Tek devlet, tek millet, tek din, tek vatan, tek banka, tek ordu; ama özünde, tek güç merkezi. Şeytan ve adamları yöneten, bütün insanlık yönetilen. Bir gerçek vardır ki; güç, bir yerde zararlıdır. Beşeri manada mutlak güç ise, mutlak şekilde zararlıdır. Çünkü mutlak güçlü olan sadece Allah’tır. Şeytan ve adamları, dünyaya mutlak olarak egemen olmak ve insanlığı da kendilerine boyun eğdirmek arzusundadırlar. Terör dediğimiz şey, aslında, şeytan ve adamlarının dünyayı ele geçirmek için ürettikleri ve sürekli yaydıkları bir hastalıktır. Çünkü bu yolla, ülkeleri kolayca işgal edebilmektedirler. Kaynakları yağmalayıp, kendilerine güç devşirmektedirler, düşman gördüklerini zayıf düşürebilmektedirler. İnsan mutlaka uyanmalıdır, bunu görmelidir. İdeolojilerde, aynı şekilde, insanlığa hükmetme ve insanlığı sürüleştirme adına kullanılan birer araçtır. Fakat bizler gerçeklerle karşılaşmaktan korkuyoruz. Çünkü çok alışmışız yaşadıklarımıza ve alışkanlıklarımız bağımlılığa dönüşmüş, bağımlılıktan kurtulamıyoruz. Oysa bağımlılık, sömürüyü doğurur. İnsanoğlu yaşamayı bilmiyor, hiçbir şeyde insanoğluna yaşamayı öğretmiyor.
Bizler, şeytan ve adamlarına yem olacak şekilde yetiştiriliyoruz maalesef. Keşke yaşamın ne olup ne olmadığını keşfedebilsek. Bizler, karşımızda ki süslü dünyanın içinde kaybolmuş olanları, yaşıyor sanıyoruz ve aldanıyoruz. Oysa onlar yaşamıyorlar, onlar ruhları çürümüş insanlar. Yaşamak, ihtiyacından fazlasını kazanmak ve o parayla sarhoş olmak, kendini kaybetmek, çok güçlü olmak, büyük mevki sahibi olmak ve tedricen içinde ki güzellikleri katletmek değildir. Bizler hayatta kalmayı ve bu yolda her türlü değeri çürütmeyi marifet sanıyoruz. Oysa yaşamak, yüreğin derinliklerinden fışkıran bir aşkı, insanlığa ve doğaya karşı derin bir sevgiyi, gerektiği zamanda ve yerde derin ve yaratıcı bir sükûneti ve tecrübe zenginliğini gerektirir. Bütün pencereleri açılmış, önyargılardan arınmış, geniş boyutlu bakmayı bilen, umut ya da korkularla tahdit edilmemiş bir zihin gerektirir. Ama bizlere öğretilen bu değildir, ya da bizim bunları nasıl elde edebileceğimiz değildir. Bize öğretilen; nasıl zengin oluruz, nasıl ünlü oluruz, nasıl güçlü oluruz gibi saçmalıklardır. Hali hazırda ki eğitim icrasının da en büyük anlamsızlığı ve kötülüğü burada değil midir zaten? Öğrettiği düşünülen ama hiçbir şey öğretmeyen, eğittiği düşünülen ama eğitimle alakası olmayan bir eğitim-öğretim.
Bugünkü eğitimin bize verdiği üç şey vardır: kazanma, elde etme ve olma. Bizler kazanmak için yaşıyoruz, o kazandıklarımızla bir şeyleri elde etmek için uğraşıyoruz ve sürekli birileri gibi olmaya çalışıyoruz. Bu ise yaşamımızı felç ediyor. Bizi bunalıma sokuyor. Bütün değerlerimizi ve yaşama sevincimizi yok ediyor bu çürük zihniyet ve eğitim sistemi. Şeytan ve adamlarını, bizim üzerimizde efendi kılan da budur işte. Evet, bize bir şey vermiyorlar, bu doğru; ama kabul edelim ki, bizlerde bir şeyler almak için mücadele etmiyoruz. Zihnimizi, ruhumuzu, bedenimizi adeta teslim etmişiz. Oysa biraz gayret etsek; kendi kendimize de, yaşamın bütün süreçlerini fark ve idrak edebiliriz ve yaşamın ne olduğunu öğreniriz ve bize vurulan zincirleri kırarız. Bizler kendi kendimizin öğretmeni olacakken, kendi dışımızda öğretmenler arıyoruz. Ama o öğretmenler bize, bilmemiz gerekenleri değil, kendi bildiklerini ya da kendilerine öğretilmiş olanları anlatıyorlar. Bizler yaşamın ne olduğunu idrak etmek için; yaşamın bütün süreçlerini araştırmayı bıraktığımızda, hayatın işleyişini araştırmayı ve keşfetmeyi bıraktığımızda, işte o zaman öğretmen ihtiyacı hâsıl olur ve ihtiyaç olan öğretmenler ise alıştıkları dünyanın bilgisinden başka şey vermezler bize. Kendimize gelmemiz gerekiyor!
Bugün, bütün insanlık, medya denilen devasa ve sihirli bir güçle, adeta öğretime ve eğitime tabi tutulmuş durumdadır. Farkında değilizdir, ama bu gerçektir. İşte size öğretmen! Bizler kendi kafamızla ve çabamızla yaşamanın süreçlerini keşfedeceğimize, özel hazırlanmış olanlarla ve önümüze getirilip konulmuş olanla iktifa ediyoruz ve bundan da haz alıyoruz. Çaba göstermeden elde etmeyi bir şey sanıyoruz ve o elde edilenlerin bizim hayrımıza olabileceğini düşünüyoruz. Kesinlikle aldanıyoruz! Galiba Rockfeller denilen küresel katil barona olacak; birisi durduk yere çıkarılan, bir damla petrol için çıkarılan, savaşlarla ilgili soruyor: ‘’Sayın Rockfeller, insanları bu savaşın gerçek olduğuna nasıl inandıracaksınız?’’ Rockfeller denilen, küresel katliamların, soykırımların finans babası şöyle cevap veriyor: ‘’Medya’yla. Medya, herkesi, bunun gerçek olduğuna inandırabilir. Bir şeyler hakkında konuşmaya devam edersen ve aynı şeyi tekrar tekrar söylersen, insanlar sonunda buna inanacaktır.’’ Sahi, İslam, nasıl irticaın sembolü; Müslüman, nasıl mürteci ve faşist oldu dersiniz? Sahi, fail-i meçhulleri Müslümanların işlediğine nasıl inandırıldı bu milletin evlatları? Aynı şekilde yaşamaya ve güdülmeye devam edecek miyiz?
Şeytan ve adamları, 1913 yılında ‘’Federal Rezerv’’ denilen lanet yapıyı teşekkül ettirdiler. Gün geldi ‘’11 Eylül’’ planını işlettiler. Sonra bu vesile ile Irak’ı işgal ettiler. Oysa bütün bunların hepsi ama hepsi lanet birer yalandan ibaretti. Fakat insanlık bu yalanlara inandırıldı. Acaba, nasıl, niçin, kim için ve kim tarafından. Sahi sormaktan korkuyor muyuz? Cevapları, büyük bir yüreklilikle karşılayabilme gücümüz var mı? Peki, niçin bu haldeyiz? Kendimizi kandırmayalım! Ve göreceksiniz aynı şey yarın İran’a yapılacak ve bizde bunları her zaman ki gibi yiyeceğiz. Şeytan ve adamları, bunu, bütün insanlığa yedirecek. Ve bunların yerli çocukları da, hazırlanmış yemekleri getirip önümüze koyacak; bizlerde, getirenler bizdendir diye hesapsızca dalacağız. Hep yapmıyor muyuz bunu? Kandıran, kendini kandırmış olur! İşte böyle böyle, büyük yalanlarla dünyayı ele geçiriyorlar ve bizler sadece seyrediyoruz. Schopenhauer, kimlere ‘’yalanın büyük üstatları’’ demişti? Siyonist Yahudi’ye değil mi? Ya Adolf Hitler ‘’insanlığı kirleten mikroplar’’ olarak kimleri işaret etmişti? Siyonist Yahudi’yi değil mi?
Şeytan ve adamları, paraya sahipler, hem de istemeyecekleri kadar; güce sahipler, dünyayı işgal edecek, insanlığı soykırıma tabi tutacak kadar ama hala can yakmaya devam edilmektedir yeryüzünde. Peki niçin? Ellerindekini korumak ve garantiye için. İnsanlık ölüyormuş, insanlık zillet içinde yaşıyormuş, milletler soykırıma tabi tutuluyormuş, şeytan ve adamlarının zerre umurunda olmaz. Onlar sadece, kendilerini ve ailelerini düşünürler. Şeytanın yerli yavruları neyi düşünmektedir sizce? Gözlerimiz görüyor değil mi? Dünyada ki, bütün insanları tek tipleştirmek istiyorlar, şeytan ve adamları. İnsanları kodlamak ve insanlara ‘’mikroçip’’ takarak onları kontrol etmek istiyorlar. Ve bir insan, bunların saltanatını tehlikeye sokacak eylemde bulunursa, hemen onu hayatın dışına atacaklar. İşte şeytan ve adamların, dünyada ki en üst gayeleri budur. Evet, bu, Amerika’da olan bir şeydir. Yalan değildir. Zamanın da, meclis göçmen kontrolü ve teröre karşı savaş bahanesiyle ‘’Gerçek Kimlik’’ kanunu kabul edildi ve daha sonraları da, bütün kişisel bilgileri içinde barındıran ‘’Federal Kimlik Kartı’’ taşımaya başladı galiba Amerikalılar. Oysa bunun daha da ilerisi var, bunlar sadece birer aşamadır. İnsanların tek merkezden kontrolü için, nice çalışmalar yapılmaktadır kimbilir. Sahi, bilimin uğraştığı ve ulaşmak istediği gerçek şey nedir? Uyumak varken, düşünmeye ne gerek!
İnsanlar, korkularla yönetiliyorlar ve yönlendiriliyorlar. Korku bahane edilerek, istenilen her şey kabullendiriliyor. Önce iman çalınıyor, sonra korku enjekte ediliyor, en sonunda da istenilen şeyler yaptırılıyor. Şeytan ve adamları, sümme hâşâ, Allah olmaya çalışıyorlar. Bütün insanlığı tek merkezden izlemek ve sınır dışına çıkanı tek bir tuşla hayat dışına atmak için savaşım veriyorlar, araştırma yapıyorlar. Evet, belki söylediklerimiz çok abartılı gelebilir ama muhtemel gelecekte düşünülen şey budur, bizim için çizilen resim budur. Tek merkezli bir dünya, tek kumandalı bir dünya, tek ekonomili, tek dilli, tek dinli, tek vatanlı, tek devletli, tek ordulu, tek milletli bir dünya. Renksiz, zevksiz bir dünya ve insanlık. Ve bunu kendi ellerimizle kuruyoruz. Nasıl mı? Biraz düşünelim bakalım! Bugüne kadar hangi bir şey, açıktan ve zorla dayatıldı? Kuzu kuzu kabullenilmedi mi her şey? Suç kimin sahi? Ah insanoğlu, insankızı!
Milletler, yaratılan devasa korkuyla ve ayrılıkçılıkla bilinçli şekilde yönlendirildi. Her şey, muhtemel dünyanın yaratılmasına hizmet etti. ‘’Böl ve Yönet’’ politikası çok güzel işledi, işletildi. Ve insanlık, her türlü dalaverelerle, bölünerek ve parçalanarak bu duruma getirildi. İnsanlar, kendilerini, yaşamın bütün süreçlerini takip etmekten ve araştırmaktan alıkoydukça, kendi kafasını kullanmadıkça, Yaratıcısına (cc) koşulsuz tabi olmadıkça, kendi kitabını terk ettikçe, Önderinin (sav) izinden saptıkça, şeytana ve adamlarına hizmet etmeye devam edecektir. Yoksa farkında değil miyiz?
Son tahlilde; topraktan kopmadıkça, Allah’tan (cc) uzaklaşmadıkça, Önderimizi (sav) bildikçe, Kitabımızı okudukça, yaşamın bütün süreçlerini fark ve idrak etmek için gayret ettikçe ve içimizde ki gücün fevkinde oldukça, şeytan ve adamları istediklerine asla kavuşamayacaklardır. Ve bugüne kadar inşa etmiş oldukları saltanatları, kâğıttan evler gibi yıkılacaktır. Perdenin ardında ki el bunu biliyor, göz bunu görüyor ve hedefine ulaşmak için acele ediyor ve çok planlı hareket ediyor. İşte bu yüzden, insanlığı tek kumandayla yönetmek istiyor. Ya biz ne yapıyoruz?