Eğitim, bir diplomaya malik olmak değildir. Biz, eğitimli
diye, eline bir diploma tutuşturulmuş insanlara diyoruz ve üstelik bu türlere
bir de aydın vasfını armağan ediyoruz. Bir okul bitirdiğimiz zaman eğitimli
oluyoruz. Böyle olunca hiçbir şeyin değerini bilmeyen yığınları eğitimli
sayıyoruz. Daha, kendini, dünyayı, hayatı, tabiatı, olguları ve olayları
okumasını bile beceremeyenler, ellerine bir diploma tutuşturulup, sen şu oldun
artık, sen bu oldun artık deyip, birer paye kazanıp, bir koltuğa oturduklarında
eğitimli olmuş oluyorlar. Ne garip! Bu bize çok pahalıya patlıyor ama bunu bile
idrak edemiyoruz. Oysa eğitimli olsaydık, çendan bunu fark ve idrak
edebilirdik. Amma velakin, sonradan, bu eğitimli dediklerimiz yaşamı kirletince
de; eğitim şart! Diye höykürüyoruz. Çünkü biz, bir okul bitiren ve eline
diploma tutuşturulmuş ama gerçekte yontulmamış odunlara eğitimli diye
bakıyoruz. Yaşadığı hayatı bile sorgulayamayacak kadar bilinçsiz, özgürlük,
adalet, barış, kardeşlik ne demek idrak edemeyecek kadar şuursuz bir insan
hangi eğitimi almıştır, nasıl eğitilmiştir? Geçmişini bilmeyip, geleceğini
kuracak iradeye bile sahip olamayan, insan olduğunun farkına bile henüz
varamamış insan eğitimli olabilir mi? Aklını kullanabilecek basit bir beceriye
bile sahip olmayan kişi hangi eğitim çarkından geçmiştir. Köleliğin ne demek olduğunu
anlayamayan insan eğitilmiş değildir, o cahilin tekidir. Ben bu hayatta hiçbir
kimsenin eğitimli olduğu için saygın olduğuna şahit olmadım. Bilakis bir
şekilde yüksek payeye sahip olmuş ve cebini bir şekilde doldurmayı becermiş
olanlara saygı duyulduğuna şahitlik ettim her zaman. İşte bu yüzden de hakiki
eğitim, hakikatli eğitim hiçbir zaman umursanmadı bu topraklarda.
Eğitim şart derken bile, filhakika eğitimli insanlardan
imtina ettik. Çünkü eğitimli insan doğru dönmeyen çarkı bozardı. Eğitimli insan
kesin inançlı olamazdı. Eğitimli insanın asla ve kata putları olmazdı ve onu
sömürmek çok kolay kotarılmazdı. Bu yüzden de insanlık mütemadiyen dördüncü tür
yaratıklar tarafından yönlendirilmiştir. Bu da cehalet, esaret, acı, ıstırap,
zulüm, sömürü getirmiştir bu evrene. Bu dünyada, insanları bir şekilde
sömürmeyi başarmış herkes, insanlığın cehaletinden faydalanmıştır. İnsan eğer
eğitimli olsaydı ya da eğitilmiş olsaydı, yemin ediyorum, bu dünyada
emperyalizm bir dakika bile yaşayamazdı. Eğitimli insanların ellerinde bu dünya
çoook farklı olurdu ve insan da insan gibi yaşardı. İnsan, gerçekten insan olma
onurunu her zaman taşırdı, hem de bunun farkında olarak. Öğretmen olmak, doktor
olmak, hâkim olmak, savcı olmak vs. asla ve kata eğitilmiş olmak anlamına
gelmez, gelemez. İşte bu yüzden eğitim çoook başka bir şeydir ve asıl eğitim
ruhun eğitilmesidir diyorum. Acıyı hissetmeyen ve acılarını ucuza satan nasıl
eğitimli olarak tavsif edilebilir ki Allah aşkına? Sorgusuz sualsiz ot gibi
yaşayan, önüne ne konursa yiyen, her şeye eyvallah diyen, önünde yürüyenin
ardından hesapsız, kitapsız, umarsız yürüyen nasıl bir eğitim çarkından
geçmiştir? Küçücük bir çocuğun hakkını yemekten imtina etmeyen hatta yediğinin
farkında bile olmayan eğitimli değil, bir diplomaya sahip olsa bile cahilin
önde gidenidir. Tabi biz bu cahillere, sen cahilin tekisin diyemiyoruz,
diyemeyiz de. Bu hayatın bir de böyle bir garipliği var. Biz eğitmiyoruz,
kafaları enformasyon çöplüğüne döndürüyoruz, o çöplükten kullanabildiğimiz
kadarıyla bir diplomaya mülaki olmaya çalışıyoruz, bu kadar. Neyi, nasıl, niçin
ve kim için yapacağını bilmeyen insanlar, olsa olsa kurumuş ot yığınıdırlar ve
cehalet abidesidirler. Bu hayata katacakları hiçbir değer de yoktur, aksine
değer öğütme makinesidirler adeta.
Eğitim, bilinç tohumunu ekmektir beynin göklerinden ruh
toprağına ve oradan umut dolu cesur bir yürek fışkırmalı ve öyle bir duruş
durmalı, öyle bir bakış atmalı ki o yürek, dünya dize gelmeli. İnsan dediğin,
duruşundan ve bakışından bilinmeli. Eğitim, öyle bir insan meydana getirmektir
ki, o insan kanatlanıp uçabilsin yeryüzünün karanlığından mavi gökyüzünün
aydınlığına. Bahar gelmeli, çiçekler açmalı, kelebekler uçmalı insanın
yurdunda, insan insanla buluşmalı. Eğitimin çarkından geçen insan öyle bir
insandır ki, mavi gökyüzünden bir yağmur tanesi gibi düşsün karanlık yeryüzüne
ve aydınlığa boğsun orayı. Öyle dik ve gururlu olsun ki, ne eğilsin ne de unutsun
kendisini. Bir bakışıyla, geçmişi, beton gibi döküversin geleceğe. Bir ülke
kursun, bir gelecek inşa etsin, beton gibi dökülen geçmişin üzerinde. Eğitim,
insanı insan kılabiliyorsa eğitimdir. Eğitim, ıvır zıvırla iştigal edip, insanı
görmezlikten gelmek değildir. Eğer malayani ile iştigal ederken, insanı
hissetmiyorsak ve sarf-ı nazar eyliyorsak, biz ne eğitim yapıyoruzdur ne de
eğitim adına bir şey. Görmezlikten gelindiği müddetçe insan, insanlık için bir
felaket haline gelecektir. Biz ilk evvelde öğretmenlerimizi, sonra da
nesillerimizi göz göre göre heba ediyoruz ne yazık ki. Ne kadar geriye
bakabilirse, o kadar ileriyi görebilir insan ve ne kadar ileriyi görebilirse
insan, o kadar güzel düşler kurabilir, ne kadar güzel düş kurabilirse o kadar
güzel bir ülke tasavvur edebilir. İşte eğitim dediğimiz olgu bu minvalde
olaylaşabiliyorsa gerçekten eğitim olarak olaylaşmış olur. Düşleri olmayan bir
nesil boşa gitmiş bir nesildir, harcanmış bir nesildir. Ne yapacağını, nasıl
yapacağını, niçin yapacağını ve kim için yapacağını bilmeyen ve düşleri olmayan
bir nesil hangi eğitim çarkından geçirilmiş olabilir ya da bir eğitim çarkından
geçirilmiş olabilir mi?
Bomboş bir ruha, dolu bir mideye, uyuşuk bir gövdeye,
çorak bir kafaya sahip bir nesille nasıl gurur duyabiliriz, o nesli görünce
nasıl sızlamaz vicdanımız? Kim olduğunu bilemiyorsa, özgürleşen bir bayrak
olamıyorsa, emperyalizme karşı duramıyorsa, bir düş kuramıyorsa ve tüm
bunlardan sonra bir ülke tasavvur edemiyorsa ve o ülke için harekete
geçemiyorsa, ne işe yarar ki insan? İnsanı görünce, işte insan bu
denilebilmeli, gurur duyulabilmeli, güvenilebilmeli. Uyuşuk, akılsız, bilinçsiz
nesillerle hangi yol yürünebilir, hangi menzile varılabilir? Ancak
menfaatlerimizin çarkında öğütülebilmeye yarayan bir nesil hangi geleceği
kurabilir? Ya da biz, nesillerimizi hangi büyük rüyalar için yetiştiriyoruz?
Bir rüyamız var mı? Yoksa nesillerimizi göz göre göre mazlum ve masum kurbanlar
mı kılıyoruz? Yeknesak bir hale gelen dünyada, varolmak istiyorsak eğer,
yalanların, yanlışların bataklığında dejenere olmuş, alinasyona maruz kalmış,
kısır ve günübirlik politikaların mengenesinde şahsiyet kaybına uğramış, kim
olduğunu unutmuş, dimağları perişan edilmiş ve elimine edilmeye hazır duruma
getirilmiş nesilleri bir an önce silkelemek, kendilerine getirmek ve kendi
ayakları üzerinde durabilecek iradeyi onlara kuşandırmak icap eder. Bizler
kendi yarınlarımızı düşünmek derdinde olamayız, bizler yarınları kuracak
nesillerimizi düşünmek derdinde olmak zorundayız. Zira bilinmelidir ki,
istikbalin aydınlık, hür ve meserret dolu dünyasını, hakikatli bir eğitimden
geçmiş, hakikatle gönülleri yumuşamış ve kafaları aydınlanmış, yürekleri
muhabbetle beslenmiş ve sevgiyle temizlenmiş, vicdanları hakikatle yoğrulup
dillenmiş, yüce insanlık değerleriyle mücehhez olmuş nadide dimağlar inşa
edeceklerdir. Eğitim bunu yapamıyorsa, ne yapmaktadır?
Eğer ki, bir eğitim mekanizması felsefesizse, köklü ve
muhkem bir alt yapıya sahip değildir. Kaygan zemin üzerindedir. Binaenaleyh, şahsiyet
yaratıcı olmaktan uzaktır. Çünkü felsefesiz eğitim alelade, alelusul
yapılıyordur. O eğitimde, ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, niçin yapılacağı ve
kim için yapılacağı sorularının cevapları yoktur. Cevapları olmadığı içinde
insicamlı bir işleyişinin olması kabil değildir. Böyle olunca da her şey
karmakarışıktır, bir düzen içinde işlemekten, bir anlama malik olmaktan
yoksundur. Her işe, yapılsın da nasıl olursa olsun diye bakılır. Yapılan
şeylerin de, ne bireye, ne topluma, ne insanlığa, ne eğitimciye, ne öğrenciye
ve ne de veliye hiçbir katkısı olmaz. Zaten herhangi bir katkısı olup olmadığı
akılların ucundan bile geçmez. Çünkü bu bakış açısına göre yapılmaz hiçbir şey.
O eğitimde düş kurabilme, kurulan düşlerin peşinden koşabilme iradesi yoktur.
Soru yoktur, sorgu yoktur. Düşleri olmayan ne sorsun, nasıl sorgulasın? Bir
çocuk ki, düş kurmaktan, kurduğu düşlere dair sorular sormaktan ve
sorgulamaktan yoksunsa, o çocuk ölümle pençeleşiyordur, onun bir adım bile
atması mucizedir. Hayatta ancak düş kuranlar koşabilirler. Çünkü ancak düş
kurabilenlerin bir sevdaları, ülküleri, rüyaları vardır. Ve bu, hayatın
genelinde böyledir. Münhasıran öğrenci için değil, yetişkin biri bile düş
kurmaktan yoksunsa, onun ölüden farkı yoktur ve bitevi ölmektedir. Düş
kuranlar, sevdalarına, ülkülerine, rüyalarına ulaşmak için canları pahasına
koştururlar. Biteviye soru sorarlar, sorgularlar. Çünkü düşlerinin besinidir,
sormak ve sorgulamak.