17 Eylül 2018 Pazartesi günü başlayan 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında, milyonlarca öğrenci, öğretmen, eğitim çalışanı ve onların yakınlarını zor ve yorucu bir yarış bekliyor. Okulların yeniden açılması, cadde ve sokakların, meydanların kalabalıklaşması, trafiğin yoğunlaşması demektir. Cadde ve sokakların kalabalıklaşması, bir anlamda esnafın da iş yapması, ticaretin artması, para kazanması ve yüzünün gülmesi demektir. Esnafın yüzünün gülmesi, ekonominin hareketlenmesi, canlanması, ülkenin gelişmesi demektir. Üretimdir, tüketimdir, ekonomidir.
Ülkemiz bir süredir zor ve sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Eğitim - öğretim sektörü de bu sıkıntılı dönemden etkileniyor. Herkes evinin önünü temiz tutarsa, tüm şehir temiz olur derler. Ülkemizin bu zor dönemi atlatılabilmesi için hepimizin üzerine düşen ağır sorumluluklar var. Hangi alanda olursa olsun herkes işini iyi yapar, görev ve sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getirirse, etraf tertemiz olur, hiçbir sorun kalmaz. Ancak toplumumuza bulaşmış olan “bana ne”, neme lazım”, “bana dokunmayan yılan çok yaşasın” gibi hastalıklar, ülkemize çok büyük zararlar veriyor. Unutmayalım ki, Osmanlı İmparatorluğunu da yıkan bu hastalıklı anlayıştı
Eğitim camiasının içinden geldiğimiz için öğrencilerle, öğretmenlerle, anne ve babalarla, eğitim ve öğretime doğrudan veya dolaylı olarak katkı sağlayan kuruluşlarla görüşüp konuşuyoruz. Yeni öğretim yılı başlarken, milyonlarca öğrenci, okuluna, arkadaşlarına, öğretmenlerine kavuştuğu için mutlu olması lazım. Ama mutlu değil. Öğretmen, okul müdürü, müdür yardımcısı da öyle. Eğer bir toplumda eğitim ve öğretimin temeli sayılan öğrenci, öğretmen gelecekten umudunu kesmiş, mutsuz ise diğer kesimler de bu durumdan etkileniyor.
Milli eğitimde her sene değişen politikalar, ne yazık ki öğrencileri deneme tahtası haline getirmiştir. Okullara kayıtları sırasında alınan kayıt parası, bağış ve yardımlar, okul kıyafetleri, formalar, defter, kitap, yardımcı kaynaklar, servis, yeme-içme, barınma, konaklama ücretleri can yakmaya, psikolojik sorunlara, hatta intiharlara neden oluyor. Öğrenci azlığı veya yetersizliği nedeniyle köy okullarının kapanıp taşımalı sisteme geçilmesi başlı başına bir sorun yumağıdır. Hatta okulların öğrenci sayıları, kalabalık sınıflar, tekli öğretim modeline geçiş de bile çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Okul yönetimleri tarafından her sene başında belirlenip, ilan edilen tek tip forma ve kıyafet zorunluluğunun, eğitim ve öğretime en ufak bir katkısı yoktur. Bu tür zorlama ve baskılar, bazı çevrelerin para kazanmasından öte bir işe yaramıyor. Öğrencinin kılık, kıyafetiyle, saçı sakalı ile uğraşmak eğitim ve öğretimi bir adım ileri götürmez. Belki okulun dirlik ve düzeni, öğrencinin kontrol altında tutulması açısından yararı olabilir. Fakat öğrenciyi başarılı, iyi bir öğrenci yapmaz. Mesela fiziği, biyolojiyi, kimyayı, matematiği sevdirmez, deney, gezi, gözlem yaptırmaz. problem çözdürmez. Bir yabancı dili öğretmez. Şiir, hikâye yazdırmaz. Tarihi, coğrafyayı öğretmez. Rasyonel düşünmeyi, akla, mantığa uygun hareket etmeyi sağlamaz.
Gerek bu sene okullarını yeni kazanan, gerekse önceki yıllardan ailelerinden uzak kentlerde bir okulda veya bir üniversitede öğrenim görmekte olan öğrencileri yine çok zor ve ağır bir dönem bekliyor. Belki gelir düzeyi yüksek olan öğrenciler için çok önemli olmayan barınma ve yurt sorunu, alt gelir düzeyindeki öğrenciler için önemli bir sorundur.
Öğrenci okulunu kazandıktan sonra kaydını yaptıracak, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na başvuracak, maddi destek için Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakfı kapısına dayanacak, sonuç alamazsa başka kanallara yönelmek zorunda kalacak ve asıl sorun bundan sonra başlayacaktır.
Bundan beş altı sene önce, bugünlerde yayımlanan bir yazımızda bakın ne demişiz: “Türkiye genelindeki tüm üniversite ve yüksek okul çevrelerinde özel yurt veya öğrenci evi adıyla faaliyet gösteren çeşitli dernek ve vakıf yöneticileri, öğrencileri kendilerine çekmek için olmadık vaatlere ve taktiklere başvuracaklardır.
Yurtkur’un elinin uzanamadığı veya kasten ulaşmadığı yerlerde meydan, özel dernek ve vakıf yurtlarına terk edilmiştir. Örneğin Anamur’da Meslek Yüksek Okulu 1995 yılından itibaren faaliyette olmasına rağmen bir devlet yurdunun açılması, kimsenin aklına gelmemiş veya bu konu bilerek ihmal edilmiştir. (İki sene önce KYK’nin 300 öğrenci kapasiteli bir öğrenci yurdu hizmete girdi)
Bunun yanı sıra ilköğretim, lise ve yüksek okul öğrencilerinin barınma ve beslenme ihtiyaçları için cemaat ve tarikatlara ait özel yurtlar öğrenci kabul etmektedir. Bu yurtları tercih etmeyen öğrenciler ise, birkaç arkadaş bir araya gelerek ev tutmakta, barınmakta ve eğitimlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durum başka kentlerde de aynı şekildedir.
Anamur ve çevresi, sosyal kültürel ekonomik olumsuzluklara rağmen gelir seviyesi bir hayli yüksek olan yerlerden biridir. Bir bankacıdan aldığımız bilgiye göre Anamur’da yüzün üzerinde zengin varmış ve banka hesaplarındaki paranın miktarını bile bilmiyorlarmış. Elbette bu çevrede, çok sayıda yiyecek ekmeğe muhtaç fakir aileler de var.
Zenginler, hali vakti yerinde olanlar bir fon oluşturarak yardıma muhtaç durumdaki öğrencilere burs verebilir, vakıf ve dernekler aracılığı ile öğrencilere destek olabilir. Ama bu konuda genel anlamda bir duyarsızlık söz konusu. Bu duyarsızlık ve adam sendecilik nedeniyle çocuklarımız, gençlerimiz bir takım karanlık odakların ağına düşmekte, onların görüş ve düşünceleri etrafında eğitilmekte ve elimizden bir kuş misali uçup gitmektedir. Bu gidişin sonu iyi değildir.
Yeni öğretim yılı başlar, okullar açılırken çağrımız Anamur için kafa yoran, Anamurlu olmaktan gurur ve mutluluk duyan, sesimizi duyan veya duymayan herkesedir: Herkes, elinden ne geliyorsa, parası olan parasından, malı olan malından, muzu olan muzundan, çileği olan çileğinden, serası olan serasında yetişen ne varsa onlardan bir miktarını bu hayır işine ayırabilirse bu iş biter. Bu güç, bu potansiyel var burada.
Zaman geçirilmeden bu iş için bir dernek mi, bir vakıf mı, yoksa başka bir şey kurulacaksa kurulsun. Gençlerimiz, öğrencilerimiz ele güne muhtaç olmaktan, başka kapılarda sürünmekten kurtulsun. Gerekirse Anamur merkezli bir dernek kurularak başka kentlerde şubeleri olmalı, sıkıntıya düşen, darda kalan Anamur ve Bozyazılılara yardım elini uzatmalı, koruyup, kollamalı. Gurbet ellerde yalnız ve çaresiz kalmış bir kimsenin ruh halini ancak bilenler bilir. Bilmeyenler de anlamalı, anlamaya çalışmalı. “
Başka söze gerek var mı, haydi Anamur bu çorbada senin de tuzun olsun.