Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

Hüseyin ŞİNASİ - 06.04.2018

 

 

 

           Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

 

1930’lu yıllar. Ziraat Bankası Genel Müdürünün oğlu, arabası ile Zonguldak-Ankara yolunda kurallara uymadığı için polis tarafından durdurulup ceza kesiliyor. Genç, görevini yapmaya çalışan polise bir sürü hakaret edip “sen benim kim olduğumu biliyor musun, diyerek gaza basıp gider. Ankara’ya ulaştığında yaşadıklarını babasına anlatır.

 

İşte o anda Genel Müdürün kafasından kaynar sular dökülür. Oğlunu iyi yetiştiremediğini düşünür. Oğlunun yaptığını, banka genel müdürlüğü makamına, düşüncesine ve yaşayışına yakıştıramaz. Ertesi gün her zaman olduğu gibi işine gider, odasına kapanır ve bir istifa dilekçesi yazıp masasına bırakır, sessizce çeker gider.

 

İnsanlar topluluklar halinde yaşarlar. Aile toplumun en küçük halidir,  anne, baba ve çocuklardan meydana gelir. Bazen aile kavramına dedeler, nineler, halalar, teyzeler, dayılar ve amcalar da katılabilir. Aile toplumsal hayatın ilk halkasıdır. Akrabalık ilişkisine göre birbirine yakın ve uzak aileler yeni topluluklar oluşturur. Bunlar da mahalle, köy, kasaba ve beldeleri, ilçeleri, illeri, nihayet devlet kurumunu ortaya çıkarır.

 

İnsanların bir arada yaşamalarının doğal sonucu olarak uyulması gereken yazılı olan veya yazılı olmayan kurallar ortaya çıkar. Gelenek ve görenekler, ahlaki değerler yazılı olmayan kurallardır. Devletin gücünü temsil eden yazılı kurallar kanun, yönetmelik, genelge olarak karşımıza çıkar.

 

Yazılı olan kurallara uymamanın bir, cezası, bedeli olur. Yazılı olmayan kurallara uymamanın maddi bir cezası olmamakla birlikte, kanunlara, yönetmelik ve genelgelere aykırı hareket edenlere uygulanan cezalardan çok daha ağır bedellerle karşılaşabilir. Örneğin trafik kurallarına uymamanın belli bir cezası vardır. Öder kurtulursunuz. Fakat belli bir para cezası olamayan tutum ve davranışlar, toplumsal olarak cezalandırılır. Ayıplanır, toplumdan dışlanır.

 

İstiklal Marşı şairimiz rahmetli Mehmet Akif, o zamanın ileri gelenleri gibi 1917 yılında bir Almanya gezisine katılır. İnceleme, araştırma ve gözlemler yapar. Dönüşte dostlarıyla bir buluşmasında Almanya anılarını şu şekilde özetler; “İşleri var dinimize, dinleri var işlerimize benzer.”

 

Aynı Almanya Birinci Dünya Savaşına girer yenilir. İkinci Dünya Savaşında yerle bir olur. Fakat on onbeş yıl sonra dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına girer. Japonya da öyle. Kore Savaşlarını hatırlarsınız. 1950’lerden sonra yıldızı parlamaya başlayan Güney Kore günümüzde çok gelişmiş bir sanayi ülkesi haline gelmiştir.

 

Peki, biz ne haldeyiz?

 

İçinde bulunduğumuz acıklı durumu anlatması bakımdan bir örnekle devam edelim.

 

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” anlayışı bir kere daha hortlamış, çirkin yüzünü göstermiş bulunuyor. Şu günlerde bazı kişiler, bazı konularda kendini adeta dokunulmaz ve erişilmez sanıyor. Devletin koyduğu ve herkesin uyması gereken kuralların, kendilerine uygulanmasına karşı çıkmayı iyi bir şeymiş sanıyorlar.

 

Adam bir okulda geçici süreli çalışan birileri, müdüre, müdür yardımcısına, öğretmene akıl öğretmeye, emir vermeye çalışıyor. Adam adliyede torpille işe girmiş, hakime, savcıya kafa tutuyor. Adam falan filan partinin yönetiminde memleketi idare etmeye yelteniyor.

 

Her önüne gelen her kim ise, devlet tarafından konulan kuralları uygulamaya, düzeni sağlamaya, bizlerin hakkını, hukukunu korumaya çalışanlara efelik yapmayı “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye azarlamayı, hakaret etmeyi bir marifet sanıyor.

Peki ya devlet?

Peki, o kuralları koyan devlet kurumları ne yapıyor?

 

İşte işin en acı olan tarafı da o.

 

Devletin etkili ve yetkili makamlarında oturanlar, “aman bana bir şey olmasın” diyerek, olan bitenleri görmüyor, duymuyor. O sahte kabadayıya “sen kimsin ulan, senin bu vatandaşlardan ne farkın var?” diyemiyor. Böyle bir densizlik, saygısızlık yapanı cezalandıracak, yaptığına pişman edecek yerde yanında yer alıyor.

 

Geçtiğimiz günlerde meydana gelen olayı biliyorsunuz.

 

İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlıyor. Bu genelgeye göre kimlerin çakar kullanabileceği, emniyet şeridinin nasıl kullanılacağı açıklanmış. Denmiş ki, “kullanma hakkı olanlar ancak görev sırasında çakarlarını çalıştırıp emniyet şeridinde gidebilirler. Buna emniyet müdürleri de dâhil.” Ne kadar güzel değil mi?

 

Ama bakın nasıl oluyor?

 

İstanbul Milli Eğitim Müdürü, çakarla emniyet şeridinde giderken polis tarafından çevriliyor ve işlem yapılıyor. Peki, sonra ne mi oluyor? Müdür Bey görevini yapan polise, “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye bir güzel fırça atıp, arkadaşı İstanbul Emniyet Müdürüne telefon ediyor ve polis açığa alınıyor. Polisi açığa alan kafa mutlaka bir gerekçe bulmuştur kendine.

 

Hani soruyoruz ya, neden böyleyiz diye? İşte asıl sorun bu. Bu sorunu aşamıyorsanız, ne olursanız olun, ne yaparsanız yapın boştur.

 

Hocalar Cuma hutbesinde boşuna tekrarlayıp duruyor demek ki;

 

“Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.” Nahl Suresi 90. Ayet

 

 

 

Tarih: 06.04.2018 Okunma: 854

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?