AÇIK MEKTUP...1...

Özgür DENİZ - 25.06.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! İlk evvelde, zaferinizden dolayı sizi tebrik ediyorum. Belki bu sözlerimden hiç haberiniz olmayacak ve sözlerim zaman içinde uçup gidecek ama yazmak istedim. Bunu insani bir vazife olarak telakki ettim. Birgün kaybolup gideceğim bir dünyadan, içimden geleni konuşmadan geçip gideyim istemedim belki de. Vicdanımın dip derinliklerinden kaynayıp gelen sözlerimdir her cümlem. Ekstra bir duygusallık zemininde yazıyorum yazımı ama elbette akıldan kopuk olarak değil. Bakınız Sayın Cumhurbaşkanım! Ben hakikati şiar edinmiş bir insanım. Herkesin hakikati kabullenmemesi ya da hakikate mugayir bir yaşama alışmış ve bağımlılık kesbetmiş olması yahut dünyanın yalan temelinde yürüyor olması, benimde hakikate uzak olmamı gerektirmez. Benim sözüm de serttir biraz. Çünkü samimiyeti seviyorum, samimiyet temelinde yaşamayı seviyorum. Hakikate tapıyorum. Menfaatten tiksiniyorum. Bu yüzden bir türlü beceremedim, menfaatler belirleyip ve ona göre hareket edip, gerçek dışı ve samimiyetsiz davranışlar sergileyerek yaşamayı. Ya da gerçeklere kör kalarak temelsiz sözler söylemeyi bir türlü beceremiyorum. Var olan bir şeyi yokmuş gibi farz etmeyi de tabi ki. Öyle kuru övgüden de hazzeden biri değilim. Övmem gerekir överim, dövmem gerekir döverim. Adaletin ve insan haysiyetine saygının gereğinin bu olduğuna inanırım. Bu sebeplerle de ne bu dünyaya, ne bu dünyanın insanlarına, ne bu dünyanın politikasına, cemaatlerine, kurumsallaşmış olan şeylerine alışamadım. Hakikate taptığım için, hakikate tapıyormuş gibi yapanlarla bir türlü uyuşamadım, onlarda bana ısınamadı. Yaşama karşı duyarlıyım ve yaşamı bilinçli bir şekilde yaşamak adına gayret ederim. Bu sözüm, maddeye bağlılık olarak anlaşılmamalı. Korkar mıyım, kuşkusuz korkarım ama sadece Allah’tan korkarım, bunu da tüm benliğimde hissederek olanca bilincimle söylüyorum, laf olsun kabilinden değil. Çünkü çiğ yemedim ki karnım ağrısın. İnsanlığa ihanet etmedim ki tecziye edileyim ya da tecziye edilmekten korkayım. Pervasızlığımda bu yüzdendir. Ki, korkarak yaşayacağıma şerefimle ölmeyi tercih ederim. Altı üstü bir can ve birgün nasıl olsa ayrılacak bu tenden o can, söylemesi bile ne kadar da acı olsa da. Bu yüzden de belki yazdıklarım şaşkınlık yaratabilir ama aslında öyle olmaması gerekir. Velakin yaşam dediğimiz ve insan diye bildiğimiz şey malum. Ki, sizden imtina edeceğim, korkacağım bir durum da yok. Sizde benim gibi bir insansınız. Konum farkından başka hiçbir farkımız yok. Öyle değil mi? İnsani bir tavırla ve dille sizlere hitap ediyorum, art niyetsiz, önyargısız, tüm samimiyetimle. Öyleyse niye korkayım ki? Bendeniz bu topraklarda yaşayan, bu toprağın insanlarının dertleriyle dertlenen, kendince güzel düşleri olan, bu memleketin ve milletin hayallerinde ki yerde olmasını isteyen ve en önemlisi çocuklar için yaşayan bir insanım. Tamamen vicdanıyla düşünen, konuşan, yazan ve yaşayan bir insanım. Yazarken gözlerim doluyor bazen. Çünkü ekstra bir duygusallığa sahibim. Yüreğim çok ağrıyor ve acıyor. Garip bir insanım işte. En ufak bir şey karşısında aşırı duygulanıyorum. Belki de dünyayla münhasıran bu sebeple anlaşamıyorum ve bu yüzden dünyaya alışamıyorum. Bu ülkede adaletin egemen olması uğruna harcadım tüm ömrümü. Bir gün bile mülkiyet peşine düşmedim. Bir gün bile madde hırsıyla yaşamadım. Böyle bir yaşama alışınca da artık küçük şeyleri umursamamaya başladım. Millet dünyaya alışırken ben dünyasızlığa alıştım. Yaşayamayanlar varken yaşamayı sevemedim. Bana ne demeyi hiçbir zaman bilemedim, beceremedim. İnsansızlığa alışamadım ama dünyasızlığa alıştım. Ne bileyim dünyayı bir türlü sevemedim. Sevebilir miydim bilmiyorum, hiç denemedim. Dener gibi oldum beceremedim. Çok ağır geldi. İstesem becerir miydim? Kuşkusuz sonsuzcasına evet! Belki de alışmak adına samimi bir çaba göstermedim. Ya ne bileyim işte, gerçekten sevemedim dünyayı. Dünyayı derken elbette maddeyi. Daha çok maddeye sahip olmayı, sahip olduğum maddeyle dışımda ki dünya üzerinde tahakküm kurmayı kastediyorum. Çünkü maddeye odaklansaydım yaşamı kaçıracaktım iyi biliyorum. Ben düşlerimin peşinden koşmayı sevdim hep. Özgürce yaşamaya sevdalandım. Ve bir şeyi hak ediyorsam, benim istememe gerek yok, verilmeli dedim. Belki de insanları kendim gibi bildim. Hak ettiğimi alabildim mi? Elbette ki böyle bir dünya da namümkündür bu, söylemeye bile gerek yok. Çünkü nimetle dolu bir dünya ve o nimetin peşinde koşturan sayısız insanla lebalep bir dünya. Bendeniz biraz aykırı yaşayan bir insanım. Dünyaya göre sıkıcı bir insan. Sözlerim de, muhabbetim de can sıkıcı olur. Kayıtsız şartsız evet demeyi ve sorgusuz sualsiz tabi olmayı başaramayan bir insanım. Çünkü fikri temeller üzerinde yaşarım hayatı. Öyle laf olsun kabilinden yaşamam. Tıpkı laf olsun kabilinden boş söz söylemeyi sevmediğim gibi. Duyarlıyımdır, aşırı hassasımdır. Çünkü insanım ve insanlığın içinde yaşıyorum. Bu yüzden de insanla ilgili sorunlara duyarlı oluyorum. Keşke her şey hakikat temelinde ve hakikate göre olsa diyorum. İnsan odaklı olsa her şey ve insani olsa. Politikayı ve politikacıları, sizler zaten benden çok daha iyi bilirsiniz. Keza aydınları, din adamlarını. Ben bu dünyalarda hiçbir zaman samimiyet göremiyorum. Dünyayı birazda bu yüzden sevmiyorum belki. Çünkü dünyayı yönlendiren ve yönetenler bu dünyanın insanlarıdır kahir ekseriyetle. Onlarda hakikatten kopuk olduklarında, öyle bir dünyayı siz düşünün nasıl olur? Çünkü ne kadar samimi olursanız, iyilik peşinde koşarsanız, o kadar çok eziliyorsunuz bu dünyada. Keşke böyle olmasaydı! Bilmiyorum, dünyanın ve insanın özü bu mu? Sürekli sorguluyorum bunu kendi dünyam da. Sözlerim biraz karışık oluyor gibi ama konuşuyormuş, muhabbet ediyormuş gibi yazmayı seviyorum.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz akademik konuşmayı, ölçüp biçerek yazmayı beceremiyorum ama elbette nezaketi de bilirim elhamdülillah. Bendeniz, duygularım yüreğimden nasıl akıp geliyorsa dilime, hiç bozmadan döküyorum dışarıya yani kalbimde ne varsa dilimde o var. Sizlerde, bendenizde fani insanlarız. Bugün varız yarın yoğuz. Yeri yurdu olmayan bir düş gibiyiz, kanatsız bir kuş gibiyiz. Gün gelecek uçup gideceğiz sonsuzluğa. Elbette bırakacağımız şeyler olacak geride. Hep iyilikle anılmak isteriz hepimiz. Hep ardımızda dua edenlerimiz olsun diye dileriz Allah’tan. Bu yüzden bu dünyada, vicdan, merhamet ve adalet temelinde varolmamız iktiza eder. Kuşkusuz da bu üçgende yaşamaya çalışıyoruzdur, kusurlarımızla, hatalarımızla. Ama öyle anlar olur ki, bizlerin haberimiz olmadığı zamanlarda ne suçlar işlendiğinin farkında bile olamayız. Binaenaleyh olabildiğince titizlikle ve hassasiyetle hareket etmek icap eder. İnsanın olduğu bir dünyada her şeyin olabilmesi mümkün görünüyor. Zira menfaatin bol, ahlakın az olduğu bir dünyadayız. Ve menfaat ne kadar yaşamak derdindeyse, ahlak o kadar yaşatmak emelindedir. Ki, dünya menfaatperest insanlarla doludur. Bunu en iyi sizler bilirsiniz. Çünkü bahusus politik arena bu minvalde işler, sizlerde en üst düzeyde dağıtan konumunda olduğunuz için bitevi karşılaşıyorsunuzdur menfaatperest kişiliklerle. Yaşadığımız hayat tecrübesi ve geride bıraktığımız insanlık tarihi bize bunun böyle olduğunu gösteriyor. Fani insanlarız nihayetinde ve ömrümüzü de faniliğe mahkûm etmemeliyiz. Dünya bir hiçtir ve boştur, içindekiler bir leştir. Dünya için kalpler kırılmamalı, insanlar üzülmemeli, yürekler acıtılmamalı ve ağrıtılmamalı bendenize göre. Aynı topraklar üstünde yaşıyoruz, aynı devletin çatısı altındayız ve en önemlisi biz insanlar kardeşiz. Bu topraklar ve bu devlet hepimizin. Kardeşçe, el ele, gönül gönüle yaşamalı ve böyle bir yaşam için gerekirse yaşamdan bile feragat edebilmeliyiz. İnsanlık ailesinin fertleri insanlık yasalarına göre kuşkusuz farklı farklıdır ve bu tabiidir. Zira Allah insanı halketmiş ama her birini diğerine benzetmemiş tıpatıp. Öyleyse farklılıklar zenginliğimiz olmalıdır, şikâyetimiz ve nedametimiz değil. Ne kadar güçlü olursak olalım, bu dünyayı muhakkak terk edeceğiz. Bu sebeple hayatımızı yaşarken, her hareketimizde, o kadar titiz, o kadar seçici, ölçüp biçici olmalıyız ki, bizi ebedi yanlışa mahkûm eden ve bizim hayatımıza fanilik kemendini vuran bir şey olmasın. Değmez ki, yemin ediyorum değmez ki, niye değsin ki? Üç kuruşluk bir dünya için, acılarla, sancılarla, kanla, terle, yaşla kazanılmış hayatlar niçin feda edilsin ki? Vicdanınızla hissedin bir kere lütfen, Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına. Yüreğiniz sonsuzluğa akıp gidiyormuş gibi hissedin. Duygularınız donmasın. Böyle bir şey olduğunda ve bir gün güçten, takatten düştüğümüzde ve o an, bir an dönüp maziye baktığımızda neler hissederiz ki? Devletin vazifesi affetmektir, bağışlamaktır, kanunlar emrinde olduğu için sonuna kadar cezalandırmak değildir. Tabi bu bahsettiklerim suçsuz, günahsız, masum insanlar içindir. Zira devlet istedikten sonra merhamet etmeden yargılayabilecek, tecziye edebilecek güce maliktir, işte hal böyleyken mühim olan devlet karşısında bir karınca misali olan insanları affedebilmektir olması gereken. Önemli olan güçlü olanları affetmek değildir, devlet karşısında güçsüz olanları, eli kolu bağlı olanları affedebilmektir. Affedilmeyen insanların yüreklerinde ki sızıyı, sessiz ve derin çığlığı duyumsayabilir misiniz? Her şey mantıkla anlaşılmaz ve her şey mantık değildir. Devlet istedikten sonra herkesin ekmeğine el koyabilir, başkaldıran başları ezebilir, canları alabilir ama marifet bu değildir. Birgün geriye dönüp bakacağız ister istemez insanlar olarak. Neler hissedeceğiz ya da bize neyi hissettirecek bıraktığımız hatıralar, anlar, eylemlerimiz? Marifet böyleyken, affedebilecek kadar merhametli olabilmektir. İnsanları yaratan devlet değildir ki. Allah’tır ve Allah herkese bu dünyada bir rızk ve doğuştan haklar vermiştir. Tamam, insanlar suç işlesin demiyorum ki ama affedilebilecek insanlar vardır diyorum ve vardır da. Bunu sizlerde çok iyi biliyorsunuz. Kudretli olanların suçlu oldukları halde affedildikleri bir dünya da, zayıf insanların suçlu olup olmadıkları vicdan terazisinde tartılmalıdır ve zayıf bir insan suçlu olsa bile affedildiği zaman aynı suçu işleyebilecek kudrete malik değildir ama kudretli olanları şımartmaz mı affedilmek ve marifet mi onları affetmek ve adalet midir böyle bir şey? Ayrıca herhangi bir suçtan dolayı hayatı lekelenen ve suçsuz oldukları anlaşılınca affedilen insanların hayatlarında bırakılan lekeler silinmeli ve itibarları iade edilmelidir. Yazıktır ve günahtır değil mi onlara? Böyle bir şeyi hiçbir vicdan tolere edemez değil mi Sayın Cumhurbaşkanım? Bir gece balkona çıkın ve yıldızlara bakın, o anda düşüncelerinizi affedin ve kendinizi tamamen yüreğinize düşen duygulara bırakın. Kendinizi hissedin, hayatınızı hissedin, dünyayı hissedin ve birgün kanatsız bir kuş gibi uçup gideceğinizi hissedin, aynı şeyi fecrin alacakaranlığında yapın sonra da hayatın içine atılın ve derin bir gözlem yapın. İnsanları gözleyin, nasılda garip olduklarını hissedin. Kendilerine güveniyormuş gibi dolaştıklarını ama aslında nasılda çaresiz olduklarını duyumsayın. Çocukları gözleyin. Bu dünya boş, saçma ve anlamsız Sayın Cumhurbaşkanım. Ve bir gün bırakacağız hepimiz, biz onu bırakmasak o bizi bırakacak.

Tarih: 25.06.2018 Okunma: 782

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?