Sayın Cumhurbaşkanım! Şunu en baştan ifade edeyim; bu
dünyada yerim ne olursa olsun, ne yaparsam yapayım, bu topraklara dair
düşünmek, daha güzel ve yaşanılabilir bir dünya için çalışmak, sorunları tespit
etmek ve çözüm önerileri üretmek, insanlığın iyiliği için kafa yormak ve
insanlık için daha güzele nasıl ulaşılır sorusunu sorup, yeni yollar bulmak,
hakikatin peşine düşüp hakikati ortaya çıkarmak ve yaralara merhem kılabilmek,
adaleti, ahlakı, hürriyeti, müsavatı, uhuvveti kökleştirmek için yapabileceğim
ne varsa yapmakta bendenizin ödevidir. Yani senin işin bu mu kardeşim, otur
oturduğun yerde ve işini yap lafı ahmaklığın, sekterliğin, alıklığın, bönlüğün
ve dar kafalılığın, daha ötesi zımni bir ihanetin ürünüdür. Zira bu topraklarda
yaşıyorum ve her şey bendenizi de ilgilendiriyor ister istemez. Bu topraklar
herkesin olduğu kadar bendenizin de topraklarıdır ve hiçbir kişinin inhisarında
değildir, olamazda. Kimse de bu toprakların mutlak sahibi kendisiymiş gibi
konuşma ve konuşturmama hakkına malik değildir. Bu bir had, hudut, edep, erkân
meselesidir. Öyleyse haddimi ve hududumu bilerek istediğim gibi düşünme ve
özgürce fikrimi beyan etme hakkım doğuyor ve bu hakkımı sonuna kadar istimal
ederim, kimseye göre ve kimsenin istediği gibi konuşmak zorunda değilim. Böyle
bir zorunluluğu da şiddetle reddederim zaten. Herkes haddini bilecek ve kendi
işini yapacak. Kim, kim oluyor ki, insanların düşüncelerini beynine hapsetme
hakkını kendinde görüyor. Hakaret, saygısızlık, şerefsizlik ve şiddete yönlendirme
yoksa, bilakis usul, üslup, edep, erkan varsa herkes otursun oturduğu yerde ve
ya sussun ya da adam olsun. O zaman da söz söyleme, haksızlığı ifade etme,
sorunları ortaya koyma ve çözümü budur deme hakkım doğuyor. Çünkü olumlu ya da
olumsuz her şey muhakkak eninde sonunda gelip bendenizi de etkiliyor. Zira bu
topraklar üzerinde ve bu topraklar üzerinde hayat süren insançocukları arasında
yaşıyorum. Yani öylece oturup, yan gelip yatamıyorum, umursamazlık edemiyorum. Küresel
düzlemde; sömürüden etkileniyorum, haksızlıklardan etkileniyorum,
adaletsizlikten, ahlaksızlıktan, hürriyetsizlikten, kötülüklerden
etkileniyorum. Öyleyse etkiye tepki vermem gayet insanidir ve tabiidir. Kendimi
bu şeyler dururken başka şeylere veremiyorum. Çünkü önce hak ettiğim şey her ne
ise bihakkın olmalı, temel sağlam atılmalı ki, ondan sonra tali meselelere
yönelebileyim. Bu dünyada her şeyin güzel olması, bir şeyin güzel olmasına bağlıymış
gibi geliyor son tahlilde ve bendenizin yaptığı da güzel olması gereken o şeyin
güzel olması yönünde çaba sarf etmekten başka bir şey değildir. Hem işimi
bihakkın ifa etmek hem de bu tür insanlık sorunları üzerine düşünmek varoluşumun
muktezasıdır. Ki, haddizatında her şey zincirleme halinde o ilk şeye bağıymış
gibi geliyor. O ilk şey şirazesinden çıktığı zaman, o ilk şey her ne ise zemini
oynağı zaman her şey de şirazesinden çıkıyor ve genel zemin oynaklaşıyor
muhakkak. Kanımın, yaşımın, terimin son damlasına ve emeğimin son raddesine
kadar her yönde ki ödevimi bihakkın yapmakla yükümlüyüm, bir insan olarak. Bana
ne deyip geçemiyorum. Göz kapayamıyorum, kulak tıkayamıyorum, kalbimi
örtemiyorum, aklımı fanusun içerisine hapsedemiyorum, gövdemi hareketsiz
kılamıyorum. Çünkü bendeniz, her halükarda, hatasıyla, günahıyla, sevabıyla bir
insançocuğuyum. Duygum var, düşüncem var ve içimde olan bu şeyleri bir şekilde
dışa vurmak zorundayım. Ot gibi yaşayamam!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz için bu âlemde, Allah’tan
başka korkacak, Peygamberden başka utanacak, Kur’an’dan başka dinleyip inanacak
hiçbir mutlak gerçeklik yoktur. Hiçbir kulun metazori dayattığı gerçekliğe de
inanmak zorunda değilim. Bendeniz buyum ve böyle olmak suçsa, suçluyum ve ceza
talep ediyorum. Bendeniz, çıkarı peşinden koşarak, hakikati yalanla örterek,
gerçeği bildiği halde susarak, haksızlık karşısında boyun eğerek, onursuzca
yaşayan sözde ilim ehlinden, sözde aydınlardan, sözde bilmem kimlerden olamam. Binaenaleyh;
hiçbir kuldan korkmuyorum, hiçbir kuldan utanmıyorum, hiçbir beşer sözünü
dinleyip inanmıyorum. Var mı ötesi? Varsa, işte meydan hodri meydan, var diyen
buyursun ortaya koysun. Dille söylenene gönül de inansın ve tasdik etsin önce.
Hem öyle hem böyle olmaz. Hem şöyle olmalı deyip hem böyle yapılamaz. Hem
hakikat budur diyecez hem de hakikate göre hareket edildiği zaman niye böyle
yapılıyor diyecez, bundan daha büyük sahtekârlık, haysiyetsizlik, rezillik
olmaz, olamaz. Hakikat ile yalan ayrılmıştır ve bile bile karıştıramam,
hakikati yalanla örtemem, örtenlere de veyl olsun. (Yanılmıyorsam Bakara Suresi
256. Ayete bakılabilir.) Saf gerçeği olduğu gibi haykıramayıpta insanım diye
ruy-i zeminde dolaşanlara yuh olsun. Hakikati kimseyle ölçüp biçemem ve
tartamam ama hakikatle herkesi ölçer, biçer, tartarım. Bendeniz ikilikten,
mürailikten tiksiniyorum. Çünkü güzelliklere darbe vuran en büyük rezalet
budur. Geçelim! Sayın Cumhurbaşkanım! Beşer şaşar sözü vardır malum. Yani
insanoğlu bir yönüyle beşerdir ve şaşarak ilerler hayat yolunda, deneye yanıla
yürür gider öylece masum, öylece doğal. Bu yüzden de ne mutlak günahkâr olarak
ne de mutlak günahsız olarak görülebilir. Zira o ne bir şeytandır ne de bir
melektir, tam ortadadır. Bazen şeytandan daha tehlikeli, bazen melekten bile
daha masumdur. Bazen hayvandan aşağı düşer, bazen meleklerden yücelere
yükselir. Binaenaleyh, insançocuğunu anlamak iktiza eder. Onu anlamadıktan
sonra, onun üzerinde uygulanan yaptırımlar hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
Önce onun kalbine girebilmek, onun ruhunu okuyabilmek, onun aklının
hareketlerini ihsas edebilmek icap eder. Çünkü bunları yapmadan önce onun
bedenine dokunduğumuz zaman, yapılan şey zulümden başka bir şeyi tevlit etmez.
Bin düşünüp bir karar vermek, onu da adaletle vermek gerek. Bizler bu toprağın
çocukları gülsün diye varız ve gülmeleri için yaşarız. Acılar bitsin, dertler
tükensin, mutluluklar doldursun yuvaları isteriz. Kimliklerimizi sevelim,
kimliklerimize gönül rahatlığı ile bağlanalım, bilakis soğumayalım ve
soğutmayalım kimliklerimizden isteriz. Gerçeği görücü, şaşmaktan doğan masum
günahları affedici olalım ve insanları acılardan acılara sürgün edici olmayalım
isteriz. Kimler, bu toprağın çocuklarının tecziye edilmesini ve böylece genel
olgulara karşı mesafeli durmasını istemektedirler muhakkak bunu anlamamız,
bulmamız ve istenilenin tam tersini yapmamız iktiza eder. Bizler bir şey
yaptığımız zaman hiçbir şey olmuyorsa, diğer insançocuklarının yaptıklarına da
anlayışla yaklaşabiliriz. Kuşkusuz burada bilfiil can alanları, can alanlara
bizatihi müzahir olanları kastetmiyorum. Sudan sebeplerle ve büyük mekanizmanın
yol verdiği durumlar sebebiyle meydana gelen şeyler yüzünden yapılan şeyleri
kastediyorum. Hiç olmayacak bir şey yüzünden, bir insançocuğunun yuvasını
acılara gark eyleyemeyiz. Zindanlara mahkûm edemeyiz hayatları. Allah’ta,
Peygamber’de, Kur’an’da tasvip ve tensip etmez böyle bir şeyi. Birileri, her
zaman kötü olsun her şey, insanlar asla birlik olamasın ve sürekli birbirlerine
buğz etsin isterler ve bunun içinde derin manipülasyonlar yaparlar, bu tezgâha
gelinmemelidir. Eğer bir insan suçlu ise, o insan bir toplumda yaşamaktadır ve
tüm insanlığı ihata eden bir mekanizmanın çarklarının içindedir. Öyleyse
münhasıran o insançocukları mı suçludurlar? Ellerimiz vicdanlarımızdan bir
salise bile çekilmemelidir. Hakikat bir salise bile sarf-ı nazar
eylenmemelidir. Hiçbir kimse görmese de bu gözler hakikati görecektir, hiçbir
kimse işitmese de bu kulaklar hakikati işitecektir, hiçbir kimse hissetmese de
bu vicdan haksızlığı hissedecektir, hiçbir kafa düşünmese de bu kafa neyin
nasıl olması gerektiğini düşünecek ve çözüm yolunu bulacaktır, hiçbir beden
irkilmese de bu gövde etkilerden etkilenecek ve tepkisini verecektir Yüce Allah
şahit olsun ki!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz, hakikati haykırıyormuş gibi
yaparak, insanlığı aldatmaktan ve onların aydınlıklarını karanlığa tedvir
eylemekten hayâ ederim. Binaenaleyh, muayyen olgulara istinaden tahakkuk eden olayları
en dip derinliklerine değin sorgularım ve bu minvalde sorular sorar, cevaplar
ararım. Böyle yapmamanın dine mugayir, hakikate ve insanlığa ihanet olduğunu
telakki ederim ve böyle yapmanın tiksindirici ve utanç verici bir davranış
olduğunu düşünürüm. Böyle yapmadan da, hiçbir insanı hiçbir konuda itham edip, hiçbir
insanın bu minvalde tecziye edilmesini tasvip ve tensip edemem. Böyle bir şey,
hakka da, hakikate de, ahlaka da, adalete de ve dahi insanlığa da ihanettir. Şöyle
olduysa niye böyle oldu, şu şunu yaptıysa niçin yaptı, yapılan şey neye
istinaden yapıldı diye sorgularım. Çünkü bendeniz aklımı kiraya vermem,
başkasının cebine koymam ve başkasının aklıyla düşünmem. Kendi çıkarımı korumak
pahasına başka hayatların yanmasına göz göre göre müsaade edemem. Böyle bir
şeyin ne gibi sonuçları intaç edeceğini düşünürüm, zihnimde canlananlar
karabasanlara mahkûm eder bendenizi. Öyle adaletle bakarım ki olaya, suçlu
kimdir, suçsuz kimdir bihakkın tefrik ederim. Ve suç telakki ettiğim şeyin en
köküne kadar iner ve tahkik, tetkik, analiz yaparım. Suçlu gördüğümü suça iten
sebepleri sorgularım. Münhasıran suçlu görülen midir suçlu olan diye sorarım. Ve
suçlu görülenler içerisinde, kimler gerçekten suçludurlar ve tecziye edilmeleri
iktiza eder, kimler gerçekten şaşkındırlar ve affa mazhar olmaları sıkıntı
doğurmaz diye olayın dip derinliğine değin bakarım ve hiçbir kimsenin boş yere
yanmasına ruhsat vermem. Birilerinin suçluları gölgeleyip, suçsuzları suçlu
diye göstermelerini ve tecziye edilmelerini sağlayıp en büyük darbeyi
vurmalarını onaylayamam. Bendeniz duygusal bir insanım. Masum ve garip bir
çocuk gördüğümde yüreğim sızlar. Pazarda poşetini dolduramadan evine dönen
birini gördüğümde gözlerim dolar, boğazım düğümlenir. Haksızlığa uğrayan insanlar
gördüğümde tüm gövdem ezilir. Dağlara bakarım bir garip acı basar ruhumu.
Ağaçlara kuşlara, yıldızlara bakarım ciğerlerim yanar. İçim yanar her göklere
baktığımda ve bir garip olurum, hüznün işgalin uğrar kalbim tabiatı temaşa
ettiğimde. Niye böyle olur ki diye sorarım, faniliğe mahkûm yeryüzünde.
İnsançocuğu niye kibirlenir ki, hakikati nasıl olur da görmezlikten gelir ve
örter ki derim. Koca koca adamlar neyden korkarlar da hakikati olduğu gibi
haykırmazlar diye sorarım. Allah’tan da mı korkamazlar diye sorarım. Hangi
şeydir insançocuklarına nahak yere acı çektiren ve korunmak istenen şey nedir
diye sorarım. Ve insanlar nahak yere tecziye edilerek korunabilecek ne vardır
acaba ve gerçekten korunabilir mi o şey insanların hayatları acıya boğularak
diye sorar, sorgularım. Bendeniz insanım, günahıyla, sevabıyla, duygularıyla,
düşünceleriyle aciz bir insanım. Bir ruhum var benim, bir kafam!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bedeniz hiçbir şeye inanmıyorum.
İnandırmak isteyen ve kendine güvenen yürekli biri varsa çıkacak karşıma, mutlak
hakikati baz alarak her şeyi en en en dip derinliğine değin, bıkmadan,
usanmadan, yorulmadan, alıkça itham etmeden, önyargıya kapılmadan ve korkmadan
konuşacağız. Yani en üste çıkacağız, her şeyi altta bırakacağız ve mutlak
önyargısız, mutlak tarafsız, mutlak nesnel bakacağız her şeye ve öylece
müzakere edeceğiz her şeyi, ta ki müzakere edilmemiş hiçbir şey kalmayacak. Ta
ki ne ne, ne nasıl, ne niçin, ne ne adına, kim kim, suçlu kim, suçsuz kim
ortaya çıkacak. Varlığa dair ne varsa sorular sorulacak, sorgulamalar yapılacak
ve sigaya çekilmesi icap edenler sigaya çekilecekler. İşte ondan sonra varlık
âleminde var olan ne varsa adaletle bakılacak, adaletle yargılanacak ve adaletle
karar verilecek. Bunu yapabilecek birisi varsa buyursun. Bilakis, bana inanmamı
söylemesin. Önce büyüsün gelsin! Bendenizin çelik çomak oynamakla işim olmaz.
Bendeniz acılardan acılara sürgün yaşayan ve dertler ülkesine dönmüş bir
insanım. Bendeniz büyük düşünmek, yüksek yaşamak peşindeyim. Öyle madde
bağlamında söylemiyorum bunu. Zira yüksek düşünmek ve yüksek yaşamak maddeyle
olabilecek bir şey değildir kesinlikle ama bunu algılayabilecek kaç beyin
vardır aramızda? Küçüklüklerden illallah etmişim, gına gelmiş bana. Kaprislerle,
komplekslerle, hasetlikle, müfteriliklerle, tiksindirici davranışlarla, ucuz
tecziye etmelerle, küçük bakışlarla ve görüşlerle, kibirle yapamıyorum. Basit
ve ucuz çıkarlar peşinde koşamıyorum. Küçücük bir dünyalık uğruna insan satacak
derekeye düşemiyorum. İnsanların acılarını görmezden gelemiyorum. Haksızlığa
göz kapayamıyorum, kulak tıkayamıyorum. Münhasıran iddihar eylemekle iştigal
edemiyorum. Bir çocuğun gülmesini bir ömre bedel görüyorum. Bir insanın,
yuvasında huzurla yaşamasını sonsuzcasına önemsiyorum. Suçsuz yere acı çeken
insanlar görmek istemiyorum hayatın içinde. Böyle bir şeyi gözlerim gördüğü
zaman yüreğim acılardan acılara sürgün oluyor, kahroluyorum, perişan oluyorum.
İşte o zaman tehlikeli sorular soruyor, sorgulamalar yapıyorum. Sömürüden
tiksiniyorum, sömürgeciden iğreniyorum. Bendeniz insanca yaşamak istiyorum ve
insanca yaşanılabilecek bir dünya!