Sayın Cumhurbaşkanım! İlk evvelde, zaferinizden dolayı sizi
tebrik ediyorum. Belki bu sözlerimden hiç haberiniz olmayacak ve sözlerim zaman
içinde uçup gidecek ama yazmak istedim. Bunu insani bir vazife olarak telakki
ettim. Birgün kaybolup gideceğim bir dünyadan, içimden geleni konuşmadan geçip
gideyim istemedim belki de. Vicdanımın dip derinliklerinden kaynayıp gelen
sözlerimdir her cümlem. Ekstra bir duygusallık zemininde yazıyorum yazımı ama
elbette akıldan kopuk olarak değil. Bakınız Sayın Cumhurbaşkanım! Ben hakikati
şiar edinmiş bir insanım. Herkesin hakikati kabullenmemesi ya da hakikate
mugayir bir yaşama alışmış ve bağımlılık kesbetmiş olması yahut dünyanın yalan
temelinde yürüyor olması, benimde hakikate uzak olmamı gerektirmez. Benim sözüm
de serttir biraz. Çünkü samimiyeti seviyorum, samimiyet temelinde yaşamayı
seviyorum. Hakikate tapıyorum. Menfaatten tiksiniyorum. Bu yüzden bir türlü
beceremedim, menfaatler belirleyip ve ona göre hareket edip, gerçek dışı ve
samimiyetsiz davranışlar sergileyerek yaşamayı. Ya da gerçeklere kör kalarak
temelsiz sözler söylemeyi bir türlü beceremiyorum. Var olan bir şeyi yokmuş
gibi farz etmeyi de tabi ki. Öyle kuru övgüden de hazzeden biri değilim. Övmem
gerekir överim, dövmem gerekir döverim. Adaletin ve insan haysiyetine saygının
gereğinin bu olduğuna inanırım. Bu sebeplerle de ne bu dünyaya, ne bu dünyanın
insanlarına, ne bu dünyanın politikasına, cemaatlerine, kurumsallaşmış olan
şeylerine alışamadım. Hakikate taptığım için, hakikate tapıyormuş gibi
yapanlarla bir türlü uyuşamadım, onlarda bana ısınamadı. Yaşama karşı
duyarlıyım ve yaşamı bilinçli bir şekilde yaşamak adına gayret ederim. Bu
sözüm, maddeye bağlılık olarak anlaşılmamalı. Korkar mıyım, kuşkusuz korkarım
ama sadece Allah’tan korkarım, bunu da tüm benliğimde hissederek olanca bilincimle
söylüyorum, laf olsun kabilinden değil. Çünkü çiğ yemedim ki karnım ağrısın.
İnsanlığa ihanet etmedim ki tecziye edileyim ya da tecziye edilmekten korkayım.
Pervasızlığımda bu yüzdendir. Ki, korkarak yaşayacağıma şerefimle ölmeyi tercih
ederim. Altı üstü bir can ve birgün nasıl olsa ayrılacak bu tenden o can,
söylemesi bile ne kadar da acı olsa da. Bu yüzden de belki yazdıklarım şaşkınlık
yaratabilir ama aslında öyle olmaması gerekir. Velakin yaşam dediğimiz ve insan
diye bildiğimiz şey malum. Ki, sizden imtina edeceğim, korkacağım bir durum da yok.
Sizde benim gibi bir insansınız. Konum farkından başka hiçbir farkımız yok. Öyle
değil mi? İnsani bir tavırla ve dille sizlere hitap ediyorum, art niyetsiz,
önyargısız, tüm samimiyetimle. Öyleyse niye korkayım ki? Bendeniz bu
topraklarda yaşayan, bu toprağın insanlarının dertleriyle dertlenen, kendince
güzel düşleri olan, bu memleketin ve milletin hayallerinde ki yerde olmasını
isteyen ve en önemlisi çocuklar için yaşayan bir insanım. Tamamen vicdanıyla
düşünen, konuşan, yazan ve yaşayan bir insanım. Yazarken gözlerim doluyor
bazen. Çünkü ekstra bir duygusallığa sahibim. Yüreğim çok ağrıyor ve acıyor. Garip
bir insanım işte. En ufak bir şey karşısında aşırı duygulanıyorum. Belki de
dünyayla münhasıran bu sebeple anlaşamıyorum ve bu yüzden dünyaya alışamıyorum.
Bu ülkede adaletin egemen olması uğruna harcadım tüm ömrümü. Bir gün bile
mülkiyet peşine düşmedim. Bir gün bile madde hırsıyla yaşamadım. Böyle bir
yaşama alışınca da artık küçük şeyleri umursamamaya başladım. Millet dünyaya
alışırken ben dünyasızlığa alıştım. Yaşayamayanlar varken yaşamayı sevemedim.
Bana ne demeyi hiçbir zaman bilemedim, beceremedim. İnsansızlığa alışamadım ama
dünyasızlığa alıştım. Ne bileyim dünyayı bir türlü sevemedim. Sevebilir miydim
bilmiyorum, hiç denemedim. Dener gibi oldum beceremedim. Çok ağır geldi.
İstesem becerir miydim? Kuşkusuz sonsuzcasına evet! Belki de alışmak adına
samimi bir çaba göstermedim. Ya ne bileyim işte, gerçekten sevemedim dünyayı. Dünyayı
derken elbette maddeyi. Daha çok maddeye sahip olmayı, sahip olduğum maddeyle
dışımda ki dünya üzerinde tahakküm kurmayı kastediyorum. Çünkü maddeye
odaklansaydım yaşamı kaçıracaktım iyi biliyorum. Ben düşlerimin peşinden
koşmayı sevdim hep. Özgürce yaşamaya sevdalandım. Ve bir şeyi hak ediyorsam,
benim istememe gerek yok, verilmeli dedim. Belki de insanları kendim gibi
bildim. Hak ettiğimi alabildim mi? Elbette ki böyle bir dünya da namümkündür
bu, söylemeye bile gerek yok. Çünkü nimetle dolu bir dünya ve o nimetin peşinde
koşturan sayısız insanla lebalep bir dünya. Bendeniz biraz aykırı yaşayan bir
insanım. Dünyaya göre sıkıcı bir insan. Sözlerim de, muhabbetim de can sıkıcı
olur. Kayıtsız şartsız evet demeyi ve sorgusuz sualsiz tabi olmayı başaramayan
bir insanım. Çünkü fikri temeller üzerinde yaşarım hayatı. Öyle laf olsun
kabilinden yaşamam. Tıpkı laf olsun kabilinden boş söz söylemeyi sevmediğim
gibi. Duyarlıyımdır, aşırı hassasımdır. Çünkü insanım ve insanlığın içinde
yaşıyorum. Bu yüzden de insanla ilgili sorunlara duyarlı oluyorum. Keşke her
şey hakikat temelinde ve hakikate göre olsa diyorum. İnsan odaklı olsa her şey
ve insani olsa. Politikayı ve politikacıları, sizler zaten benden çok daha iyi
bilirsiniz. Keza aydınları, din adamlarını. Ben bu dünyalarda hiçbir zaman
samimiyet göremiyorum. Dünyayı birazda bu yüzden sevmiyorum belki. Çünkü
dünyayı yönlendiren ve yönetenler bu dünyanın insanlarıdır kahir ekseriyetle.
Onlarda hakikatten kopuk olduklarında, öyle bir dünyayı siz düşünün nasıl olur?
Çünkü ne kadar samimi olursanız, iyilik peşinde koşarsanız, o kadar çok
eziliyorsunuz bu dünyada. Keşke böyle olmasaydı! Bilmiyorum, dünyanın ve
insanın özü bu mu? Sürekli sorguluyorum bunu kendi dünyam da. Sözlerim biraz
karışık oluyor gibi ama konuşuyormuş, muhabbet ediyormuş gibi yazmayı
seviyorum.
Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz akademik konuşmayı, ölçüp
biçerek yazmayı beceremiyorum ama elbette nezaketi de bilirim elhamdülillah. Bendeniz,
duygularım yüreğimden nasıl akıp geliyorsa dilime, hiç bozmadan döküyorum
dışarıya yani kalbimde ne varsa dilimde o var. Sizlerde, bendenizde fani
insanlarız. Bugün varız yarın yoğuz. Yeri yurdu olmayan bir düş gibiyiz,
kanatsız bir kuş gibiyiz. Gün gelecek uçup gideceğiz sonsuzluğa. Elbette
bırakacağımız şeyler olacak geride. Hep iyilikle anılmak isteriz hepimiz. Hep
ardımızda dua edenlerimiz olsun diye dileriz Allah’tan. Bu yüzden bu dünyada,
vicdan, merhamet ve adalet temelinde varolmamız iktiza eder. Kuşkusuz da bu
üçgende yaşamaya çalışıyoruzdur, kusurlarımızla, hatalarımızla. Ama öyle anlar
olur ki, bizlerin haberimiz olmadığı zamanlarda ne suçlar işlendiğinin farkında
bile olamayız. Binaenaleyh olabildiğince titizlikle ve hassasiyetle hareket
etmek icap eder. İnsanın olduğu bir dünyada her şeyin olabilmesi mümkün
görünüyor. Zira menfaatin bol, ahlakın az olduğu bir dünyadayız. Ve menfaat ne
kadar yaşamak derdindeyse, ahlak o kadar yaşatmak emelindedir. Ki, dünya
menfaatperest insanlarla doludur. Bunu en iyi sizler bilirsiniz. Çünkü bahusus
politik arena bu minvalde işler, sizlerde en üst düzeyde dağıtan konumunda
olduğunuz için bitevi karşılaşıyorsunuzdur menfaatperest kişiliklerle.
Yaşadığımız hayat tecrübesi ve geride bıraktığımız insanlık tarihi bize bunun
böyle olduğunu gösteriyor. Fani insanlarız nihayetinde ve ömrümüzü de faniliğe
mahkûm etmemeliyiz. Dünya bir hiçtir ve boştur, içindekiler bir leştir. Dünya
için kalpler kırılmamalı, insanlar üzülmemeli, yürekler acıtılmamalı ve
ağrıtılmamalı bendenize göre. Aynı topraklar üstünde yaşıyoruz, aynı devletin
çatısı altındayız ve en önemlisi biz insanlar kardeşiz. Bu topraklar ve bu
devlet hepimizin. Kardeşçe, el ele, gönül gönüle yaşamalı ve böyle bir yaşam
için gerekirse yaşamdan bile feragat edebilmeliyiz. İnsanlık ailesinin fertleri
insanlık yasalarına göre kuşkusuz farklı farklıdır ve bu tabiidir. Zira Allah
insanı halketmiş ama her birini diğerine benzetmemiş tıpatıp. Öyleyse
farklılıklar zenginliğimiz olmalıdır, şikâyetimiz ve nedametimiz değil. Ne
kadar güçlü olursak olalım, bu dünyayı muhakkak terk edeceğiz. Bu sebeple
hayatımızı yaşarken, her hareketimizde, o kadar titiz, o kadar seçici, ölçüp
biçici olmalıyız ki, bizi ebedi yanlışa mahkûm eden ve bizim hayatımıza fanilik
kemendini vuran bir şey olmasın. Değmez ki, yemin ediyorum değmez ki, niye
değsin ki? Üç kuruşluk bir dünya için, acılarla, sancılarla, kanla, terle,
yaşla kazanılmış hayatlar niçin feda edilsin ki? Vicdanınızla hissedin bir kere
lütfen, Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına. Yüreğiniz sonsuzluğa akıp
gidiyormuş gibi hissedin. Duygularınız donmasın. Böyle bir şey olduğunda ve bir
gün güçten, takatten düştüğümüzde ve o an, bir an dönüp maziye baktığımızda
neler hissederiz ki? Devletin vazifesi affetmektir, bağışlamaktır, kanunlar
emrinde olduğu için sonuna kadar cezalandırmak değildir. Tabi bu bahsettiklerim
suçsuz, günahsız, masum insanlar içindir. Zira devlet istedikten sonra merhamet
etmeden yargılayabilecek, tecziye edebilecek güce maliktir, işte hal böyleyken
mühim olan devlet karşısında bir karınca misali olan insanları affedebilmektir
olması gereken. Önemli olan güçlü olanları affetmek değildir, devlet karşısında
güçsüz olanları, eli kolu bağlı olanları affedebilmektir. Affedilmeyen
insanların yüreklerinde ki sızıyı, sessiz ve derin çığlığı duyumsayabilir
misiniz? Her şey mantıkla anlaşılmaz ve her şey mantık değildir. Devlet
istedikten sonra herkesin ekmeğine el koyabilir, başkaldıran başları ezebilir,
canları alabilir ama marifet bu değildir. Birgün geriye dönüp bakacağız ister
istemez insanlar olarak. Neler hissedeceğiz ya da bize neyi hissettirecek bıraktığımız
hatıralar, anlar, eylemlerimiz? Marifet böyleyken, affedebilecek kadar
merhametli olabilmektir. İnsanları yaratan devlet değildir ki. Allah’tır ve
Allah herkese bu dünyada bir rızk ve doğuştan haklar vermiştir. Tamam, insanlar
suç işlesin demiyorum ki ama affedilebilecek insanlar vardır diyorum ve vardır
da. Bunu sizlerde çok iyi biliyorsunuz. Kudretli olanların suçlu oldukları
halde affedildikleri bir dünya da, zayıf insanların suçlu olup olmadıkları
vicdan terazisinde tartılmalıdır ve zayıf bir insan suçlu olsa bile affedildiği
zaman aynı suçu işleyebilecek kudrete malik değildir ama kudretli olanları
şımartmaz mı affedilmek ve marifet mi onları affetmek ve adalet midir böyle bir
şey? Ayrıca herhangi bir suçtan dolayı hayatı lekelenen ve suçsuz oldukları
anlaşılınca affedilen insanların hayatlarında bırakılan lekeler silinmeli ve
itibarları iade edilmelidir. Yazıktır ve günahtır değil mi onlara? Böyle bir
şeyi hiçbir vicdan tolere edemez değil mi Sayın Cumhurbaşkanım? Bir gece
balkona çıkın ve yıldızlara bakın, o anda düşüncelerinizi affedin ve kendinizi
tamamen yüreğinize düşen duygulara bırakın. Kendinizi hissedin, hayatınızı
hissedin, dünyayı hissedin ve birgün kanatsız bir kuş gibi uçup gideceğinizi
hissedin, aynı şeyi fecrin alacakaranlığında yapın sonra da hayatın içine atılın
ve derin bir gözlem yapın. İnsanları gözleyin, nasılda garip olduklarını
hissedin. Kendilerine güveniyormuş gibi dolaştıklarını ama aslında nasılda
çaresiz olduklarını duyumsayın. Çocukları gözleyin. Bu dünya boş, saçma ve
anlamsız Sayın Cumhurbaşkanım. Ve bir gün bırakacağız hepimiz, biz onu bırakmasak
o bizi bırakacak.