Sayın Cumhurbaşkanım! Zat-ı Alinizden tüm kalbimle ve
bilincimle bir şey istirham ediyorum; Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık
aşkına, kutsal yasaları tertil, tedebbür, taakkul ile ve vicdanınızda
hissederek ve dahi anlayarak ve ağlayarak bir defa okuyunuz lütfen. Elbette
okuyorsunuz ama bir daha okuyunuz lütfen. Bir şey sormak istiyorum naçizane,
yüksek müsaadenize sığınarak; biz niye okuyoruz? Gerçekten merak ediyorum ve
olabildiğince samimiyetimle, ciddiyetimle ve tüm benliğimde hissederek
soruyorum bu soruyu. Niye okuyoruz? En başta Kur’an’ı, sonra Aliya’yı,
Şeriati’yi, Meriç’i, Topçu’yu, Nietzsche’yi vb. büyük beyinleri niye okuyoruz,
sadece okumuş olmak için mi okuyoruz ya da bizlere laf olsun diye mi okuyun
deniyor mütemadiyen veyahut okuyun derken haddizatında okumamamız mı isteniyor
ama okumamız isteniyormuş gibi mi yapılıyor? Zira okuyanın muhakkak olarak bir
şeyler yapacağı apaçık bir gerçektir. Çendan olumsuzluklara, yanlışlara karşı
isyan edeceği muhakkaktır. Zira her okuyanda, eğer namuslu okuyorsa, bir
vicdanın palazlanacağını herkes bilir. Misal; Aliya diyor ki; ‘’iyi insan
olmadan, iyi Müslüman olamayız’’ şimdi ben bunu okuyup unutmam mı icap ediyor, saftirikten
bir söz olarak mı algılamam gerekiyor, fırlatıp atmam mı lazım okuduktan sonra,
üzerinde hiç düşünmemem mi iktiza ediyor ya da okuyup, üzerinde düşünüp,
anlayıp, hissedersem ne olur? Ya da böyle yaptığım halde hayata geçirmeyi boş
vermem mi gerekir? Sayın Cumhurbaşkanım! Cehalet insanlığı esir almışsa,
bendenizi de esir alacak diye bir şey yoktur. İnsanlık hakikati algılamakta ve
anlamakta sorun yaşıyorsa, bu bendenizin de sorun yaşayacağım anlamına gelmez.
İnsanlık idealsizse, bu durum bendenizin de realizme teslim olacağım ya da
olmak zorundayım anlamına gelmez. İnsanlık hakikatin icrasını umursamıyorsa ve
duruma lakayt kalıyorsa, bu bendenizin de aynı şekilde hareket edeceğim
anlamına gelmez. Bendeniz hem yüksek ülkülerden ve erdemlerden dem vuracam hem
de dem vurduklarımın mutlak zıttı yönde eylemlerde bulunacam, bu nasıl kabil
olabilir ki? İşte sorun burada Sayın Cumhurbaşkanım. Ya bilmiyoruz ama
bildiğimizi sanıyoruz ya da biliyoruz ama umursamıyoruz ve uygulamaya
geçirmiyoruz. Bu da hiçbir işe yaramıyor, hiçbir yaraya merhem olmuyor, bilakis
insanlığın vicdanının kanamasına sebep oluyor biteviye. İşte benim derdim de,
sıkıntım da budur. Bu paradoks çözülmeden, insanlığın gülmesi muhal ender
muhaldir. İnsanlığı en temelinde kasıp kavuran ve acılardan acılara sürgün
kılan şey budur. İnsanlığı ahlaksızlığa, vicdansızlığa, merhametsizliğe,
adaletsizliğe ve zulme sevkeden bilinçsizlik durumunun ifadesidir bu. İnsanlık
samimiyetsiz, ciddiyetsiz ve müraidir. Mebzul miktarda laf etmektedir (söz
söylemekten zaten uzaktır, zira söz söyleyebilmek bazı şeyleri önkoşul kılar)
velakin tek bir eylem yapabilecek kabiliyetten, kapasiteden, zekâdan uzaktır.
Peki, bir şeyi okuduktan, anladıktan, hissettikten sonra, onu eyleme dökmezsek
ne olur? Yani bunun anlamı nedir ki? Böyle bir şey olamaz ki. Bendeniz bir
olguyu tüm boyutlarıyla algılayacağım, anlayacağım, kavrayacağım, ruhumda
hissedeceğim ama o olguyu, mahiyetine mütenasip olaylaştırmaktan imtina
edeceğim, yani bu nasıl kabil olabilir Allah aşkına? Bunu yapana ne denir ki,
mutlak ve kutsal yasalar nezdinde kimdir bunu yapan? İnsançocuğu oturuyor öyle
iri laflar ediyor ki, öyle büyük erdemlerden bahsediyor ki, sanırsınız dünyanın
insanlık numunesi ama eylemine bir bakıyorsunuz, söylediklerinin mutlak zıttı.
Burada bir algı, anlama ve kavrama sorunu yok mu hatta daha ötesi bir zekâ
sorunu yok mu Allah aşkına Sayın Cumhurbaşkanım? Bendenizin isyanı bunadır
işte. İnsanın kalbi temiz olmalıdır, insan dürüst olmalıdır ve ortaya konulan
eylem kalbe dokunmalıdır! Kalbe dokunmayan her şey boştur.
Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz, vicdanının sesine bir an
bile kulak tıkayan bir insan değilim, bugüne kadar olmadım ve ilanihaye de
olmayacağım. Çünkü bugün varım, yarın yokum, her hâlükârda fani bir
insançocuğuyum, bir gün bu gövde takatsiz kalacak ve bu can yuvadan uçup
gidecek, bir gün otlar, çiçekler büyüyecekler üzerimde. Bir gün unutacaklar
geride bıraktıklarım. Karanlık, ışık ister değil mi? Ya karanlığa yakacak bir
ışığım olmazsa ne yaparım? Sizlerde bilirsiniz ki, herkes ateşini de, ışığını
da, gülünü de kendisi götürür yanında. Öyleyse bu dünyada vicdanla yaşamak en
iyisidir, en güzel yaşamaktır, çendan kötülüklerden kendini korumanın en
sağlıklı ve sağlam yolu budur. Keza karanlığını aydınlatabilmek, gülünü
koklayabilmek ve ateşini söndürebilmekte buna bağlıdır. Üstelik bir ideale
bağlanmanın ve insanlık namına yapılabilecek bir şeyler yapmanın ve ulvi
değerlere kendini adamanın da en kesin altyapısı budur. Zira ancak vicdanı
işleyen insan bu yönelimde bulunabilir. Çünkü vicdanı aktif olan hissedebilir
ve merhamet edebilir ve ancak hissedip merhamet edebilenler insanlık adına bir
şeyler yapma derdini taşıyabilirler. Dünya acı doludur, zorluk doludur, kan
doludur, dünya merhamet bekleyen mazlum ve masum insanlarla doludur ve dünya
zalimlerle doludur. Eğer vicdanımın sesine kulak tıkarsam, mazlumların ve
masumların çığlıklarını da işitemem ve ödevimi bihakkın ifa edemem. Bu korkunç
bir şeydir biliyor musunuz? Merhamet etmeyene Allah merhamet etmeyecektir,
bağışlanmak isteyen bağışlamasını bilecektir. Bendenizi yöneten dinamikler;
aklım ve vicdanımdır ve bu bademada böyle olacaktır. Bu kötü müdür, yanlış
mıdır, hakikate ihanet midir, kutsal yasalara isyan mıdır? Vicdanımın sesi,
hiçbiri değildir diyor bana! Vicdanın sesinin gerçekte kimin sesi olduğunun da
çok beliğ ve sarih olarak bilincindeyim. Eğer madde manadan mahrumsa o maddenin
hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ruhsuz beden neye yarar? İnsanın gövdesinde,
insanı iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, dürüstlüğe sevkeden bir ruh yoksa o gövde
hiçbir işe yaramaz değil mi? Bunda hemfikir olduğumuza kaniyim. Ki, zaten
gerçeğin kendisi de ve olması iktiza eden de budur, aksi düşünülemez bile.
İnsanlığın maddi birikimlerine değer katan şeyde, o birikimler uğruna harcanan
emek, akıtılan kan, dökülen yaş ve terdir. Binaenaleyh, kuşku yok ki, bir
ülkede maddi değer üretmek ya da maddi değerlerin bizatihi kendileri sonsuz
önemlidir, zira terakkinin göstergesidir. Velakin, bir ülkede insanların manevi
bir mutluluk içinde yaşamaları tüm maddi şeylerden daha önemlidir. Zira insanın
o maddi şeylerden istifade edebilmesi manen mutlu olmasına merbuttur.
Sağlığınız yoksa, hangi yiyecekten, içecekten, giyecekten haz alabilirsiniz?
Mana âlemimde mutmain değilsem, maddi âlemde ki şeylerden hangi haleti ruhiye
ile istifade edebilirim? Maddi olgular, eğer manevi olguları mündemiç
değillerse, maddi olgulara karşı hangi güzel duyguları besleyebilirim ki? Maddi
bir şeyi sevebilmem, ondan derin bir haz alabilmem ve ona kopmaz ve sarsılmaz
bir bağla bağlanabilmem için, o madde içinde ki manayı sonsuzcasına yaşama
zevkine erişmem iktiza etmez mi? Sayın Cumhurbaşkanım! Hayat çok garip, yaşamak
çok zor, insan acayip! Kalbe dokunuşlarda bulunmadıktan sonra her şeyin varlığı
hiçliğe ve anlamsızlığa mahkûmdur. Münhasıran hissetmek gerekiyor!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bu evrene şahitler ve şehitler olmaya
geldik. Bilincim aydınlandığından bu yana şahitlik ediyorum ve etmeye de devam
edeceğim. Armağan edilen bir ömrün sahibiyim ve bu ömür bir emanet bana. Bu
dil, bu göz, bu kulak, bu akıl, bu kalp, bu vicdan, bu ayak, bu gövde bir
emanet bana ve bu emanetleri mahiyetlerine mütenasip aktive etmek
mecburiyetindeyim. Bilakis yanarım ve insanlığın yanmasına göz yummuş olurum.
Velakin bendeniz zalimlerden olamam! Kaosun egemen olduğu, anlamsızlığın hüküm sürdüğü,
insansızlaştırılmaya çalışılan bir evrendeyim. Nice zorluklarla mücadele
etmekteyim. Yalan savruluyor, hakikat kavruluyor burada. Samimiyet, ciddiyet,
dürüstlük ara ki bulasın. -Mış gibi yapılıyor, yaşanıyor münhasıran. Gerçeği
haykırmak en kutsal ödevi olanlar bile gerçeği haykırmaktan korkuyorlar, çünkü
kaybedecekleri çok şey kazanmışlar ve elde edecekleri daha çoook menfaatleri
bulunmaktadır. Ne acıdır değil mi böyle yaşamak ve böyle yaşanılan bir dünya da
yaşamak en acısıdır? Böyle bir evrende gerçeği haykırmanın yüce bir erdem ve
gerçek bir devrim olduğuna inanıyorum. Milyarlarca üyesi olan bir ailenin
ferdiyim. Sayısız olgulara ve o olguların olaylaşmalarına muhatabım. Tek bir
dilin, hiçbir yüce hakikati söylediğine şahitlik edemiyorum. Dillere pelesenk olmuş
bir söz var; böyle gelmiş böyle gider, sen mi düzelteceksin dünyayı, sana
dokunulmuyorsa otur oturduğun yerde? Oysa dostların sessizliği unutulur mu
sanır insanlar? Ve işte bu sözlerle, her şey mubah olarak görülmüş.
Hakikatlerin dillendirilemeyip gizlenmesi, ahlaksızca yaşanması, adaletin çiğnenmesi,
zulmün tolere edilmesi, haram yemenin normalmiş gibi görülmesi ve maateessüf
kanıksanmış olması, insanların cahilleşmesinden rahatsız olunmaması, dostun
yanlışlarının bile doğru gibi kabul görmesi ve umursanmaması, kul hakkına
tecavüzün normal bir şeymiş gibi algılanması vb. nice şeyler artık değersiz
görülmektedir. İnsan kendini küçültmüş, basite indirgemiş, hiçleştirmiştir.
İnsan, maalesef insanlığını kaybetmiştir. İnsan, imtihanı kaybetmiştir! İnsan,
insanın cenneti olacağına kurdu olmuştur ve bunda hiçbir mahzur da
görmemektedir. Herkes bir şekilde yaşamanın yolunu bulmanın ve bu uğurda
değerlerinden gerekirse nasıl taviz verebileceğinin stratejisini yapmanın ve
yaptığı bu hareketi ne şekilde meşrulaştıracağının derdindedir. Hülasa; insan
düşmüştür! İşte münhasıran bu sebeple insanı savunuyorum, çünkü insanın
düştüğünü görüyorum ve biliyorum. Bitevi takip ediyorum her şeyi, izliyorum,
gözlüyorum ve bir gün yaşanan her şeye tanıklık edeceğim ve her şeyi tüm
teferruatıyla anlatacağım. Anlattıklarım sadece gerçekler olacak. Ve bendeniz
masum olacağım! Kuşkusuz suçlular burada insanlık mahkemesinin huzurunda, orada
ise büyük mahkemenin huzurunda yargılanacaklar. Binaenaleyh, herkes nasıl
yaşadığına olabildiğince dikkat etmeli, yaptıklarını bin düşünüp bir
yapmalıdır. Herkes yapması gerekirken yapmadıklarından, söylemesi gerekirken
söylemediklerinden muhakkak sorulacaktır. Tanığı olmayan davalar kuşkusuz
utançla neticelenecektir. Kimse şahitliğinden dolayı hesaba çekilmeyecektir,
çekilemez de. Ama suçlular muhakkak işledikleri her suçun hesabını eksiksiz
verecekler ve karşılığını da eksiksiz göreceklerdir. Hiçbir insançocuğu hiçbir
şeyi görmese de, hiçbir şey Allah’ın bilgisine gizli değildir. Allah; el-Kahhar’dır,
el-Adl’dır, el-Muntakim’dir ve zerreden zerrata tüm varlığın Malikidir.
Sayın Cumhurbaşkanım! İlk evvelde bir şeyi ifade edeyim;
bugün, bu topraklarda, ağzınızdan çıkacak her söz bir kanun hükmünde olacaktır,
çeyrek asırdır bu ülkede egemensiniz. Şimdiki zaferinizle bu egemenliğinizi
perçinlemiş oldunuz. Şimdi sizlerden bir istirhamım olacak; bu toprakların
ekseriyet çocukları masum ve mazlum Anadolu çocuklarıdırlar ve aldatılmaktadırlar,
ezilmektedirler, sömürülmektedirler bu memleketi dört koldan ele geçirmiş
şebekeler tarafından, hiçbir işlerini rahatlıkla görememektedirler ve her
olumsuz durumda mağdur olanlarda bu toprağın çocuklarıdırlar. Küresel emperyalizmin
yerli işbirlikçisi olan bu şebekeler gizli işgallerini hiç farkettirmeden
sürdürmektedirler, çünkü fark edildikleri an gizli saltanatları tehlikeye
girecektir ve sürekli göze batacaklar, sorgulanmaya başlanacaklardır,
nihayetinde de bu toprağın çocuklarının farklı tepkiler vermeye başlamalarına
neden olacaktır bu durum. Böyle bir şeyin bu şebekeler için ne kadarda
tehlikeli olduğu malumdur, bunu onlar çok iyi bilirler. Bu yüzden de işlerini
sessizce kotarmakta, rantlarını kolayca sağlamaktadırlar. Bunun böyle olduğuna
dair mutlak ve küçük bir gerçek sunayım; münhasıran vatan uğruna şehit olanlara
bakmak kifayet edecektir bu gerçeği fehmedebilmek için. Başka hiçbir şey
söylemeye lüzum yoktur ama söylendikten sonra da söylenecek şey çoktur. Aldatılan,
ezilen ve sömürülen Anadolu çocuklarının muayyen bir yerleri, yurtları,
tarafları yoktur, her yerdedirler, her taraftadırlar. Tıpkı şebekelerinde her
yere, her tarafa sızdıkları gibi; politika dünyasına, din dünyasına, yazılı ve
görsel basın dünyasına, entelektüel dünyaya, bilim dünyasına vb. Bu toprakların
çocuklarının cehaletleri mütemadiyen sömürülmelerini intaç etmektedir, zira sormayı
ve sorgulamayı bilmemektedirler. Şebekelerin de tilki gibi kurnaz olmaları
mütemadiyen sömürmelerinin en kolay yolunu bulmalarını sağlamaktadır, çünkü
sömürebilmek için oyuncaklar üretmekte pek mahirdirler. Şimdi burada, bu
görünmeyen ve görünmediği içinde fark edilmeyen, bir yanda ki egemenliğe ve
diğer yanda ki mahkûmiyete artık bir nihayet verilmesi icap etmez mi? Sahip
olduğunuz güçle bunu en kolay yoldan ve hiçbir handikapla karşılaşmadan
yapabilecek sadece siz varsınız. Bu toprağın çocuklarının yardımıyla da çok
kolay bir şekilde yapabilirsiniz. Lütfen bu gizli işgale bir nihayet veriniz,
vermek için bir adım atınız. Bu yolda önünüzde hiçbir engel bulunmamaktadır. İşte
o zaman bu topraklarda en sahici, en gerçekçi ve en kalıcı devrimi
gerçekleştirmiş olursunuz ve isminiz tarihe geçer. Keza, nice sebeplerle,
cehaletlerinin kurbanı olan insanları çok iyi tefrik edip bağışlamak ve yeniden
uhuvveti tesis edip, birliği, beraberliği perçinlemek sonsuzcasına mühimdir. Çünkü
burada da işin özünde yine kurban olanlar masum ve mazlum Anadolu çocuklarıdırlar
ve bunu sizlerde çok iyi bilmektesiniz, onları kurban verenler ise küresel
şebekelerin işbirlikçisi olan yerli şebekelerle işbirliği ederek hareket
edenlerdir. Hatta burada yekpare Anadolu çocuklarına ve bu topraklara karşı
tertiplenmiş çok derin ve gizli bir tezgâh bile olabilir, olay tüm
teferruatıyla sarahaten tetkik ve tahkik edilmelidir, bu toprakların
çocuklarını birbirine düşürmek ve ebedi bir kavganın fitilini ateşlemek gibi. İnsanların
akıllarını ve bilinçlerini iptal ettikten sonra kullanılmaya elverişli hale
getirmek çok kolaydır ama bu hale getirilmiş insanlar mutlak olarak
suçlanabilirler mi, işte tam da burada mutlak ve kutsal yasalara müracaat etmek
insani bir sorumluluk ve ıskalanamayacak bir kulluk vazifesidir. Hakeza,
bunların içlerinde kesinlikle ve kesinlikle mutlak suçsuz olanlar da
bulunmaktadırlar ve hatta keskinlikle vardırlar. Önemli olan başı koparmaktır,
baş kopmadan gövdenin cılız azalarının tesirsiz bırakılması hiçbir anlam ifade
etmeyecek, bilakis daha büyük sorunların kaynağı olacaktır. Vicdanınızın sesini
dinleyin ve hayatı tüm boyutlarıyla tertil, tedebbür, taakkul ile okuyun, Allah,
Muhammed, Kur’an ve İnsanlık şahit olsun ki hakikat kesinlikle ve kesinlikle
budur. Bilakis, bu toprakların çocuklarının mukadderatları bitevi aldatılmak,
ezilmek ve sömürülmek olacaktır. Bu toprakların mukadderatı da bir milim bile
ileriye gidemeyip bitevi geriye gitmek olacaktır. Bendeniz, bu dünyada
hakikatten inhiraf edip hakikate ihanet edenlerin birgün bendenize hakikatle
nasıl geleceklerini gerçekten çok merak ediyorum. Onlara nasıl davranacağımı
bilemiyorum. Acıyıp hoş mu göreceğim yoksa yüzlerine mi tüküreceğim şu an bir
şey düşünemiyorum. Zira hakikate farkında olarak ihanet etmişse bir insan, bana
gelipte hakikat budur ve tabi ol diye nasıl söyleyecektir gerçekten tüm
benliğimle ve bilincimle merak ediyorum. Elimizi vicdanımıza koyalım ve kutsal
yasaların sarsılmaz, bozulmaz mutlak umdelerini ve hükümlerini hatırlayalım
lütfen. Çünkü birgün bu dünya, bu hayat, bu ömür gidecek ve bizler, o yasalarla
karşı karşıya kalacağız, hiçbir çaresi yok bunun.