Yaratıldığımda, dünyada bile
değildim ama dünyaya ayak bastığımda ve beni ağlamaklı büyük bir sevinçle,
tarifsiz bir heyecanla bekleyenlere, sessizce, ne kendimin algılayabilmemin ne
de bekleyenlerin algılayabilmelerinin kabil-i mümkün olmadığı bir şekilde
merhaba dediğimde, üzerimde hiçbir şey yoktu. Beynimde ve kalbimde, dünyaya ait
olan hiçbir şey yoktu. Zayıf, aciz, muhtaç, dünyaya göre cahil, sadece bir
insandım ama tertemiz bir insan. Günahsızdım, suçsuzdum! Ben ağlıyordum,
sevinenler vardı! Büyüdükçe dünya kirlenecekti ve kirletecekti ama
direnecektim. Çünkü dünyadakilerin temiz olma ihtimalleri bulunmuyordu, zira
dünya bir leşti ve dünyaya alışmış, leş peşinde koşan sürüyle it vardı ve böyle
bir dünyada temiz kalmak mucize gibi bir şeydi. Ayak bastığım dünyanın her
şeyinden, bekleyenlerimden bile habersizdim. Ne bekleyenleri ne de güya
bakıyormuşum gibi olduğum şeyleri, algılıyor, görüyor, tanıyor, biliyordum. Ama
bekleyenler biliyorlardı, ismimi bile bulmuşlardı ve belki çoktan
fısıldamışlardı kulağıma. Elbette halkedilmiş beynimde ve kalbimde taşıdıklarım
vardı. Böyle bir şeye sonradan kanaat getirdim ve böylede. Allah’a bağlıydım
sadece ama çevremdekiler eliyle hayata tutunuyordum. Bu, onların insanlık
vazifeleriydi. Bağımsızdım ve özgürdüm, henüz zincirlerim yoktu! Bir politikam,
bir ideolojim, bir cemaatim, bir adamım yoktu. Yani putlar edinmemiştim ve
dayatılan putlar yoktu. Ki, kim dayatacaktı, kime dayatacaktı, nasıl ve niçin
dayatacaktı, zira bir bebektim. Duygularım ve düşüncelerim yoktu, belki vardı
ama yoktu. Üzerimde elbisem bile yoktu, ki üzerime iliştirilmiş bir şey olsun.
Allah’ın halkettiği bir kul olarak ben, bu dünyada, bir annenin kucağında, bir
evin içinde dünyaya ayak bastım ve gözlerimi açtım. Hiçbir politik ya da ant-i
politik teşekkülle ne de böyle şeylerin içine doğmadım. Hiçbir cemaatin içine
doğmadım. Hiçbir ideolojinin içine doğmadım. Hiçbir kulun kulu olarak doğmadım.
Ben doğmadan peygamberimde gelmişti, kitabımda belliydi, ben dinimle gelmiştim
zaten. Ne bir olgu vardı, ne bir kişi vardı, ne bir teşekkül vardı mahkûm
olduğum, mecbur olduğum, iltisaklı olduğum ya da böyle olmak zorunda kalacağım.
Hepsi sonradan oldular. Büyüdükçe haberim oldu. Haberim oldukça tanıdım,
öğrendim, bildim. Tanıyıp, öğrenip, bildikçe fark ettim, anladım. Fark edip
anladıkça, hissettim. Hissettikçe, bu dünyanın çok karanlık, iğrenç,
tiksindirici, kirli bir yer olduğunu ve burasının asla bana göre olmadığını tüm
hücrelerimle, aklımla, kalbimle idrak ettim. Her kaynağın başını tutan sürüyle
itler olduğunu ve her kaynağın kendilerine akmasını sağlamak için bolca
kanunlar ürettiklerini ve insanı içinden çıkılmaz bir cehenneme mahkûm
ettiklerini anladım zamanla. Ben bu dünyada bir insandım ama bu dünyaya göre
bir insan değildim, burası bana, ben de buraya yabancıydım. Ruhum bedenimde
özgürlüğe uçmayı özlüyordu. Her şeyi dip derinliğine değin anlayıp, kavradıkça,
aklımın, ruhumun, kalbimin hatta tenimin bile acı çekmeye başladığını
duyumsadım. Hissettim, anladım ve inandım ki; bir sürgündeydim! Öyleyse burası
benim yurdum olamazdı ve mutlaka gideceğim bir yurdum vardı. Binaenaleyh burada
ancak insan olarak yaşayabilir, varolabilir ve ancak ‘’İnsanlığın Kavgasını’’ verebilirdim.
Benim verebileceğim başka bir kavgamın olması muhaldi. İşte bende bunu
yapıyorum naçizane, gücüm ne kadar yeterse, dilim ne kadar dönerse, gönlüm ne
kadar elverirse ve ne kadar zamanım kalmışsa. Geçelim!
Bendeniz hiçbir kişinin ya
da herhangi bir olgunun kavgasını vermiyordum. Vermek gibi bir zaruretim de
yoktu. Bana böyle bir şeyin emredildiğini de hatırlamıyorum, daha sonra da
işitmedim. Bendeniz herhangi bir kişiye, herhangi bir olguya, herhangi bir
ideolojiye, herhangi bir politikaya, herhangi bir cemaate bağlanmak ve bunların
kavgasını vermek mecburiyetinde olduğumu da düşünmüyorum. Ben kitabıma uymayan
bir şeyi de ittihaz etmek zorunda değilim. Ben, bana benzeyenlere inanmak
zorunda da değilim. Ben hakikatin öldürdüğü bir şeyi diriltemem ve benliğimde
tolere edemem. Kimsenin dostu dostum, düşmanı düşmanım olmak zorunda değildir,
böyle bir yasada yoktur. Benzerlerimle konuşmam, münhasıran konuştuğum için,
aynı şeyi düşünüyorum, aynı şekilde duygulanıyorum anlamına gelmez. Özgür bir
insanım ve aklım, kalbim, iradem, ihtiyarım var benim. Dostumu da düşmanımı da
kendim seçerim. Ki, insan, insana niye düşman olur ki, olsun ki? Kimsenin
baktığı gibi bakmak, gördüğü gibi görmek, inandığı gibi inanmak mecburiyetinde de
değilim. Böyle yapmadığım için bu dünyada yaşayamam diye bir şey de olamaz. Çünkü
bu dünya benim gibilerin dünyası değildir. Bu dünya Allah’ın dünyasıdır ve
insanlık ailesinin dünyasıdır, öyleyse her insanın dünyasıdır. Kimin ekmeğini
çaldım ki? Kimin aşına zehir kattım ki? Kim ölsün istedim ki? Ben sadece
sevdim, hep sevdim. Ben kimin kötü olmasını istedim ki? Kimin teninden canını
ayırdım ki? Kime ihanet ettim ki? Kimin hakkını yedim, aşına ve işine el koydum
ki? Hangi çocuğu anasız, babasız, ekmeksiz bıraktım ki? Ben sadece ama sadece
insanlığın ve adaletin peşinde oldum ve adaletin peşinde olanlara kalbimi,
kafamı açtım. Yok ki benim kudretim, şöhretim, servetim. Yok ki benim silahım.
Yok ki benim zincirlerim. Benim tek bir silahım var; sevgi. O da öldürmez,
diriltir! Dünya sürgününü tamamlamaya çalışan, kendi halinde, yalnız, ıssız,
garip ve fani bir insanoğluyum işte. Ben sevgiyle yıkanmışım, kirlenmek zorunda
değilim, kirletilmeye boyun eğemem. Günahlara ortak olamam. Bir çocuğa
çektirilen acılarda ellerim olsun istemem. Bir kulun hakkının yenmesine ortak
olamam. Hakikati gizleyemem. Yalnız kalırım ama direnirim kirliliğe, zulme,
haksızlığa ve zalime! Dünyanın da, insanında kirlenmesini istemem ve kirletmek
adına da hiçbir kötülük yapmamaya gayret ederim. Tek gayem; insanlığın
bozulmaması adına yapabileceğim bir şey varsa onu yapmaktır. Yüzümü aydınlığa
dönmektir. Karanlığa karşı kavga vermektir. Adalet için, hürriyet için,
kardeşlik için, hakikat için, barış için ve en önemlisi insanca yaşamak ve
yaşamak sevincini duyumsamak için zalimlere karşı savaşmaktır. Çünkü dünyada,
bozulan insandan daha tehlikeli ve korkunç hiçbir şey yoktur.
Kişiler, olgular, yapılar ayrıdır,
insanlık ayrıdır. İnsanlığın kavgasını ise vermek mecburiyetindeyim bu yüzden
ve herkeste bunu yapmak zorundadır. Hiçbir insan için çalışamam, kavga veremem.
Birileri mutlu olsun diye, birileri egemen olsun diye, birileri yesin, içsin,
kussun diye, birileri çalsın, çırpsın diye, birileri dünyada dem sürsün diye
kurban olamam, kaderimi birilerinin eline teslim edemem. Benim kimliğimden,
dinimden, benim ideolojimden diye tek bir kişinin bile günahını görmezden
gelip, ona yol veremem, ona boyun eğemem. Allah’tan, Muhammed’den, Kur’an’dan
utanırım. Yanlış yapıyorsa hadi işine demekte zerre tereddüt etmem. İnsanlık
hem özeldir hem de genel. Hem temeldir hem de ideal. Hem özdür hem de beden. Ve
insan görünen niceleri vardır ki, bunlar herhangi bir olguyu sahiplenseler bile
insan olamayacak türlerdir, bir nevi dördüncü türler. Binaenaleyh bendenizin
tinsel ya da tensel bir kavga verdiğimi düşünenler maalesef yanılmaktadırlar.
Öyle bir niyetim yok. Olsaydı da, var olan bir şeye yok diyecek kadar
düşmezdim. Hiçte olmadı. Şöyle düşünelim; böyle bir şey olsaydı bendenizi güya ahlak
adına konuştuğu iddiasında olan kim dinlerdi, güya adalet ve hürriyet namına
konuştuğu iddiasında olan kim duyardı, güya vatan için söz söylediği iddiasında
olan kim anlardı, güya Allah adına konuştuğunu iddia eden kim hissederdi?
Bendenizin kavgası, kötülerle ve kötülüklerledir, insanlığa ve insana düşman
olanlarladır. Adaleti yok edenlerledir. Hakikati çiğneyenlerledir. Hürriyeti,
barışı, kardeşliği öldürenlerledir. Dünyayı insansızlaştırmak isteyen
zalimlerledir. Şeytanla ve şeytanlaşmışlarladır. Benim ne güya ahlak
diyenlerle, ne güya adalet ve hürriyet diyenlerle, ne güya vatan diyenlerle, ne
de güya din deyip duranlarla bir derdim, sorunum, meselem yoktur ve olamazda.
Ki bunların hepsi muhatabım olan taraflardır ve bendeniz muhatabım olanlarla
düşman olamam ve onları ayıramam, onlara kendimi kapayamam. Çünkü tümüyle
iletişim kurmak zorundayım. Zira naçizane insanlık vazifemdir bu ve verdiğim
kavganın olmazsa olmaz muktezasıdır, önkoşuludur. Benim gayem; iyi olmak ve
iyilerle birlikte olmaktır. Ben teorileri hedef alırım. Hiçbir zaman olaylarla
ve kişilerle işim olmadı ve olmazda. Çünkü mesele kişiler ve olaylar değildir,
kişileri üreten ve olaylara temel olan teorilerdir. Bazen dinciler nezdinde
müşrik olurum, bazen adaletçiler, hürriyetçiler nezdinde tehlikeli biri olurum,
bazen vatancılar nezdinde hain olurum. Velakin ne yapabilirim ki, bendeniz
buyum işte! Bendeniz anlıyorsam, anladıklarımda bendenizi anlamak
zorundadırlar. Anlamayan, anlamamak için direnen benden uzak olsun!
Bendeniz dört sacayağı
üzerinde dururum varoluş yolumda, insanlık kavgamda; Ahlak, Adalet, Hürriyet,
Vatan. Herkes bu dört olguyu parçalamış ve her birini kendi monopollerine
geçirmişler ve bu olgular üzerinde söz söyleme hakkını kendilerinde görmüşler.
Bendeniz ise bunların dördünü birden kendi benliğimde eritmişim. Sıkıntı da tam
da burada zaten. Dünya kötülüklerle ve kötülük üreten, kötülük yayan insan
suretli ama canavar siretli yaratıklarla lebalep. İnsan, insan olmadan bu
dünyada olabilecek hiçbir şey yoktur. İnsan kendi kendini düzeltmedikten sonra,
hiçbir olgu insanı spontane olarak düzeltmez, düzeltmeyecektir, böyle bir şeyi
düşünmekte absürttür zira. İnsan özüne dönmeden sözünü bulamayacak ve insanlığa
söyleyebilecek hiçbir şeyi olmayacaktır. İnsan dilde namuslu, şerefli, dürüst,
samimi ama eylemde tam tersi maateessüf. Ve dilde her şey kolaydır, zor olan
ise eylemde olmaktır ve insanı, insan kılanda eylemidir. Bendeniz, insanları,
yüce Allah şahidim olsun ki, seviyorum ve sevmeye çalışıyorum, hiçbirine kinim
ve nefretim yok, her biri güzel olsun, iyi olsun, güzel yaşasın istiyorum ama
insanlarda aynı duyguyu maalesef göremiyorum ya da yanılıyor da olabilirim ama
hissedersiniz. Çünkü kolayca döndürdükleri çarkları arasına sıkışmış bir kaya
parçasıyım. Bendeniz tefrikaya karşıyım. Olguların parçalanmasına ve buradan
insanların sömürülmesine karşıyım. Ben zalime ve zalimin zulmüne karşıyım. Ben
vicdansızlığa, merhametsizliğe karşıyım. Ben, ben varolmadan varolmuş hakkımın
gasp edilmesine karşıyım. Eğer tefrikaya ve sömürüye karşıduruşumuz varsa ve bu
karşıduruşumuzda samimi isek; dört olguyu birden benliğimizde eritmemiz ve
namusluca eyleme dökmemiz iktiza eder. İnsan ancak o zaman kazanacaktır! İnsanın
kazanmadığı dünyada kim neyi kazanmıştır ve kazanabilir ki? Fakat sağlık olsun.
Ne diyebiliriz ki? Ama bilelim, anlayalım, hissedelim ve inanalım ki; insan
yaşamıyorsa, yaşayan ve yaşayabilecek hiçbir şey yoktur, olması da kabil-i
mümkün değildir. Bedenlerin değil kalplerin isyanıdır her şeyi yerle yeksan
eden! Kalplerin düzelmesi, insanlığın düzelmesini intaç edecektir. Cümle
canlara eyvallah…
EKSTRA:
‘’’’Şeytan sizi Allah ile
aldatmasın.’’’’
Fatır-5
‘’’’Akıllı insan; okur ama
her şeyi okur (kitabı, kâinatı, kendini, olguları, olayları, kişileri okur ve
dip derinliğine değin okur yani tertil, taakkul, tedebbür ile okur) okudukça
düşünür ama senkronize ederek, çözümleme yaparak, tahkik ederek düşünür, düşündükçe
beyni ve yüreği bir garip olur, sarsılır ve şüphe etmeye başlar, şüphe ettikçe
sorular sorar, sordukça sorgular, sorguladıkça soru sorar, sorup sorguladıkça
da cevaba iştiyakı artar. Cevap bulamadıkça uyuyamaz. Soru varsa cevap mutlaka
olmalıdır. Bulduğu cevaplar kendisine yaşamayı bahşedecektir zira. Bu yüzden
mutlak hür bir beyinle ve ruhla şüphe eder, sorar, sorgular. Hiçbir şeyi
putlaştırmaz, putlaştırmak soruların ve sorguların yani yaşamak sevincinin
önünde ki en tehlikeli barikattır çünkü. Soruları özgürce uçuşur beynin
göklerinde ve gönlünün kırlarında. Şöyle mi sorsam, böyle mi sorsam diye
düşünmez. İstediği gibi sorar, sorgular, sormadığı hiçbir soru, sorgulamadığı
hiçbir şey olmaz. Çünkü yaşamaktan yanadır ve yaşayıp yaşamamak, yaşamayı hak
edip etmediği kendi tercihi ile ilgilidir. Sormadığı her soru, sorgulamadığı
her şey, bulamadığı her cevap, kendisinden yaşamayı çalıyordur azar azar. Ve
yaşamaktan feragat edecek kadar ahmak değildir. Cahil insan; daha çok hemen
inanmayı seçer, okumaz, okumadığı için düşünmez, düşünmediği içinde beyni ve
yüreği rahattır ve taş gibi yerindedir, sarsılmaz, şüphelenecek bir şey
göremez, şüphelenmediği içinde sorgulamaz, sorgulamadığı için soruları yoktur,
bu yüzden de aradığı bir cevap olmaz. Aradığı bir cevap olmayınca da deliksiz
uyuyabilir. Çünkü ona cevapları hazır olarak veren putları vardır. Yaşamak gibi
bir derdi yoktur. Başkalarını yaşatmak ve yaşanılanları izlemektir onun işi.
Yaşayıp yaşamamak umurunda değildir, çünkü yaşamanın ya da yaşamamanın ne demek
olduğunu bile bilmez. Sormaktan, sorgulamaktan korkar. Zamanla da olduğu yerde
donar kalır. Beyninin gökleri karabulutlarla kaplıdır, gönlünün kırları
dikenlidir. Sömürü düzeninin çarklarını, cahillerin sorusuz, sorgusuz kafaları,
hissetmeyen yürekleri döndürür. Cahiller sadece yaşatırlar ve yaşanılanları boş
bir beyinle ve yürekle izlerler. Akıllılar ise, yaşamak benimde hakkım ve
hakkım olanı yaşamak istiyorum derler.’’’’
Bendeniz
‘’’’Katı yürekli insanlardan
tiksindiğim kadar hiçbir şeyden tiksinmedim.’’’’
Albert Camus
‘’’’Ey iman edenler! Eğer
bir fasık, yüreği ve beyni iflas etmiş biri, size bir haber getirirse, onu
etraflıca tahkik ve tetkik ediniz. Yoksa cehaletiniz sonucunda bir topluluğa
kötülük edersiniz de sonra pişman olursunuz işledikleriniz yüzünden.’’’’
Hucurat-6
‘’’’Saçma ha? Ayıp! İnsan ne
zaman insan olacak be? Pantolonlar, kolalı yakalar, şapkalar giyiyoruz,
görkemli evlerde ve koltuklarda oturuyoruz, pahalı arabalardan inmiyoruz,
kasalarda sakladığımız servetlerin sahibiyiz, şöhretimizden haberi olmayan
kimse yok ama hala katırız, kurduz, tilkiyiz, domuzuz. Tuh suratımıza! Yazık
bize!’’’’
Nikos Kazancakis
‘’’’Kur’an; sesindeki
nağmeye hayran hafız gibi değil de, şuurla, bilinçle, imanla okunursa, görülür
ki baştan aşağı aşkla doludur: İlim aşkı, adalet aşkı, ideal aşkı.’’’’
Nurettin Topçu
‘’’’Ey yaşatmak için
yaşamaya veda edenler! Ruhunuz şad, mekânınız cennet olsun. Toprağın
derinliklerinde ki varlığınızdır, toprağın üstünde ki varlığımıza sebep.
Ruhumuzun nasıl yandığını, ruhunuzu teslim ettiğiniz ‘’Ruhun Sahibi’’ bilir
sadece. Emanetiniz, emanetimizdir!’’’’
Bendeniz
“”Kelimelerde birer
kurşundur. İnsanlık ve mücadele yolunda atılacak her adım, ortaya koyulacak her
tavır, davranışa ve harekete dönüşen her sözde birer kurşundur. Cehaleti yok
edecek her bir aydınlık nokta da bir kurşundur ve tüm bu kurşunlar, bir
silahtan çıkacak kurşundan daha etkilidir. Bilinç, her şeyden önemlidir.
İnsanın uyanması, bilincin uyanmasına bağlıdır.””
Bendeniz
“”Ben olsam, Müslüman
Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın
aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı
budur.””
Aliya İzzetbegoviç
‘’’’İnançlarınız hakkında ne
söylerseniz söyleyin, gerçeği meydana getiren uygulamalarınızdır. Sadece
konuşmak hiç bir anlam taşımaz.’’’’
Mevdudi
“”Yaptığınız işin
felsefesini bilmezseniz, yapmazsanız, yalnızca bir teknisyen olarak
kalırsınız.””
Nietzsche
“”Kanunlar ve haklar, sanki
bir hastalık gibi nesilden nesile miras kalır. İnsanla birlikte doğan hukuktan
ise kimse söz etmez.””
Goethe
‘’’’İçimizden kendi
kendimize yaptığımız konuşmalarda başkalarının onurunu pek korumuyorsak, halk
içinde pek dürüst kişiler değiliz demektir.’’’’
Nietzsche
""Bana yalan
söylediğine üzülmedim, bundan sonra sana inanamayacağıma üzüldüm.""
Nietzsche