İNSANCA, HAKÇA BİR DÜZEN...

Özgür DENİZ - 18.06.2018

Orman Kanunu diye bir tabir vardır değil mi? Var mıdır, yok mudur? Vardır bayım! Dünyaya bu kanunla çeki düzen verilmektedir. Göremiyorum diyorsan, gözlerini kalbine dokundur yeniden bak dünyaya. Şu dünyada düşenin dostu var mıdır? Düşenin dostu olmaz, olmuyor, bademada olmayacak, böyle gelmiş böyle gidecek, böyle devam ettiği müddetçe. Güçsüz olanın ezdiğini, güçlü olanın ezildiğini gördünüz mü? Görmediniz, göremezsiniz, bademada göremeyeceksiniz. Haklı olanın öncelikli olduğuna hiç şahitlik ettiniz mi? Hak kuvvetindir durumunun meriyette olduğu bir dünyada namümkündür bu. Haksız olanın hak sahibiymiş gibi hareket etmediğine şahitlik ettiniz mi? Bilakis haksızsa da, kuvvetli olan her zaman haklı olmuştur. Güçsüz, her daim ezilmiştir, ölmüştür, bademada böyle olacaktır, böyle devam ettiği müddetçe. İnsanlığın mukadderatını mütemadiyen egemenler çizmiştir, yine egemenler çizecektir, böyle devam ettiği müddetçe yine çizmeye devam edeceklerdir. Her daim, gemisini yürütenin kaptan olduğu söylenmiş midir? Aynen öyle söylenmiştir ve zımnen, insanlara her ne şekilde olursa olsun gemilerini yürütmeleri gerektiği dikte edilmiştir. İnsanlıkta, behemehâl, ne şekilde olursa olsun, gemilerini yürütebilmek için mücadele etmişlerdir. Helal haram demeden, vurup kırmaktan imtina etmeden, eğilmeyi umursamadan, karakterlerini ezmekten gocunmadan, mazlumların çığlıklarına kulaklarını tıkamaktan utanmadan gemilerini yürütmeye çalışmışlardır. Seni sokmayan yılana mühlet verilmiş midir her zaman? Bitevi böyle olmuştur, badema böyle olacaktır, zira menfaatlerinin meftunu olan, köleliği benliklerinde hisseden insanlık, kendisine dokunmayanlara karşı zihnini, vicdanını öldürmüştür. Altta kalmakta mıdır birileri ve üstte tepişmekte midirler birileri ve altta kalanın canını düşünmekte midirler üstte tepişenler? Böyle bir şey kabil değildir, zira kabil olsaydı dünyanın düzeni çökerdi. Sizce çökertirirler mi böyle bir düzeni? İşte orman kanunu dediğimiz şey tüm bunlara tekabül eden şeydir. Orman kanunun kuşkusuz istinat duvarları vardır. Nedir bunlar? Şak diye aklınıza gelecek, tak diye dilinizin döküvereceği şeylerdir yani paradır biri. Diğeri ise mutlak mülkiyetçilik telakkisidir. Bu iki şeyde gücü tevlit etmektedir. Güçte, kuvvetli olanın haklı olduğu varsayımını doğurmuştur. Bu olgular temelinde oluşan paradigmalarla insanlık zihnen ve kalben kıskaca alınmıştır. İnsana, ihtiyacı olmayan şeylerde ihtiyacıymış gibi gösterilmiş ve insan, buna inandırılmıştır. İnsanlık daha çok şeye sahip olma ve sahip olduklarıyla güç kesbetme ve kesbettiği güçle hükmedebildiği kadar hükmetme ya da ezilme oranını azaltma derdindedir. Gücün kime yetiyorsa umdesi meriyettedir şu an dünyada ve dünya düzeni bu çıkarım üzerinde varolmaktadır. Yani hayvanlar âleminin düzenini devralmıştır insanlık âlemi.

 

Hayvanlar, ormanda yaşarlar. Gözlerimizin gördüğü, akıllarımızın algıladığı, kalplerimizin hissettiği görüntü budur. Ormanın acımasız yasaları vardır. Ormanların egemenleri hayvanlardır. Hayvanlar duygulanmazlar, akılları yoktur, içgüdüleri ile ve sürüler halinde yaşarlar. Acımasızdırlar, merhametten anlamazlar. Mesuliyetleri yoktur. Şahsiyetleri yoktur. Sadece kendisi ve yavruları vardır bir hayvan için. Güçlü olan öldürür ve yer, orman yasalarına göre. Güçsüzlerin kaderi yenilmek ve yem olmaktır. Yani zayıfın kaderi yok olmaktır. Hayvanlar aleminde geçerli olan yegane şey; pençedir. Ne medet umacağınız, ne yanına ve insafına sığınacağınız, ne de gölgesine saklanacağınız bir yer yoktur. Yani bir koruma duvarınız, kurtuluş eviniz yoktur. Kimin himayesine iltica edebilirsiniz ki, böyle bir alemde? Duygusuz mantığın yasaları caridir hayvanlar aleminde. Ne vicdan vardır ne de vicdan yasaları. Pençeleri güçlü olan hayvan, güçsüz olana dehşetli bir acımasızlıkla saldırır ve avını paramparça eder. Önce havayı koklar, etrafını yoklar, ardına bakar ve punduna getirdiği an koşar ve yakalar, pençelerini attığı an av için yok oluş süreci başlamıştır. Yok edene yaptırım uygulayacak hiçbir mercii bulunmaz bu alemde. Hayvanın kalbi insan kalbi, aklı insan aklı değildir. Bazı duyguların membaı ise kalp ve akıldır. Misal; merhametin ve insafın merkez üssü kalptir. Sorumlu olduğunu hissetmenin ve neyi, nasıl, niçin yapacağını anlamanın merkez üssü ise akıldır. Bir kalbin olması demek, duygudan behredar olmak, merhametten hissesi olmak ve acıma duygusunun bulunması demektir. Keza, algılamak, anlamak ve neyi, nasıl, niçin yapacağını bilmekte aynı mesabede önemlidir. Zira algılamadığınız, anlamadığınız bir şeye karşı merhamet etmeniz, acımanız muhaldir. Çünkü merhamet etmek, insaf eylemek, acımak gibi duygular, kalbin ve aklın meczolunmasının neticesinde tevlit eden duygulardır. Anlayış ve acı birbirini besleyen şeylerdir. Kalp ve vicdan, gövdede ki en hassas mekanizmalardır. Bu mekanizmalar insicam içerisinde işlemediklerinde gövde rotasını şaşırır ve azalar şirazesinden çıkarlar. Kalp dediğimiz olabildiğince hassas yapı duyguların merkez üssü olduğu için, acıların da doğduğu yerdir. Kalp dediğimiz hassas mekanizma, insanda ve hayvanda aynı anda bulunsa bile, duygulanmak ve acımak gibi hissiyatlar münhasıran insana ait hususi meziyetlerdir. Zira bu meziyetler aynı zamanda algılamayı ve anlamayı da önkoşul kılan meziyetlerdir. Hayvanlar ise böylesi mümeyyiz vasıflardan aridirler. Buna en kati hüccet, hayvanların sürdürdükleri hayattır. Hayvanlar, benzerlerinin acılarını duyumsamazlar ve benzerlerinin çektikleri acılar muvacehesinde duygulanmazlar. Çünkü anlayacak akılları, hissedecek kalpleri yoktur. Binaenaleyh, ne acıları ne de sevinçleri paylaşamazlar hayvanlar. Böyle bir meziyete, yetiye münhasıran insanlar maliktirler. Acıma gibi derin ve insani olan duygu, ancak duygudaş olabilecek vasfa sahip olanların harcıdır. Duygudaş olabilecek olanlar ise yalnızca ve yalnızca insanlardır. Böyle bir meziyete malik olmak, hissiyat sahibi olmayı önkoşul kılar. Hissiyatta, insan yüreklerinde tebeyyün eden bir şeydir. Aynı anda algılamayı ve anlamayı da iktiza eden bir şeydir. Algılamak ve anlamak meziyetinden mahrum olanlar, merhamet etme, acıma ve insaf eyleme gibi duygulardan da mahrum olurlar. Hayvanlar her ikisinden de mahrumdurlar. Orman Kanunları, insanlık alemine ikame edilecek kanunlar olamaz. Velakin acı bir hakikattir ki, oldurulmaya çalışılmaktadır. Bu durumda, insanların kendi kirli, kanlı, karanlık ellerinin ürünüdür. İnsan hem zalimlerin zalimidir, hem cahillerin cahilidir, hem de nankörlerin nankörüdür. Hakikat bu değilse nedir? Gözlerimiz yanlış mı görmektedir, akıllarımız yanlış mı algılamakta ve anlamaktadır, vicdanlarımız yanlış mı hissetmektedir?

 

Orman Kanunun hükümferma olduğu bir evrende, en kuvvetli olan, tüm kuvvetsizlere egemen olur ve onların mukadderatlarını tayin eder. Güçlü olmak; hiçbir zaman, daha akıllı, daha bilinçli, daha insan olmak demek değildir ve böyle bir anlama da gelmez, gelemez, getirilemez. Tam da burası olabildiğince keskin ve derin bir mevzudur!!! Keşke insanlığın her bir ferdinin üzerinden tüm güçlerini sıyırıp alsalar bir kereliğine!!! Fıtrata mugayir ve muhalif olan, insan olmaklığın mükemmelliğini fehmedemeyen kanundur orman kanunu. İnsanı hayvan gibi telakki edip, böyle bir telakkiye göre insani yaşamı tedvir etmeye tevessül eden kanundur. İnsafsızdır, merhametsizdir, acımasızdır yani hayvanidir. İnsan yüreğinden anlamaz, vicdanı bulunmaz. Kalbin duygularından, kafanın zekâsından mahrumdur. Ter, yaş, kan ve emek bir hiçtir. Münhasıran maddeye odaklanmıştır. İnsanı; boş, kuru ve anlamsız bir madde olarak görür. Zulmün, sömürünün muharrikidir ve yine aynı yoldan yani zulümle ve sömürüyle kuvvet kesbeder ve varoluşunu tahakkuk eyler. Güçsüz olanların yaşamaya hakları yoktur, bu yüzden yaşam sahasının her yönünde edilgendirler. Yüce duyguların, büyük beyinlerin kıymeti harbiyesi yoktur. İnsanlık hiçbir anlam ifade etmez. Hak kuvvetindir ve haklı olan kuvvetli olandır. Yüreksiz, vicdansız, merhametsiz, acımasız ve şerefsiz para baronlarının, mutlak saf mantık ekseninde şekillendirdikleri ve kendi telakkilerini ve yaşam tarzlarını haklı olarak gösterecekleri şekilde dizayn ve tanzim eyledikleri bir kanundur orman kanunu. Dördüncü tür bu yaratıklar, yine kendi ellerinin ürünü olan bu kanunları yine kendi hayvani emelleri, ucuz çıkarları için çok iyi kullanırlar. Bunların tek bir geçer akçeleri vardır ve o da savaştır. Zira savaş, para, kuvvet, egemenlik demektir. Ya yaşamak için savaşacaksın ya savaşlarda yok olup gideceksin yahut savaşan güçlerin egemenliğine gireceksin. Dünya düzeni işte böyle bir şeydir ve o düzenin kanunları da öyle bir şeydir. Kapitalist düzenlerin küçüğü, büyüğü fark etmez, tümünde bu kanunlar meriyettedir. Bu düzen varoluşunu savaşa borçludur. Bilakis, paraya, kuvvete sahip olamaz ve dilediğince hükmedemez. Binaenaleyh, bitevi bu yörüngede kalır ve fasılasız bir savaşım verir. Çünkü parayı tanrılaştıran, menfaatini elde etmeyi yegâne emel belleyen ve dünyayı da bu minvalde yönlendirmeye çalışan bir zihnin ve kalbin yaşam tarzı da bu olacaktır kuşkusuz. İşte dünya düzeni ve bu düzenin kanunu budur.

 

Orman Kanunu’nun en belirgin icracısı ve mümessili, merhametini kaybetmiş, vicdanını öldürmüş insanlığından sıyrılmış ve hayvanlığa ilk adımını atmış olan herkestir. Doğuştan gelen hakları, sonradan üretilmiş, nefisten doğan ve hırsları eksen alan yasalarla ekarte eden ve en tabii hakları metazori gasp etmekten tereddüt etmeyen herkeste aynı kategoriye dâhildirler. Kapitalizm ve Liberalizm, kendilerine kul ve köle yaptıkları, ürettikleri hazzın ve cehaletin kurbanı kıldıkları iki ayaklı dördüncü tür yaratıklar tavassutu ile işletirler bu kanunları. Kapitalizm ve Liberalizm denilen zehirler, insanların nefislerine hitap ederek, insanın derununa gizlenmiş hayvani hırsları ve arzuları tahrik ederler, insanı başıboş bırakılmış sürüye dönüştürürler ve zımnen acımasız ve vahşi bir savaşın içine atarlar. Ayrıca insanları atomize ederek birbirlerine düşürürler, kardeşliği ve birliği yok ederler ve sonu gelmez kavgaya tutuştururlar. İnsanlar birbirlerine vurduklarında, daha güçlü vuranın egemen olacağını zanneder ama asıl egemen olan onların kavgalarından güç devşiren Kapitalist ve Liberalist baronlardır, bir de paylarına bir parça et düşen kuklalardır. Bu yoldan da, olanca güçleriyle insanlığa tazyikte bulunurlar, terin, yaşın, kanın ve emeğin üretimi olan kaynakları bir vandal gibi yağmalarlar ve sömürürler, insana ait tüm değerleri sıfırlarlar ve tüm insanlığın birikimlerini hiç ederler, nihayet insanı hiçleştirirler. Kuşkusuz burada insanı asla masum olarak telakki edemeyiz, zira asıl suçlu insanın ta kendisidir. Kapitalizm ve Liberalizm, insanın damarlarına sinmiş ve o damarlarda bir kan gibi dolaşmaktadır, tüm vücudu hastalandırmakta ve sakat bırakmaktadır. Zehirlenmiş ve artık hayvanlık emaresini sarih bir şekilde göstermekte olanlardan da kendine muti tipler intihap ederek ve bunları da milletlerin ortağına salarak, milletlerin kaynaklarının zımnen ele geçirir, emeklerini sömürür ve zaman içerisinde mutlak egemenliğini ilan eder ve artık o milleti kıpırdayamaz hale sokar. Her millet dâhilinde, bitevi sermaye terakümü yapan ve sermayeyi monopollerinde tutan ve küresel baronlara hizmet eden özü hayvanlaşmış ama yüzü melek görünümlü vahşi cellatlar ve vampirler vardır. Ve onlara korumacılık eden, onların yollarını açan muhafızlar bulunur. Bunlar, insanlığın aklını ve bilincini ve hatta duygusunu öyle dumura uğratmışlardır ki, insançocukları bunların kirli, kanlı, karanlık tezgâhlarını, kumpaslarını, taktiklerini asla anlayıp, idrak edemezler. Siz bir şeyler söylemeye çalıştığınızda da, onlara kızacaklarına ve onların karşısında yer alacaklarına, size kızarlar ve sizi yok etmek için çaba gösterirler. İnsanın durumu gerçekten çok perişandır ve insan, küçülmüş, basitleşmiş, sıradanlaşmış, zavallı, sefih ve sefil bir hale duçar kalmıştır. İnsan uykudadır ama kendisini uyanık sanmaktadır. Yani insan cehaletin karanlığının en dip derinliklerindedir.

 

Dünya düzeni dediğimiz şey öyle lanetli bir düzendir ki, ne şikâyet ederek değiştirebilirsin, ne aklını kullanmadan, gözlerini açmadan, kalbinle duyumsamadan, kalkıp doğrulup çalışmaya başlamadan nasıl işlediğini anlayabilirsin, ne de yüreğini ve gövdeni ortaya koymadan bu düzenin orman kanunları diye tavsif ettiğimiz kanunlarını lağvedebilirsin. Ve ne de bu düzene uyarak, bu düzenle kavga edebilirsin. Bu düzen, insanı çiğneyerek ve yok ederek varolur. Bu düzende insan yoktur. İnsanın varoluş kavgası anlamsızdır. İnsan, ne kadar çabalasa, çırpınsa, ter, yaş, kan akıtıp, emek sarf etse de boştur. Yaşamsal gereksinimler, bu düzenin baronlarının inhisarlarındadır. Her masa bu düzenin tahakkümü altındadır. İnsanlığın maddi ve manevi tüm değerlerini, birikimlerini küresel konsorsiyuma pazarlarlar, bu düzenin lanetli baronları. Bencilliğin ucuz ve küçük hesaplarının buzlu sularında donmuştur her şey. Değerler tahrip ve tahrif edilerek insanlığın önüne konur, velakin cehaletin karanlığının ortasında yaşayan insanlık bunu hiçbir zaman fark edemez. Bu düzenin baronları, ananı sevdiğin gibi kendilerini sevmeni beklerler senden. Ya seveceksin ya öleceksin! Sürekli satın almanı ve tüketmeni isterler senden. Çünkü sen tükettikçe ve satın aldıkça, onlar üreyecek, sen tükeneceksin. İnsan kendisini kurtarmadan, bu düzenden kurtulamayacaktır. İnsan, kendisini kuşatan zincirleri kırmadan, bu düzenin ablukasını dağıtamayacaktır. Büyük beyinleri kendine hadim eyler bu düzen, küçük beyinleri de emelleri uğrunda kullanır, kullanılmayanları da yok eder. İnsan ayağa kalkmadan, bilincini aydınlatmadan, şuurunu uyandırmadan, cesaretini kuşanmadan ve birlik olmadan bu düzenin baronlarıyla savaşamaz. Yani insan dağılacak ve bu düzen yaşayacak ya da bu düzen dağılacak insan yaşayacak! İnsanın önünde üçüncü bir opsiyon yoktur. İnsanın, insan gibi yaşaması, bu düzenin yerle yeksan olmasını önkoşul kılmaktadır. Bu düzen, insanı, kendisine öyle bir alıştırmıştır ki, insan, yaşadığının yaşamak olduğunu varsaymaya başlamıştır. Çünkü insanın bilincini muhakkak olarak öldürmüştür. İnsan, içinde bulunduğu bataklığın karanlık dehlizlerinde can çekişmektedir. İnsan münhasıran yatmakta, şikâyet etmekte, ağlamaktadır. Yapacak çok şeyi vardır ama bu düzenin, kendisine armağan ettiklerini kaybetmemek uğruna hiçbir şey yapamamaktadır. Her insanın, sokağını temizlediğinde tüm şehir nasıl güzel olacaksa ve her şehirden âleme rayihalar yayılacaksa, her insan da kendi kalbini temizlediği zaman insanlığın büyük kalbi de temizlenecek ve insanlık dirilip uyanacak, bu düzeni boğacaktır.

 

Her insan teki ilk evvelde kendi içinde ki kompradoru yenmeden ve sonra birleşik güç olup insanlığın başına tasallut etmiş kompradorları alt etmeden ve nihayet lanet dünya düzenini yok etmeden asla huzura eremeyecektir ve yaşamak sevincini tüm benliğinde asla duyumsayamayacaktır. Keza her millet kendi kaderine tasallut etmiş ve kendisini türlü tezgâhlarla kuşatmış kompradorları alt etmeden ve sonra birleşik güç olup tüm milletlerin kaderine tasallut eden, kendisini kendilerine bağımlı kılmış olan kompradorların kuşatmasını yarmadan, nihayet lanet dünya düzenini yok etmeden gerçek bağımsızlığına kavuşamayacak ve kendi ülkelerinde hürriyet, barış, kardeşlik içerisinde yaşamanın sevincini asla duyumsayamayacaktır ve adaleti sağlaması da kesinlikle mümkün olmayacaktır. Küresel emperyalizmden, onun lanetli düzeninden ve lanetli düzeninin tefessüh etmiş kanunlarından evrensel düzlemde kurtuluşun başka yolu kabil değildir. İnsan, bitevi merak edecek, okuyacak, düşünecek, şüphe edecek, soracak ve sorgulayacak ki, uyanabilsin, kalkabilsin, doğrulabilsin, hakikati idrak edebilsin ve harekete geçebilsin. Alışkanlıklarından, bağımlılıklarından arınabilsin ki, kurtuluş yolunda ilk adımını atabilsin. İnsan, bu düzeni tanımıyor, bu düzenin yürütücülerini ve muhafızlarını bilmiyor, tanımadığı ve bilmediği için de taktiklerini, tezgâhlarını anlayamıyor, anlayamadığı için de nasıl mücadele edeceğini kestiremiyor. Bugün her ülke, her millet, her insan, vahşi ve adi emperyalizmin acımasız muhasarası altındadır. Bilsin ya da bilmesin hakikat budur. Mütemadiyen emperyalizme hizmet etmektedirler. Bu düzenin nasıl yürütüldüğünü, kimler tavassutu ile yürütüldüğünü, kimlerin nasıl, ne şekilde müzahir olduklarını bilmeden de gönüllü hizmetkârları olmaktan kurtulamayacaklardır. Emperyalizm, insanları, ülkeleri, milletleri yaşadığımız çağda silahla, savaşla değil, suya sabuna dokunmadan, tek kurşun atmadan, hiçbir kayıp vermeden tutsak kılmaktadır. Bu yüzden de emperyalizmle mücadele zorlaşmaktadır ve taktiklerinin, tezgâhlarının anlaşılması çok zor olmaktadır. İnsan hiç durmadan ama hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, kayıtsız ve umarsız kalmadan düşünecek, şüphe edecek, soracak ve sorgulayacak ki, bu düzeni çok iyi tanıyabilsin, anlayabilsin ve demir yumruğunu bu düzenin tepesine indirebilsin. Bilakis, her şey beyhudedir. 

 

İnsan anlayacak! Yatmayacak, uyumayacak, dalmayacak, umarsız olmayacak ve anlayacak! Çünkü anlamak, kurtuluşun ilk adımıdır. Anlamadığı müddetçe sürünecek. Laf ebeliği yapmayacak, şikâyet etmeyecek, ağlamayacak. Zira laf ebeliği yaparak, şikâyet ederek, ağlayarak olabilecek hiçbir şey yoktur. Çözümde, kurtuluşta insanın kendisindedir, dışında değil. Her bir insan teki, kendisinin bir kurtarıcı olduğu bilincine ermeden ve insanca, namusluca ödevini yapmadan, insanlığın kurtulmasını beklemek samimiyetsizlik, ciddiyetsizlik, soytarılıktır. Tamam, bir şey yapabilmesi mümkün olmayabilir ve bu çok tabiidir ama hiç olmazsa kafasında ve yüreğinde şerefli bir isyan taşıyacak bu düzene karşı. Ama insan hiçbir şey yapmadığı gibi, soylu bir isyan bile taşımamaktadır. İnsan sığ, felsefesiz, derinliksiz ve zavallıdır, bu yüzden boş konuşmaktadır. Çünkü ne konuştuğunu bilmemektedir, zira konuştukları haddizatında bu düzenin istediği şekildedir ama insan bunun bile farkında değildir. Bugün emperyalizmin kıskacından kurtulabilmiş ve emperyalizme hizmet etmeyen hiçbir yapı mevcut değildir. Bir şekilde yollar varıp emperyalizme çıkmaktadır. Çünkü emperyalizmin ne olduğunu bilmemektedirler ve kendilerine anlatılmamaktadır da. İşte bu yüzden verilen mücadeleler akim kalmaktadır. İnsan, içi boş, kurtlanmış bir ağaç kovuğu gibidir. Emperyalizmin otağında otlayan bir sürüden farksızdır insanlık. İnsan, adaletsizlik yapmanın, ahlaksızlığın, hasedin, kompleksin, eğlence peşinde koşturmanın, haram yemenin, insanlara acı çektirmenin, emperyalizme dolaylı hizmet olduğunu idrak edemeyecek kadar cahildir, ahmaktır. Hem bunu yapar hem de güya emperyalizme meydan okur ve gerçekten de meydan okuduğunu düşünür. Peki, burada samimiyet, ciddiyet, dürüstlük, akıl, bilinç nerededir? İnsan, kendi kendisini düşürmektedir, sonra da niye düşürüldüğünden şikâyet etmekte ve etrafına bağırmakta, kuru gürültü çıkarmaktadır. Bu düzen akrep gibidir, ahtapot gibidir, vampirdir. Her şey bu düzene göre dizayn ve tanzim edilmiştir. Bu düzen değişmeden, şikâyet edilen hiçbir şey istenilen gibi olmayacaktır, bu muhaldir. Velakin insan olabileceğini düşünecek kadar cahil ve ahmaktır. İnsanın ağzı konuşmaktadır ama ağzının konuştuğuna kalbi inanmamaktadır. Bu düzen örümcek ağı gibidir, pençesi olanlar parçalarlar ve işlerini kotarırlar, pençesi olmayanlar ağa düşerler ve parçalanır, ufalanır, yok olur giderler. İnsan, bu düzeni yok edeceğine; bu düzen, insanı yok etmektedir. İnsan, yeryüzünde aylak aylak dolan ve kendisinin bile farkında olmayan bir ölüdür. Üzerinde ki ölü toprağını atmadan ve küllerinden yeniden doğmadan ve insanlık sahnesine temizlenmiş, arınmış, bilinçlenmiş, bileylenmiş olarak çıkmadan hiçbir şey yapamaz, yapamayacaktır.

 

Yaşamının her bir karesi bu düzene bir darbe indirmiyorsa, yaşamını yeniden gözden geçirmelisin. Tabi bu düzenle kavgan varsa ve yaşamak arzusuyla doluysan. Bilakis zaten ne bir şey söylenebilir ne de söylenenin bir anlamı olur. Mutlu yaşayıp gidiyorsan, her şeyden memnunsan, keyfin yerindeyse zaten düzenin bir çocuğusun sen. Öyleyse, böyleysen, dilini kes ve sus! Çünkü laf kalabalığı ve kuru gürültü çok çirkindir. Eğer ki, bir şeyden şikâyetçiysen ve yapabileceğin bir şeylerde varsa ama yapmıyorsan, lütfen daha fazla şerefsizlik çukuruna gömülme. Sertliğim, haklılığımdan ve işi ciddiye almamdandır. Zira soytarılıktan, laubalilikten, ahmaklıktan, ciddiyetsizlikten tiksiniyorum. Bir şeye pis diyorsan, o zaman git o pisliği temizle, iki de bir aynı şeyi papağan gibi tekrar edip durma. Dilinde pelesenk olmasın, eyleminde vücut bulsun, söylediklerin. Olguya ve olaya sığ bakmayı sevmiyorum, dip derinliklerine dalmayı, ciddiye almayı ve eylemle bir vücuda kavuşturmayı seviyorum. Bunu yapmıyorsam zaten boş konuşuyorum. Bilinmelidir ki, üstad Ali Şeriati’nin de efsane ifadesiyle; ‘’şerefsizlik nasıl bir suçsa, şuursuzlukta bir o kadar hatta ondan daha fazla suçtur.’’ Çünkü şerefsizliğin bir yerde sadece seni ilgilendirir ama şuursuzluğun tüm cemiyeti ilgilendirir, zira şuursuzluğun zararı tüm cemiyeti kuşatır. Tıpkı ibadetinden sadece kişinin kendisinin sorumlu olup, adaletsizlikten tüm insanlığın sorumlu olduğu gibi bir şeydir bu. Önce anlayacaksın, sonra inanacaksın, daha sonra da harekete geçeceksin! Eğer ki, bu düzenin ne olduğunu ve nasıl işlediğini anlamazsan, hiçbir şey yapamazsın, yapmaya tevessül bile edemezsin ve bu düzenin çökeceğine asla inanmazsın ve bu inançsızlıkta; böyle gelmiş böyle gider gibi rezil bir telakkiye mahkûm eder seni. Yaptığın her hareketi otokontrole tabi tutacaksın. Hayatın içinden küçük bir misal vermek icap ederse eğer, şöyle diyebiliriz; oruç mu tutuyorsun, orucun münhasıran yemek vaktini değiştirmek olmayacak. Öyle laf olsun, millet görsün, ne güzel adam desin diye oruç tutmayacaksın. Çünkü oruç tutmanın da bir yaptırımı olmalıdır. Madem oruçtan bahsediyorsun, madem gecelerden bahsediyorsun, o zaman adam gibi yaşayacaksın. Bir tek kişiye farkında, idrakinde olarak acı çektiriyorsan, bir tek kişinin hakkını yiyorsan, bir tek kişiye iftira atıyorsan, insanlara kaba şekilde davranıyorsan, sen hangi orucu tutuyorsun diye sorarlar adama. Öyle hem sefil bir şekilde yaşayıp hem de yüce şeylerden bahsedemezsin. Zaten emperyalizmin yaşamasına can suyu olan şeylerde bu türden şeylerdir. Emperyalizm, senin, gerçeği söylemene hiçbir şey demez hatta söylemeni teşvik bile eder ama o gerçeğe mütenasip eylem ortaya koymanı asla istemez, buna tevessül ettiğin vakit seni zımnen dönmeye zorlar. Hakikat asildir, sefil dillerde ve kütükleşmiş gövdelerde çirkin görünür. Öyleyse hakikate layık adam ol ki, hakikati söylemeye hakkın olsun! İşte ancak o zaman bu düzenin çarklarını bozabilir, bu düzenin mekanizmasını paramparça edebilirsin. Ter akıtacaksın, yaş dökeceksin, kan vereceksin, emek sarf edeceksin ki, samimiyetin, ciddiyetin, dürüstlüğün, namusluluğun sarahaten tezahür etsin ve şahsiyetin tüm heybetiyle meydanda arz-ı endam eylesin.

 

İnsanlığı mankurtlaştıran ama gerçekten mankurtlaştıran hatta kesinlikle mankurtlaştırmış olan lanetli emperyalist sömürü düzeni evreni insansızlaştırmıştır. İnsan, vardır ama yoktur! Bu tıpkı şöyledir; hani dost vardır ve çok uzaklardadır ama sanki dibinde gibidir ve huzur verir sana yokluğunda ki varlığıyla, bir de diğer türlüsü vardır, çok yakınındadır ama çok uzaklardadır ve varlığında ki yokluğuyla hiçbir önem arz etmez hatta sıkıntıdır. Biz görüngülere aldanıp insanlar var sanıyoruz. Çünkü iki ayaklı herkesi insan sayıyoruz. Oysa insan, bilinci öldüğü an yani mankurt olduğu an ölmüştür. İnsan, kafası ve yüreği kadar insandır. Evet, karşımızda insana benzeyen varlıklar vardır. Peki, o varlıklar insan mıdır? Eğer biz iki ayaklı herkesi insan sayarsak, gerçek insanı düşürmüş, ona hakaret etmiş ve onu hiçleştirmiş oluruz. Eğer insan, kim olduğunun farkında değilse, içinde yaşadığı hayatı sorgulayabilecek kabiliyete malik değilse, olguları ve olayları algılayamıyor, anlayamıyor, çıkarımlar yapamıyorsa, kendinden ve dünyadan bihaberse, tabir caizse bir ot gibi yaşıyorsa, biz ona hangi saikle insan deme yetkisine sahibiz ki? Putlar biriktirmiş ve o putlara tüm benliğiyle kendini teslim etmiş, aklı ve hissi iflas etmiş canlıya sadece iki ayaklı olduğu, konuştuğu, yürüdüğü için insan demek, insana ihanet olmaz mı? Onlara insan demek, emperyalist sömürü düzenini tasdik etmek demek ve zımnen ona müzahir olmak demek değil midir? İnsan dendiği zaman, akıl, ihtiyar, irade yetileri belirir insanın zihninde. Peki, bunlar olmadığı zaman, insan neyle insan olabilmektedir? Bu düzen öyle lanetli bir düzendir ki, oluşturduğu insansız dünyada, yalanlarla varlığını idame ettirmektedir. Bunun içinde insanlığın her bölümünden insanlar kiralar. Kiralık kuklalar her yerdedirler. Belirleyici olanlar daima onlardırlar. Ama sanki normal insanmış gibi, edilgenlermiş gibi hareket ederler ki, kimse onların farkında olmasın ve onlarda işlerini kolayca kotarsınlar. Bunlar her cepheden toplum tarlasını gözetirler, sürekli analizler yaparlar, sürekli kof işlerle iştigal ederler, sürekli yemlerler insanlığı. İnsan nasıl uyutulabilir, uyuşturulabilir gibi şeyler üzerinde düşünürler bitevi. İnsan aklını, iradesini, ihtiyarını nasıl manipüle edebilecekleri üzerine kafa patlatırlar. İpler her daim bunların ellerindedir. Bu yüzdendir ki, bu düzenin kanunları örümcek ağına benzetilir. Bunlara kendini ne kadar sattıysan, o ağı o kadar delebilirsin; bunlara ne kadar uzaksan, o ağa takılır ve geberir gidersin. Bu düzenin insanı ya da insan görünümlü kuklası, asla ve kata kendi kafasıyla düşünemez, olguları ve olayları asla analiz edemez, kendi iradesini ve ihtiyarını asla ortaya koyamaz. Çünkü düzen çöktüğü zaman kendisinin bir hiç olacağını düşünür. Emperyalist sömürü düzeni, kan demektir, kaos demektir, ölüm demektir. Yaşamak sevincinin öldürülmesi, umudun çalınması, emeğinin hiçleştirilmesi, düşlerinin savrulup gitmesi demektir. İnsanlığın üzerine ölü toprağını bu düzen savurmuştur. Ticaret kanalları, politik yönelimler, sağlık durumları, kötülüğe açılan kapılar bu düzenin baronlarının inhisarındadır. İnsan, bunların basit ve zavallı bir oyuncağıdır. Bu düzende çıkar vardır, vicdan ölmüştür. Bu düzende insan aklı iptal olmuş, hayvani içgüdüler ortaya çıkmıştır. Merhameti yoktur bu düzenin. Mevcudiyetini, insanların ölümüne ve insanlığın varoluş kaynaklarının yutulmasına bağlamıştır. Bu düzen yok olmadan, insan varolamaz!

 

Vahşi, adi ve lanetli emperyalist sömürü düzeninin besini; kandır, yaştır, terdir, emektir, kaostur, toprakların altında ve üstünde bulunan ve insanlığa ait olan ortak servetlerdir, birikimlerdir. İnsanlığı mankurtlaştırarak, tüm bunlar üzerinde egemenliğini pekiştirir. İnsanı soramaz, sorgulayamaz, hareket edemez hale getirir. Eleştirel bakışı ve bilinci katlederek insanlığı susturur. Bu ortamda da düzeninin çarklarını kolayca döndürür. İnsanı bir robota dönüştürür. Makinanın kıskacında tüm duygularını ve düşüncelerini öldürür ve içi boşalmış bir oduna döndürür insanı. İnsanlar, olan biten her şeyin, öyle olması gerektiği için olduğunu düşünür. Mesela; insan, sürekli terörizme küfreder, o terörizm sanki doğal bir şeymiş ve spontane tezahür etmiş ve verilen mücadeleler gerçekçiymiş ama buna rağmen terörizm yok olmuyormuş gibi algılar. Ve sürekli terörizm var diye nice olgular tavassutu ile gizlice sömürülür. Haddizatında nice şeylerde böyledir bu! İnsanlığı aç bırakarak, bir gün tok olacağı hayalinin peşinden koşturur. Tokları kendine mahkûm eder, açları da birgün tok olacakları umuduyla avutur. Birini yerinden kıpırdayamaz hale getirmiştir, diğerini de boş umutlarla kandırarak sürekli dünya peşinde koşmasını sağlamıştır. Bu düzenin tükenmeyen yardakçıları mevcuttur her daim. Ve her yerdedirler. Bunlar eliyle insanlığı uyuturlar. Çünkü insanlar bunları kendilerinden bilirler, durdukları yer ayrı olsa da, verdikleri yer aynıdır. Umudu yıkar, hayali yakar, yarını karartır, yaşamak sevincini öldürür ve acıları çoğaltırlar bu düzenin baronları. Kurşun ve kanun, bunların gizli kuvvetleridirler. Servetleriyle, kurşunu ve kanunu beslerler; kurşun ve kanun da yaptırımlarıyla bu düzenin çarklarının kolayca dönmesine müzahir olurlar. Tabi insanlık bunun farkında bile olmaz, olamaz, zira olacak bilinçten mahrumdur, kalbi ve beyni karanlığın kuşatmasındadır. İnsanlığın bilinci gerçekten ölüdür! Bu kesindir. Çünkü yaşamlar gözlerimizin önündedir. Bakışlara, duruşlara, tavırlara, söylenenlere, yazılanlara, çizilenlere, anlatılanlara, velhasıl yaşamlara kör değiliz. Bak şöyle yapmalısın, çünkü böyle yaparsan şöyle olur, şöyle yaparsan böyle olur dedirtir iç sesinde insana ve insanı zımnen manipüle eder ve kucağına oturtur. İnsanlığa süreli yeni putlar icat eder ve o putların önünde diz çökmesini sağlar. Her şeyi bozar ve bozukluk içinde boğar insanı. İnsan haykırır ama kimse duymaz. Çünkü kulaklar sağırlaşmış, akıllar iptal olmuş, vicdanlar susmuş, gözlere perde inmiştir. Sana kimlikler belirler, kutsallaştırılmış olgular yaratır ve buradan seni tezgâha düşürür.  Çünkü kimlikleri ve olguları da putlaştırmıştır. Sen kimliklere ve olgulara taptığın için sormaktan ve sorgulamaktan imtina edersin, zira korkarsın suçlanacağın için. Kendini ihanet ediyormuşsun gibi hissedersin ve her şeyi olduğu gibi kabul etmekten başka çaren kalmaz ama bu meyanda tedricen tükenen sensindir. Bu düzen, vahşi, adi ve lanetli emperyalist sömürü düzeni, yok olmadan, sen asla varolamayacaksın, varolduğunu sanacaksın sadece.

 

Biliyorum ki, insanlık, yaşadığı hayata çok feci şekilde alışmıştır ve bağımlılık kesbetmiştir. Bu yüzden söylenilenler anlamsız ve absürt sayıklamalar olarak telakki ediliyor olabilir. Belki de bilmediğim nice düşmanlar ediniyorumdur, bilinçsizliğin karanlığında yaşanan ve vahşi emperyalizme hadim olunmuş bir dünyada. İnsanın, kendisini savunana düşman olduğu bir dünyada yaşıyoruz maalesef! Gönülden gönüle iletişim kuramamak ve anlaşılmamak hakikaten ıstırap verici. Kabulde ediyorum, bilincini kaybetmiş insanlığa bilinçten bahsetmek komedidir. Ama insanlığın durumu da bir o kadar trajikomiktir. Hem basit hem içinden çıkılmayacak kadar çetrefilli bir durumdur bu. Nasıl anlatsam da netlik kazandırsam diye çırpınıyorsun ama anlatmak istediğin şey, beyninden kalbine inse de, diline bir türlü dökülemiyor, kelimelere bürünemiyor ve dışarı atılamıyor. Çaresizlik! Ama diyebilirim ki, insanlık gerçekten perişan, sefil, zavallı ve garip bir haldedir. Belki yapabilir ama yapmak için bir gramlık irade ortaya koymuyor, tabi ilk evvelde nasıl ve ne şekilde koyacağını bilmiyor, çünkü bilinci karanlık. Bilincini aydınlatması icap ediyor ama nasıl? Okuması gerekiyor, fakat ne zaman, ne kadar okuyacak? Tabi söylenilenler hemen oluverecek bir şey değil. Küçük mikyasta belki hemen olabilecek şeyler vardır ama büyük mikyasta kuşkusuz muayyen bir süreci iktiza eder yapılacaklar. Ama bunun içinde şimdiden hazırlanmak, donanmak gerekir. İşte yapılabilecek olan ama yapılmayan bu. İnsanlık artık okumaya ihtiyaç hissetmeyecek kadar dünyanın karanlığında kaybolmuştur. Bugün okumak çok anlamsız ve absürt gelmektedir insana, zira daha mühim meseleleri (!!!) vardır insanın. Halinden pek memnundur. Yani bunu düşünmek ve istemek ve almak için harekete sevkolunmak çok farklı bir şey. Rahatsız olması gerekir önce, sonra insan olduğunu hatırlaması gerekir, daha sonra insanlığının çiğnendiğini hissetmesi gerekir, en sonunda da ölü olduğunu ve dirilmesi gerektiğini anlaması gerekir. İnsan, düşünmeyince, bilmeyince, hissetmeyince, şüphe etmeyince, sormayınca ve sorgulamayınca önüne ne konursa yemektedir. İnsan gerçekten mal gibidir! Hakikat acı da olsa ifade edeceksin, ki şifa bulunsun yoksa hakikat acı diye dile getirilmezse şayet, daha büyük acıların yaşanmasına sebep olmaktadır. Biz bugün, insanı ilgilendiren nice hayati meselelerde, niye şöyle olmuyor, niye böyle olmuyor deyip duruyoruz, derin derin düşünüyoruz, ya kardeşim şu söyle olmalı ya diyoruz ama olmuyor, niye olmuyor düşündük mü hiç? Çünkü bizi tutsak almış düzenin kanunları onay vermiyor da ondan. İnsanı korumak, yaşatmak, yükseltmek ve yüceltmek için hiçbir kimse tek bir adım atmıyor da ondan. Atamıyor değil atmak istemiyor, çünkü keyfinin bozulacağından korkuyor, bedel ödemek istemiyor. Rahat yaşayıp giderken, durduk yere niye sıkıntılara katlanmak zorunda kalsın ki, öyle değil mi? Sıkıntı şu, insan; sahtekâr, riyakâr, yalancı!

 

Vahşi, katil, adi ve sömürücü emperyalist düzenin aracıları ve müzahirleri mebzul miktardadırlar. Gideceği hedefi bilmeyen silah, namusunu ve şerefini muhafaza edemeyen politika, yeraltı yerüstü kaynaklarını yağmalayan kompradorlar, din tahrifçileri ve tahripçileri, kalemini kiralamış ve düşüncenin namusuna ihanet etmiş aydınlar bunlardan dominant olanlardır. İnsanlığı insan kimliğinden uzaklaştır, değerleri yozlaştır, parayı ve maddeyi yücelt, bol eğlence üret, muayyen sloganlar belirle, her şeyi boz ve karmaşıklaştır ve yönet. Dünya peşinde koşan politikacılar, kudretli silahlılar, çıkarını gözeten kanun adamları, yalanın uşağı aydınlar, hakikati haykırmaktan korkan din adamları, sömürü düzeninin ayakta kalması uğruna varlıklarını son raddesine değin adayanlar zümresindendirler. İşte mezkûr sömürü düzeni bu koşullar temelinde varlığının idamesini sağlayabilmekte ve payidar olabilmektedir. Bugün, küresel düzlemde, eğitim, sağlık, ticaret, silah, bu düzenin baronları tarafından tanzim edilmektedir. Hatta dinler bile bunların oyuncağı olmuştur handiyse. Bankalar bunların kasalarıdır ama bankalarda, kasalarını bunların tavassutu ile doldurmaktadırlar. Hiç kimse asli vazifesini ifa etmemektedir. Herkesin verilmiş bir ödevi vardır ve herkes o ödevini yapmaktadır. Ruy-i zemine dağılmış ve insanlık tarlasına sızmış bu türler, insanlığa, yaşama, topraklarına ve dinlerine ihanet etmektedirler. Ama ne gariptir ki, vicdanlarını daha fazla bastırıp susturamayanlar ve gerçeği haykıranlar hain olarak telakki edilmektedirler küresel düzlemde. İnsanlıkta bu zokayı yutacak derecede cahil ve gafildir. İnsanlığın dertlerine, acılarına, çığlıklarına kulak tıkamak, göz kapamak, kalpsiz kalmak ve işin bu tarafını düşünmemek ve hissetmemek insanlık mıdır, yüreğinize sormanızı öneririm. Böyle bir şeyin insanlıkla bağdaşan bir yanının olduğunu düşünmüyorum ama ne ile bağdaşmaktadır ona da sizler karar verin. Doğmamış çocukların haklarını ipotek ettirmek, insanlığın ortak malı olan kaynakları peşkeş çekmek, insanlığın kanı üzerinden küresel hedefleri gerçekleştirmeye tevessül etmek, hakikati örtüp yalanlarla insanlığı aldatmak, adaleti öldürüp zulmü diriltmek, milyonlarca hatta milyarlarca insanı açlığa, sefalete, yoksulluğa mahkûm etmek ve bunun yapılmasına sessiz ve seyirci kalmak şuursuzluk, bilinçsizlik ve şerefsizlik değilse nedir?  Silah hedefini bilecek, kanun adamları adil olacak, din adamları hakikati haykıracak, politikacılar dürüstçe çalışacak, aydınlar adam olacak ki, bu lanetli düzen çökertilebilsin ve dünya yaşanılabilir bir yer haline gelebilsin. Bilakis, ağlayanlar halkın çocukları, gülenler ise sömürücülerin maşaları olacaktır her daim ve bu düzen her zaman ezmeye, yok etmeye devam edecek ve batanda yekpare insanlık olacaktır.

 

Son tahlilde; insanlık ve kurtuluş yolunda atılacak ilk adım, vahşi, katil, adi ve sömürücü emperyalist düzeni tüm hücrelerine ve hücrelerinin de dip derinliklerine değin çok iyi tanımaktır. Çünkü bunu yapmadığımız takdirde, neyi, niçin, nasıl ve kim için yapacağımızı asla bilemeyiz ve laf üretmekten başka hiçbir şey ortaya koyamayız. Aklımızı kullanmak, irademize hâkim olmak, bilincimizi aydınlatmak, şuurumuzu keskinleştirmek, şüphelerimizi, sorularımızı, sorgulamalarımızı daima diri tutmak ve korkularımızı yenip cesaretimizi kuşanmak gerekir. Bilincimizi; yanlış yönlendirmelerin tesirinden arındırıp aydınlatmak; kötü mirasların tutsaklığından kurtarmak ve özgürleştirmek; karşımızda ki sinsi düşmanı iyi tanımak ve şeytani melun düzenin maddi ve manevi altyapısına karşı onurlu bir mücadele vermektir. Ne istediğini bilmiyorsan, ne yapacağını anlamamışsan, onurluca yaşayabilmenin, bir şeyi düzeltebilmenin imkânı bulunmamaktadır. Aptalca bağırıp çağırmakla, kof sloganlar atmakla, papağan gibi aynı şeyleri bitevi tekrar etmekle becerebileceğin, başarabileceğin hiçbir şey yoktur. Düşün, hisset, anla, inan ve yap! Acılardan acılara sürgününün bitmesi için; haram servetler üzerinde tepişenlerin yok olması için; yıkılan umutlarının yeniden şahlanması ve dağ gibi yükselmesi için; uçup giden düşlerinin tekrar geri gelmesi için; insanlığın güçlenmesi, büyümesi, yükselmesi ve yücelmesi için; kimin ya da kimlerin kavgası için yorulduğumuzu, verdiğimiz kutsal kavgaların kimlerin işlerine geldiğini, bize ne kazandırdığını ya da kimlerin, bizlerin verdiğimiz kavgamız üzerinden ne kazandığını ve tüm bunlardan sonra kimsenin nasıl da umurunda olmadığımızı sormak, sorgulamak zorundayız. Bilakis, mücadelemizi bilinçli temellerde yürütüyor olamayız ve güzel neticelere ulaşamayız. Bizim gibi kulların peyki olarak hak aramak değil, kendi irademizi ortaya koyup bilinçli olarak hakkımızı aramak kutsaldır ancak. Şayet aklımıza ve yüreğimize sızıp, kutsal eylemlerimizi manipüle edip kirletenleri ihsas etmezsek, daha ne bedeller öderiz, acılar çekeriz ve dahi kazandığımız hiçbir şey de olmaz. Haklarımızı, birilerinin güdümünde yaşayarak değil, kendi cesaretimizi, irademizi, bilincimizi kuşanarak ve özgürce varolarak aramalıyız. Kaybettiklerimizin hesabını tutmaktan yorulmadık mı? Meselelere doğru bakış açısıyla bakmadıkça, isabetli tahliller yapabilmemiz kabil olmayacaktır ve sonuç alıcı tedaviler gerçekleştirmek imkânsızlaşacaktır. Bu katil, vahşi, adi, lanetli küresel emperyalist sömürücü düzenden kurtulmanın yolu; insan olmaktan, insan kalmaktan, insanca yaşamaktan ve kavga vermekten geçer, bilakis bu düzene teslim olmaktan, bu düzenin bize dayattığı kültürel kodlarla, olgularla yaşamaktan değil.

 

En son tahlilde; herkes ama herkes şunu kati surette bilsin ki; kalemimi, duygularımı ve düşüncelerimi, beni halkeden Allah’ın hakikatlerine ihanet için kullanamam, yalan yazamam, insanlığı adatamam ve aldanamam. Kalemimi kiralayıp, düşüncenin namusuna ihanet edecek kadar alçalamam. Aklımı kimseye teslim edemem, irademe boyunduruk vurduramam, ihtiyarımı yönlendirmelerin etkisine bırakamam, şüphelerimden feragat edemem, sorularımı unutamam, sorgulamalarımdan vazgeçemem, hakikati örtemem, yalanın uşağı olamam, vicdanımın anayasasını çiğneyemem, ahlaksızlıkta demirleyemem, adalete imanımdan taviz veremem ve insan olarak varoluş kavgamdan hiçbir zaman geri duramam. Kaderimi başkalarına çizdiremem. Bu vicdan, bu gövde hareket ettiği müddetçe konuşacak, hiç susmayacak! Geçelim!

 

Ey insan! Ruy-i zeminde, insan olabilmenin, insan kalabilmenin ve insanca yaşayabilmenin kavgasını vermek, kurtuluş adına cesareti kuşanabilmek, cehaletin karanlığından kurtulup bilincini aydınlatabilmek, kaynaklarını ve topraklarını kan emici vahşi emperyalistlerin ve uşaklarının tasallutundan azad edebilmek, sömürü düzenini yerle yeksan eyleyebilmek, emperyalist şeytanilerin kanlı, kirli ve karanlık çarklarını parçalayabilmek ve evrende insanca yaşanacak düzeni kurmak, bu hayatta ki; ilk ve son vazifendir. Şerefine ancak bu şekilde sahip çıkabilir, mücadeleni ancak bu şekilde haysiyetli kılabilirsin. Bu kavga kutsal bir kavgadır! Kavganı, insanlığından inhiraf etmiş, ahlaken tefessüh etmiş, adalete ihanet etmiş, kendini yalana teslim etmiş, insanlığını unutmuş, vicdanını susturmuş, iradesini, aklını ve ihtiyarını tutsaklaştırmış bencillerin, sefillerin, sefihlerin ellerine teslim edemezsin.  Bilakis, bu ruhları bile insanlaştıracak meziyete malik olmalısın ve büyük insanlığı tahakkuk ettirerek yüce bir isyanı ateşlemelisin, önce kalplerde, sonra kafalarda, sonra gövdelerde. Bu topraklardan ve yeryüzünün tüm mazlum ve mustazaf insanlarının topraklarından, yekpare vahşi, katil, adi, lanetli küresel emperyalist sömürücü şebekeleri temizlemelisin. Ve ruy-i zeminde hürriyetini ilan etmelisin, insanca varoluş kavganı zaferle taçlandırmalısın. İnsanlığa, hakikate, hakkaniyete, haysiyete, adalete, ahlaka düşman tüm unsurlarla savaşman kaçınılmazdır. Varlığının idamesi, bu kutsal kavgaya merbuttur! Bu kavganın zafere mülaki olması da, insanlıktan zerre taviz vermeden kavganı veriyor olmana merbuttur. Hiçbir şartta ve koşulda korkmayacaksın. Ölümden korkman ve onursuzca yaşamaya eyvallah etmen senin sonun olacaktır. Acımasızca, pervasızca savaşacaksın icap ederse. Kaderini, sömürgenlerin ellerine bırakmayacaksın. Bu acizliktir, zavallılıktır, sefilliktir, rezil rüsva olmaktır. Kaderinin kavgasını, kendin vereceksin ve kaderini kendi aklınla, iradenle, ihtiyarınla çizeceksin. İstikbalini, kendin belirleyecek ve tayin edeceksin. Bilakis, tarihten silineceksin! Vahşi, katil, adi, lanetli sömürü düzeninin orman kanunlarına karşı bitmeyen bir kavga içindesin, bunu asla unutmamalısın. Bil, inan ve asla unutma ki! Kan emici, vahşi, katil, zalim, hayvanlaşmış, insan görünümlü sömürücüler muhakkak kaybedeceklerdir ve insan kazanacaktır! İnsanlık bir gün büyük uyanışı gerçekleştirecektir. Tüm halkın ve yekpare insanlığın her bir unsuru, hep birlikte, el ele, gönül gönüle, insanca yaşanabilecek düzeni muhakkak kuracaklardır ve görkemli bir gelecek inşa edeceklerdir. Sevgi evrene egemen olacak, barış çiçeklenecek, insanlık tarlası yeni ve taze baharlara gebe kalacak, emek karşılığını bulacak, toprak terle, yaşla, kanla bereketlenecek, en güzel şarkılar insanlığın dilinde insanca terennüm edilecek, insanlık üretmekten haz alacak ve paylaşarak mutlu olacak, kaynaklar yeniden insanlığın ortak kullanımına sunulacak, karanlık evren aydınlığa boğulacaktır. Tüm kan emicilere, sömürücü zalimlere, vahşi, katil ve adi emperyalistlere insanlığın diliyle haykırmalıyız; artık bu dünyayı terk edin ve layık olduğunuz yere, tarihin çöplüğüne, defolup gidin!

 

İnsanlığı köleleştiren, yeryüzünü insana cehennem eden, adaleti hiç eden, kardeşliği piç eden, barışı suç eden bu düzen çökecek, yeryüzü bir gün cennet, insanlık mutlaka özgür olacak ve insanlığın şarkısı bir daha asla susmayacak! Bu tamamen bizim ellerimizde inanın. Geleceğimizi biz belirleyeceğiz. Kaderimizi biz çizeceğiz, bütün insanlığın kolektif bilinciyle, emeğiyle, eylemiyle. Biz insanlar büyük bir aileyiz, çoğuz. Ve istedikten sonra başaramayacağımız hiçbir şey yoktur. Korkmayın! Korkmayın! Korkmayın! Korkarsanız her gün, cesur olursanız bir kere ölürsünüz. Dizleriniz üzerinde sürünerek şerefsizce yaşayacağınıza, ayaklarınız üzerinde insanca ölün. İşte yaşamak budur!



Tarih: 18.06.2018 Okunma: 779

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

27.05.2017 - 14:24

Allah; kalbime ve aklıma hükmeden Allah, bildiğim ve kendimin bildiğim gibi inandığım Allah, hiçbir kimsenin inandığı gibi inanmadığım Allah, putlar edinmeyi ve tüm putları reddetmemi emreden Allah, insanlık ve kulluk toprağında ki din adamlarını Rabler edinmemi reddetmemi buyuran Allah, Kendisinden başka hiçbir kimseden korkmamamı isteyen Allah, dinini; dünyaya satmamı ve dünya nimetleriyle değişmemi kesinlikle kabul etmememi isteyen Allah, ahlaklı yaşamamı ve adaleti gözetmemi buyuran Allah, ben aciz ve muhtaç kulunu, kutsal kavgalar vermem için halketmiş. Kutsal emre ve yaratılış gayeme aykırı davranamam, itaatsizlik edemem. Ve kimsede, benden, böyle bir talepte bulunamaz. Bulunana da; hadi defol! çekmem, insanlık vazifemdir. Başkasını da, başka şey de bilmem, ben buyum, böyleyim!

Özgür Deniz

27.05.2017 - 20:58

Sahura kalktınız. Bir gün boyunca aç ve susuz kaldınız. Nihayet ilk iftarınızı yaptınız. Bu bir gün boyunca eminim, iftarlarını nasıl yapacaklar diye mazlumları, masumları, suçsuz ve günahsız insanları düşünmüşsünüzdür. İlk iftarları bayram olacağına zehir olmuştur nicelerinin muhakkak. Zira şeytanın günahı yüzünden, insanlara azap çektirilemez. İman ettiğim Allah böyle buyurur kutsal yasalarında. Bu yüzden ilk ve en acil insanlık vazifemiz; bu insanlar için adalet mekanizmasını olabildiğince hızlı ve düzgün çalıştırmalıyız. İnsanca, namusluca! Eğer bu kutsal ay, tümüyle, bu insanlara zehir olursa, iman ettiğim Allah, inandığım Önder, ittiba ettiğim Kur'an ve varlığına şahit olduğum tüm mevcudat şahit olsun ki, bu insanların, dokunduğu kimseyi iflah etmeyecek ahlarından kurtulamazsınız ve "Allah ile ah arasında perde yoktur" ve bunu bizatihi şahsım olarak inandığım Önder buyurur.

Özgür Deniz

29.05.2017 - 09:05

Şu yorumları zamanında görüp yayınlasanız ne olur sanki?

Özgür Deniz

27.05.2017 - 14:24

Allah; kalbime ve aklıma hükmeden Allah, bildiğim ve kendimin bildiğim gibi inandığım Allah, hiçbir kimsenin inandığı gibi inanmadığım Allah, putlar edinmeyi ve tüm putları reddetmemi emreden Allah, insanlık ve kulluk toprağında ki din adamlarını Rabler edinmemi reddetmemi buyuran Allah, Kendisinden başka hiçbir kimseden korkmamamı isteyen Allah, dinini; dünyaya satmamı ve dünya nimetleriyle değişmemi kesinlikle kabul etmememi isteyen Allah, ahlaklı yaşamamı ve adaleti gözetmemi buyuran Allah, ben aciz ve muhtaç kulunu, kutsal kavgalar vermem için halketmiş. Kutsal emre ve yaratılış gayeme aykırı davranamam, itaatsizlik edemem. Ve kimsede, benden, böyle bir talepte bulunamaz. Bulunana da; hadi defol! çekmem, insanlık vazifemdir. Başkasını da, başka şey de bilmem, ben buyum, böyleyim!

Özgür Deniz

27.05.2017 - 20:58

Sahura kalktınız. Bir gün boyunca aç ve susuz kaldınız. Nihayet ilk iftarınızı yaptınız. Bu bir gün boyunca eminim, iftarlarını nasıl yapacaklar diye mazlumları, masumları, suçsuz ve günahsız insanları düşünmüşsünüzdür. İlk iftarları bayram olacağına zehir olmuştur nicelerinin muhakkak. Zira şeytanın günahı yüzünden, insanlara azap çektirilemez. İman ettiğim Allah böyle buyurur kutsal yasalarında. Bu yüzden ilk ve en acil insanlık vazifemiz; bu insanlar için adalet mekanizmasını olabildiğince hızlı ve düzgün çalıştırmalıyız. İnsanca, namusluca! Eğer bu kutsal ay, tümüyle, bu insanlara zehir olursa, iman ettiğim Allah, inandığım Önder, ittiba ettiğim Kur'an ve varlığına şahit olduğum tüm mevcudat şahit olsun ki, bu insanların, dokunduğu kimseyi iflah etmeyecek ahlarından kurtulamazsınız ve "Allah ile ah arasında perde yoktur" ve bunu bizatihi şahsım olarak inandığım Önder buyurur.

Özgür Deniz

29.05.2017 - 09:05

Şu yorumları zamanında görüp yayınlasanız ne olur sanki?