EĞİTİM...2...

Özgür DENİZ - 07.06.2018

Allah, bana, sus der mi? Gerçekten, Allah, beni, susturur mu? Beni susturacaksaydı ya da bana sus diyecekseydi, beni sorumlu kılar mı-y-dı, bana uyar der miydi? Her doğruyu her yerde söyleme, çünkü her doğru şey her yerde söylenmez der miydi mesela? İşte doğruyu söylersen, şu kulumun gücüne gider, o kulumun çıkarları zedelenir, bu yüzden bildiğin doğrular sende kalsın der mi mesela? Öyle derseydi, beni, insan olarak halk eder miydi? Benim anlamım, varlığın ve hayatın anlamı ne demek olurdu o zaman? Faniliğin anlamı ne demek olurdu? Fanilik gerçeklikse ve ben fani isem, burada söyleyemediğim doğruyu nerede ve ne zaman söyleyeceğim, kime söyleyeceğim, niçin söyleyeceğim, söyleyebilecek miyim? Söylemediğim doğrulardan sorulmayacak mıyım, sorumlu olmayacak mıyım? Doğruyu söylemeden ölmek, yaşayanlara ve yaşayacak olanlara zulüm değil midir? Doğruyu saklamak, haksızlık ve adaletsizlik değil midir? Hakikat benimle ölmeli midir? Hakikat benimle ölecekse, ben, insanlığa ne söyleyeceğim? Öyleyse, bu yürek hiç susmaz, susmayacak! Belki hakikati en dibine kadar söyleyemeyecek ama hakikati hep söyleyecek. Öyleyse, benim, her türlü soruyu sormam ve her şeyi sorgulamam gayet normaldir. Birgün gelecek ki, hafızalarda, bildiğimiz kanunlar, sahip olduğumuz maddeler değil, ortaya koyduğumuz eylemler, yaşadıklarımız, geride bıraktığımız karakterimiz, pervasızca haykırdığımız hakikatler ve ürettiğimiz eserlerimiz kalacak ve hatırlanacak. Bu sebeple, bilmek ve susmak değildir insan olarak hatırlanmak; konuşmak ve yapmak olacaktır hatırlanmaya sebep. Geçelim! İlk evvelde eğitim olgusunun mahiyetinin ne olduğunu, ne anlama geldiğini çözümleyelim naçizane. Yaşadığımız çağda eğitim deyince aklımıza ilk gelen şey; insanların birer eğitim kurumu olan okullara gidip okumayı-yazmayı öğrenme süreci oluyor. Fakat gerçek manada eğitimin nasıl yapılacağı, nasıl yapılması gerektiği, niçin ve kim için yapılması gerektiği üzerinde hiç mütalaa ve münazara yapılmıyor. Hâlbuki eğitim bir toplumun temelidir, belkemiğidir, varoluşunun önkoşuludur. Böyle midir gerçekten? Böyledir demekten başka söylenecek hiçbir söz kalmıyor. Bir fert için, varoluş sürecinin mukaddimesidir.

 

Eğitimsiz kalan bir insanlığın ve insanın, onurlu, güçlü huzurlu ve özgür olması muhal ender muhaldir. Çünkü eğitimsiz kalmak, cehaletin karanlığına mahkûm olmayı, esareti hürriyet bilmeyi, sefaleti izzetli yaşama sanmayı intaç edecektir şüphesiz olarak. Güçlü bir eğitim sistemine haiz olmayan bir devletin ve toplumun, başka devlet ve toplumların peyki ve payandası olması mukadderdir. Binaenaleyh eğitim, üzerinde öncelikle durulması gereken hayati bir meseledir. Gerçekten en hayati meseledir. Zira hayat, başlangıcından son anına kadar eğitimdir. Tabi biz bunun idrakine varabildik mi? İşte orası meçhul hatta varamadık maalesef. Eğitim, insanlık tarihinin belki de en çok konuşulan en mühim meselesi olagelmiştir günümüze dek ve üzerinde sayısız düşünceler serdedilmiştir. John Dewey; hayatın sil baştan örgütlenme ya da yenilenme vetiresidir der eğitim için. Tyler ise; ferdin yaşamına yön veren ya da yaşamının özü olan davranışlarının yenilenmesi ya da değiştirilmesidir der. Bizde ise Selahaddin Ertürk; bireyin hal ve davranışlarında, istenilen istikamette değişimler gerçekleştirebilme vetiresi olarak izah eder eğitimi. Eğitim özet olarak; insanı, insan yapmak sanatıdır bendenize göre. Çünkü insan, eğer insan olamamışsa, eğitim niçindir, nedendir? Yukarıda ki tanımlamaların hepsi, birilerinin istediği insanı yaratmak için eğitimi aracı kılmak arzusudur. Oysa eğitim, asla ve kata, birilerinin istediği insanı yaratmak değil, insanı, gerçekten insan kılmak işidir. Tarih boyunca istenilen insan tipi üretilmeye çalışılmıştır, okullar; insan üreten fabrikalar olarak görülmüştür ama ne hazindir ki, bu bakış ve anlayış, insanı vahşi bir canavara dönüştürmüş, iradesiz robotlara indirgemiş, kulların kulu olan zavallı bir varlık derekesine düşürmüş, özbenliğini yitirmiş ve özgüvenini kaybetmiş hasta ve sakat bir insan tipi doğurmuştur.

 

Eğer hastalığı doğru teşhis edebilir ve adını doğru koyabilirsek, tedaviyi de kolay şekilde yapabiliriz ve netice alırız. Zira ne, neyi, niçin ve nasıl yapabileceğimizi biliyor oluruz. Bilakis, zaman geçtikçe ve hastalık bünyeyi sardıkça tedavi imkânsız hale gelebilir ve ölümü beklemek zorunda kalırız. Eğitim mekanizması doğru ve tutarlı işlemezse ve münhasıran asli mahiyetine mütenasip işlemezse, silsile halinde her şeyin şirazesinden çıkması kaçınılmaz mukadderattır. Çünkü insan, eğitimden geçmekte, her şeyde insandan geçmektedir. Bu dünyanın altyapısında bir emek vardır ve o emeğin sahibi insandır. Bu dünyayı imar eden de, harap eden de insandır. Yanlış teşhisler yanlış tedavilere yönlendirmekte, yanlış tedavilerde hastalığın iyileşmesini değil daha da kökleşmesini ve hiç ummadık anda nüksetmesini ve hayatın tadının yitmesini intaç etmektedir. Sorun olmayan şeyleri sorunmuş gibi algılıyor, anlıyor ve onları çözelim derken daha büyük sorunların tezahür etmesine sebep oluyoruz. Asıl sorunlar ise bu meyanda büyüyor, büyüyor ve bir çığ olup bizi de yuvarlayıp götürüyor. Bir de bakmışız ki, ne sorunlarımızı çözebilmişiz ne de bir dere boyu yol alabilmişiz. Öyleyse öyle bir eğitim mekanizması olmalı ve o mekanizmadan öyle insanlar yetişmelidir ki, umut yüklü güneşli güzel günler, aydınlık ve görkemli bir yaşam bizi beklesin ve bu yaşam, bizim bize armağanımız olsun. Eğitim mekanizmasının ürünü olmayan insan, hiç kuşkunuz olmasın sokakların karanlık çarklarının ürünü olacaktır ve kanı, gözyaşını, hastalığı, karanlığı getirecektir. Biz ise bunun önüne nasıl geçebiliriz sorusunu sormalı ve sahici arayışlar içinde olmalı, doğru cevapları bulmalı ve bulduğumuz cevapları korkmadan eyleme geçirmeliyiz. Ama sorgulamadan olmaz, konuşmadan olmaz. Sorgulayacaksın ve konuşacaksın ki ama dürüst ve samimi olacaksın ki, eksikler, hatalar, yanlışlar bilinsin ve düzeltilme şansı elde edilsin. Hakikat güneşi, fikirlerin müsademesinin neticesi değil miydi? Ancak ölüler susar ve ancak ölüler aramazlar ve ölülerin güzel bir yaşama ihtiyaçları olmaz. İnsanın susması, insanın ölmesi demektir. İnsan ölürse her şey ölür, zira her şey insan yaşadıkça vardır ve insan varsa anlamlıdır.

 

İnsan da, eğitimle anlamlıdır ve eğitimle varolur. İnsan eğitilmelidir ki, tüm tabiat, eğitilmiş insanın ellerinde, mahiyeti bozulmadan tüm güzelliklerini insanlığa sunabilsin. Eğer eğitim mekanizmasının çarkları doğru yönde dönmezse ve bozuk işlerse, hiç kuşkusuz ki o çarkın dönüşü hep bozuk insanların yetişmesine neden olacaktır. Çürük bir insan da bütün hayatın çürümesine ve her şeyin mahiyetine mugayir yönde varolmasına yol açabilecektir. Lütfen düşünün, böyle değil midir Allah aşkına? Bir toplulukta ki, bir insan çürükse, o topluluğun sağlıklı olması, kendi içinde ve dışında sağlıklı iletişim kurabilmesi ve ilişkilerini sağlıklı sürdürebilmesi nereye kadar kabil olabilecektir? Mekanizmanın teklemesi, dejenerasyona ve alinasyona yol açmaktadır. Dejenere ve aline olan bir insan, bazen tüm insanlığın bünyesinde telafisi imkânsız yaraların ve hastalıkların oluşmasına neden olabilmektedir. Oysa eğitimin varoluş sebebi; tüm varlığın eğitilmesidir. Sağlam olanı hastalandırmak değil, hasta olanı iyileştirmektir. Eğitim, eğer vicdanları ve aklı işletebiliyorsa eğitimdir, bilakis eğitim diye bir şey yoktur. Çünkü vicdanı ve aklı çalışan insan iyidir ve iyileştirir. Eğer insanlara hissetmeyi ve düşünmeyi öğretemiyorsa eğitim, eğitim diye bir şey yoktur. Hissetmeyenlerin ve düşünmeyenlerin bu dünyaya katacakları hiçbir değer yoktur çünkü. Hakiki anlamda eğitilmeyen insanlar hissedemezler ve düşünemezler, hissedemeyen ve düşünemeyen insanlarda her şeyi çürütürler ve kokuturlar. Bana söyleyin lütfen, eğitilmiş insanlar ya da kendilerini eğitmiş insanlar, insanlardan nefret edebilirler mi? Bozabilirler ve yıkabilirler mi? Mümkün değil, ancak severler ve sevgiyi çoğaltırlar, ancak düzeltirler ve yaparlar. İnsanın değerli olması ve insana değer verilmesi bile bir eğitim işidir ve eğitilmiş insan işidir!

 

İnsan, hayat murakabesi yapar (tabi yaparsa ve yapıyorsa) ve hayatında ki yanlışlarını, faydasız şeyleri ayıklar ve bunu yapması da iktiza eder. Hayatta bir sistemdir filhakika. Sistemsiz hayatın insicamı bozulur ve kaos meydana gelir. İnsan, doğrularını ve faydalı şeyleri de tespit eder ve bir kenara koyar. Hayatının düzeninin idamesi buna merbuttur. Bunu yapmazsa, bitevi tökezler ve istediği şeye asla ulaşamaz. Nitelik mi önemlidir, nicelik mi bir karar verir. Nicelik duruma ve şartlara bağımlıdır, değişkendir. Nitelik ise durum ve şartlar ötesindedir ve devamlıdır. Son tahlilde, nitelik galip gelir! Nice az ordular,  nice çok ordulara galebe çalmışlardır. Haddizatında her şeyde böyle olmalıdır. Eğer niteliği önemsemezseniz, yanlışları umursamazsanız, faydasız olanı ayıklamazsanız, sarf ettiğiniz eforu berhava etmiş olursunuz ve sağlam yürüyemez, bir arpa boyu yol alamazsınız. Zira faydasız olanda boğulur, fuzuli yorulmuş olursunuz. Keza önceliğini de belirler insan. İhtiyaç mı, istek mi? Eğer, insan, bunları yapmaz ve hayatında bir istikrar sağlayamazsa mutsuz ve başarısız olur daima. Olguların ve olayların künhüne inerek ve hakikati bilerek, hayatında, eğer bir dönüşüme gitmezse hep yerinde sayar ve bu şekilde bir şeyler umar ama umduğuna erişemez ve boşu boşuna bekler beklediğini. Herhangi bir sistemde de aynen böyledir işler. Mütemadiyen faydasız şeylerle iştigal edilirse, nitelik yerine nicelik öncelenirse, yanlış olanda inat edilirse, doğru olan bilinmezse sistem yorulur, çark ağırlaşır ve çöküş start verir. Hayat belki çokta ciddiye alınacak bir şey değildir ama ciddiyetsiz yaşanacak bir şeyde değildir. Geçelim! Eğitim, hayatın bir parçasıdır ve belki de hayatın kendisidir, peki eğitimi ciddiye almamanız kabil midir? Kabilse, buyurun almayın da görelim. Binaenaleyh, eğitimde ki sıkıntı neyse doğru düzgün tespit edilmeli, faydasız şeylerle iştigal etmekten vazgeçilmeli, eğitimin gerçek amacı ne ise oraya odaklanılmalı ve o amaca matuf adımlar atılmalıdır. Eğitime zerre faydası olmayacak, amaca götürmeyecek şeylerden vazgeçilmelidir ya da aciliyetler önceliklenmelidir. Ve yapılan her şey ciddiyetle yapılmalıdır, baştan sağma değil. Benim sokağa çıkacak ayakkabım yoksa, telefona göz dikemem, bunu yaparsam dünyanın en saçma şeyini yapmış olurum.

 

İnsan bozuksa ve her şey insanla başlıyor, insanda bitiyorsa, insanı düzeltmem gerekirken saçma sapan şeylerle iştigal ediyorsam, benim yaptığım, yapsam da ciddiyetle yaptığım hiçbir şey yoktur.  Nihayetinde bir sonuca erişmem de kabil-i mümkün değildir. Yüzeysel tedavilerle, sonuç vermeyecek yöntemlerle nereye kadar gidebilirim, ne yapabilirim? Ağacın kökü sağlam değilse ve doğru düzgün beslenmiyorsa, dallar nasıl beslenir ve sağlıklı olur? Öyleyse kök iyi beslenecek ve sağlam olacak ki, dallar, yapraklar, çiçekler, meyveler de sağlam ve sağlıklı olsunlar ve insanlar onlarla şifa bulsunlar. Çocuk sokakta değil ocakta pişer! Biz yaptığımız hiçbir işi samimiyetle, ciddiyetle yapmıyoruz. Böyle yapmıyoruz ama kendimizi sorumlu olarakta görmüyoruz. Eğer layemut eserler ihdas etmek, görkemli anıtlar dikmek istiyorsak, nitelikli insanların türeyeceği nitelikli sistemler ve yapılar teşekkül ettirmek mecburiyetindeyiz. Ve faydasız ve tali işlerden yüz çevirmeli, faydalı ve öncelikli olan ne ise tespit edip onunla iştigal etmeliyiz. Hayır, lütfen söylesenize, ciddi hiçbir gayeye hizmet etmeyecek olan, olsa da olmasa da fark etmeyecek olan, elle tutulur bir ciddiyetten uzak olan, ne insana ve ne de hayata hiçbir artı değer katmayacak olan, bilakis bizi gayemizden uzaklaştıran ve yolumuzu uzatıp yürüyüşümüzü akamete uğratan şeylerle iştigal etmenin anlamı nedir Allah aşkına? Biz insanı çürütüyor muyuz yoksa diriltiyor muyuz, bunu hiç soruyor muyuz kendimize? Biz hiçbir işe yaramayan, yaramayacak olan kanunlar içinde boğuluyoruz, prosedürler içinde ağır ağır çürüyoruz. Ama bunu fark edecek zekâdan maalesef yoksunuz.  Doğru söyleyene kızılır mı? Biz doğruya kızan insanlar yetiştirdik, insana değer vermeyen insanlar büyüttük, çalışanı sevmeyen, niteliği umursamayan, dürüst olanı taltif etmekten korkan, namusludan nefret eden insanlar ürettik? Peki, bunu nasıl ve nerede yaptık, neyle yaptık? Gerçekten bir gece yarısında kalkıpta, kendi kendimizi acımasızca ve cesurca sigaya çektiğimiz oluyor mu hiç? Cevaplar bulduğumuz ve bulduğumuz cevapları, kaybedeceğimizi bildiğimiz halde kabullendiğimiz oluyor mu? Bize bunu yaptırmayan eğitim hangi eğitimdir, ne menem bir eğitimdir? Eğitim, insanı ve insanlığı öncelemiyorsa ve insanlaştırmıyorsa ne işe yarar?

Tarih: 07.06.2018 Okunma: 841

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?