İNSANLIK YAŞASIN DİYE...

Özgür DENİZ - 17.06.2018

Yaratıldığımda, dünyada bile değildim ama dünyaya ayak bastığımda ve beni ağlamaklı büyük bir sevinçle, tarifsiz bir heyecanla bekleyenlere, sessizce, ne kendimin algılayabilmemin ne de bekleyenlerin algılayabilmelerinin kabil-i mümkün olmadığı bir şekilde merhaba dediğimde, üzerimde hiçbir şey yoktu. Beynimde ve kalbimde, dünyaya ait olan hiçbir şey yoktu. Zayıf, aciz, muhtaç, dünyaya göre cahil, sadece bir insandım ama tertemiz bir insan. Günahsızdım, suçsuzdum! Ben ağlıyordum, sevinenler vardı! Büyüdükçe dünya kirlenecekti ve kirletecekti ama direnecektim. Çünkü dünyadakilerin temiz olma ihtimalleri bulunmuyordu, zira dünya bir leşti ve dünyaya alışmış, leş peşinde koşan sürüyle it vardı ve böyle bir dünyada temiz kalmak mucize gibi bir şeydi. Ayak bastığım dünyanın her şeyinden, bekleyenlerimden bile habersizdim. Ne bekleyenleri ne de güya bakıyormuşum gibi olduğum şeyleri, algılıyor, görüyor, tanıyor, biliyordum. Ama bekleyenler biliyorlardı, ismimi bile bulmuşlardı ve belki çoktan fısıldamışlardı kulağıma. Elbette halkedilmiş beynimde ve kalbimde taşıdıklarım vardı. Böyle bir şeye sonradan kanaat getirdim ve böylede. Allah’a bağlıydım sadece ama çevremdekiler eliyle hayata tutunuyordum. Bu, onların insanlık vazifeleriydi. Bağımsızdım ve özgürdüm, henüz zincirlerim yoktu! Bir politikam, bir ideolojim, bir cemaatim, bir adamım yoktu. Yani putlar edinmemiştim ve dayatılan putlar yoktu. Ki, kim dayatacaktı, kime dayatacaktı, nasıl ve niçin dayatacaktı, zira bir bebektim. Duygularım ve düşüncelerim yoktu, belki vardı ama yoktu. Üzerimde elbisem bile yoktu, ki üzerime iliştirilmiş bir şey olsun. Allah’ın halkettiği bir kul olarak ben, bu dünyada, bir annenin kucağında, bir evin içinde dünyaya ayak bastım ve gözlerimi açtım. Hiçbir politik ya da ant-i politik teşekkülle ne de böyle şeylerin içine doğmadım. Hiçbir cemaatin içine doğmadım. Hiçbir ideolojinin içine doğmadım. Hiçbir kulun kulu olarak doğmadım. Ben doğmadan peygamberimde gelmişti, kitabımda belliydi, ben dinimle gelmiştim zaten. Ne bir olgu vardı, ne bir kişi vardı, ne bir teşekkül vardı mahkûm olduğum, mecbur olduğum, iltisaklı olduğum ya da böyle olmak zorunda kalacağım. Hepsi sonradan oldular. Büyüdükçe haberim oldu. Haberim oldukça tanıdım, öğrendim, bildim. Tanıyıp, öğrenip, bildikçe fark ettim, anladım. Fark edip anladıkça, hissettim. Hissettikçe, bu dünyanın çok karanlık, iğrenç, tiksindirici, kirli bir yer olduğunu ve burasının asla bana göre olmadığını tüm hücrelerimle, aklımla, kalbimle idrak ettim. Her kaynağın başını tutan sürüyle itler olduğunu ve her kaynağın kendilerine akmasını sağlamak için bolca kanunlar ürettiklerini ve insanı içinden çıkılmaz bir cehenneme mahkûm ettiklerini anladım zamanla. Ben bu dünyada bir insandım ama bu dünyaya göre bir insan değildim, burası bana, ben de buraya yabancıydım. Ruhum bedenimde özgürlüğe uçmayı özlüyordu. Her şeyi dip derinliğine değin anlayıp, kavradıkça, aklımın, ruhumun, kalbimin hatta tenimin bile acı çekmeye başladığını duyumsadım. Hissettim, anladım ve inandım ki; bir sürgündeydim! Öyleyse burası benim yurdum olamazdı ve mutlaka gideceğim bir yurdum vardı. Binaenaleyh burada ancak insan olarak yaşayabilir, varolabilir ve ancak ‘’İnsanlığın Kavgasını’’ verebilirdim. Benim verebileceğim başka bir kavgamın olması muhaldi. İşte bende bunu yapıyorum naçizane, gücüm ne kadar yeterse, dilim ne kadar dönerse, gönlüm ne kadar elverirse ve ne kadar zamanım kalmışsa. Geçelim!

 

Bendeniz hiçbir kişinin ya da herhangi bir olgunun kavgasını vermiyordum. Vermek gibi bir zaruretim de yoktu. Bana böyle bir şeyin emredildiğini de hatırlamıyorum, daha sonra da işitmedim. Bendeniz herhangi bir kişiye, herhangi bir olguya, herhangi bir ideolojiye, herhangi bir politikaya, herhangi bir cemaate bağlanmak ve bunların kavgasını vermek mecburiyetinde olduğumu da düşünmüyorum. Ben kitabıma uymayan bir şeyi de ittihaz etmek zorunda değilim. Ben, bana benzeyenlere inanmak zorunda da değilim. Ben hakikatin öldürdüğü bir şeyi diriltemem ve benliğimde tolere edemem. Kimsenin dostu dostum, düşmanı düşmanım olmak zorunda değildir, böyle bir yasada yoktur. Benzerlerimle konuşmam, münhasıran konuştuğum için, aynı şeyi düşünüyorum, aynı şekilde duygulanıyorum anlamına gelmez. Özgür bir insanım ve aklım, kalbim, iradem, ihtiyarım var benim. Dostumu da düşmanımı da kendim seçerim. Ki, insan, insana niye düşman olur ki, olsun ki? Kimsenin baktığı gibi bakmak, gördüğü gibi görmek, inandığı gibi inanmak mecburiyetinde de değilim. Böyle yapmadığım için bu dünyada yaşayamam diye bir şey de olamaz. Çünkü bu dünya benim gibilerin dünyası değildir. Bu dünya Allah’ın dünyasıdır ve insanlık ailesinin dünyasıdır, öyleyse her insanın dünyasıdır. Kimin ekmeğini çaldım ki? Kimin aşına zehir kattım ki? Kim ölsün istedim ki? Ben sadece sevdim, hep sevdim. Ben kimin kötü olmasını istedim ki? Kimin teninden canını ayırdım ki? Kime ihanet ettim ki? Kimin hakkını yedim, aşına ve işine el koydum ki? Hangi çocuğu anasız, babasız, ekmeksiz bıraktım ki? Ben sadece ama sadece insanlığın ve adaletin peşinde oldum ve adaletin peşinde olanlara kalbimi, kafamı açtım. Yok ki benim kudretim, şöhretim, servetim. Yok ki benim silahım. Yok ki benim zincirlerim. Benim tek bir silahım var; sevgi. O da öldürmez, diriltir! Dünya sürgününü tamamlamaya çalışan, kendi halinde, yalnız, ıssız, garip ve fani bir insanoğluyum işte. Ben sevgiyle yıkanmışım, kirlenmek zorunda değilim, kirletilmeye boyun eğemem. Günahlara ortak olamam. Bir çocuğa çektirilen acılarda ellerim olsun istemem. Bir kulun hakkının yenmesine ortak olamam. Hakikati gizleyemem. Yalnız kalırım ama direnirim kirliliğe, zulme, haksızlığa ve zalime! Dünyanın da, insanında kirlenmesini istemem ve kirletmek adına da hiçbir kötülük yapmamaya gayret ederim. Tek gayem; insanlığın bozulmaması adına yapabileceğim bir şey varsa onu yapmaktır. Yüzümü aydınlığa dönmektir. Karanlığa karşı kavga vermektir. Adalet için, hürriyet için, kardeşlik için, hakikat için, barış için ve en önemlisi insanca yaşamak ve yaşamak sevincini duyumsamak için zalimlere karşı savaşmaktır. Çünkü dünyada, bozulan insandan daha tehlikeli ve korkunç hiçbir şey yoktur.  

 

Kişiler, olgular, yapılar ayrıdır, insanlık ayrıdır. İnsanlığın kavgasını ise vermek mecburiyetindeyim bu yüzden ve herkeste bunu yapmak zorundadır. Hiçbir insan için çalışamam, kavga veremem. Birileri mutlu olsun diye, birileri egemen olsun diye, birileri yesin, içsin, kussun diye, birileri çalsın, çırpsın diye, birileri dünyada dem sürsün diye kurban olamam, kaderimi birilerinin eline teslim edemem. Benim kimliğimden, dinimden, benim ideolojimden diye tek bir kişinin bile günahını görmezden gelip, ona yol veremem, ona boyun eğemem. Allah’tan, Muhammed’den, Kur’an’dan utanırım. Yanlış yapıyorsa hadi işine demekte zerre tereddüt etmem. İnsanlık hem özeldir hem de genel. Hem temeldir hem de ideal. Hem özdür hem de beden. Ve insan görünen niceleri vardır ki, bunlar herhangi bir olguyu sahiplenseler bile insan olamayacak türlerdir, bir nevi dördüncü türler. Binaenaleyh bendenizin tinsel ya da tensel bir kavga verdiğimi düşünenler maalesef yanılmaktadırlar. Öyle bir niyetim yok. Olsaydı da, var olan bir şeye yok diyecek kadar düşmezdim. Hiçte olmadı. Şöyle düşünelim; böyle bir şey olsaydı bendenizi güya ahlak adına konuştuğu iddiasında olan kim dinlerdi, güya adalet ve hürriyet namına konuştuğu iddiasında olan kim duyardı, güya vatan için söz söylediği iddiasında olan kim anlardı, güya Allah adına konuştuğunu iddia eden kim hissederdi? Bendenizin kavgası, kötülerle ve kötülüklerledir, insanlığa ve insana düşman olanlarladır. Adaleti yok edenlerledir. Hakikati çiğneyenlerledir. Hürriyeti, barışı, kardeşliği öldürenlerledir. Dünyayı insansızlaştırmak isteyen zalimlerledir. Şeytanla ve şeytanlaşmışlarladır. Benim ne güya ahlak diyenlerle, ne güya adalet ve hürriyet diyenlerle, ne güya vatan diyenlerle, ne de güya din deyip duranlarla bir derdim, sorunum, meselem yoktur ve olamazda. Ki bunların hepsi muhatabım olan taraflardır ve bendeniz muhatabım olanlarla düşman olamam ve onları ayıramam, onlara kendimi kapayamam. Çünkü tümüyle iletişim kurmak zorundayım. Zira naçizane insanlık vazifemdir bu ve verdiğim kavganın olmazsa olmaz muktezasıdır, önkoşuludur. Benim gayem; iyi olmak ve iyilerle birlikte olmaktır. Ben teorileri hedef alırım. Hiçbir zaman olaylarla ve kişilerle işim olmadı ve olmazda. Çünkü mesele kişiler ve olaylar değildir, kişileri üreten ve olaylara temel olan teorilerdir. Bazen dinciler nezdinde müşrik olurum, bazen adaletçiler, hürriyetçiler nezdinde tehlikeli biri olurum, bazen vatancılar nezdinde hain olurum. Velakin ne yapabilirim ki, bendeniz buyum işte! Bendeniz anlıyorsam, anladıklarımda bendenizi anlamak zorundadırlar. Anlamayan, anlamamak için direnen benden uzak olsun!

 

Bendeniz dört sacayağı üzerinde dururum varoluş yolumda, insanlık kavgamda; Ahlak, Adalet, Hürriyet, Vatan. Herkes bu dört olguyu parçalamış ve her birini kendi monopollerine geçirmişler ve bu olgular üzerinde söz söyleme hakkını kendilerinde görmüşler. Bendeniz ise bunların dördünü birden kendi benliğimde eritmişim. Sıkıntı da tam da burada zaten. Dünya kötülüklerle ve kötülük üreten, kötülük yayan insan suretli ama canavar siretli yaratıklarla lebalep. İnsan, insan olmadan bu dünyada olabilecek hiçbir şey yoktur. İnsan kendi kendini düzeltmedikten sonra, hiçbir olgu insanı spontane olarak düzeltmez, düzeltmeyecektir, böyle bir şeyi düşünmekte absürttür zira. İnsan özüne dönmeden sözünü bulamayacak ve insanlığa söyleyebilecek hiçbir şeyi olmayacaktır. İnsan dilde namuslu, şerefli, dürüst, samimi ama eylemde tam tersi maateessüf. Ve dilde her şey kolaydır, zor olan ise eylemde olmaktır ve insanı, insan kılanda eylemidir. Bendeniz, insanları, yüce Allah şahidim olsun ki, seviyorum ve sevmeye çalışıyorum, hiçbirine kinim ve nefretim yok, her biri güzel olsun, iyi olsun, güzel yaşasın istiyorum ama insanlarda aynı duyguyu maalesef göremiyorum ya da yanılıyor da olabilirim ama hissedersiniz. Çünkü kolayca döndürdükleri çarkları arasına sıkışmış bir kaya parçasıyım. Bendeniz tefrikaya karşıyım. Olguların parçalanmasına ve buradan insanların sömürülmesine karşıyım. Ben zalime ve zalimin zulmüne karşıyım. Ben vicdansızlığa, merhametsizliğe karşıyım. Ben, ben varolmadan varolmuş hakkımın gasp edilmesine karşıyım. Eğer tefrikaya ve sömürüye karşıduruşumuz varsa ve bu karşıduruşumuzda samimi isek; dört olguyu birden benliğimizde eritmemiz ve namusluca eyleme dökmemiz iktiza eder. İnsan ancak o zaman kazanacaktır! İnsanın kazanmadığı dünyada kim neyi kazanmıştır ve kazanabilir ki? Fakat sağlık olsun. Ne diyebiliriz ki? Ama bilelim, anlayalım, hissedelim ve inanalım ki; insan yaşamıyorsa, yaşayan ve yaşayabilecek hiçbir şey yoktur, olması da kabil-i mümkün değildir. Bedenlerin değil kalplerin isyanıdır her şeyi yerle yeksan eden! Kalplerin düzelmesi, insanlığın düzelmesini intaç edecektir. Cümle canlara eyvallah…  

 

EKSTRA:

 

‘’’’Şeytan sizi Allah ile aldatmasın.’’’’

 

Fatır-5

 

‘’’’Akıllı insan; okur ama her şeyi okur (kitabı, kâinatı, kendini, olguları, olayları, kişileri okur ve dip derinliğine değin okur yani tertil, taakkul, tedebbür ile okur) okudukça düşünür ama senkronize ederek, çözümleme yaparak, tahkik ederek düşünür, düşündükçe beyni ve yüreği bir garip olur, sarsılır ve şüphe etmeye başlar, şüphe ettikçe sorular sorar, sordukça sorgular, sorguladıkça soru sorar, sorup sorguladıkça da cevaba iştiyakı artar. Cevap bulamadıkça uyuyamaz. Soru varsa cevap mutlaka olmalıdır. Bulduğu cevaplar kendisine yaşamayı bahşedecektir zira. Bu yüzden mutlak hür bir beyinle ve ruhla şüphe eder, sorar, sorgular. Hiçbir şeyi putlaştırmaz, putlaştırmak soruların ve sorguların yani yaşamak sevincinin önünde ki en tehlikeli barikattır çünkü. Soruları özgürce uçuşur beynin göklerinde ve gönlünün kırlarında. Şöyle mi sorsam, böyle mi sorsam diye düşünmez. İstediği gibi sorar, sorgular, sormadığı hiçbir soru, sorgulamadığı hiçbir şey olmaz. Çünkü yaşamaktan yanadır ve yaşayıp yaşamamak, yaşamayı hak edip etmediği kendi tercihi ile ilgilidir. Sormadığı her soru, sorgulamadığı her şey, bulamadığı her cevap, kendisinden yaşamayı çalıyordur azar azar. Ve yaşamaktan feragat edecek kadar ahmak değildir. Cahil insan; daha çok hemen inanmayı seçer, okumaz, okumadığı için düşünmez, düşünmediği içinde beyni ve yüreği rahattır ve taş gibi yerindedir, sarsılmaz, şüphelenecek bir şey göremez, şüphelenmediği içinde sorgulamaz, sorgulamadığı için soruları yoktur, bu yüzden de aradığı bir cevap olmaz. Aradığı bir cevap olmayınca da deliksiz uyuyabilir. Çünkü ona cevapları hazır olarak veren putları vardır. Yaşamak gibi bir derdi yoktur. Başkalarını yaşatmak ve yaşanılanları izlemektir onun işi. Yaşayıp yaşamamak umurunda değildir, çünkü yaşamanın ya da yaşamamanın ne demek olduğunu bile bilmez. Sormaktan, sorgulamaktan korkar. Zamanla da olduğu yerde donar kalır. Beyninin gökleri karabulutlarla kaplıdır, gönlünün kırları dikenlidir. Sömürü düzeninin çarklarını, cahillerin sorusuz, sorgusuz kafaları, hissetmeyen yürekleri döndürür. Cahiller sadece yaşatırlar ve yaşanılanları boş bir beyinle ve yürekle izlerler. Akıllılar ise, yaşamak benimde hakkım ve hakkım olanı yaşamak istiyorum derler.’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Katı yürekli insanlardan tiksindiğim kadar hiçbir şeyden tiksinmedim.’’’’

 

Albert Camus

 

‘’’’Ey iman edenler! Eğer bir fasık, yüreği ve beyni iflas etmiş biri, size bir haber getirirse, onu etraflıca tahkik ve tetkik ediniz. Yoksa cehaletiniz sonucunda bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra pişman olursunuz işledikleriniz yüzünden.’’’’

 

Hucurat-6

 

‘’’’Saçma ha? Ayıp! İnsan ne zaman insan olacak be? Pantolonlar, kolalı yakalar, şapkalar giyiyoruz, görkemli evlerde ve koltuklarda oturuyoruz, pahalı arabalardan inmiyoruz, kasalarda sakladığımız servetlerin sahibiyiz, şöhretimizden haberi olmayan kimse yok ama hala katırız, kurduz, tilkiyiz, domuzuz. Tuh suratımıza! Yazık bize!’’’’

 

Nikos Kazancakis

 

‘’’’Kur’an; sesindeki nağmeye hayran hafız gibi değil de, şuurla, bilinçle, imanla okunursa, görülür ki baştan aşağı aşkla doludur: İlim aşkı, adalet aşkı, ideal aşkı.’’’’

 

Nurettin Topçu

 

‘’’’Ey yaşatmak için yaşamaya veda edenler! Ruhunuz şad, mekânınız cennet olsun. Toprağın derinliklerinde ki varlığınızdır, toprağın üstünde ki varlığımıza sebep. Ruhumuzun nasıl yandığını, ruhunuzu teslim ettiğiniz ‘’Ruhun Sahibi’’ bilir sadece. Emanetiniz, emanetimizdir!’’’’

 

Bendeniz

 

“”Kelimelerde birer kurşundur. İnsanlık ve mücadele yolunda atılacak her adım, ortaya koyulacak her tavır, davranışa ve harekete dönüşen her sözde birer kurşundur. Cehaleti yok edecek her bir aydınlık nokta da bir kurşundur ve tüm bu kurşunlar, bir silahtan çıkacak kurşundan daha etkilidir. Bilinç, her şeyden önemlidir. İnsanın uyanması, bilincin uyanmasına bağlıdır.””

 

Bendeniz

 

“”Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.””

 

Aliya İzzetbegoviç

 

‘’’’İnançlarınız hakkında ne söylerseniz söyleyin, gerçeği meydana getiren uygulamalarınızdır. Sadece konuşmak hiç bir anlam taşımaz.’’’’

 

Mevdudi

 

“”Yaptığınız işin felsefesini bilmezseniz, yapmazsanız, yalnızca bir teknisyen olarak kalırsınız.””

 

Nietzsche

 

“”Kanunlar ve haklar, sanki bir hastalık gibi nesilden nesile miras kalır. İnsanla birlikte doğan hukuktan ise kimse söz etmez.””

 

Goethe

 

‘’’’İçimizden kendi kendimize yaptığımız konuşmalarda başkalarının onurunu pek korumuyorsak, halk içinde pek dürüst kişiler değiliz demektir.’’’’

 

Nietzsche

 

""Bana yalan söylediğine üzülmedim, bundan sonra sana inanamayacağıma üzüldüm.""

 

Nietzsche

Tarih: 17.06.2018 Okunma: 760

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?