ŞEYTAN VE LEŞ...1...

Özgür DENİZ - 03.10.2018

Ölümsüz hakikatin ölümlü insana nidası; -Vel-asr innel insane lefi husr. İllellezine amenü ve amilüs salihatü ve teve savbül hakkı ve teve savbüs sabr-

 

And olsun ki, insan zarardadır ve sürekli zarardadır!

 

İnsan ne konuşmayla ne de yazmayla bitecek bir varlıktır ama elbette bitecek bir varlıktır. Konuşuldukça ve yazıldıkça çoğalan bir varlıktır. Defaatle yazdık ve ilanihaye yazacağız insan üzerine ve dahi hep yazdılar, bademada yazacaklar. Çünkü o bir gayya kuyusu misali bir türlü sonu gelmeyen ama sonlu bir varlıktır. Nasıl ki dünyayı halkeden, döndüren, çekip çeviren hakikatte Allah ise de, reelde o dünyaya anlam katan, dünyanın kendisiyle anlam bulduğu ve kendisi için varolduğu yani dünya düzleminde özne konumunda olan varlık insandır ve dünya insanın etrafında dönmektedir. Ama ne gariptir ki, insanı kendi etrafında döndüren dünyadır. İnsan, kendisinin farkında olmayan bir zavallıdır. İnsan kompleks bir öze sahiptir ve çelişki üzerine halkolunmuştur. Ki, kozmosun kaosa dönüşmesinin arka planında da bu durum gizlidir. Allah, insanı öyle bir halketmiştir ki, insanlığı bir bütün olarak hiçbir kimse peşinden sürükleyememektedir. İnsanın bu durumu en büyük planları alt üst etmektedir ve etmeye de devam edecektir. İnsan, ancak güçle dizginlenebilmektedir ama o güçte bir yere kadar dayanabilmektedir. Ta ki, gücün getirisi bittiği ana dek ya da insanlığın gözlerini açıp gördüğü ana dek. Binaenaleyh, komplolar, cinayetler, sömürüler, mezalimler, ceberrutluklar, kumpaslar, mugalatalar ve terörizmler tezahür etmektedir. Çünkü insanın ancak tedhişle yola gelebileceği düşünülmektedir. İnsan nefis sahibidir ve nefsin tuzaklarına çok kolay düşebilmektedir. Çünkü bir yönüyle rezil ve pislik bir mahlûktur o. Leş peşinde koşabilmekte, şeytanın oyuncağı olabilmekte ve şeytani eylemler planlayabilmektedir. Aklı olduğunu bildiği halde o aklı kullanmaktan imtina edecek kadar ahmaktır, alıktır, böndür. Dizginlenemeyen arzuların, bitmeyen isteklerin, süfli zevk ve eğlencelerin meftunudur. Dünya ise bu tür şeylerle lebaleptir ve işte bu yüzdendir ki, insan denilen mahlûku leşinin peşinden koşturmakta, kendi etrafında döndürmektedir. İnsan denilen varlık bitevi ziyandadır ama ziyanda olduğunu fark edecek zekâya malik değildir. İnsan denilen canlı görünümlü uyurgezer mahlûk, dünya leşinin peşinden koşmayı bıraktığı ve sahiplenmeyi umursamadığı zaman gerçek özgürlüğüne kavuşacak ve sonuç verici eylemlerde bulunabilecektir. Kazanmak ve biriktirmek gibi bir hırsı olmadığı için kaybetmek gibi bir derdi de olmayacaktır. Ama o tutsaklığı ve suskunluğu tercih edecek kadar sekter ve dar kafalıdır. Eyleme sırt çevirip, cerbezeyle gününü kurtarmayı tercih edecek kadar cahildir, nankördür, zalimdir. Politikanın kurtarıcılığına inanmakta ve dünya leşine sahip olmakla adamlık kesbedeceğini zannetmektedir. Oysa batışı daima bu ikisi yüzünden olmuştur ve öyle de olacaktır. Zira dünyadaki tüm haksızlıkların membaı politika denilen şeytan ve bir leşten farksız olan dünyadır.  İnsan hiçbir şeye güvenmemelidir, münhasıran Allah’a ve içinde ki sınırsız güce güvenmelidir. Bunu anladığı vakit, vakti gelmiş olacaktır zaten kurtuluşunun.  İnsan, nehir olup akmalıdır ve sürekli temizlenmelidir, temizlemelidir, bilakis bataklık olup kendi kendini karanlığın ve pisliğin dibine gömmemelidir. Kirlenmeyi değil arınmayı tercih etmelidir.

 

Ne dünyaymış be! Nasılda sımsıkı sarılmışız ve kucaklamaya çalışıyoruz. Pisliğe şehvetle uzanan ellerimizin kirleneceğinden haberimiz yok. Ruhumuzdan bahsetmeye bile gerek yok. Çünkü onun güzelliğe ulaşan tüm yollarını kapıyoruz, dünyanın kapılarını açmaya çalıştıkça. Ruhumuz bir şiirden tat almak, bir şarkıyı dibine kadar duyumsamak, yıldızların dansıyla sarhoş olmak, gözlerimiz aya baktıkça görülenin kendisinde makes bulmasıyla sonsuzluğa erişmek ister, peki onun bu yüksek zevkleri yaşamasına fırsat tanıdık mı hiç? Dünya varoldukça ve biz dünyayla varoldukça ruhumuzun nasılda acı çekerek battığından haberimiz yok. Çünkü ruhumuzun sessiz çığlıklarını işitecek ne cesaretimiz var ne de sağlam kalmış bir işitme organımız. Bir dostla hiçbir şeyi umursamadan, rezil hiçbir şeye tapınç içinde olmadan aydınlık ve duygulu dakikaları geçirmenin ne olduğunu hissedebilir miyiz acaba? Hissedebilseydik, umarsızca soluksuz muhabbetlere dalmaz mıydık? Ama ne hissedebildik ne de muhabbetlerin dibine vurup tadını çıkarabildik. Çünkü aklımız bizden çıkacak olanlara takılıydı. Oysa bırakıversek, vazgeçiversek, umursamasak, dünya dediğimiz şey kendiliğinden zaten gelecek bize. Faraza gelmesin, neyi kaybederiz ki? Ki, gelmediği gün olmadı neyi kazandık ki? Gelmeyecek diye çok korkuyoruz, bu yüzden de biriktirdikçe biriktiriyoruz, biriktirdiklerimiz uğruna güzel olan her şeyi azaltma pahasına. Onun uğruna dostluğu harcıyoruz, sevgiyi harcıyoruz, vefayı harcıyoruz. Politika şeytanının oyuncağı olmuşuz. Çünkü dünyaya ulaşmanın yegâne yolu olarak ona kul olmayı görmüşüz. Her şeyi onunla kolayca halletme yoluna koyulmuşuz. Kaybetmekten, kaybederek kazanmaktan hazzetmiyoruz. Hiç kaybetmeyelim, hep kazanalım istiyoruz. Nasıl olursa olsun kazanmak uğruna kendimizi, yaşamımızı, sevinçlerimizi, dostlarımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi feda ettiğimizin farkında bile değiliz. Kolaya alışmışız, sürüklenip gidiyoruz. Ne sevmeyi becerebiliyoruz, ne paylaşmayı, ne de fedakârlığı.  Ne dostluk uğruna vazgeçişlerde bulunabiliyoruz ne de bir dosta sımsıkı sarılabiliyoruz, sarıldığımız gibi dünyaya. Hep biz kazanalım istiyoruz, herkes kazansın diye kavgaya girmekten korkuyoruz. Bir dost için hiçbir fedakârlıkta bulunmazken, politika şeytanı uğruna bulunmadığımız fedakârlık kalmıyor. Ne duyguları olanca yoğunluğu ile yaşamayı becerebiliyoruz, ne de yoğunlaşabiliyoruz derin düşüncelere. Sanki kuyruğundan tuttuğumuz dünyayı yakalayabilecekmişiz ve bir daha kaçırmayacakmışız gibiyiz. Zora gelemiyoruz be gülüm! Kolaycılıkta bizi sefaletten sefalete sürüklüyor. Çünkü biliyorlar zora gelemediğimizi, bu yüzden kolayı sunuyorlar bize daima. Aslında bir bilebilsek, ah bir bilebilsek o kolayın ne de büyük zindanları ve o zindanlarda ne de ağır tutsaklıkları sakladığını. Belki de çoktan zorun kucağında bulurduk kendimizi ve bozardık bize bizden habersiz kurulan oyunları. Dünyanın cazibesine aldanıyoruz. Ah bir bilebilsek paylaşmanın ne de büyük bir değer olduğunu, paylaştıkça nasılda çoğaldığımızı ve çoğaldıkça bizden nasılda korkacaklarını bir bilebilsek. Biz yaşamıyoruz be gülüm! Biz, sahip oldukça varolduğunu sanan, leşin peşinde koşturmayı yaşamak sanan, o leşe sahip olunca adam olacağını düşünen, o leşi kaybetmemek uğruna yaşamın en güzel dakikalarını kaybetmeyi göze alabilen zavallı, sefil, perişan yaratıklarız. Keşke bağlanmamanın, kazanmak uğruna kaybetmeyi göze almamanın, kazandıklarımızı en güzel dakikalardan haz almak yolunda harcamanın ne büyük bir şey olduğunu idrak edebilseydik!

 

Bağlılık rahatlık sunar ama aptallaştırır, sünepeleştirir, özgürlük ise yalnızlaştırır ama huzur ve cesaret verir. İşte bu yüzden dünya ve politika, insanı aptallaştırırken; dünyadan ve politikadan arınmak, insanı özgürleştirir, yalnızlığın koynuna atar ve ruhu diriltir, gövdeyi çelikleştirir. Bu meyanda belirtmek iktiza eder ki; politikadan ve dünyadan kurtulmak kavgayı bırakmak anlamına gelmez, bilakis gerçek kavgaya ilk adımı atmak ve gerçek kurtuluşa giden yolu bulmak olur. Çünkü dünyadan ve politikadan arınan insan aptallıktan kurtulur, zekası canlanır ve şeyleri daha berrak görür. Çünkü o zaman her şeye kendi evinden bakar. Baktığı zaman göremeyen bu şekilde görür hale gelir. Duyduğu zaman anlayamayan bu yolla anlamaya başlar. Bilmediği nice şeylere nasılda körü körüne düşman olduğunu anlar. Dünyanın ve politikanın içinde olan insan ne kendisi olabilir, ne kendi gözleriyle bakabilir, ne kendi aklıyla düşünebilir, ne de kendi kararlarını alıp, tercihlerini yapabilir. Çünkü o zaten kendi evinde yaşamayan, kendi evine yabancılaşmış biridir. O kendinde hep başkalarını yaşar, kendini yaşamaktan ise ödü patlar ama kendinin yaşadığını sanır ve buna inanır da. Korkma be gülüm, korkuyu korkut! Cesaret et özgürlüğe ve yalnızlığa! Azcık uzakta yaşam var, uzatsan ellerini dokunacaksın. Kafanı ve kalbini koru ki, koruyacaksın kafanın ve kalbinin yönettiği her şeyini. O zaman anlayacaksın yaşamanın ne demek olduğunu. Boynunu uzatma giyotine gönüllü olarak be gülüm! Bilmediği şeylere düşmanlık düşürüyor insanı. Düşersen çiğnerler ve çiğniyorlar. Bilmediği şey, bilmediği nice şeyleri getirecek insana belki de ama bilmemek ne de acı. Nasılda öldürüyorlar bizleri değil mi? Ağır ağır öldürüyorlar, önce aklımızı çalıyorlar, sonra duygularımızı yuvasında çürümeye bırakıyorlar ve sonra da gövdemizi kıpırdayamaz durumda bırakıp işimizi bitiriyorlar. Biz kimseye benzememek, bağlanmamak için çırpınıp dururken tek kanadı kırılmış bir kuş gibi, onlar sağlam kalan katlarımızı da kırıp, kendilerine benzetmek ve bağlamak istiyorlar. Bizi dünya leşinin peşinden koşan bir it, politikanın yörüngesinde yönünü bulmaya çalışan bir köle kılmak istiyorlar. Bize gram gram vermek ama bizi tonla almak istiyorlar. Bizi kurtuluşun yolundan döndürüp, tutsaklığın içine çekmek istiyorlar. İnsanları zordan korkutup kolaycılığa alıştıranlardan, insanların dünyalarını yıkanlardan, insanların ruhlarını kurutup öldürenlerden, insanları hiçbir şey anlamayan yaratıklara ve nihayet birer ölü canlara dönüştürenlerden, insanları ateşe su olmaktan alıkoyanlardan nefret ediyorum. Dünya için insana kıyanlardan tiksiniyorum. İnsanı politikaya kurban edenlerden iğreniyorum.

 

İnsan cahil! Ansızın geldiği gibi ansızın gideceğini bilmez. Bilmediği içinde nankörlükte ve zalimlikte sınır tanımaz. Çünkü insan, evreni hiç temaşa etmez, temaşa etmediği içinde tefekküre dalmaz, olup bitenlerden ibret almaz. Bu yüzden de doğruluk her zaman kaybettirir ve kaybettirmektedir dünya bağlamında. Burası çok derin bir mevzudur ve insanı tehlikeli sorular sormaya yöneltmektedir, binaenaleyh geçmek iktiza eder. Geçelim! İnsan bu sebeplerdendir ki, politika şeytanının tezgâhına gelmekte, dünya leşinin peşinden ayrılamamaktadır. Zira doğru olarak, dünyaya ulaşılmaz. Ancak yanlışlarla dünyaya kavuşulmaktadır burada. Bu yüzden de insan sürekli yanlış yapmaya ve kolaya sığınmaya teşnedir. Zoru sevmez insan, kolaya sığınır. Zor, zor gelir insana. Dünya zevahirde güzelliklerle doludur, zevkle, eğlenceyle doludur. İktidarı vardır dünyanın, makamı, parası, kadını, yiyeceği, içeceği, giyeceği vardır. Ne ararsan vardır yani. Yokluk insandadır, dünyada değil! Ve bu varolanlar üzerinde bir hükümranlık kavgası sürüp gitmektedir. En yüksek düzeyde malik olmak isterler varolanlara ve bunlara malik olurken zımnen insanlığa malik olmak isterler. Çünkü dünya muhtelif nimetlerle lebalepse de, bu nimetlere insandan geçerek ya da insan emeğini sömürerek yani yine insandan geçerek ulaşılabilinmektedir. Vicdanın kutsal yasası adaleti ve ahlakı emreder amma velakin ahlak ve adalet, dünyaya egemen olmakla çatışır. Öyleyse, vicdanın kutsal yasalarını çiğnemeden istendik yönde hareket etmek ve dünya leşine erişmek muhaldir. İşte tam da burada politika şeytanı arz-ı endam eylemektedir, bu erişmeyi kolaylaştırmak ve yürünen yolu mubah kılmak için. Şeytanda bu sebeple isyan etmemiş miydi ve vicdanın kutsal yasalarını çiğnememiş miydi? Kimileri düpedüz başkaldırarak bir savaş başlatır bu yolda, kimileri de münafıkça savaşır. Adalete ve ahlaka gerçekten iman edenler ve iman ettikleri gibi amel edenler yani yollarında onurluca yürüyenler ise tam ortada dururlar. Çünkü vicdanın kutsal yasalarının emridir bu. Ne ileri giderler, ne de geride dururlar, yolda dosdoğru yürürler. Bilakis, insan denilen kırılgan varlık paramparça olur ve dağılır gider. İnsanın kadim hatasıdır bu yani bütünlüğe mugayir hareket edip parçalanarak küçülmek, küçülerek sömürünün nesnesi olmak, yaratılış yasalarına ihanet etmek ve sürekli bir sapkınlık üzerinde olmak. Politika şeytanı insanı paramparça ederek ve dünya leşinin başına toplayarak hakikatte insanı rezil ve sefil bir yaşama mahkûm etmektedir. Ne gariptir ki, bu gerçek olanca berraklığı ile ortada durup dururken, insan yine de ahmakça politika şeytanın kurtarıcılığına inanmaktadır. Dünya leşine daha çok malik olmakla da, ideallerine varışını kolaylaştıracağını düşlemektedir. İnsan kendisiyle baş başa kalabilmeli ve hatalarıyla, günahlarıyla yüzleşebilmelidir, bunu yapmadıkça pislik içinde yaşamaya mahkûmdur. Çünkü hakikati asla göremeyecek, kendisine gösterilene inanacak, yapması gereken şeyi asla bilemeyecek ve hep kurban olacaktır.

Tarih: 03.10.2018 Okunma: 784

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?