Allah, bana, sus der mi? Gerçekten, Allah, beni, susturur
mu? Beni susturacaksaydı ya da bana sus diyecekseydi, beni sorumlu kılar mı-y-dı,
bana uyar der miydi? Her doğruyu her yerde söyleme, çünkü her doğru şey her
yerde söylenmez der miydi mesela? İşte doğruyu söylersen, şu kulumun gücüne
gider, o kulumun çıkarları zedelenir, bu yüzden bildiğin doğrular sende kalsın
der mi mesela? Öyle derseydi, beni, insan olarak halk eder miydi? Benim anlamım,
varlığın ve hayatın anlamı ne demek olurdu o zaman? Faniliğin anlamı ne demek
olurdu? Fanilik gerçeklikse ve ben fani isem, burada söyleyemediğim doğruyu
nerede ve ne zaman söyleyeceğim, kime söyleyeceğim, niçin söyleyeceğim,
söyleyebilecek miyim? Söylemediğim doğrulardan sorulmayacak mıyım, sorumlu
olmayacak mıyım? Doğruyu söylemeden ölmek, yaşayanlara ve yaşayacak olanlara
zulüm değil midir? Doğruyu saklamak, haksızlık ve adaletsizlik değil midir? Hakikat
benimle ölmeli midir? Hakikat benimle ölecekse, ben, insanlığa ne söyleyeceğim?
Öyleyse, bu yürek hiç susmaz, susmayacak! Belki hakikati en dibine kadar söyleyemeyecek
ama hakikati hep söyleyecek. Öyleyse, benim, her türlü soruyu sormam ve her
şeyi sorgulamam gayet normaldir. Birgün gelecek ki, hafızalarda, bildiğimiz
kanunlar, sahip olduğumuz maddeler değil, ortaya koyduğumuz eylemler,
yaşadıklarımız, geride bıraktığımız karakterimiz, pervasızca haykırdığımız
hakikatler ve ürettiğimiz eserlerimiz kalacak ve hatırlanacak. Bu sebeple,
bilmek ve susmak değildir insan olarak hatırlanmak; konuşmak ve yapmak
olacaktır hatırlanmaya sebep. Geçelim! İlk evvelde eğitim olgusunun mahiyetinin
ne olduğunu, ne anlama geldiğini çözümleyelim naçizane. Yaşadığımız çağda
eğitim deyince aklımıza ilk gelen şey; insanların birer eğitim kurumu olan
okullara gidip okumayı-yazmayı öğrenme süreci oluyor. Fakat gerçek manada
eğitimin nasıl yapılacağı, nasıl yapılması gerektiği, niçin ve kim için yapılması
gerektiği üzerinde hiç mütalaa ve münazara yapılmıyor. Hâlbuki eğitim bir
toplumun temelidir, belkemiğidir, varoluşunun önkoşuludur. Böyle midir
gerçekten? Böyledir demekten başka söylenecek hiçbir söz kalmıyor. Bir fert
için, varoluş sürecinin mukaddimesidir.
Eğitimsiz kalan bir insanlığın ve insanın, onurlu, güçlü
huzurlu ve özgür olması muhal ender muhaldir. Çünkü eğitimsiz kalmak, cehaletin
karanlığına mahkûm olmayı, esareti hürriyet bilmeyi, sefaleti izzetli yaşama
sanmayı intaç edecektir şüphesiz olarak. Güçlü bir eğitim sistemine haiz
olmayan bir devletin ve toplumun, başka devlet ve toplumların peyki ve
payandası olması mukadderdir. Binaenaleyh eğitim, üzerinde öncelikle durulması
gereken hayati bir meseledir. Gerçekten en hayati meseledir. Zira hayat,
başlangıcından son anına kadar eğitimdir. Tabi biz bunun idrakine varabildik
mi? İşte orası meçhul hatta varamadık maalesef. Eğitim, insanlık tarihinin
belki de en çok konuşulan en mühim meselesi olagelmiştir günümüze dek ve
üzerinde sayısız düşünceler serdedilmiştir. John Dewey; hayatın sil baştan
örgütlenme ya da yenilenme vetiresidir der eğitim için. Tyler ise; ferdin
yaşamına yön veren ya da yaşamının özü olan davranışlarının yenilenmesi ya da
değiştirilmesidir der. Bizde ise Selahaddin Ertürk; bireyin hal ve
davranışlarında, istenilen istikamette değişimler gerçekleştirebilme vetiresi
olarak izah eder eğitimi. Eğitim özet olarak; insanı, insan yapmak sanatıdır
bendenize göre. Çünkü insan, eğer insan olamamışsa, eğitim niçindir, nedendir?
Yukarıda ki tanımlamaların hepsi, birilerinin istediği insanı yaratmak için
eğitimi aracı kılmak arzusudur. Oysa eğitim, asla ve kata, birilerinin istediği
insanı yaratmak değil, insanı, gerçekten insan kılmak işidir. Tarih boyunca
istenilen insan tipi üretilmeye çalışılmıştır, okullar; insan üreten fabrikalar
olarak görülmüştür ama ne hazindir ki, bu bakış ve anlayış, insanı vahşi bir
canavara dönüştürmüş, iradesiz robotlara indirgemiş, kulların kulu olan zavallı
bir varlık derekesine düşürmüş, özbenliğini yitirmiş ve özgüvenini kaybetmiş hasta
ve sakat bir insan tipi doğurmuştur.
Eğer hastalığı doğru teşhis edebilir ve adını doğru koyabilirsek,
tedaviyi de kolay şekilde yapabiliriz ve netice alırız. Zira ne, neyi, niçin ve
nasıl yapabileceğimizi biliyor oluruz. Bilakis, zaman geçtikçe ve hastalık
bünyeyi sardıkça tedavi imkânsız hale gelebilir ve ölümü beklemek zorunda
kalırız. Eğitim mekanizması doğru ve tutarlı işlemezse ve münhasıran asli
mahiyetine mütenasip işlemezse, silsile halinde her şeyin şirazesinden çıkması
kaçınılmaz mukadderattır. Çünkü insan, eğitimden geçmekte, her şeyde insandan
geçmektedir. Bu dünyanın altyapısında bir emek vardır ve o emeğin sahibi
insandır. Bu dünyayı imar eden de, harap eden de insandır. Yanlış teşhisler
yanlış tedavilere yönlendirmekte, yanlış tedavilerde hastalığın iyileşmesini
değil daha da kökleşmesini ve hiç ummadık anda nüksetmesini ve hayatın tadının
yitmesini intaç etmektedir. Sorun olmayan şeyleri sorunmuş gibi algılıyor,
anlıyor ve onları çözelim derken daha büyük sorunların tezahür etmesine sebep
oluyoruz. Asıl sorunlar ise bu meyanda büyüyor, büyüyor ve bir çığ olup bizi de
yuvarlayıp götürüyor. Bir de bakmışız ki, ne sorunlarımızı çözebilmişiz ne de
bir dere boyu yol alabilmişiz. Öyleyse öyle bir eğitim mekanizması olmalı ve o
mekanizmadan öyle insanlar yetişmelidir ki, umut yüklü güneşli güzel günler,
aydınlık ve görkemli bir yaşam bizi beklesin ve bu yaşam, bizim bize
armağanımız olsun. Eğitim mekanizmasının ürünü olmayan insan, hiç kuşkunuz
olmasın sokakların karanlık çarklarının ürünü olacaktır ve kanı, gözyaşını,
hastalığı, karanlığı getirecektir. Biz ise bunun önüne nasıl geçebiliriz
sorusunu sormalı ve sahici arayışlar içinde olmalı, doğru cevapları bulmalı ve
bulduğumuz cevapları korkmadan eyleme geçirmeliyiz. Ama sorgulamadan olmaz,
konuşmadan olmaz. Sorgulayacaksın ve konuşacaksın ki ama dürüst ve samimi
olacaksın ki, eksikler, hatalar, yanlışlar bilinsin ve düzeltilme şansı elde
edilsin. Hakikat güneşi, fikirlerin müsademesinin neticesi değil miydi? Ancak
ölüler susar ve ancak ölüler aramazlar ve ölülerin güzel bir yaşama ihtiyaçları
olmaz. İnsanın susması, insanın ölmesi demektir. İnsan ölürse her şey ölür,
zira her şey insan yaşadıkça vardır ve insan varsa anlamlıdır.
İnsan da, eğitimle anlamlıdır ve eğitimle varolur. İnsan
eğitilmelidir ki, tüm tabiat, eğitilmiş insanın ellerinde, mahiyeti bozulmadan
tüm güzelliklerini insanlığa sunabilsin. Eğer eğitim mekanizmasının çarkları
doğru yönde dönmezse ve bozuk işlerse, hiç kuşkusuz ki o çarkın dönüşü hep
bozuk insanların yetişmesine neden olacaktır. Çürük bir insan da bütün hayatın
çürümesine ve her şeyin mahiyetine mugayir yönde varolmasına yol açabilecektir.
Lütfen düşünün, böyle değil midir Allah aşkına? Bir toplulukta ki, bir insan
çürükse, o topluluğun sağlıklı olması, kendi içinde ve dışında sağlıklı
iletişim kurabilmesi ve ilişkilerini sağlıklı sürdürebilmesi nereye kadar kabil
olabilecektir? Mekanizmanın teklemesi, dejenerasyona ve alinasyona yol
açmaktadır. Dejenere ve aline olan bir insan, bazen tüm insanlığın bünyesinde
telafisi imkânsız yaraların ve hastalıkların oluşmasına neden olabilmektedir. Oysa
eğitimin varoluş sebebi; tüm varlığın eğitilmesidir. Sağlam olanı
hastalandırmak değil, hasta olanı iyileştirmektir. Eğitim, eğer vicdanları ve
aklı işletebiliyorsa eğitimdir, bilakis eğitim diye bir şey yoktur. Çünkü
vicdanı ve aklı çalışan insan iyidir ve iyileştirir. Eğer insanlara hissetmeyi
ve düşünmeyi öğretemiyorsa eğitim, eğitim diye bir şey yoktur. Hissetmeyenlerin
ve düşünmeyenlerin bu dünyaya katacakları hiçbir değer yoktur çünkü. Hakiki anlamda
eğitilmeyen insanlar hissedemezler ve düşünemezler, hissedemeyen ve düşünemeyen
insanlarda her şeyi çürütürler ve kokuturlar. Bana söyleyin lütfen, eğitilmiş
insanlar ya da kendilerini eğitmiş insanlar, insanlardan nefret edebilirler mi?
Bozabilirler ve yıkabilirler mi? Mümkün değil, ancak severler ve sevgiyi
çoğaltırlar, ancak düzeltirler ve yaparlar. İnsanın değerli olması ve insana
değer verilmesi bile bir eğitim işidir ve eğitilmiş insan işidir!
İnsan, hayat murakabesi yapar (tabi yaparsa ve yapıyorsa)
ve hayatında ki yanlışlarını, faydasız şeyleri ayıklar ve bunu yapması da
iktiza eder. Hayatta bir sistemdir filhakika. Sistemsiz hayatın insicamı
bozulur ve kaos meydana gelir. İnsan, doğrularını ve faydalı şeyleri de tespit
eder ve bir kenara koyar. Hayatının düzeninin idamesi buna merbuttur. Bunu
yapmazsa, bitevi tökezler ve istediği şeye asla ulaşamaz. Nitelik mi önemlidir,
nicelik mi bir karar verir. Nicelik duruma ve şartlara bağımlıdır, değişkendir.
Nitelik ise durum ve şartlar ötesindedir ve devamlıdır. Son tahlilde, nitelik
galip gelir! Nice az ordular, nice çok
ordulara galebe çalmışlardır. Haddizatında her şeyde böyle olmalıdır. Eğer
niteliği önemsemezseniz, yanlışları umursamazsanız, faydasız olanı
ayıklamazsanız, sarf ettiğiniz eforu berhava etmiş olursunuz ve sağlam
yürüyemez, bir arpa boyu yol alamazsınız. Zira faydasız olanda boğulur, fuzuli
yorulmuş olursunuz. Keza önceliğini de belirler insan. İhtiyaç mı, istek mi?
Eğer, insan, bunları yapmaz ve hayatında bir istikrar sağlayamazsa mutsuz ve
başarısız olur daima. Olguların ve olayların künhüne inerek ve hakikati bilerek,
hayatında, eğer bir dönüşüme gitmezse hep yerinde sayar ve bu şekilde bir
şeyler umar ama umduğuna erişemez ve boşu boşuna bekler beklediğini. Herhangi bir
sistemde de aynen böyledir işler. Mütemadiyen faydasız şeylerle iştigal
edilirse, nitelik yerine nicelik öncelenirse, yanlış olanda inat edilirse,
doğru olan bilinmezse sistem yorulur, çark ağırlaşır ve çöküş start verir. Hayat
belki çokta ciddiye alınacak bir şey değildir ama ciddiyetsiz yaşanacak bir
şeyde değildir. Geçelim! Eğitim, hayatın bir parçasıdır ve belki de hayatın
kendisidir, peki eğitimi ciddiye almamanız kabil midir? Kabilse, buyurun
almayın da görelim. Binaenaleyh, eğitimde ki sıkıntı neyse doğru düzgün tespit
edilmeli, faydasız şeylerle iştigal etmekten vazgeçilmeli, eğitimin gerçek
amacı ne ise oraya odaklanılmalı ve o amaca matuf adımlar atılmalıdır. Eğitime
zerre faydası olmayacak, amaca götürmeyecek şeylerden vazgeçilmelidir ya da
aciliyetler önceliklenmelidir. Ve yapılan her şey ciddiyetle yapılmalıdır,
baştan sağma değil. Benim sokağa çıkacak ayakkabım yoksa, telefona göz dikemem,
bunu yaparsam dünyanın en saçma şeyini yapmış olurum.
İnsan bozuksa ve her şey insanla başlıyor, insanda
bitiyorsa, insanı düzeltmem gerekirken saçma sapan şeylerle iştigal ediyorsam,
benim yaptığım, yapsam da ciddiyetle yaptığım hiçbir şey yoktur. Nihayetinde bir sonuca erişmem de kabil-i
mümkün değildir. Yüzeysel tedavilerle, sonuç vermeyecek yöntemlerle nereye
kadar gidebilirim, ne yapabilirim? Ağacın kökü sağlam değilse ve doğru düzgün
beslenmiyorsa, dallar nasıl beslenir ve sağlıklı olur? Öyleyse kök iyi
beslenecek ve sağlam olacak ki, dallar, yapraklar, çiçekler, meyveler de sağlam
ve sağlıklı olsunlar ve insanlar onlarla şifa bulsunlar. Çocuk sokakta değil
ocakta pişer! Biz yaptığımız hiçbir işi samimiyetle, ciddiyetle yapmıyoruz.
Böyle yapmıyoruz ama kendimizi sorumlu olarakta görmüyoruz. Eğer layemut
eserler ihdas etmek, görkemli anıtlar dikmek istiyorsak, nitelikli insanların
türeyeceği nitelikli sistemler ve yapılar teşekkül ettirmek mecburiyetindeyiz. Ve
faydasız ve tali işlerden yüz çevirmeli, faydalı ve öncelikli olan ne ise
tespit edip onunla iştigal etmeliyiz. Hayır, lütfen söylesenize, ciddi hiçbir
gayeye hizmet etmeyecek olan, olsa da olmasa da fark etmeyecek olan, elle
tutulur bir ciddiyetten uzak olan, ne insana ve ne de hayata hiçbir artı değer
katmayacak olan, bilakis bizi gayemizden uzaklaştıran ve yolumuzu uzatıp
yürüyüşümüzü akamete uğratan şeylerle iştigal etmenin anlamı nedir Allah
aşkına? Biz insanı çürütüyor muyuz yoksa diriltiyor muyuz, bunu hiç soruyor
muyuz kendimize? Biz hiçbir işe yaramayan, yaramayacak olan kanunlar içinde
boğuluyoruz, prosedürler içinde ağır ağır çürüyoruz. Ama bunu fark edecek
zekâdan maalesef yoksunuz. Doğru
söyleyene kızılır mı? Biz doğruya kızan insanlar yetiştirdik, insana değer
vermeyen insanlar büyüttük, çalışanı sevmeyen, niteliği umursamayan, dürüst
olanı taltif etmekten korkan, namusludan nefret eden insanlar ürettik? Peki,
bunu nasıl ve nerede yaptık, neyle yaptık? Gerçekten bir gece yarısında
kalkıpta, kendi kendimizi acımasızca ve cesurca sigaya çektiğimiz oluyor mu hiç?
Cevaplar bulduğumuz ve bulduğumuz cevapları, kaybedeceğimizi bildiğimiz halde
kabullendiğimiz oluyor mu? Bize bunu yaptırmayan eğitim hangi eğitimdir, ne
menem bir eğitimdir? Eğitim, insanı ve insanlığı öncelemiyorsa ve
insanlaştırmıyorsa ne işe yarar?