Orman Kanunu diye bir tabir
vardır değil mi? Var mıdır, yok mudur? Vardır bayım! Dünyaya bu kanunla çeki
düzen verilmektedir. Göremiyorum diyorsan, gözlerini kalbine dokundur yeniden
bak dünyaya. Şu dünyada düşenin dostu var mıdır? Düşenin dostu olmaz, olmuyor, bademada
olmayacak, böyle gelmiş böyle gidecek, böyle devam ettiği müddetçe. Güçsüz
olanın ezdiğini, güçlü olanın ezildiğini gördünüz mü? Görmediniz, göremezsiniz,
bademada göremeyeceksiniz. Haklı olanın öncelikli olduğuna hiç şahitlik ettiniz
mi? Hak kuvvetindir durumunun meriyette olduğu bir dünyada namümkündür bu.
Haksız olanın hak sahibiymiş gibi hareket etmediğine şahitlik ettiniz mi?
Bilakis haksızsa da, kuvvetli olan her zaman haklı olmuştur. Güçsüz, her daim
ezilmiştir, ölmüştür, bademada böyle olacaktır, böyle devam ettiği müddetçe. İnsanlığın
mukadderatını mütemadiyen egemenler çizmiştir, yine egemenler çizecektir, böyle
devam ettiği müddetçe yine çizmeye devam edeceklerdir. Her daim, gemisini
yürütenin kaptan olduğu söylenmiş midir? Aynen öyle söylenmiştir ve zımnen,
insanlara her ne şekilde olursa olsun gemilerini yürütmeleri gerektiği dikte
edilmiştir. İnsanlıkta, behemehâl, ne şekilde olursa olsun, gemilerini
yürütebilmek için mücadele etmişlerdir. Helal haram demeden, vurup kırmaktan
imtina etmeden, eğilmeyi umursamadan, karakterlerini ezmekten gocunmadan,
mazlumların çığlıklarına kulaklarını tıkamaktan utanmadan gemilerini yürütmeye
çalışmışlardır. Seni sokmayan yılana mühlet verilmiş midir her zaman? Bitevi
böyle olmuştur, badema böyle olacaktır, zira menfaatlerinin meftunu olan,
köleliği benliklerinde hisseden insanlık, kendisine dokunmayanlara karşı zihnini,
vicdanını öldürmüştür. Altta kalmakta mıdır birileri ve üstte tepişmekte
midirler birileri ve altta kalanın canını düşünmekte midirler üstte tepişenler?
Böyle bir şey kabil değildir, zira kabil olsaydı dünyanın düzeni çökerdi. Sizce
çökertirirler mi böyle bir düzeni? İşte orman kanunu dediğimiz şey tüm bunlara
tekabül eden şeydir. Orman kanunun kuşkusuz istinat duvarları vardır. Nedir
bunlar? Şak diye aklınıza gelecek, tak diye dilinizin döküvereceği şeylerdir
yani paradır biri. Diğeri ise mutlak mülkiyetçilik telakkisidir. Bu iki şeyde
gücü tevlit etmektedir. Güçte, kuvvetli olanın haklı olduğu varsayımını
doğurmuştur. Bu olgular temelinde oluşan paradigmalarla insanlık zihnen ve
kalben kıskaca alınmıştır. İnsana, ihtiyacı olmayan şeylerde ihtiyacıymış gibi
gösterilmiş ve insan, buna inandırılmıştır. İnsanlık daha çok şeye sahip olma
ve sahip olduklarıyla güç kesbetme ve kesbettiği güçle hükmedebildiği kadar
hükmetme ya da ezilme oranını azaltma derdindedir. Gücün kime yetiyorsa umdesi
meriyettedir şu an dünyada ve dünya düzeni bu çıkarım üzerinde varolmaktadır. Yani
hayvanlar âleminin düzenini devralmıştır insanlık âlemi.
Hayvanlar, ormanda yaşarlar.
Gözlerimizin gördüğü, akıllarımızın algıladığı, kalplerimizin hissettiği
görüntü budur. Ormanın acımasız yasaları vardır. Ormanların egemenleri
hayvanlardır. Hayvanlar duygulanmazlar, akılları yoktur, içgüdüleri ile ve
sürüler halinde yaşarlar. Acımasızdırlar, merhametten anlamazlar. Mesuliyetleri
yoktur. Şahsiyetleri yoktur. Sadece kendisi ve yavruları vardır bir hayvan için.
Güçlü olan öldürür ve yer, orman yasalarına göre. Güçsüzlerin kaderi yenilmek
ve yem olmaktır. Yani zayıfın kaderi yok olmaktır. Hayvanlar aleminde geçerli
olan yegane şey; pençedir. Ne medet umacağınız, ne yanına ve insafına
sığınacağınız, ne de gölgesine saklanacağınız bir yer yoktur. Yani bir koruma
duvarınız, kurtuluş eviniz yoktur. Kimin himayesine iltica edebilirsiniz ki,
böyle bir alemde? Duygusuz mantığın yasaları caridir hayvanlar aleminde. Ne
vicdan vardır ne de vicdan yasaları. Pençeleri güçlü olan hayvan, güçsüz olana
dehşetli bir acımasızlıkla saldırır ve avını paramparça eder. Önce havayı
koklar, etrafını yoklar, ardına bakar ve punduna getirdiği an koşar ve yakalar,
pençelerini attığı an av için yok oluş süreci başlamıştır. Yok edene yaptırım
uygulayacak hiçbir mercii bulunmaz bu alemde. Hayvanın kalbi insan kalbi, aklı
insan aklı değildir. Bazı duyguların membaı ise kalp ve akıldır. Misal;
merhametin ve insafın merkez üssü kalptir. Sorumlu olduğunu hissetmenin ve
neyi, nasıl, niçin yapacağını anlamanın merkez üssü ise akıldır. Bir kalbin
olması demek, duygudan behredar olmak, merhametten hissesi olmak ve acıma
duygusunun bulunması demektir. Keza, algılamak, anlamak ve neyi, nasıl, niçin
yapacağını bilmekte aynı mesabede önemlidir. Zira algılamadığınız, anlamadığınız
bir şeye karşı merhamet etmeniz, acımanız muhaldir. Çünkü merhamet etmek, insaf
eylemek, acımak gibi duygular, kalbin ve aklın meczolunmasının neticesinde
tevlit eden duygulardır. Anlayış ve acı birbirini besleyen şeylerdir. Kalp ve
vicdan, gövdede ki en hassas mekanizmalardır. Bu mekanizmalar insicam
içerisinde işlemediklerinde gövde rotasını şaşırır ve azalar şirazesinden
çıkarlar. Kalp dediğimiz olabildiğince hassas yapı duyguların merkez üssü
olduğu için, acıların da doğduğu yerdir. Kalp dediğimiz hassas mekanizma,
insanda ve hayvanda aynı anda bulunsa bile, duygulanmak ve acımak gibi
hissiyatlar münhasıran insana ait hususi meziyetlerdir. Zira bu meziyetler aynı
zamanda algılamayı ve anlamayı da önkoşul kılan meziyetlerdir. Hayvanlar ise
böylesi mümeyyiz vasıflardan aridirler. Buna en kati hüccet, hayvanların
sürdürdükleri hayattır. Hayvanlar, benzerlerinin acılarını duyumsamazlar ve
benzerlerinin çektikleri acılar muvacehesinde duygulanmazlar. Çünkü anlayacak
akılları, hissedecek kalpleri yoktur. Binaenaleyh, ne acıları ne de sevinçleri
paylaşamazlar hayvanlar. Böyle bir meziyete, yetiye münhasıran insanlar
maliktirler. Acıma gibi derin ve insani olan duygu, ancak duygudaş olabilecek
vasfa sahip olanların harcıdır. Duygudaş olabilecek olanlar ise yalnızca ve
yalnızca insanlardır. Böyle bir meziyete malik olmak, hissiyat sahibi olmayı
önkoşul kılar. Hissiyatta, insan yüreklerinde tebeyyün eden bir şeydir. Aynı
anda algılamayı ve anlamayı da iktiza eden bir şeydir. Algılamak ve anlamak
meziyetinden mahrum olanlar, merhamet etme, acıma ve insaf eyleme gibi
duygulardan da mahrum olurlar. Hayvanlar her ikisinden de mahrumdurlar. Orman
Kanunları, insanlık alemine ikame edilecek kanunlar olamaz. Velakin acı bir hakikattir
ki, oldurulmaya çalışılmaktadır. Bu durumda, insanların kendi kirli, kanlı,
karanlık ellerinin ürünüdür. İnsan hem zalimlerin zalimidir, hem cahillerin
cahilidir, hem de nankörlerin nankörüdür. Hakikat bu değilse nedir? Gözlerimiz
yanlış mı görmektedir, akıllarımız yanlış mı algılamakta ve anlamaktadır,
vicdanlarımız yanlış mı hissetmektedir?
Orman Kanunun hükümferma
olduğu bir evrende, en kuvvetli olan, tüm kuvvetsizlere egemen olur ve onların
mukadderatlarını tayin eder. Güçlü olmak; hiçbir zaman, daha akıllı, daha
bilinçli, daha insan olmak demek değildir ve böyle bir anlama da gelmez,
gelemez, getirilemez. Tam da burası olabildiğince keskin ve derin bir
mevzudur!!! Keşke insanlığın her bir ferdinin üzerinden tüm güçlerini sıyırıp
alsalar bir kereliğine!!! Fıtrata mugayir ve muhalif olan, insan olmaklığın
mükemmelliğini fehmedemeyen kanundur orman kanunu. İnsanı hayvan gibi telakki
edip, böyle bir telakkiye göre insani yaşamı tedvir etmeye tevessül eden
kanundur. İnsafsızdır, merhametsizdir, acımasızdır yani hayvanidir. İnsan
yüreğinden anlamaz, vicdanı bulunmaz. Kalbin duygularından, kafanın zekâsından
mahrumdur. Ter, yaş, kan ve emek bir hiçtir. Münhasıran maddeye odaklanmıştır. İnsanı;
boş, kuru ve anlamsız bir madde olarak görür. Zulmün, sömürünün muharrikidir ve
yine aynı yoldan yani zulümle ve sömürüyle kuvvet kesbeder ve varoluşunu tahakkuk
eyler. Güçsüz olanların yaşamaya hakları yoktur, bu yüzden yaşam sahasının her
yönünde edilgendirler. Yüce duyguların, büyük beyinlerin kıymeti harbiyesi yoktur.
İnsanlık hiçbir anlam ifade etmez. Hak kuvvetindir ve haklı olan kuvvetli
olandır. Yüreksiz, vicdansız, merhametsiz, acımasız ve şerefsiz para
baronlarının, mutlak saf mantık ekseninde şekillendirdikleri ve kendi
telakkilerini ve yaşam tarzlarını haklı olarak gösterecekleri şekilde dizayn ve
tanzim eyledikleri bir kanundur orman kanunu. Dördüncü tür bu yaratıklar, yine
kendi ellerinin ürünü olan bu kanunları yine kendi hayvani emelleri, ucuz
çıkarları için çok iyi kullanırlar. Bunların tek bir geçer akçeleri vardır ve o
da savaştır. Zira savaş, para, kuvvet, egemenlik demektir. Ya yaşamak için
savaşacaksın ya savaşlarda yok olup gideceksin yahut savaşan güçlerin
egemenliğine gireceksin. Dünya düzeni işte böyle bir şeydir ve o düzenin
kanunları da öyle bir şeydir. Kapitalist düzenlerin küçüğü, büyüğü fark etmez,
tümünde bu kanunlar meriyettedir. Bu düzen varoluşunu savaşa borçludur.
Bilakis, paraya, kuvvete sahip olamaz ve dilediğince hükmedemez. Binaenaleyh,
bitevi bu yörüngede kalır ve fasılasız bir savaşım verir. Çünkü parayı
tanrılaştıran, menfaatini elde etmeyi yegâne emel belleyen ve dünyayı da bu
minvalde yönlendirmeye çalışan bir zihnin ve kalbin yaşam tarzı da bu olacaktır
kuşkusuz. İşte dünya düzeni ve bu düzenin kanunu budur.
Orman Kanunu’nun en belirgin
icracısı ve mümessili, merhametini kaybetmiş, vicdanını öldürmüş insanlığından
sıyrılmış ve hayvanlığa ilk adımını atmış olan herkestir. Doğuştan gelen
hakları, sonradan üretilmiş, nefisten doğan ve hırsları eksen alan yasalarla
ekarte eden ve en tabii hakları metazori gasp etmekten tereddüt etmeyen
herkeste aynı kategoriye dâhildirler. Kapitalizm ve Liberalizm, kendilerine kul
ve köle yaptıkları, ürettikleri hazzın ve cehaletin kurbanı kıldıkları iki
ayaklı dördüncü tür yaratıklar tavassutu ile işletirler bu kanunları.
Kapitalizm ve Liberalizm denilen zehirler, insanların nefislerine hitap ederek,
insanın derununa gizlenmiş hayvani hırsları ve arzuları tahrik ederler, insanı
başıboş bırakılmış sürüye dönüştürürler ve zımnen acımasız ve vahşi bir savaşın
içine atarlar. Ayrıca insanları atomize ederek birbirlerine düşürürler,
kardeşliği ve birliği yok ederler ve sonu gelmez kavgaya tutuştururlar.
İnsanlar birbirlerine vurduklarında, daha güçlü vuranın egemen olacağını zanneder
ama asıl egemen olan onların kavgalarından güç devşiren Kapitalist ve
Liberalist baronlardır, bir de paylarına bir parça et düşen kuklalardır. Bu
yoldan da, olanca güçleriyle insanlığa tazyikte bulunurlar, terin, yaşın, kanın
ve emeğin üretimi olan kaynakları bir vandal gibi yağmalarlar ve sömürürler,
insana ait tüm değerleri sıfırlarlar ve tüm insanlığın birikimlerini hiç
ederler, nihayet insanı hiçleştirirler. Kuşkusuz burada insanı asla masum
olarak telakki edemeyiz, zira asıl suçlu insanın ta kendisidir. Kapitalizm ve
Liberalizm, insanın damarlarına sinmiş ve o damarlarda bir kan gibi
dolaşmaktadır, tüm vücudu hastalandırmakta ve sakat bırakmaktadır. Zehirlenmiş
ve artık hayvanlık emaresini sarih bir şekilde göstermekte olanlardan da
kendine muti tipler intihap ederek ve bunları da milletlerin ortağına salarak,
milletlerin kaynaklarının zımnen ele geçirir, emeklerini sömürür ve zaman
içerisinde mutlak egemenliğini ilan eder ve artık o milleti kıpırdayamaz hale
sokar. Her millet dâhilinde, bitevi sermaye terakümü yapan ve sermayeyi
monopollerinde tutan ve küresel baronlara hizmet eden özü hayvanlaşmış ama yüzü
melek görünümlü vahşi cellatlar ve vampirler vardır. Ve onlara korumacılık eden,
onların yollarını açan muhafızlar bulunur. Bunlar, insanlığın aklını ve
bilincini ve hatta duygusunu öyle dumura uğratmışlardır ki, insançocukları
bunların kirli, kanlı, karanlık tezgâhlarını, kumpaslarını, taktiklerini asla
anlayıp, idrak edemezler. Siz bir şeyler söylemeye çalıştığınızda da, onlara
kızacaklarına ve onların karşısında yer alacaklarına, size kızarlar ve sizi yok
etmek için çaba gösterirler. İnsanın durumu gerçekten çok perişandır ve insan,
küçülmüş, basitleşmiş, sıradanlaşmış, zavallı, sefih ve sefil bir hale duçar
kalmıştır. İnsan uykudadır ama kendisini uyanık sanmaktadır. Yani insan
cehaletin karanlığının en dip derinliklerindedir.
Dünya düzeni dediğimiz şey
öyle lanetli bir düzendir ki, ne şikâyet ederek değiştirebilirsin, ne aklını
kullanmadan, gözlerini açmadan, kalbinle duyumsamadan, kalkıp doğrulup
çalışmaya başlamadan nasıl işlediğini anlayabilirsin, ne de yüreğini ve gövdeni
ortaya koymadan bu düzenin orman kanunları diye tavsif ettiğimiz kanunlarını
lağvedebilirsin. Ve ne de bu düzene uyarak, bu düzenle kavga edebilirsin. Bu
düzen, insanı çiğneyerek ve yok ederek varolur. Bu düzende insan yoktur.
İnsanın varoluş kavgası anlamsızdır. İnsan, ne kadar çabalasa, çırpınsa, ter,
yaş, kan akıtıp, emek sarf etse de boştur. Yaşamsal gereksinimler, bu düzenin
baronlarının inhisarlarındadır. Her masa bu düzenin tahakkümü altındadır. İnsanlığın
maddi ve manevi tüm değerlerini, birikimlerini küresel konsorsiyuma pazarlarlar,
bu düzenin lanetli baronları. Bencilliğin ucuz ve küçük hesaplarının buzlu
sularında donmuştur her şey. Değerler tahrip ve tahrif edilerek insanlığın
önüne konur, velakin cehaletin karanlığının ortasında yaşayan insanlık bunu
hiçbir zaman fark edemez. Bu düzenin baronları, ananı sevdiğin gibi kendilerini
sevmeni beklerler senden. Ya seveceksin ya öleceksin! Sürekli satın almanı ve
tüketmeni isterler senden. Çünkü sen tükettikçe ve satın aldıkça, onlar
üreyecek, sen tükeneceksin. İnsan kendisini kurtarmadan, bu düzenden
kurtulamayacaktır. İnsan, kendisini kuşatan zincirleri kırmadan, bu düzenin
ablukasını dağıtamayacaktır. Büyük beyinleri kendine hadim eyler bu düzen,
küçük beyinleri de emelleri uğrunda kullanır, kullanılmayanları da yok eder. İnsan
ayağa kalkmadan, bilincini aydınlatmadan, şuurunu uyandırmadan, cesaretini
kuşanmadan ve birlik olmadan bu düzenin baronlarıyla savaşamaz. Yani insan
dağılacak ve bu düzen yaşayacak ya da bu düzen dağılacak insan yaşayacak! İnsanın
önünde üçüncü bir opsiyon yoktur. İnsanın, insan gibi yaşaması, bu düzenin
yerle yeksan olmasını önkoşul kılmaktadır. Bu düzen, insanı, kendisine öyle bir
alıştırmıştır ki, insan, yaşadığının yaşamak olduğunu varsaymaya başlamıştır.
Çünkü insanın bilincini muhakkak olarak öldürmüştür. İnsan, içinde bulunduğu
bataklığın karanlık dehlizlerinde can çekişmektedir. İnsan münhasıran yatmakta,
şikâyet etmekte, ağlamaktadır. Yapacak çok şeyi vardır ama bu düzenin,
kendisine armağan ettiklerini kaybetmemek uğruna hiçbir şey yapamamaktadır. Her
insanın, sokağını temizlediğinde tüm şehir nasıl güzel olacaksa ve her şehirden
âleme rayihalar yayılacaksa, her insan da kendi kalbini temizlediği zaman
insanlığın büyük kalbi de temizlenecek ve insanlık dirilip uyanacak, bu düzeni
boğacaktır.
Her insan teki ilk evvelde
kendi içinde ki kompradoru yenmeden ve sonra birleşik güç olup insanlığın
başına tasallut etmiş kompradorları alt etmeden ve nihayet lanet dünya düzenini
yok etmeden asla huzura eremeyecektir ve yaşamak sevincini tüm benliğinde asla duyumsayamayacaktır.
Keza her millet kendi kaderine tasallut etmiş ve kendisini türlü tezgâhlarla
kuşatmış kompradorları alt etmeden ve sonra birleşik güç olup tüm milletlerin
kaderine tasallut eden, kendisini kendilerine bağımlı kılmış olan
kompradorların kuşatmasını yarmadan, nihayet lanet dünya düzenini yok etmeden
gerçek bağımsızlığına kavuşamayacak ve kendi ülkelerinde hürriyet, barış,
kardeşlik içerisinde yaşamanın sevincini asla duyumsayamayacaktır ve adaleti
sağlaması da kesinlikle mümkün olmayacaktır. Küresel emperyalizmden, onun
lanetli düzeninden ve lanetli düzeninin tefessüh etmiş kanunlarından evrensel
düzlemde kurtuluşun başka yolu kabil değildir. İnsan, bitevi merak edecek,
okuyacak, düşünecek, şüphe edecek, soracak ve sorgulayacak ki, uyanabilsin,
kalkabilsin, doğrulabilsin, hakikati idrak edebilsin ve harekete geçebilsin. Alışkanlıklarından,
bağımlılıklarından arınabilsin ki, kurtuluş yolunda ilk adımını atabilsin. İnsan,
bu düzeni tanımıyor, bu düzenin yürütücülerini ve muhafızlarını bilmiyor, tanımadığı
ve bilmediği için de taktiklerini, tezgâhlarını anlayamıyor, anlayamadığı için
de nasıl mücadele edeceğini kestiremiyor. Bugün her ülke, her millet, her
insan, vahşi ve adi emperyalizmin acımasız muhasarası altındadır. Bilsin ya da
bilmesin hakikat budur. Mütemadiyen emperyalizme hizmet etmektedirler. Bu
düzenin nasıl yürütüldüğünü, kimler tavassutu ile yürütüldüğünü, kimlerin
nasıl, ne şekilde müzahir olduklarını bilmeden de gönüllü hizmetkârları
olmaktan kurtulamayacaklardır. Emperyalizm, insanları, ülkeleri, milletleri
yaşadığımız çağda silahla, savaşla değil, suya sabuna dokunmadan, tek kurşun
atmadan, hiçbir kayıp vermeden tutsak kılmaktadır. Bu yüzden de emperyalizmle
mücadele zorlaşmaktadır ve taktiklerinin, tezgâhlarının anlaşılması çok zor
olmaktadır. İnsan hiç durmadan ama hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan,
yorulmadan, kayıtsız ve umarsız kalmadan düşünecek, şüphe edecek, soracak ve
sorgulayacak ki, bu düzeni çok iyi tanıyabilsin, anlayabilsin ve demir
yumruğunu bu düzenin tepesine indirebilsin. Bilakis, her şey beyhudedir.
İnsan anlayacak! Yatmayacak,
uyumayacak, dalmayacak, umarsız olmayacak ve anlayacak! Çünkü anlamak,
kurtuluşun ilk adımıdır. Anlamadığı müddetçe sürünecek. Laf ebeliği yapmayacak,
şikâyet etmeyecek, ağlamayacak. Zira laf ebeliği yaparak, şikâyet ederek,
ağlayarak olabilecek hiçbir şey yoktur. Çözümde, kurtuluşta insanın
kendisindedir, dışında değil. Her bir insan teki, kendisinin bir kurtarıcı
olduğu bilincine ermeden ve insanca, namusluca ödevini yapmadan, insanlığın
kurtulmasını beklemek samimiyetsizlik, ciddiyetsizlik, soytarılıktır. Tamam,
bir şey yapabilmesi mümkün olmayabilir ve bu çok tabiidir ama hiç olmazsa
kafasında ve yüreğinde şerefli bir isyan taşıyacak bu düzene karşı. Ama insan
hiçbir şey yapmadığı gibi, soylu bir isyan bile taşımamaktadır. İnsan sığ,
felsefesiz, derinliksiz ve zavallıdır, bu yüzden boş konuşmaktadır. Çünkü ne
konuştuğunu bilmemektedir, zira konuştukları haddizatında bu düzenin istediği
şekildedir ama insan bunun bile farkında değildir. Bugün emperyalizmin
kıskacından kurtulabilmiş ve emperyalizme hizmet etmeyen hiçbir yapı mevcut
değildir. Bir şekilde yollar varıp emperyalizme çıkmaktadır. Çünkü
emperyalizmin ne olduğunu bilmemektedirler ve kendilerine anlatılmamaktadır da.
İşte bu yüzden verilen mücadeleler akim kalmaktadır. İnsan, içi boş, kurtlanmış
bir ağaç kovuğu gibidir. Emperyalizmin otağında otlayan bir sürüden farksızdır
insanlık. İnsan, adaletsizlik yapmanın, ahlaksızlığın, hasedin, kompleksin,
eğlence peşinde koşturmanın, haram yemenin, insanlara acı çektirmenin,
emperyalizme dolaylı hizmet olduğunu idrak edemeyecek kadar cahildir, ahmaktır.
Hem bunu yapar hem de güya emperyalizme meydan okur ve gerçekten de meydan
okuduğunu düşünür. Peki, burada samimiyet, ciddiyet, dürüstlük, akıl, bilinç
nerededir? İnsan, kendi kendisini düşürmektedir, sonra da niye düşürüldüğünden şikâyet
etmekte ve etrafına bağırmakta, kuru gürültü çıkarmaktadır. Bu düzen akrep
gibidir, ahtapot gibidir, vampirdir. Her şey bu düzene göre dizayn ve tanzim
edilmiştir. Bu düzen değişmeden, şikâyet edilen hiçbir şey istenilen gibi olmayacaktır,
bu muhaldir. Velakin insan olabileceğini düşünecek kadar cahil ve ahmaktır. İnsanın
ağzı konuşmaktadır ama ağzının konuştuğuna kalbi inanmamaktadır. Bu düzen
örümcek ağı gibidir, pençesi olanlar parçalarlar ve işlerini kotarırlar,
pençesi olmayanlar ağa düşerler ve parçalanır, ufalanır, yok olur giderler. İnsan,
bu düzeni yok edeceğine; bu düzen, insanı yok etmektedir. İnsan, yeryüzünde
aylak aylak dolan ve kendisinin bile farkında olmayan bir ölüdür. Üzerinde ki
ölü toprağını atmadan ve küllerinden yeniden doğmadan ve insanlık sahnesine
temizlenmiş, arınmış, bilinçlenmiş, bileylenmiş olarak çıkmadan hiçbir şey
yapamaz, yapamayacaktır.
Yaşamının her bir karesi bu
düzene bir darbe indirmiyorsa, yaşamını yeniden gözden geçirmelisin. Tabi bu
düzenle kavgan varsa ve yaşamak arzusuyla doluysan. Bilakis zaten ne bir şey
söylenebilir ne de söylenenin bir anlamı olur. Mutlu yaşayıp gidiyorsan, her
şeyden memnunsan, keyfin yerindeyse zaten düzenin bir çocuğusun sen. Öyleyse,
böyleysen, dilini kes ve sus! Çünkü laf kalabalığı ve kuru gürültü çok
çirkindir. Eğer ki, bir şeyden şikâyetçiysen ve yapabileceğin bir şeylerde
varsa ama yapmıyorsan, lütfen daha fazla şerefsizlik çukuruna gömülme.
Sertliğim, haklılığımdan ve işi ciddiye almamdandır. Zira soytarılıktan,
laubalilikten, ahmaklıktan, ciddiyetsizlikten tiksiniyorum. Bir şeye pis
diyorsan, o zaman git o pisliği temizle, iki de bir aynı şeyi papağan gibi
tekrar edip durma. Dilinde pelesenk olmasın, eyleminde vücut bulsun,
söylediklerin. Olguya ve olaya sığ bakmayı sevmiyorum, dip derinliklerine
dalmayı, ciddiye almayı ve eylemle bir vücuda kavuşturmayı seviyorum. Bunu
yapmıyorsam zaten boş konuşuyorum. Bilinmelidir ki, üstad Ali Şeriati’nin de
efsane ifadesiyle; ‘’şerefsizlik nasıl bir suçsa, şuursuzlukta bir o kadar
hatta ondan daha fazla suçtur.’’ Çünkü şerefsizliğin bir yerde sadece seni
ilgilendirir ama şuursuzluğun tüm cemiyeti ilgilendirir, zira şuursuzluğun zararı
tüm cemiyeti kuşatır. Tıpkı ibadetinden sadece kişinin kendisinin sorumlu olup,
adaletsizlikten tüm insanlığın sorumlu olduğu gibi bir şeydir bu. Önce
anlayacaksın, sonra inanacaksın, daha sonra da harekete geçeceksin! Eğer ki, bu
düzenin ne olduğunu ve nasıl işlediğini anlamazsan, hiçbir şey yapamazsın,
yapmaya tevessül bile edemezsin ve bu düzenin çökeceğine asla inanmazsın ve bu
inançsızlıkta; böyle gelmiş böyle gider gibi rezil bir telakkiye mahkûm eder
seni. Yaptığın her hareketi otokontrole tabi tutacaksın. Hayatın içinden küçük
bir misal vermek icap ederse eğer, şöyle diyebiliriz; oruç mu tutuyorsun,
orucun münhasıran yemek vaktini değiştirmek olmayacak. Öyle laf olsun, millet
görsün, ne güzel adam desin diye oruç tutmayacaksın. Çünkü oruç tutmanın da bir
yaptırımı olmalıdır. Madem oruçtan bahsediyorsun, madem gecelerden
bahsediyorsun, o zaman adam gibi yaşayacaksın. Bir tek kişiye farkında,
idrakinde olarak acı çektiriyorsan, bir tek kişinin hakkını yiyorsan, bir tek
kişiye iftira atıyorsan, insanlara kaba şekilde davranıyorsan, sen hangi orucu
tutuyorsun diye sorarlar adama. Öyle hem sefil bir şekilde yaşayıp hem de yüce
şeylerden bahsedemezsin. Zaten emperyalizmin yaşamasına can suyu olan şeylerde
bu türden şeylerdir. Emperyalizm, senin, gerçeği söylemene hiçbir şey demez
hatta söylemeni teşvik bile eder ama o gerçeğe mütenasip eylem ortaya koymanı
asla istemez, buna tevessül ettiğin vakit seni zımnen dönmeye zorlar. Hakikat
asildir, sefil dillerde ve kütükleşmiş gövdelerde çirkin görünür. Öyleyse
hakikate layık adam ol ki, hakikati söylemeye hakkın olsun! İşte ancak o zaman
bu düzenin çarklarını bozabilir, bu düzenin mekanizmasını paramparça
edebilirsin. Ter akıtacaksın, yaş dökeceksin, kan vereceksin, emek sarf
edeceksin ki, samimiyetin, ciddiyetin, dürüstlüğün, namusluluğun sarahaten
tezahür etsin ve şahsiyetin tüm heybetiyle meydanda arz-ı endam eylesin.
İnsanlığı mankurtlaştıran
ama gerçekten mankurtlaştıran hatta kesinlikle mankurtlaştırmış olan lanetli emperyalist
sömürü düzeni evreni insansızlaştırmıştır. İnsan, vardır ama yoktur! Bu tıpkı
şöyledir; hani dost vardır ve çok uzaklardadır ama sanki dibinde gibidir ve
huzur verir sana yokluğunda ki varlığıyla, bir de diğer türlüsü vardır, çok
yakınındadır ama çok uzaklardadır ve varlığında ki yokluğuyla hiçbir önem arz
etmez hatta sıkıntıdır. Biz görüngülere aldanıp insanlar var sanıyoruz. Çünkü
iki ayaklı herkesi insan sayıyoruz. Oysa insan, bilinci öldüğü an yani mankurt
olduğu an ölmüştür. İnsan, kafası ve yüreği kadar insandır. Evet, karşımızda
insana benzeyen varlıklar vardır. Peki, o varlıklar insan mıdır? Eğer biz iki
ayaklı herkesi insan sayarsak, gerçek insanı düşürmüş, ona hakaret etmiş ve onu
hiçleştirmiş oluruz. Eğer insan, kim olduğunun farkında değilse, içinde yaşadığı
hayatı sorgulayabilecek kabiliyete malik değilse, olguları ve olayları
algılayamıyor, anlayamıyor, çıkarımlar yapamıyorsa, kendinden ve dünyadan
bihaberse, tabir caizse bir ot gibi yaşıyorsa, biz ona hangi saikle insan deme
yetkisine sahibiz ki? Putlar biriktirmiş ve o putlara tüm benliğiyle kendini
teslim etmiş, aklı ve hissi iflas etmiş canlıya sadece iki ayaklı olduğu,
konuştuğu, yürüdüğü için insan demek, insana ihanet olmaz mı? Onlara insan
demek, emperyalist sömürü düzenini tasdik etmek demek ve zımnen ona müzahir
olmak demek değil midir? İnsan dendiği zaman, akıl, ihtiyar, irade yetileri
belirir insanın zihninde. Peki, bunlar olmadığı zaman, insan neyle insan
olabilmektedir? Bu düzen öyle lanetli bir düzendir ki, oluşturduğu insansız
dünyada, yalanlarla varlığını idame ettirmektedir. Bunun içinde insanlığın her
bölümünden insanlar kiralar. Kiralık kuklalar her yerdedirler. Belirleyici
olanlar daima onlardırlar. Ama sanki normal insanmış gibi, edilgenlermiş gibi
hareket ederler ki, kimse onların farkında olmasın ve onlarda işlerini kolayca
kotarsınlar. Bunlar her cepheden toplum tarlasını gözetirler, sürekli analizler
yaparlar, sürekli kof işlerle iştigal ederler, sürekli yemlerler insanlığı. İnsan
nasıl uyutulabilir, uyuşturulabilir gibi şeyler üzerinde düşünürler bitevi.
İnsan aklını, iradesini, ihtiyarını nasıl manipüle edebilecekleri üzerine kafa
patlatırlar. İpler her daim bunların ellerindedir. Bu yüzdendir ki, bu düzenin
kanunları örümcek ağına benzetilir. Bunlara kendini ne kadar sattıysan, o ağı o
kadar delebilirsin; bunlara ne kadar uzaksan, o ağa takılır ve geberir
gidersin. Bu düzenin insanı ya da insan görünümlü kuklası, asla ve kata kendi
kafasıyla düşünemez, olguları ve olayları asla analiz edemez, kendi iradesini ve
ihtiyarını asla ortaya koyamaz. Çünkü düzen çöktüğü zaman kendisinin bir hiç
olacağını düşünür. Emperyalist sömürü düzeni, kan demektir, kaos demektir, ölüm
demektir. Yaşamak sevincinin öldürülmesi, umudun çalınması, emeğinin
hiçleştirilmesi, düşlerinin savrulup gitmesi demektir. İnsanlığın üzerine ölü
toprağını bu düzen savurmuştur. Ticaret kanalları, politik yönelimler, sağlık
durumları, kötülüğe açılan kapılar bu düzenin baronlarının inhisarındadır. İnsan,
bunların basit ve zavallı bir oyuncağıdır. Bu düzende çıkar vardır, vicdan
ölmüştür. Bu düzende insan aklı iptal olmuş, hayvani içgüdüler ortaya
çıkmıştır. Merhameti yoktur bu düzenin. Mevcudiyetini, insanların ölümüne ve
insanlığın varoluş kaynaklarının yutulmasına bağlamıştır. Bu düzen yok olmadan,
insan varolamaz!
Vahşi, adi ve lanetli
emperyalist sömürü düzeninin besini; kandır, yaştır, terdir, emektir, kaostur,
toprakların altında ve üstünde bulunan ve insanlığa ait olan ortak servetlerdir,
birikimlerdir. İnsanlığı mankurtlaştırarak, tüm bunlar üzerinde egemenliğini
pekiştirir. İnsanı soramaz, sorgulayamaz, hareket edemez hale getirir.
Eleştirel bakışı ve bilinci katlederek insanlığı susturur. Bu ortamda da
düzeninin çarklarını kolayca döndürür. İnsanı bir robota dönüştürür. Makinanın
kıskacında tüm duygularını ve düşüncelerini öldürür ve içi boşalmış bir oduna
döndürür insanı. İnsanlar, olan biten her şeyin, öyle olması gerektiği için
olduğunu düşünür. Mesela; insan, sürekli terörizme küfreder, o terörizm sanki
doğal bir şeymiş ve spontane tezahür etmiş ve verilen mücadeleler gerçekçiymiş
ama buna rağmen terörizm yok olmuyormuş gibi algılar. Ve sürekli terörizm var
diye nice olgular tavassutu ile gizlice sömürülür. Haddizatında nice şeylerde
böyledir bu! İnsanlığı aç bırakarak, bir gün tok olacağı hayalinin peşinden
koşturur. Tokları kendine mahkûm eder, açları da birgün tok olacakları umuduyla
avutur. Birini yerinden kıpırdayamaz hale getirmiştir, diğerini de boş
umutlarla kandırarak sürekli dünya peşinde koşmasını sağlamıştır. Bu düzenin
tükenmeyen yardakçıları mevcuttur her daim. Ve her yerdedirler. Bunlar eliyle
insanlığı uyuturlar. Çünkü insanlar bunları kendilerinden bilirler, durdukları
yer ayrı olsa da, verdikleri yer aynıdır. Umudu yıkar, hayali yakar, yarını
karartır, yaşamak sevincini öldürür ve acıları çoğaltırlar bu düzenin
baronları. Kurşun ve kanun, bunların gizli kuvvetleridirler. Servetleriyle,
kurşunu ve kanunu beslerler; kurşun ve kanun da yaptırımlarıyla bu düzenin
çarklarının kolayca dönmesine müzahir olurlar. Tabi insanlık bunun farkında
bile olmaz, olamaz, zira olacak bilinçten mahrumdur, kalbi ve beyni karanlığın
kuşatmasındadır. İnsanlığın bilinci gerçekten ölüdür! Bu kesindir. Çünkü
yaşamlar gözlerimizin önündedir. Bakışlara, duruşlara, tavırlara, söylenenlere,
yazılanlara, çizilenlere, anlatılanlara, velhasıl yaşamlara kör değiliz. Bak
şöyle yapmalısın, çünkü böyle yaparsan şöyle olur, şöyle yaparsan böyle olur
dedirtir iç sesinde insana ve insanı zımnen manipüle eder ve kucağına oturtur.
İnsanlığa süreli yeni putlar icat eder ve o putların önünde diz çökmesini
sağlar. Her şeyi bozar ve bozukluk içinde boğar insanı. İnsan haykırır ama
kimse duymaz. Çünkü kulaklar sağırlaşmış, akıllar iptal olmuş, vicdanlar
susmuş, gözlere perde inmiştir. Sana kimlikler belirler, kutsallaştırılmış
olgular yaratır ve buradan seni tezgâha düşürür. Çünkü kimlikleri ve olguları da
putlaştırmıştır. Sen kimliklere ve olgulara taptığın için sormaktan ve
sorgulamaktan imtina edersin, zira korkarsın suçlanacağın için. Kendini ihanet
ediyormuşsun gibi hissedersin ve her şeyi olduğu gibi kabul etmekten başka
çaren kalmaz ama bu meyanda tedricen tükenen sensindir. Bu düzen, vahşi, adi ve
lanetli emperyalist sömürü düzeni, yok olmadan, sen asla varolamayacaksın,
varolduğunu sanacaksın sadece.
Biliyorum ki, insanlık,
yaşadığı hayata çok feci şekilde alışmıştır ve bağımlılık kesbetmiştir. Bu
yüzden söylenilenler anlamsız ve absürt sayıklamalar olarak telakki ediliyor
olabilir. Belki de bilmediğim nice düşmanlar ediniyorumdur, bilinçsizliğin
karanlığında yaşanan ve vahşi emperyalizme hadim olunmuş bir dünyada. İnsanın,
kendisini savunana düşman olduğu bir dünyada yaşıyoruz maalesef! Gönülden
gönüle iletişim kuramamak ve anlaşılmamak hakikaten ıstırap verici. Kabulde
ediyorum, bilincini kaybetmiş insanlığa bilinçten bahsetmek komedidir. Ama
insanlığın durumu da bir o kadar trajikomiktir. Hem basit hem içinden
çıkılmayacak kadar çetrefilli bir durumdur bu. Nasıl anlatsam da netlik
kazandırsam diye çırpınıyorsun ama anlatmak istediğin şey, beyninden kalbine
inse de, diline bir türlü dökülemiyor, kelimelere bürünemiyor ve dışarı
atılamıyor. Çaresizlik! Ama diyebilirim ki, insanlık gerçekten perişan, sefil,
zavallı ve garip bir haldedir. Belki yapabilir ama yapmak için bir gramlık
irade ortaya koymuyor, tabi ilk evvelde nasıl ve ne şekilde koyacağını
bilmiyor, çünkü bilinci karanlık. Bilincini aydınlatması icap ediyor ama nasıl?
Okuması gerekiyor, fakat ne zaman, ne kadar okuyacak? Tabi söylenilenler hemen
oluverecek bir şey değil. Küçük mikyasta belki hemen olabilecek şeyler vardır
ama büyük mikyasta kuşkusuz muayyen bir süreci iktiza eder yapılacaklar. Ama
bunun içinde şimdiden hazırlanmak, donanmak gerekir. İşte yapılabilecek olan
ama yapılmayan bu. İnsanlık artık okumaya ihtiyaç hissetmeyecek kadar dünyanın
karanlığında kaybolmuştur. Bugün okumak çok anlamsız ve absürt gelmektedir
insana, zira daha mühim meseleleri (!!!) vardır insanın. Halinden pek
memnundur. Yani bunu düşünmek ve istemek ve almak için harekete sevkolunmak çok
farklı bir şey. Rahatsız olması gerekir önce, sonra insan olduğunu hatırlaması
gerekir, daha sonra insanlığının çiğnendiğini hissetmesi gerekir, en sonunda da
ölü olduğunu ve dirilmesi gerektiğini anlaması gerekir. İnsan, düşünmeyince,
bilmeyince, hissetmeyince, şüphe etmeyince, sormayınca ve sorgulamayınca önüne
ne konursa yemektedir. İnsan gerçekten mal gibidir! Hakikat acı da olsa ifade
edeceksin, ki şifa bulunsun yoksa hakikat acı diye dile getirilmezse şayet,
daha büyük acıların yaşanmasına sebep olmaktadır. Biz bugün, insanı
ilgilendiren nice hayati meselelerde, niye şöyle olmuyor, niye böyle olmuyor
deyip duruyoruz, derin derin düşünüyoruz, ya kardeşim şu söyle olmalı ya
diyoruz ama olmuyor, niye olmuyor düşündük mü hiç? Çünkü bizi tutsak almış
düzenin kanunları onay vermiyor da ondan. İnsanı korumak, yaşatmak, yükseltmek
ve yüceltmek için hiçbir kimse tek bir adım atmıyor da ondan. Atamıyor değil
atmak istemiyor, çünkü keyfinin bozulacağından korkuyor, bedel ödemek
istemiyor. Rahat yaşayıp giderken, durduk yere niye sıkıntılara katlanmak
zorunda kalsın ki, öyle değil mi? Sıkıntı şu, insan; sahtekâr, riyakâr,
yalancı!
Vahşi, katil, adi ve
sömürücü emperyalist düzenin aracıları ve müzahirleri mebzul miktardadırlar.
Gideceği hedefi bilmeyen silah, namusunu ve şerefini muhafaza edemeyen
politika, yeraltı yerüstü kaynaklarını yağmalayan kompradorlar, din
tahrifçileri ve tahripçileri, kalemini kiralamış ve düşüncenin namusuna ihanet
etmiş aydınlar bunlardan dominant olanlardır. İnsanlığı insan kimliğinden
uzaklaştır, değerleri yozlaştır, parayı ve maddeyi yücelt, bol eğlence üret,
muayyen sloganlar belirle, her şeyi boz ve karmaşıklaştır ve yönet. Dünya
peşinde koşan politikacılar, kudretli silahlılar, çıkarını gözeten kanun
adamları, yalanın uşağı aydınlar, hakikati haykırmaktan korkan din adamları,
sömürü düzeninin ayakta kalması uğruna varlıklarını son raddesine değin
adayanlar zümresindendirler. İşte mezkûr sömürü düzeni bu koşullar temelinde
varlığının idamesini sağlayabilmekte ve payidar olabilmektedir. Bugün, küresel
düzlemde, eğitim, sağlık, ticaret, silah, bu düzenin baronları tarafından
tanzim edilmektedir. Hatta dinler bile bunların oyuncağı olmuştur handiyse. Bankalar
bunların kasalarıdır ama bankalarda, kasalarını bunların tavassutu ile
doldurmaktadırlar. Hiç kimse asli vazifesini ifa etmemektedir. Herkesin
verilmiş bir ödevi vardır ve herkes o ödevini yapmaktadır. Ruy-i zemine
dağılmış ve insanlık tarlasına sızmış bu türler, insanlığa, yaşama, topraklarına
ve dinlerine ihanet etmektedirler. Ama ne gariptir ki, vicdanlarını daha fazla
bastırıp susturamayanlar ve gerçeği haykıranlar hain olarak telakki
edilmektedirler küresel düzlemde. İnsanlıkta bu zokayı yutacak derecede cahil
ve gafildir. İnsanlığın dertlerine, acılarına, çığlıklarına kulak tıkamak, göz
kapamak, kalpsiz kalmak ve işin bu tarafını düşünmemek ve hissetmemek insanlık
mıdır, yüreğinize sormanızı öneririm. Böyle bir şeyin insanlıkla bağdaşan bir
yanının olduğunu düşünmüyorum ama ne ile bağdaşmaktadır ona da sizler karar verin.
Doğmamış çocukların haklarını ipotek ettirmek, insanlığın ortak malı olan
kaynakları peşkeş çekmek, insanlığın kanı üzerinden küresel hedefleri
gerçekleştirmeye tevessül etmek, hakikati örtüp yalanlarla insanlığı aldatmak,
adaleti öldürüp zulmü diriltmek, milyonlarca hatta milyarlarca insanı açlığa,
sefalete, yoksulluğa mahkûm etmek ve bunun yapılmasına sessiz ve seyirci kalmak
şuursuzluk, bilinçsizlik ve şerefsizlik değilse nedir? Silah hedefini bilecek, kanun adamları adil
olacak, din adamları hakikati haykıracak, politikacılar dürüstçe çalışacak,
aydınlar adam olacak ki, bu lanetli düzen çökertilebilsin ve dünya
yaşanılabilir bir yer haline gelebilsin. Bilakis, ağlayanlar halkın çocukları,
gülenler ise sömürücülerin maşaları olacaktır her daim ve bu düzen her zaman
ezmeye, yok etmeye devam edecek ve batanda yekpare insanlık olacaktır.
Son tahlilde; insanlık ve
kurtuluş yolunda atılacak ilk adım, vahşi, katil, adi ve sömürücü emperyalist düzeni
tüm hücrelerine ve hücrelerinin de dip derinliklerine değin çok iyi tanımaktır.
Çünkü bunu yapmadığımız takdirde, neyi, niçin, nasıl ve kim için yapacağımızı
asla bilemeyiz ve laf üretmekten başka hiçbir şey ortaya koyamayız. Aklımızı
kullanmak, irademize hâkim olmak, bilincimizi aydınlatmak, şuurumuzu
keskinleştirmek, şüphelerimizi, sorularımızı, sorgulamalarımızı daima diri
tutmak ve korkularımızı yenip cesaretimizi kuşanmak gerekir. Bilincimizi;
yanlış yönlendirmelerin tesirinden arındırıp aydınlatmak; kötü mirasların
tutsaklığından kurtarmak ve özgürleştirmek; karşımızda ki sinsi düşmanı iyi
tanımak ve şeytani melun düzenin maddi ve manevi altyapısına karşı onurlu bir mücadele
vermektir. Ne istediğini bilmiyorsan, ne yapacağını anlamamışsan, onurluca yaşayabilmenin,
bir şeyi düzeltebilmenin imkânı bulunmamaktadır. Aptalca bağırıp çağırmakla,
kof sloganlar atmakla, papağan gibi aynı şeyleri bitevi tekrar etmekle becerebileceğin,
başarabileceğin hiçbir şey yoktur. Düşün, hisset, anla, inan ve yap! Acılardan
acılara sürgününün bitmesi için; haram servetler üzerinde tepişenlerin yok
olması için; yıkılan umutlarının yeniden şahlanması ve dağ gibi yükselmesi için;
uçup giden düşlerinin tekrar geri gelmesi için; insanlığın güçlenmesi, büyümesi,
yükselmesi ve yücelmesi için; kimin ya da kimlerin kavgası için yorulduğumuzu,
verdiğimiz kutsal kavgaların kimlerin işlerine geldiğini, bize ne
kazandırdığını ya da kimlerin, bizlerin verdiğimiz kavgamız üzerinden ne kazandığını
ve tüm bunlardan sonra kimsenin nasıl da umurunda olmadığımızı sormak,
sorgulamak zorundayız. Bilakis, mücadelemizi bilinçli temellerde yürütüyor
olamayız ve güzel neticelere ulaşamayız. Bizim gibi kulların peyki olarak hak
aramak değil, kendi irademizi ortaya koyup bilinçli olarak hakkımızı aramak
kutsaldır ancak. Şayet aklımıza ve yüreğimize sızıp, kutsal eylemlerimizi
manipüle edip kirletenleri ihsas etmezsek, daha ne bedeller öderiz, acılar
çekeriz ve dahi kazandığımız hiçbir şey de olmaz. Haklarımızı, birilerinin
güdümünde yaşayarak değil, kendi cesaretimizi, irademizi, bilincimizi kuşanarak
ve özgürce varolarak aramalıyız. Kaybettiklerimizin hesabını tutmaktan
yorulmadık mı? Meselelere doğru bakış açısıyla bakmadıkça, isabetli tahliller
yapabilmemiz kabil olmayacaktır ve sonuç alıcı tedaviler gerçekleştirmek imkânsızlaşacaktır.
Bu katil, vahşi, adi, lanetli küresel emperyalist sömürücü düzenden kurtulmanın
yolu; insan olmaktan, insan kalmaktan, insanca yaşamaktan ve kavga vermekten
geçer, bilakis bu düzene teslim olmaktan, bu düzenin bize dayattığı kültürel
kodlarla, olgularla yaşamaktan değil.
En son tahlilde; herkes ama
herkes şunu kati surette bilsin ki; kalemimi, duygularımı ve düşüncelerimi,
beni halkeden Allah’ın hakikatlerine ihanet için kullanamam, yalan yazamam,
insanlığı adatamam ve aldanamam. Kalemimi kiralayıp, düşüncenin namusuna ihanet
edecek kadar alçalamam. Aklımı kimseye teslim edemem, irademe boyunduruk
vurduramam, ihtiyarımı yönlendirmelerin etkisine bırakamam, şüphelerimden
feragat edemem, sorularımı unutamam, sorgulamalarımdan vazgeçemem, hakikati
örtemem, yalanın uşağı olamam, vicdanımın anayasasını çiğneyemem, ahlaksızlıkta
demirleyemem, adalete imanımdan taviz veremem ve insan olarak varoluş kavgamdan
hiçbir zaman geri duramam. Kaderimi başkalarına çizdiremem. Bu vicdan, bu gövde
hareket ettiği müddetçe konuşacak, hiç susmayacak! Geçelim!
Ey insan! Ruy-i zeminde,
insan olabilmenin, insan kalabilmenin ve insanca yaşayabilmenin kavgasını
vermek, kurtuluş adına cesareti kuşanabilmek, cehaletin karanlığından kurtulup
bilincini aydınlatabilmek, kaynaklarını ve topraklarını kan emici vahşi
emperyalistlerin ve uşaklarının tasallutundan azad edebilmek, sömürü düzenini
yerle yeksan eyleyebilmek, emperyalist şeytanilerin kanlı, kirli ve karanlık
çarklarını parçalayabilmek ve evrende insanca yaşanacak düzeni kurmak, bu
hayatta ki; ilk ve son vazifendir. Şerefine ancak bu şekilde sahip çıkabilir,
mücadeleni ancak bu şekilde haysiyetli kılabilirsin. Bu kavga kutsal bir
kavgadır! Kavganı, insanlığından inhiraf etmiş, ahlaken tefessüh etmiş, adalete
ihanet etmiş, kendini yalana teslim etmiş, insanlığını unutmuş, vicdanını
susturmuş, iradesini, aklını ve ihtiyarını tutsaklaştırmış bencillerin,
sefillerin, sefihlerin ellerine teslim edemezsin. Bilakis, bu ruhları bile insanlaştıracak meziyete
malik olmalısın ve büyük insanlığı tahakkuk ettirerek yüce bir isyanı
ateşlemelisin, önce kalplerde, sonra kafalarda, sonra gövdelerde. Bu
topraklardan ve yeryüzünün tüm mazlum ve mustazaf insanlarının topraklarından, yekpare
vahşi, katil, adi, lanetli küresel emperyalist sömürücü şebekeleri
temizlemelisin. Ve ruy-i zeminde hürriyetini ilan etmelisin, insanca varoluş
kavganı zaferle taçlandırmalısın. İnsanlığa, hakikate, hakkaniyete, haysiyete,
adalete, ahlaka düşman tüm unsurlarla savaşman kaçınılmazdır. Varlığının idamesi,
bu kutsal kavgaya merbuttur! Bu kavganın zafere mülaki olması da, insanlıktan
zerre taviz vermeden kavganı veriyor olmana merbuttur. Hiçbir şartta ve koşulda
korkmayacaksın. Ölümden korkman ve onursuzca yaşamaya eyvallah etmen senin
sonun olacaktır. Acımasızca, pervasızca savaşacaksın icap ederse. Kaderini, sömürgenlerin
ellerine bırakmayacaksın. Bu acizliktir, zavallılıktır, sefilliktir, rezil
rüsva olmaktır. Kaderinin kavgasını, kendin vereceksin ve kaderini kendi
aklınla, iradenle, ihtiyarınla çizeceksin. İstikbalini, kendin belirleyecek ve
tayin edeceksin. Bilakis, tarihten silineceksin! Vahşi, katil, adi, lanetli
sömürü düzeninin orman kanunlarına karşı bitmeyen bir kavga içindesin, bunu
asla unutmamalısın. Bil, inan ve asla unutma ki! Kan emici, vahşi, katil,
zalim, hayvanlaşmış, insan görünümlü sömürücüler muhakkak kaybedeceklerdir ve
insan kazanacaktır! İnsanlık bir gün büyük uyanışı gerçekleştirecektir. Tüm
halkın ve yekpare insanlığın her bir unsuru, hep birlikte, el ele, gönül
gönüle, insanca yaşanabilecek düzeni muhakkak kuracaklardır ve görkemli bir gelecek
inşa edeceklerdir. Sevgi evrene egemen olacak, barış çiçeklenecek, insanlık
tarlası yeni ve taze baharlara gebe kalacak, emek karşılığını bulacak, toprak
terle, yaşla, kanla bereketlenecek, en güzel şarkılar insanlığın dilinde
insanca terennüm edilecek, insanlık üretmekten haz alacak ve paylaşarak mutlu
olacak, kaynaklar yeniden insanlığın ortak kullanımına sunulacak, karanlık
evren aydınlığa boğulacaktır. Tüm kan emicilere, sömürücü zalimlere, vahşi,
katil ve adi emperyalistlere insanlığın diliyle haykırmalıyız; artık bu dünyayı
terk edin ve layık olduğunuz yere, tarihin çöplüğüne, defolup gidin!
İnsanlığı köleleştiren,
yeryüzünü insana cehennem eden, adaleti hiç eden, kardeşliği piç eden, barışı
suç eden bu düzen çökecek, yeryüzü bir gün cennet, insanlık mutlaka özgür
olacak ve insanlığın şarkısı bir daha asla susmayacak! Bu tamamen bizim
ellerimizde inanın. Geleceğimizi biz belirleyeceğiz. Kaderimizi biz çizeceğiz,
bütün insanlığın kolektif bilinciyle, emeğiyle, eylemiyle. Biz insanlar büyük
bir aileyiz, çoğuz. Ve istedikten sonra başaramayacağımız hiçbir şey yoktur.
Korkmayın! Korkmayın! Korkmayın! Korkarsanız her gün, cesur olursanız bir kere
ölürsünüz. Dizleriniz üzerinde sürünerek şerefsizce yaşayacağınıza, ayaklarınız
üzerinde insanca ölün. İşte yaşamak budur!