Politika şeytanı öyle bir güçtür ki, zımnen
evrende ki yegâne güç olmak emelini taşır. Bu durum bu şeytanın ruy-i zeminde
arz-ı endam eylediğinden beridir böyledir. Bunu yaparken hakiki güce meydan
okuyarak ve o gücün yasalarını çiğneyerek, çiğnenmesini sağlayarak yapar. Gizli gaye de budur zaten. Hiçbir insançocuğu
neyi çiğnediğini, nasıl çiğnediğini, niçin çiğnediğini, kimin için çiğnediğini,
çiğneyerek neyi koruduğunu zannettiğini asla bilemez, bilakis çiğnemesi
gerektiğine inandırılmıştır ve çiğnemesi gerektiğine inandığı için çiğner. Ama
çiğnediğine de asla inanmaz. Çünkü neyi çiğnediği söylenmemiştir kendisine,
sadece çiğneyebileceği ve çiğnediği için ayakta tutacağı kutsal şeyler olduğu
fısıldanmıştır kulağına. Zira eğer çiğnerse, varolması için gereken şeyleri
muhafaza edecektir! İnsana, kendisini çiğnetir de, yine de
bilemez insan. Büyük bir suç işlenmektedir evrende! Bunu da para tanrısı tavassutu ile yapar,
politika şeytanı. Para tanrısına tapacaklar önce politika şeytanının önünde
eğilirler. Yaptığını da öyle bir maskeler ki, her şeyi meşru gösterir, hatta
olmazsa olmaz olarak anlaşılmasını sağlar. Çünkü o kutsal ülküler uğruna vardır
ve savaşır, o olmazsa kutsal ülküler yaşayamaz. O yoksa dünya leşinden payda
yoktur. Çünkü politika denilen şeytanın özünde mürailik mündemiçtir, çıkar
gizlidir. Vicdan ise susturulmuştur!
Zevahirde böyle görünmez belki ama hakikatte böyledir. Taaa dip
derinliklerde gizlidir bu ince detaylar, ancak çok ince bakarsanız hissedebilirsiniz.
Bilebilirsiniz değil, hissedebilirsiniz.
Zira her bilinmeyen gerçek değildir diye bir şey yoktur, nice gerçekler vardır
ki sadece hissederek idrak edebilirsiniz. Belki anlatamazsınız ama fevkinde
olursunuz, bu bile kifayet eder nice şeyleri kurtarmaya ve uyanmaya. Ki,
insançocukları hissedemedikleri için aldanmakta değiller midirler zaten,
hissetmeyi becerebilselerdi, insançocuklarını aldatabilecek tek bir kişi
çıkmazdı şu evrende. Filhakika insançocuğu bir becerebilse hissetmeyi, ahhh bir
becerebilse, şu dünyada seyreyleyin o zaman siz gümbürtüyü. İnsançocukları
maalesef hisleri ve bilinçleri alınmış ve mankurtlaştırılmışlardır. Politika
şeytanı dünya leşini de bu sebeple elinde tutar. Dünya leşine ulaşmak isteyen,
politika şeytanının gösterdiği yolda yürümek zorundadır. Bilakis kaybetmeye
mahkûmdur. Haddizatında politika şeytanı daha büyük şeytanların yolunu açan bir
araçtır ama zevahirde kendisi oyunu oynadığı için parsayı toplayan olarak
görülür, fakat parsa asıl başkaları için toplanır. Derin bakmadıkça, ince
düşünmedikçe, top oynamaya devam ederiz ve her şeyi göründüğü gibi zannederiz.
Zannettiğimiz şeyleri de papağan gibi tekrar edip, bir şeyler biliyormuş gibi
görünmekten hazzederiz. Görünmeyeni anlatacak biri çıkmayacağı için de görünene
inanmaya devam ederiz. Herkeste göremez, görüneni görür sadece. Görünmeyenleri
anlatabilecek olupta anlatamayanlar hep aldatırlar!
Dünya da münhasıran iki düşünce vardır;
peygamberi düşünce ve şeytani düşünce. Keza münhasıran iki taraf vardır;
peygamberlerin tarafında olanlar, şeytanın tarafında olanlar. Düz mantıkla
algılanıp anlaşılacak bir çıkarım değildir bu. Şöyle görünüp böyle olanlar,
böyle görünüp şöyle olanlar olabilir. Tanım nettir ama tanımlama yapmak çok
zordur yani tanımlanacak unsurlar sıkıntılıdır. Binaenaleyh, tanımları,
tanımlanacak unsurların üzerine oturtmak, çendan motomot oturmak, kabil-i
mümkün değildir. Biz görüntülere bakarak yargıya vardığımız için yanılabilir,
aldanabiliriz. Dünya hali! Burada karışıklığı yaratan şey politika şeytanıdır.
Şeytaniler; zulümle, gaspla, sömürüyle, yalanla yollarını bulurlar. Zira daha
önceden saydığımız türlü nimetlere ancak bu yoldan mülaki olabileceklerini
düşünürler. Peygamberiler hakikatle yollarını bulurlar. Bunlar kazanmak
derdinde değildirler, hakikatin kaybettireceğini bildikleri, ki hakikatin
kaybettirdiği kesindir, halde hakikate tutunmaktan başka bir yol bilmezler.
Ahlaklı ve adaletli olmak kendilerine kaybettirse, başkalarına kazandırsa da
yine de ahlaklı olmaktan ve adil davranmaktan imtina etmezler. Başka yoldan
gittikleri takdirde kazanacaklarını bildikleri halde yine de gitmezler.
İçlerine sinmiş hakikatin kokusu izin vermez buna. Burada bir de arada kalanlar
vardır; münafıklar. Ne düpedüz küfrederek ne de hakikate apaçık bağlılık beyan
ederek dünya leşine mülaki olamayacaklarını bildikleri için, kendilerini üstün
meziyetlerle süslerler, maskelerler. Her yerde dolaşırlar, her telden çalarlar,
her türküyü söylerler, her havada oynarlar. Dilleri hakikati söylermiş gibi
olur ama asla söyleyemez, çünkü eylemleri yalandır, eylemleri yalan olduğu için
hakikati olduğu gibi söylemekten imtina ederler. Dilleri başka söyler,
hareketleri başka şey anlatır. Politika şeytanı, münafıklık temelinde hareket
stratejisini belirler. Zira ne hakikatle varolabilir ne de yalanla, ancak
hakikatle yalanı karıştırarak varolabilir. Hariçte ki tüm düşüncelerde,
taraflarda hayalidir, yalandır, aslı olmayan görüntülerdir. Yani şeytani
kurmacalardır. Var sanılır ama yalandır. Politika şeytanını yaşatmak için
üretilmişlerdir. Evet, birileri var gibidirler, bir şeyler söylüyorlar
gibidirler ama hepsi birer seraptır. Onlar insanların gözlerini baktıkları
yerden farklı yönlere kaydırmak içindirler. Gerçeği gizleyen maskelerdir.
İnsanların zaaflarını ortaya çıkaran ve insanları politika şeytanının oltasına
getiren yemlerdir. Politika şeytanı insanı tanımadan insan üzerine strateji
geliştirir. İnsanlar karanlıkta yaşamaya mahkûm edildiklerinden, aydınlığın ne
olduğunu unuttuklarından, karanlığa alıştıklarından çok kolay şekilde
kandırılabilmekte, yönlendirilebilmektedirler.
İnsanların önlerine ne koyarsanız koyunuz, silinip süpürülmektedir. Bu
yüzden de mütemadiyen üretim yapılır görünmeyen yerlerde. İnsan çok yönlü bir
varlık olduğu içinde her yönüne hitap edecek üretimler yapılır. Ve muhakkak bir
yönünden yakalanır ve tezgâha çekilir. Şeytani bir planla birbirini göremeyecek
ama birbirine kıyacak duruma getirilirler. Ve işte tam da buradan dünya leşine
egemen olur politika şeytanı. İnsanların üzerinden üretirler ama yalnız
tüketirler. Yani varlıkları sayesinde üretilen şeyi, varlık sebebini yani
üreteni yok etmek üzerine kullanırlar. Garip bir âlemdir bu dünya ve bunlar
garip şeylerdir! Dilin dönmeyen tarafıyla anlatmak kolay değildir garip
şeyleri.
Her yerde varlara malik olanlarla varlardan
mahrum olanlar vardırlar. Kimlerdir bunlar deseniz kimse cevap veremez.
Veremediğinden değil, vermek istemediğinden cevap veremez. Çünkü iyice
alıklaştırılmışlar, bönleştirilmişlerdir. Söylenemeyen taraflar, taraf olduğunu
iddia ettikleri şeylerin apolojisini mi yapmaktadırlar? Hayır, ama yaptıklarını
varsaymaktadırlar ve varsaydıkları için varsaydırmaktadırlar, çünkü
varsaydırmak konumundadırlar. Buna evet denirse, ortada ne var diye sorulur ve
çakılınır kalınır. Kimlerdir inandıkları uğrunda acı çekenler? Kimlerdir
kandırdıkları kimseleri inandırdıkları ideallere katkı sunanlar? Tüm kalbimle
ve bilincimle yemin ederek söylesem, vicdanın mutlak yasalarını baz alarak
söylesem, hiçbiri ne inandığı yolda yürümüştür ne de malik olduklarına
insanlarında malik olmasına onay vermişlerdir. Ama var edeceklerini vaat ederek
varolmuşlardır. Bunların tersine acıyı yudumlayanda, malik olunanları temin
eden de varlardan mahrum olarak varolanlardır. Her yerde aynıdır bu. Görüntü
farklı olabilir belki ama acı aynıdır. Var edenler de, acıyı çekenlerde aynıdırlar.
Madem varlar, nerede varolması gerekenler? Madem uğruna varsın, nerede uğruna
varolduğun şey? Bizler maskelerin indiğini ve gerçeklerin ne olduğunu görsek ve
bilsek, ya kahrımızdan ölürdük ya da kimse kalmazdı dünyada ve leşte sahipsiz
kalırdı. Kirleten temiz olmazdı. İnsan yüzüydü ama değildi yüzü insanın. Teklik
algılamasıdır bizi yanıltan ve mahkûm eden. Hiçbir teki, tek biri değildir var
eden ve var edecek. Bütünü parçalarsanız ve bir parçasını alırsanız ve o bir
parçayla tümünüzü yıkarsanız temizlendiğinizi zannedersiniz ve yedirirsiniz de
bunu. Çünkü kirli olan temizin ne olduğunu bilemez. Oysa bütün bütündür ve
parçalanmaz, parçalandığı zaman bütün olamaz. Bütünlük algısı yanıltıcıdır.
Parçayı bütün olarak algılarsan, parçayı göremezsin ve bütünün parçalandığına
inanmazsın. Böylece zokayı yutarsın. Gördüğüne asla inanma ama inanmak
istiyorsan mutlaka gör! Ama görmek istiyorsan gözlerini aç ve bakışların
kalbinden doğsun. Kalbini temizle ve umudunu kaybetme: göreceksin!