgidir, akan yaş sevgidir, harcanan emek sevgidir. Aşkı bilen ve yüreğinde aşkı taşıyan insan, acımasız olamaz!

 

Aşk üzerine konuşmak gerçekten zordur. Çünkü aşkın zor olduğu bir dünyadayız. Çünkü hissiyatı ölmüş bir insanlıkla karşı karşıyayız. Gerçekten böyle ama. Aşkın sermayeye dönüştürüldüğü bir hayata prangalıyız. Kapitalizm, her şeyi, en başta insanı, çürüttüğü gibi maalesef aşkı da çürütmüştür. Böyle konuşunca hemen yanlış anlaşılıyorsunuz. Ama vallahi böyle, gerçekten çürümüşüz. Birazcık hissedebilmeyi başarsak gerçekten anlayacağız. Yargılamaya teşneyiz. Niye böyleyiz? Çünkü Allah’ın bahşettiği yüce bir nimet olan dili kullanmayı beceremiyoruz. İşte aşkı da bu yüzden beceremiyoruz. Biz yüreğimize ve beynimize düşen sezgilerimize sözle beden veriyoruz sadece, yaptığımız bu. Sevgi, aşkın ruhudur. Aşk sevginin nurudur. Aşk, beden gibidir. Eğer sevgi biterse, aşk bir çılgınlığa dönüşür ve yakar. Nasıl ruhunu yitirirse insan, insanlığını da yitirip hayvanlığa evrilir ve kendi kendini yok eder. Tıpkı aşkta böyledir işte, sevgiyle beslenmedikçe. Filhakika en dibinde içeride ki hissin dışarıya tesiridir aşk. Sevgi tohumdur, aşk filiz. Biz dünyaya o kadar alışmışız ve yaşadıklarımızı öyle keskin alışkanlıklara dönüştürmüşüz ki, her şeyin özünden kopmuş, kalıbına mahkûm olmuşuz. Zaten tüm sıkıntımız da bu ya. Anlayışımızda ki sakatlıkta buradan neşet etmektedir. Kavrama kabiliyetimizin sakatlığı da buradan sadır olmaktadır. Konuşamıyoruz, paylaşamıyoruz, iletişim kuramıyoruz, çünkü sevgiyi taşıyıp aşkla engelleri aşamıyoruz. Özden o kadar kopmuşuz ki, sözümüzün içi boşalmış ve lafa dönüşmüş sözümüz. Artık öyle alışmışız ki yaşadıklarımıza yaşadıklarımızı yaşamamız gerekenler olarak algılıyoruz. Yaşadıklarımıza aykırı bir ses, görüntü, hareket fark ettiğimizde, hemen tepki veriyoruz.  Yafta vurmaya, yargılamaya, ekarte etmeye yelteniyoruz. İşte bende buna karşı duruyorum. İsyanım bunadır. Gönül toprağımız kurumuş, aşkı gömmüşüz, bu yüzden anlayışsız ve acımasız olmuşuz. Çünkü biz madde bağımlısıyız! Maddeye taptığımız için aşk bizi terk etmiştir. Çünkü aşk, maddenin zıttıdır.

 

Madde beynimizi ve ruhumuzu katletmiş, beynimizde ki güzel düşünceleri ve kalbimizde ki güzel duyguları kirletmiş. Bizden bizi yani insanlığımızı çalmış. Bunu nasıl fark edemiyoruz anlamıyorum diyeceğim ama anlıyorum, ilk cümlede ki sebepten dolayı. Maddeyle yatıp kalkan, maddeyle yiyip içen, maddeyle konuşan bir dile sahip olan insanlar olduk maalesef. Bizim bedenen değil ama ruhen teşrih masasına yatmamız iktiza ediyor. Biz uyanık uyurgezerleriz ne acı ki. Niye gerçeklere dokunuşta bulununca acı çekiyoruz. Çünkü özümüz gerçekten kopmuş ama gerçeğe teşne durumda da o yüzden. Gerçeği söyleyince özümüze dokunuyor direkt olarak. Bu da acı veriyor. Ama acı çekmeyince iyileşemeyiz ki. Her tedavi acıdır bir yerde. Kaybettiklerini kazanmak çok zordur. Biz insanlar çok şeyimizi kaybettik. Acı tarafı şu ki, kaybettiklerimizi kazanmak gibi derdimiz de yok. Peki, böyle bir dünyada aşkı nereye koyacağız, nerede arayıp bulacağız, nasıl yaşayacağız? Bunun cevabı yok, çünkü aşkı öldürdük! Aşkın yeniden dirilmesi için, dirilecek bir toprak lazım; gönül toprağı. Yeniden rahmet damlaları düşmesi lazım beynin göklerinden; gönül toprağına. Peki, öyle bir beyin, böyle bir gönül kaldı mı beden coğrafyasında? Bir umut var mı? Yenilenmemiz lazım, kalbimizi ve beynimizi arındırmamız, temizlememiz lazım. Toprak temizlenmezse, topraktan yükselen zehir gökleri kirletirse, nasıl başaracağız bunu? Aşk tatmin olmak değildir, basit bir hazza erişmek değildir. Aşk sürekli yenilenmektir, yaşamayı sürekli hale dönüştürmektir. Yaşamak, aşktır! Biz yaşamak istemiyoruz ki, biz sahip olmak istiyoruz. Sahip olmak, tüketmektir oysa. Haddizatında istesekte sahip olamayız ki. Biz kendimizi sahip olmaya zorladığımız için kaybediyoruz. Sahip olamadıkça da kendimizi kaybediyoruz.

 

Aşka dair söylenmiş nice sözler boştur. Laf olsun kabilinden söylenmişlerdir. İnanılarak değil, uygulandığı ve sonuç alındığı için değil. İşte bu da, aşkın ranta kurban gitmesidir bir yerde. Kimisi de bu şekilde aşkın içini boşaltarak anlatır ve ondan kazanır. Alırsınız okursunuz, hiçbir şey ifade etmediklerini görürüsünüz, tabi algılayıp, anlayabiliyorsanız. Bu yüzden iktibaslar yaparak aşkı anlatmaya tevessül etmedim. Gönlüme ve beynime düşen sezgilerle izah ve izhar etmeye gayret ettim. Belki de biz aşkı da, sevgiyi de değil ama gönülden gönüle uzanan meçhul bir iletişimi, ilişkiyi, bağı anlatıyoruz da farkında değiliz. Belki de insanlıktır anlattığımız, insanlığın tükendiği şu dünyada. Aşkın çiğnendiği bir dünyada belki de aşkı kaldırmaya ve insançocuklarının kurumuş, solmuş hayatlarına bir nebze de olsa katkı sunmaya çalışıyoruzdur. Çünkü insançocuklarının yüzlerinin gülmesini istiyorum, gönüllerinin gülmesini istiyorum, özgürlük türküsünü terennüm etmelerini, mutluluğa koşmalarını, sevgiyle coşmalarını istiyorum. Tüm acılar bana kalsın diyorum bazen, keşke insançocukları huzurlu, mutlu olsunlar da, benzerlerine acı vermesinler yeter ki. Ama bunu gerçekten istiyorum, keşke her bir insançocuğu o kadar huzurlu, mutlu, doygun olsa da, başkaları hakkında kötü düşünmese, başkalarına kötülük yapmasa. Ne güzel olurdu değil mi dünya o zaman?

 

Aşk derin bir itici güçtür. Sevgiliye seni iter, sevgiliyi sana çeker. Bilmem belki de derin bir tutsaklıktır aşk, kutsal bir tutsaklık! Olabilir mi? Biz mutlak hakikati söyleyemeyiz, söylemiyoruz da zaten. Bilakis müşrik oluruz. Hayat sırlı bir küptür. Belki de o küpün içinde ki sırlara erişmenin yoludur aşk. Ama korkusuzca dokunmanız gerek o küpe. Aşk kimliksizdir bir yerde, maddeden aridir. Beynin göklerinde pervaz etmekte, gönül toprağından yeryüzüne çıkmayı beklemektedir aşk. Yeryüzüyle temas ettiğinde kirlenmekten korktuğu için insançocuklarına yaklaşmamakta, kendisine yaklaşılmasına izin vermemekte belki de. Kendini kirleten insandan korkmakta ve kirletilmesine yol vermemektedir. Çünkü aşk, insançocuğunun dokunduğu her şeyi kirlettiğini, kokuşturduğunu, bozduğunu ve çürüttüğünü bilmektedir. Kendisine seslenilmesine inanmamaktadır. İnsançocuğunun konuştuğunu ama konuştuklarına sadık kalmadığını bilmektedir. İnsançocuğu edebiyat yapar, süslü laflar söyler, bol keseden bol kepçe sallar ama yaptığının, ettiğinin, söylediğinin aslı astarı yoktur, söylediğinin hiçbirini hiçbir zaman yapmaz. Zaten yapmak için söylemez. Söylediğini kendisi de bilmez. Aşk böyle bir yapıya yaklaşır mı? Aşk tertemizdir, kirlenmekten hazzetmez. Aşk, yürek işçilerinin dokunduğu kutsal bir emanettir. Yüreği sağlam kalanların yoludur. Yükseltir, yüceltir aşkın yolu. İlmek ilmek nakşolur gönüle, damla damla birikir gönülde. Aynı zamanda bir isyandır, direniştir, diriliştir aşk. İnsanca yaşamanın itici gücüdür!

 

Son tahlilde; yaşadım diyebilmek için, hayatın sakladığı sırları keşfedebilmek için, kutsal zevkleri tadabilmek için, esrarengiz sürprizlerle karşılaşabilmek için; aşkın, aklın, insanlığın yolunu intihap etmeniz iktiza eder. Yolunuzda hesapsız, umarsız, çıkarsız yürümeniz iktiza eder. Aşk, uyandırır! Aşk, aklı bile uyandırır! Saadete ermek, mesrur olmak ve yaşamın şahikalarına yükselmek istiyorsanız, bedel ödemek zorundasınız. Sizin almak istediğiniz ve size gelmek isteyen hiçbir şey bedelsiz, ıstırapsız kabil değildir. Işıksız bir hayatın mahkûmlarıyız. Aşk dolu düşler ülkesini gerçeğe dönüştürmek istiyorsak, ılık bahar nesimini solumamız ve insanlığı, kendisinden hayatı çektiğimiz o solukla diriltmemiz icap eder. Karanlık yeryüzünün üstünde ve mavi, aydınlık gökyüzünün altında, beden coğrafyamızın gönül toprağında aşkın tomurcuklanması kolayca olmayacak bir şeydir. Maddenin prangalarından kurtulmamız, maddeye yenik düşmememiz, çileli yolda sabırla yürümemiz, elbette ilk evvelinde insan olmamız iktiza eder. Gönül toprağımızı muhabbet, sevgi, şefkat havasının oksijeniyle beslememiz ve aşkın çiçeklenmesine zemin hazırlamamız önkoşuldur aşkla buluşmamız için. Aşkın çileli, hüzünlü, ıstırap yüklü yolculuğuna talipli olanlar kaldırabilirler ancak böyle bir şeyi. Aşk üzerine yazılanların sonu yoktur. Çünkü yazılamayan şeyin sınırı yoktur ve aşkta sınırsız olandır zaten. Fakat mühim olan bunları bilmek, öğrenmek değil, özümseyip, içselleştirip, eyleme dönüştürebilmektir, yaşama geçirme kararlılığını göstermektir. Zira ödül bir yolda bilerek gidenlerin hakkıdır. Filhakika ancak bilinçli insanlar, anlayanlar, anlamlandıranlar ve yaşayanlar aşkın aydınlığına erişebilirler. Gerisi soytarılıktan öte bir şey değildir. Samimiyet gerekir. Çünkü tatbikatı yapılmayan malumatlar, lüzumsuz bir külfettir ve hamakatlıktır.

 

En son tahlilde; aşk bilmek değildir, bakmak değildir, yaşamaktır. Akıl bilir, göz bakar ama yaşayan gönüldür. Hissin membaı gönüldür çünkü. Akıl yanılabilir, göz yanılabilir ama gönül yanılmaz, tabi doğru besleniyorsa, kirlerinden arınmışsa. Biz insançocukları, hayatımız boyunca, hep baktık ama göremedik, hep bildik ama anlayamadık, hep sevdiğimizi zannettik ama sevemedik, aşkı hissedemedik. Çünkü biz, hiçbir zaman bizde değildik. Çünkü biz hiçbir zaman insanlığın kutsal yoluna girmedik. Çünkü biz hiçbir zaman aklımızı kullanmaya ve âşık olmaya cüret edemedik. Çünkü biz hiçbir zaman yerin karanlığından kurtulup gökyüzünün aydınlığına yükselemedik. Çünkü biz maddeyle zincirlendik ve madde bağımlısı olduk. Çünkü biz hiçbir zaman özgür olamadık. Ellerimiz tutuldu, bileklerimiz zincirlendi, ayaklarımız bukağılandı, gözlerimiz kör edildi, kulaklarımız sağırlaştırıldı, hislerimiz öldürüldü, beynimiz meflûç edildi, vicdanımız kurtuldu, bedenimize baştan sona tasallut edildi ve biz öldürüldük maddeyle. Şimdi hiçbir şeyi anlayamamamız, göremeyişimiz, duyamayışımız, hissedemeyişimiz ve bir türlü uyanamayışımız bundandır.  Zira insanı öğrendikleri doğrultusunda harekete geçiren, bilip öğrendiklerini anlayıp, içselleştirmesidir. Binaenaleyh, görelim kelimelerin ardındaki sırrı, anlayıp idrak edelim sözlerin özünü, okuyup öğrendiklerimizi, öğrenip anladıklarımızı, anlayıp içselleştirdiklerimizi ve bakıpta görebildiklerimizi yaşama dönüştürelim ve aşkın tertemiz, diriltici, aydınlatıcı ikliminde buluşalım. Karar bizim, tercih bizim, kader bizim; ya aşk dolu bir hayatı yaşarız ya da sığlığın, sıradanlığın dehlizlerinde çürür gideriz. Filhakika, aşk, sevgilinize, eşinize sunabileceğiniz en büyük armağandır aynı zamanda ve onun da size sunabileceği.

 

ADI DEĞİL TADI

 

Yılların adı değişip duruyor, bir de insanlığın tadı değişsin. Yeni bir yıla değil, yeni bir insanlığa uyanmak umuduyla! Akıl dolu, aşk dolu, insanlık dolu yeni bir sabaha, yeni bir ömre, yeni bir hayata ve yeni bir dünyaya uyanmak umuduyla, inancıyla. Yeni bir yıla değil, yeni bir insanlığa muhtacız çünkü! Yılların değişmesiyle değişmez dünya, insanın değişmesiyle değişir. Bu gece güya yeni bir yıla gireceğiz değil mi? Bir geceden sabaha ansızın her şeyin değişmesini bekleriz. Yeni yıl şunu getirsin, bunu getirsin. Yeni bir yıla girmenin, geceye uyuyup sabaha uyanmaktan ne farkı var? Ki zaten aynı şey değil mi? Bize yeni bir yıl hiçbir şey getiremez, getirmeyecek, bizim yeni bir insanlığa ihtiyacımız var bebeğim! Yeni bir yılı ancak biz yeni bir insan olarak yeni bir yıl yapabiliriz. Ve biz yılları yenileyebilir, yıllara bir şeyler verebiliriz, katabiliriz yoksa yılların vereceği hiçbir şey yoktur. Bilakis yıların adı değişir ama kendisi aynı kalır ve bizler hep yeni yıllar bekler dururuz. Eğer yeni bir insan olursak ancak o zaman bir şeyler olmasından yana umudumuz olur, umut etmeye hakkımız olur. Bilakis yıllar gelir geçerde her şey aynı kalır, sen aynı kaldığın müddetçe. Allah; ‘’önce değiş’’ demiyor mu? Sen değişme, yıllar değişsin ve her yeni yıldan bir şeyler bekle. Ömrümüz böyle geçti, ne değişti? Biz aynıyız ama yıllar değil. Hiçbir yeni yıl yeni hiçbir şey getirmedi. Niye böyle oldu? Çünkü sadece yılların adı değişti, biz hep aynı kaldık!

 

Tarih: 31.12.2017 Okunma: 894

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?