AÇIK MEKTUP...4...

Özgür DENİZ - 28.06.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Zat-ı Alinizden tüm kalbimle ve bilincimle bir şey istirham ediyorum; Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına, kutsal yasaları tertil, tedebbür, taakkul ile ve vicdanınızda hissederek ve dahi anlayarak ve ağlayarak bir defa okuyunuz lütfen. Elbette okuyorsunuz ama bir daha okuyunuz lütfen. Bir şey sormak istiyorum naçizane, yüksek müsaadenize sığınarak; biz niye okuyoruz? Gerçekten merak ediyorum ve olabildiğince samimiyetimle, ciddiyetimle ve tüm benliğimde hissederek soruyorum bu soruyu. Niye okuyoruz? En başta Kur’an’ı, sonra Aliya’yı, Şeriati’yi, Meriç’i, Topçu’yu, Nietzsche’yi vb. büyük beyinleri niye okuyoruz, sadece okumuş olmak için mi okuyoruz ya da bizlere laf olsun diye mi okuyun deniyor mütemadiyen veyahut okuyun derken haddizatında okumamamız mı isteniyor ama okumamız isteniyormuş gibi mi yapılıyor? Zira okuyanın muhakkak olarak bir şeyler yapacağı apaçık bir gerçektir. Çendan olumsuzluklara, yanlışlara karşı isyan edeceği muhakkaktır. Zira her okuyanda, eğer namuslu okuyorsa, bir vicdanın palazlanacağını herkes bilir. Misal; Aliya diyor ki; ‘’iyi insan olmadan, iyi Müslüman olamayız’’ şimdi ben bunu okuyup unutmam mı icap ediyor, saftirikten bir söz olarak mı algılamam gerekiyor, fırlatıp atmam mı lazım okuduktan sonra, üzerinde hiç düşünmemem mi iktiza ediyor ya da okuyup, üzerinde düşünüp, anlayıp, hissedersem ne olur? Ya da böyle yaptığım halde hayata geçirmeyi boş vermem mi gerekir? Sayın Cumhurbaşkanım! Cehalet insanlığı esir almışsa, bendenizi de esir alacak diye bir şey yoktur. İnsanlık hakikati algılamakta ve anlamakta sorun yaşıyorsa, bu bendenizin de sorun yaşayacağım anlamına gelmez. İnsanlık idealsizse, bu durum bendenizin de realizme teslim olacağım ya da olmak zorundayım anlamına gelmez. İnsanlık hakikatin icrasını umursamıyorsa ve duruma lakayt kalıyorsa, bu bendenizin de aynı şekilde hareket edeceğim anlamına gelmez. Bendeniz hem yüksek ülkülerden ve erdemlerden dem vuracam hem de dem vurduklarımın mutlak zıttı yönde eylemlerde bulunacam, bu nasıl kabil olabilir ki? İşte sorun burada Sayın Cumhurbaşkanım. Ya bilmiyoruz ama bildiğimizi sanıyoruz ya da biliyoruz ama umursamıyoruz ve uygulamaya geçirmiyoruz. Bu da hiçbir işe yaramıyor, hiçbir yaraya merhem olmuyor, bilakis insanlığın vicdanının kanamasına sebep oluyor biteviye. İşte benim derdim de, sıkıntım da budur. Bu paradoks çözülmeden, insanlığın gülmesi muhal ender muhaldir. İnsanlığı en temelinde kasıp kavuran ve acılardan acılara sürgün kılan şey budur. İnsanlığı ahlaksızlığa, vicdansızlığa, merhametsizliğe, adaletsizliğe ve zulme sevkeden bilinçsizlik durumunun ifadesidir bu. İnsanlık samimiyetsiz, ciddiyetsiz ve müraidir. Mebzul miktarda laf etmektedir (söz söylemekten zaten uzaktır, zira söz söyleyebilmek bazı şeyleri önkoşul kılar) velakin tek bir eylem yapabilecek kabiliyetten, kapasiteden, zekâdan uzaktır. Peki, bir şeyi okuduktan, anladıktan, hissettikten sonra, onu eyleme dökmezsek ne olur? Yani bunun anlamı nedir ki? Böyle bir şey olamaz ki. Bendeniz bir olguyu tüm boyutlarıyla algılayacağım, anlayacağım, kavrayacağım, ruhumda hissedeceğim ama o olguyu, mahiyetine mütenasip olaylaştırmaktan imtina edeceğim, yani bu nasıl kabil olabilir Allah aşkına? Bunu yapana ne denir ki, mutlak ve kutsal yasalar nezdinde kimdir bunu yapan? İnsançocuğu oturuyor öyle iri laflar ediyor ki, öyle büyük erdemlerden bahsediyor ki, sanırsınız dünyanın insanlık numunesi ama eylemine bir bakıyorsunuz, söylediklerinin mutlak zıttı. Burada bir algı, anlama ve kavrama sorunu yok mu hatta daha ötesi bir zekâ sorunu yok mu Allah aşkına Sayın Cumhurbaşkanım? Bendenizin isyanı bunadır işte. İnsanın kalbi temiz olmalıdır, insan dürüst olmalıdır ve ortaya konulan eylem kalbe dokunmalıdır! Kalbe dokunmayan her şey boştur.


Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz, vicdanının sesine bir an bile kulak tıkayan bir insan değilim, bugüne kadar olmadım ve ilanihaye de olmayacağım. Çünkü bugün varım, yarın yokum, her hâlükârda fani bir insançocuğuyum, bir gün bu gövde takatsiz kalacak ve bu can yuvadan uçup gidecek, bir gün otlar, çiçekler büyüyecekler üzerimde. Bir gün unutacaklar geride bıraktıklarım. Karanlık, ışık ister değil mi? Ya karanlığa yakacak bir ışığım olmazsa ne yaparım? Sizlerde bilirsiniz ki, herkes ateşini de, ışığını da, gülünü de kendisi götürür yanında. Öyleyse bu dünyada vicdanla yaşamak en iyisidir, en güzel yaşamaktır, çendan kötülüklerden kendini korumanın en sağlıklı ve sağlam yolu budur. Keza karanlığını aydınlatabilmek, gülünü koklayabilmek ve ateşini söndürebilmekte buna bağlıdır. Üstelik bir ideale bağlanmanın ve insanlık namına yapılabilecek bir şeyler yapmanın ve ulvi değerlere kendini adamanın da en kesin altyapısı budur. Zira ancak vicdanı işleyen insan bu yönelimde bulunabilir. Çünkü vicdanı aktif olan hissedebilir ve merhamet edebilir ve ancak hissedip merhamet edebilenler insanlık adına bir şeyler yapma derdini taşıyabilirler. Dünya acı doludur, zorluk doludur, kan doludur, dünya merhamet bekleyen mazlum ve masum insanlarla doludur ve dünya zalimlerle doludur. Eğer vicdanımın sesine kulak tıkarsam, mazlumların ve masumların çığlıklarını da işitemem ve ödevimi bihakkın ifa edemem. Bu korkunç bir şeydir biliyor musunuz? Merhamet etmeyene Allah merhamet etmeyecektir, bağışlanmak isteyen bağışlamasını bilecektir. Bendenizi yöneten dinamikler; aklım ve vicdanımdır ve bu bademada böyle olacaktır. Bu kötü müdür, yanlış mıdır, hakikate ihanet midir, kutsal yasalara isyan mıdır? Vicdanımın sesi, hiçbiri değildir diyor bana! Vicdanın sesinin gerçekte kimin sesi olduğunun da çok beliğ ve sarih olarak bilincindeyim. Eğer madde manadan mahrumsa o maddenin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ruhsuz beden neye yarar? İnsanın gövdesinde, insanı iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, dürüstlüğe sevkeden bir ruh yoksa o gövde hiçbir işe yaramaz değil mi? Bunda hemfikir olduğumuza kaniyim. Ki, zaten gerçeğin kendisi de ve olması iktiza eden de budur, aksi düşünülemez bile. İnsanlığın maddi birikimlerine değer katan şeyde, o birikimler uğruna harcanan emek, akıtılan kan, dökülen yaş ve terdir. Binaenaleyh, kuşku yok ki, bir ülkede maddi değer üretmek ya da maddi değerlerin bizatihi kendileri sonsuz önemlidir, zira terakkinin göstergesidir. Velakin, bir ülkede insanların manevi bir mutluluk içinde yaşamaları tüm maddi şeylerden daha önemlidir. Zira insanın o maddi şeylerden istifade edebilmesi manen mutlu olmasına merbuttur. Sağlığınız yoksa, hangi yiyecekten, içecekten, giyecekten haz alabilirsiniz? Mana âlemimde mutmain değilsem, maddi âlemde ki şeylerden hangi haleti ruhiye ile istifade edebilirim? Maddi olgular, eğer manevi olguları mündemiç değillerse, maddi olgulara karşı hangi güzel duyguları besleyebilirim ki? Maddi bir şeyi sevebilmem, ondan derin bir haz alabilmem ve ona kopmaz ve sarsılmaz bir bağla bağlanabilmem için, o madde içinde ki manayı sonsuzcasına yaşama zevkine erişmem iktiza etmez mi? Sayın Cumhurbaşkanım! Hayat çok garip, yaşamak çok zor, insan acayip! Kalbe dokunuşlarda bulunmadıktan sonra her şeyin varlığı hiçliğe ve anlamsızlığa mahkûmdur. Münhasıran hissetmek gerekiyor!


Sayın Cumhurbaşkanım! Bu evrene şahitler ve şehitler olmaya geldik. Bilincim aydınlandığından bu yana şahitlik ediyorum ve etmeye de devam edeceğim. Armağan edilen bir ömrün sahibiyim ve bu ömür bir emanet bana. Bu dil, bu göz, bu kulak, bu akıl, bu kalp, bu vicdan, bu ayak, bu gövde bir emanet bana ve bu emanetleri mahiyetlerine mütenasip aktive etmek mecburiyetindeyim. Bilakis yanarım ve insanlığın yanmasına göz yummuş olurum. Velakin bendeniz zalimlerden olamam! Kaosun egemen olduğu, anlamsızlığın hüküm sürdüğü, insansızlaştırılmaya çalışılan bir evrendeyim. Nice zorluklarla mücadele etmekteyim. Yalan savruluyor, hakikat kavruluyor burada. Samimiyet, ciddiyet, dürüstlük ara ki bulasın. -Mış gibi yapılıyor, yaşanıyor münhasıran. Gerçeği haykırmak en kutsal ödevi olanlar bile gerçeği haykırmaktan korkuyorlar, çünkü kaybedecekleri çok şey kazanmışlar ve elde edecekleri daha çoook menfaatleri bulunmaktadır. Ne acıdır değil mi böyle yaşamak ve böyle yaşanılan bir dünya da yaşamak en acısıdır? Böyle bir evrende gerçeği haykırmanın yüce bir erdem ve gerçek bir devrim olduğuna inanıyorum. Milyarlarca üyesi olan bir ailenin ferdiyim. Sayısız olgulara ve o olguların olaylaşmalarına muhatabım. Tek bir dilin, hiçbir yüce hakikati söylediğine şahitlik edemiyorum. Dillere pelesenk olmuş bir söz var; böyle gelmiş böyle gider, sen mi düzelteceksin dünyayı, sana dokunulmuyorsa otur oturduğun yerde? Oysa dostların sessizliği unutulur mu sanır insanlar? Ve işte bu sözlerle, her şey mubah olarak görülmüş. Hakikatlerin dillendirilemeyip gizlenmesi, ahlaksızca yaşanması, adaletin çiğnenmesi, zulmün tolere edilmesi, haram yemenin normalmiş gibi görülmesi ve maateessüf kanıksanmış olması, insanların cahilleşmesinden rahatsız olunmaması, dostun yanlışlarının bile doğru gibi kabul görmesi ve umursanmaması, kul hakkına tecavüzün normal bir şeymiş gibi algılanması vb. nice şeyler artık değersiz görülmektedir. İnsan kendini küçültmüş, basite indirgemiş, hiçleştirmiştir. İnsan, maalesef insanlığını kaybetmiştir. İnsan, imtihanı kaybetmiştir! İnsan, insanın cenneti olacağına kurdu olmuştur ve bunda hiçbir mahzur da görmemektedir. Herkes bir şekilde yaşamanın yolunu bulmanın ve bu uğurda değerlerinden gerekirse nasıl taviz verebileceğinin stratejisini yapmanın ve yaptığı bu hareketi ne şekilde meşrulaştıracağının derdindedir. Hülasa; insan düşmüştür! İşte münhasıran bu sebeple insanı savunuyorum, çünkü insanın düştüğünü görüyorum ve biliyorum. Bitevi takip ediyorum her şeyi, izliyorum, gözlüyorum ve bir gün yaşanan her şeye tanıklık edeceğim ve her şeyi tüm teferruatıyla anlatacağım. Anlattıklarım sadece gerçekler olacak. Ve bendeniz masum olacağım! Kuşkusuz suçlular burada insanlık mahkemesinin huzurunda, orada ise büyük mahkemenin huzurunda yargılanacaklar. Binaenaleyh, herkes nasıl yaşadığına olabildiğince dikkat etmeli, yaptıklarını bin düşünüp bir yapmalıdır. Herkes yapması gerekirken yapmadıklarından, söylemesi gerekirken söylemediklerinden muhakkak sorulacaktır. Tanığı olmayan davalar kuşkusuz utançla neticelenecektir. Kimse şahitliğinden dolayı hesaba çekilmeyecektir, çekilemez de. Ama suçlular muhakkak işledikleri her suçun hesabını eksiksiz verecekler ve karşılığını da eksiksiz göreceklerdir. Hiçbir insançocuğu hiçbir şeyi görmese de, hiçbir şey Allah’ın bilgisine gizli değildir. Allah; el-Kahhar’dır, el-Adl’dır, el-Muntakim’dir ve zerreden zerrata tüm varlığın Malikidir.


Sayın Cumhurbaşkanım! İlk evvelde bir şeyi ifade edeyim; bugün, bu topraklarda, ağzınızdan çıkacak her söz bir kanun hükmünde olacaktır, çeyrek asırdır bu ülkede egemensiniz. Şimdiki zaferinizle bu egemenliğinizi perçinlemiş oldunuz. Şimdi sizlerden bir istirhamım olacak; bu toprakların ekseriyet çocukları masum ve mazlum Anadolu çocuklarıdırlar ve aldatılmaktadırlar, ezilmektedirler, sömürülmektedirler bu memleketi dört koldan ele geçirmiş şebekeler tarafından, hiçbir işlerini rahatlıkla görememektedirler ve her olumsuz durumda mağdur olanlarda bu toprağın çocuklarıdırlar. Küresel emperyalizmin yerli işbirlikçisi olan bu şebekeler gizli işgallerini hiç farkettirmeden sürdürmektedirler, çünkü fark edildikleri an gizli saltanatları tehlikeye girecektir ve sürekli göze batacaklar, sorgulanmaya başlanacaklardır, nihayetinde de bu toprağın çocuklarının farklı tepkiler vermeye başlamalarına neden olacaktır bu durum. Böyle bir şeyin bu şebekeler için ne kadarda tehlikeli olduğu malumdur, bunu onlar çok iyi bilirler. Bu yüzden de işlerini sessizce kotarmakta, rantlarını kolayca sağlamaktadırlar. Bunun böyle olduğuna dair mutlak ve küçük bir gerçek sunayım; münhasıran vatan uğruna şehit olanlara bakmak kifayet edecektir bu gerçeği fehmedebilmek için. Başka hiçbir şey söylemeye lüzum yoktur ama söylendikten sonra da söylenecek şey çoktur. Aldatılan, ezilen ve sömürülen Anadolu çocuklarının muayyen bir yerleri, yurtları, tarafları yoktur, her yerdedirler, her taraftadırlar. Tıpkı şebekelerinde her yere, her tarafa sızdıkları gibi; politika dünyasına, din dünyasına, yazılı ve görsel basın dünyasına, entelektüel dünyaya, bilim dünyasına vb. Bu toprakların çocuklarının cehaletleri mütemadiyen sömürülmelerini intaç etmektedir, zira sormayı ve sorgulamayı bilmemektedirler. Şebekelerin de tilki gibi kurnaz olmaları mütemadiyen sömürmelerinin en kolay yolunu bulmalarını sağlamaktadır, çünkü sömürebilmek için oyuncaklar üretmekte pek mahirdirler. Şimdi burada, bu görünmeyen ve görünmediği içinde fark edilmeyen, bir yanda ki egemenliğe ve diğer yanda ki mahkûmiyete artık bir nihayet verilmesi icap etmez mi? Sahip olduğunuz güçle bunu en kolay yoldan ve hiçbir handikapla karşılaşmadan yapabilecek sadece siz varsınız. Bu toprağın çocuklarının yardımıyla da çok kolay bir şekilde yapabilirsiniz. Lütfen bu gizli işgale bir nihayet veriniz, vermek için bir adım atınız. Bu yolda önünüzde hiçbir engel bulunmamaktadır. İşte o zaman bu topraklarda en sahici, en gerçekçi ve en kalıcı devrimi gerçekleştirmiş olursunuz ve isminiz tarihe geçer. Keza, nice sebeplerle, cehaletlerinin kurbanı olan insanları çok iyi tefrik edip bağışlamak ve yeniden uhuvveti tesis edip, birliği, beraberliği perçinlemek sonsuzcasına mühimdir. Çünkü burada da işin özünde yine kurban olanlar masum ve mazlum Anadolu çocuklarıdırlar ve bunu sizlerde çok iyi bilmektesiniz, onları kurban verenler ise küresel şebekelerin işbirlikçisi olan yerli şebekelerle işbirliği ederek hareket edenlerdir. Hatta burada yekpare Anadolu çocuklarına ve bu topraklara karşı tertiplenmiş çok derin ve gizli bir tezgâh bile olabilir, olay tüm teferruatıyla sarahaten tetkik ve tahkik edilmelidir, bu toprakların çocuklarını birbirine düşürmek ve ebedi bir kavganın fitilini ateşlemek gibi. İnsanların akıllarını ve bilinçlerini iptal ettikten sonra kullanılmaya elverişli hale getirmek çok kolaydır ama bu hale getirilmiş insanlar mutlak olarak suçlanabilirler mi, işte tam da burada mutlak ve kutsal yasalara müracaat etmek insani bir sorumluluk ve ıskalanamayacak bir kulluk vazifesidir. Hakeza, bunların içlerinde kesinlikle ve kesinlikle mutlak suçsuz olanlar da bulunmaktadırlar ve hatta keskinlikle vardırlar. Önemli olan başı koparmaktır, baş kopmadan gövdenin cılız azalarının tesirsiz bırakılması hiçbir anlam ifade etmeyecek, bilakis daha büyük sorunların kaynağı olacaktır. Vicdanınızın sesini dinleyin ve hayatı tüm boyutlarıyla tertil, tedebbür, taakkul ile okuyun, Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık şahit olsun ki hakikat kesinlikle ve kesinlikle budur. Bilakis, bu toprakların çocuklarının mukadderatları bitevi aldatılmak, ezilmek ve sömürülmek olacaktır. Bu toprakların mukadderatı da bir milim bile ileriye gidemeyip bitevi geriye gitmek olacaktır. Bendeniz, bu dünyada hakikatten inhiraf edip hakikate ihanet edenlerin birgün bendenize hakikatle nasıl geleceklerini gerçekten çok merak ediyorum. Onlara nasıl davranacağımı bilemiyorum. Acıyıp hoş mu göreceğim yoksa yüzlerine mi tüküreceğim şu an bir şey düşünemiyorum. Zira hakikate farkında olarak ihanet etmişse bir insan, bana gelipte hakikat budur ve tabi ol diye nasıl söyleyecektir gerçekten tüm benliğimle ve bilincimle merak ediyorum. Elimizi vicdanımıza koyalım ve kutsal yasaların sarsılmaz, bozulmaz mutlak umdelerini ve hükümlerini hatırlayalım lütfen. Çünkü birgün bu dünya, bu hayat, bu ömür gidecek ve bizler, o yasalarla karşı karşıya kalacağız, hiçbir çaresi yok bunun.

Tarih: 28.06.2018 Okunma: 839

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?