Sayın Cumhurbaşkanım! Bu dünyada her şeye alıştım da, bir
ölüme alışamadım, bir suskunluğa, bir de sorgulamadan yaşamaya. Ölüm hep garip
geldi bana, nedendir bilmiyorum. Bir yandan garip bir şekilde umut olurken,
diğer yandan çaresizliğimi katladı da katladı ve bendenizi ekstra acımasız
yaptı ama adil acımasız. Suskunluğu, mazluma yapılan zulme ortaklık olarak
algıladım. Ve zulme ortaklıktan asla hazzetmem, böyle bir konuda tereddüde
düşmek bile ruhumu azaplara gark eyler. Hatırladığım kadarıyla ilkokuldan beri
haksızlığa karşı hep isyan etmişimdir. Haksızlık yapanın, gücüne dayanarak
haksızlık yaptığını gördüm hep, bu yüzden de haksızlığa uğrayana hep acırım,
merhametim depreşir ve ekstra acımasız olurum. Çünkü haksızlığa uğrayan hep
gariptir, çaresizdir, elleri kolları bağlıdır, onun o anda ruhunda ki
depremleri ruhumun derinliklerinde hisseder gibi olurum ve izahı imkânsız
duygulanımlar yaşarım, kendimi onun yerine koyarım ve o anda ezilirim,
ezilirim, hep ezilirim, çığlıklar büyür içimde. Güçten iğrenmeme varır bunun
ucu. Hayatımın tek bir anında bile güçlü olayım da ezeyim diye düşünmedim ama gücün
adaletle birleşmesine hep hayran kalmışımdır, büyük ve derin saygı duymuşumdur.
Gücün doğurduğu haksızlık karşısında bir şey yapamamak, beni daha da acımasız
yapar. Zihnim ve yüreğim darmadağın olur. Sorgulamamayı da, aldanmaya gönüllü
olmak olarak gördüm her daim. Sorgusuz yaşamanın, her zaman birilerinin işine
geldiğini düşünürüm, sorgulamaya ne
gerek olduğunu fısıldarlar hep kulaklara. Gidişatın kabullenilmesini dikte
ederler. Ama böyle bir şeyi kabul edemedim hiç. Olması gereken varken niçin
olmaz da, olmaması gereken olur hep ve bir de bunun kabullenilmesi istenir ki?
Niye kabul edeyim ki? Çünkü kimseyi, kendimden daha akıllı ya da akılsız
görmedim, bu sebeple hiçbir kimseyi mutlak olarak onaylamadım. Nihayetinde görmek
istediklerimi görmeden, yaşamak istediklerimi yaşamadan ölmeyi hiç istemedim.
Elbette elimde olan bir şey değil ama istemedim işte. Mazlumların acıları da
yüreğimin sızılarını her daim çoğalttı ve konuşmama sebep oldu, çünkü
çığlıklarım çığ oldu ve taştı, acıları durduramasam da duyurmak gerektiğini
düşündüm. Sorgulamayan ve sorgulayanların sömürülmesine yol veren gönüllü
aldananlarda acımasızca sorgulamamın yolunu açtı ve zamanla, bendenizi biraz
daha sertleştirdi. Hala garibime gider, sorgulamadan nasıl yaşanır diye?
Sorgulamadan yaşayıp, sorgulayanları da ahmakça yargılayanları hala anlayamam.
Hayır, niye sorgulamaz ki insan, nasıl hesapsız, kitapsız, umarsız her şeye
olduğu gibi inanabilir ki? Bir de şu yüreğimi çözemedim bir türlü! Nasıl böyle
oldu, niye böyle oldu, ne zaman hisle doldu taştı anlayamadım gitti. Böyle
olmasaydı olur muydu, olmaması elimde miydi, olması isteğimle miydi? Duygusuz,
acımasız, zalim, merhametsiz birisi olsam daha mı iyi olurdu? Bilmiyorum… Çünkü
bazen öyle oluyor ki, en acımasız zalime bile merhamet ediyormuşum gibi oluyor.
Sayın Cumhurbaşkanım! Düşünüyorum da, ne garip bir dünyada
yaşıyoruz diyorum kendi kendime. Bu dünya, insanın dünyası değilmiş gibime
geliyor. İnsan dediğimiz canlı, ne garip bir varlık değil mi? Özünde ne kadar
da garip, mazlum ve masum değil mi? Merhamete muhtaç, sevgiye, şefkate muhtaç. Hissedebiliyorum
bunu. Keşke hissiz olaydım! Niye ruhum böyle hissediyor? Keşke diyorum bazen,
keşke insan gibi görünsem bile vahşi bir yaratık olsaydım. Hiç olmazsa acılarım
olmazdı! İnsan olmayanlar için değil düşüncelerim, hislerim kuşkusuz. Çünkü
insan dediğimiz canlı, it değil, çakal değil, domuz değil. Belki de, it, çakal,
domuz, insanlıktan çıkandan daha iyi. Bendenizin ruhum niye böyle? Niye ekstra hassasım
ki? Çok acı çekiyorum. Her güzel şeye hasretle yaşıyorum. Baharı çok seviyorum,
hep özlüyorum! Toprağın çiçeklerle dolduğunu görmek istiyorum. Kuşların cıvıldaşmaları
ne güzeldir değil mi? Bazen bu dünyadan yükselsem ve yıldızların arasına
karışıp gitsem, kaybolsam ve artık yeryüzünde dolaşanların arasında olmasam
istiyorum. İnsanların kardeşçe barış içinde yaşadıklarını görmek istiyorum
toprağın üstünde, göklerin altında. Renklerin cümbüşü ne de güzeldir değil mi?
Gülmek, acıyı dindirir mi? Güldürmek ne güzeldir değil mi? Yaşamayı hak
edenlere yaşamayı haram etmenin vebali nedir ki? Böyle bir veballe yaşanır mı,
bu vebal taşınır mı? Dağlardan damar damar suların aktığını, nehirlerin berrak
sularla dolup taştığını görmek istiyorum. Böyle bir dünyayı bir türlü
kabullenemiyorum. Git gide her şeyden soğuyorum. Çünkü başka bir dünyaya layık
olduğunu ve öyle bir dünyaya layık olması gerektiğini düşünüyorum insançocuklarının.
Yaşamla ölüm arsında ince bir çizgide yürüyoruz. Yaşamla ölüm; bu da garip bir
söz dizimi işte! Sonumuz ne olacak, son söz nasıl söylenecek ve kim söyleyecek
diye merak ediyorum. Olmayacak şeyler oluyor, olacak şeyler olmuyor. Çok boş
yaşıyormuşuz gibi hissediyorum bazen. Çünkü dipsiz bir anlamsızlığın
kuşattığını duyumsuyorum, her şeyi. Yaptığımız hiçbir şeyin sahiciliği, anlamı,
mahiyeti, muhtevası yok. Samimiyeti diriltmek muhal artık. Öylesine ömür
tüketiyormuşuz hatta çürütüyormuşuz gibime geliyor. Anlamsız şeyleri anlamlı
gören, hiçbir işe yaramayan şeyleri, sanki işe yarıyormuş, yarayacakmış gibi
düşünen zavallılarız sanki. Kimisi şarkısını haykırarak terennüm ederken,
kimisi sessizce terennüm ediyor. Şarkılarını sessizliğe gömenlerin şarkıları
duyulmaya başladığında dünya nasıl bir yer olur diye sormak geliyor içimden. İnsana
yaşama sevincini haram eden şey nedir? Yapmasakta yaşayacağımız ama yaptığımız
zaman öleceğimiz şeyler nelerdir diye hiç sorar mı ki insan kendi kendine?
İnsan yapmasa bile hiçbir sorun olmayacak şeyi niye sorun eder de, yapmadığı
zaman kendini yokluğa sürükleyecek şeyleri niye umursamaz ki? Ölüler de konuşur
birgün!