Ahhh bu politika denilen şeytan, insanı en düşman olduğuna
talipli olan haline getirirde farkına bile varılmaz. Kalabalığın soğuk
gürültüsüyle sarhoş eder. Soylu kavgaları, özverili çabaları, soluksuz
gayretleri, kutsal emekleri görmezden gelir de umutları yıkar, hayalleri
berhava eder, yarınları çalar. Ne de duygusuzdur, vicdansızdır, zalimdir
kahrolası. Her değeri çürütür. Her duyguyu öldürür. Her düşünceyi
anlamsızlaştırır. Bir rüyayı yok eder de, o rüyayı kuranın, görenin kalbindeki
duyguları hayal edip hiç hislenmez. Tüm ortak değerleri inhisarına almış,
insanları kendine bağlamış, düşleri yıkmış, canları hep acıtmıştır. Ömrü
boyunca ter, yaş, kan akıtarak ve emek sarfederek bir lokmaya sahip olmuş
insanın lokmasına göz koyarda, o insanın yaşayacaklarını hiç düşünmez, o
insanın yerine kendini koyupta empati kurmaz. Allah’tan korkmaz, kuldan
utanmaz, sözünde durmaz, hep aldatır ve daima aldatır. Hayali umutlarla avutur
durur. Kendisi yaşarken, insanlara yaşatacağını vaat eder sadece. Zaten
münhasıran vaat edip, nutuk atmaz mı? Bu hayatın bir sonu olduğunu, bir hesap
vaktinin bulunduğunu asla düşünmez, düşünseydi şeytan olmaz, şeytanlık yapmazdı
zaten. Politika denilen şeytana hiçbir zaman güvenmedim, elan güvenmiyorum,
ilanihaye de güvenmeyeceğim. Çünkü güveneceğim, inanacağım hiçbir yönünü
görmedim politika denilen şeytanın. Politika şeytanının tuzağına düşenler ve
insanlığı aldatanlar, bu şeytan vasıtasıyla insanlığa zulmedenler, bu dünyayı
kazanabilirler ya da kazanmış gibi görünebilirler ama sonsuza dek
kaybedeceklerdir. Çünkü yekpare insanlığın günahları birikmiş ve bu şeytanın
omuzlarına yüklenmiştir. Binaenaleyh, bu şeytandan kaçıp kurtulmak, gerçek
kurtuluş yolu nedir arayıp bulmak gerekir. İnsanlığı politika şeytanı
kurtarmayacaktır, yüce hakikate bağlanmak ve yüce hakikate göre insanca yaşamak
kurtaracaktır. İnsan; insanlıktan inhiraf etmişse, ruhen tefessüh etmişse ve
beynen kurumuşsa, politika denilen şeytanın yüzündendir ama insanın da
cehaletinden ve ahmaklığındandır. Çünkü parayı tanrılaştırdığı günden bu yana
bu şeytanın kurbanı, dünya leşinin köpeği olmuştur. Zira tanrılaştırdığı paraya
ulaşmak adına her şeyinden vazgeçmiştir. Duyguları ve düşünceleri iflas etmiş,
hisleri ölmüştür. Yazı olmuş her şeye ve yazık oluyor her şeye. Can acıyor, ten
acıyor ve acılaşıyor yaşamak!
Neyine güveneyim be şeytan? Neyinden korkayım ki? Allah mısın
be? Bu dünyayla iltisakı olmayan ve münhasıran insanlığı arayan biri olarak
korkmama ne sebep olabilir ki? Ne inanıyorum kurtarıcılığına, ne güveniyorum
sözüne, ne de korkuyorum kudretinden. Allah’tan da mı güçlüsün be? Ne hayatları
kararttın tarih boyunca, ne canlara kıydın, ne umutları çaldın sen ey şeytan!
Kardeşi kardeşe vurdurttun ve elan da kardeşi kardeşe düşman edensin. Anayı
kıza, oğulu babaya düşman ettin. Sevenleri ayırdın. Dostu dostun celladı
yaptın. Sevgiyi katlettin, merhameti katlettin, paylaşmayı katlettin, muhabbeti
katlettin ve katletmediğin değer kalmadı. En acısı ahlakı ve adaleti katlettin.
Acının da acısı insanlığı katlettin. Her daim nefislere hitap ettin, zaafları
kullandın hunharca. Faniyi baki saydırdın ve faninin yoluna baş koydurdun.
Hakikatin karşısında eğilmeyen başları, leşin karşısında eğdirdin. İnsanlığın
ortak hazinesini soydun. Aç bıraktın, çıplak koydun. Her türlü kötülüğü mubah
saydırdın. Niçin yaptın tüm bunları, ne kazandın? Değer miydi dünya leşine?
İnsanların kutsalları ile insanları birbirine kırdırttın, onlar öldüler sen
kazandın. Peki, nedir kazandığın? Değdi mi, değer miydi? Teri sömürdün, yaşı
sömürdün, kanı sömürdün, emeği sömürdün. Nutuk çekmekten ve vaat etmekten başka
hiçbir şey yapmadın. Ne kadar güzel duygu varsa hepsini öldürdün ve insanı
çırılçıplak koydun dünya leşinin orta yerinde. Akılları çaldın, kalpleri
kararttın, vicdanları susturdun. Sen yeryüzünde peydah olduğundan beridir,
insan hep acı çekmektedir ve günden güne de ölmektedir. Hep galip göründün ama
mağluptun hakikatte. Senin galibiyetine inananlar ve kudretine iman edenler
peşinden ayrılmadılar ama hakikati bilenler de sana asla inanmadılar ve kudretin
karşısında secdeye kapanmadılar. Senin, menfaatlerini elde ettiğin ve
insanlığın üzerine onlarla korku saldığın sözde ilkelerin varsa, benim de
yeryüzüne nasıl düşeceğini senin bile asla bilemeyeceğin gökyüzüne yükselen
dualarım var. Bilir misin duanın ne demek olduğunu, nerden fışkırıp nereye
yükseldiğini ve kimin huzuruna ulaştığını ve çıktığı gönüle nasıl düşeceğini ve
nasıl düşeceğini yeryüzüne? Sahi sen neye inanırsın ki ey şeytan? Çünkü sen
inancı bile öldürensin! Ama elbette ki insan dirildiği vakit sen öleceksin.
Allah büyük! Hükümde, mülkte, kudrette, intikam da Allah’ındır!
Politika denilen şeytan öyle bir şeytandır ki, kâfir deseniz
kâfir değil, müşrik deseniz müşrik değil, münafık deseniz münafık değil.
Hülasa; hem kâfirdir, hem müşriktir, hem münafıktır. Ontolojik temelde bakınca
böyle bir neticeye vasıl olursunuz yani üzerinde bulunduğu varoluş koşulları,
sebepleri ve sonuçları bağlamında hakikat malumdur. Dini boyuttan hiç
girmiyorum zaten. Zira vahim ve netameli mecralara sürükler bizi. Velhasıl, ne
olduğu belirsizdir yani çok tehlikelidir ama bu tehlikeli oluşunu izaha kifayet
edecek kelime bulamazsınız. Hakikati örten kâfirdir, rızka tasallut eden
müşriktir, belli bir sabitesi olmayan ve her yöne dönen münafıktır. İnsanları
zımnen ama metazori olarak ahlaksızlığa ve adaletsizliğe sevkeder. İnsanları
apaçık ve düpedüz aldatan bir şeytandır. İnsanlar şunu kesinlikle bilmiyorlar,
bildiklerini sanıyorlarsa da kesinlikle samimiyetle inanmıyorlar; bu dünya
fanidir ve her şey bir rüzgâr gibi geçip gitmektedir. Sahip olunan hiçbir şey
elde kalmayacaktır. Soruyorum; sevdiğiniz biriyle aynı düzeyde ebedi bir
beraberliği devam ettirebiliyor musunuz? Oturduğunuz bir yerde sonsuza değin
durabilmekte misiniz? Şanınızı, şöhretinizi birgün yok olup gitmekten
kurtarabilmekte misiniz? Malik olduğunuz mülkler, servetler ölmenize engel
olabilmekte midir? Hazlarınız, zevkleriniz ömrünüzün her döneminde aynı
mesabede midir? Oturduğunuz evle, bindiğiniz arabayla yerin altına inebiliyor
musunuz? Suçsuz bir insana nahak yere yapmış olduğunuz zulüm, yediğiniz bir kul
hakkı yanınıza kâr kalıyor mu? Doğmuş olduğunuz güzelliklerle, özelliklerle ve
dinçlikle ölmeyi başarabiliyor musunuz? Kudretiniz ölümden sonra da devam
ediyor mu? Binaenaleyh, varlığa ve evrene kalbimizle bakmayı öğrenmeliyiz ve
insanlığa doğru yol almalıyız. Politika şeytanının gösterdiği yolda değil,
hakikatin gösterdiği yolda yürümeliyiz. İnsanın en büyük ahmaklığı, cahilliği,
nankörlüğü ve zalimliği, politika şeytanına perestiş etmesidir. Şu dünyada hakikate
düşman olduğumuz kadar yalana düşman değiliz ne acı ki. Kendi ellerimizle,
dillerimizle kötülüğü davet ederiz de, davet ettiğimizden şekvacı oluruz.
Politika şeytanı damalarımızda dolaşan kan olmuştur adeta, yediğimizi,
içtiğimizi, sevdiğimizi, dostluğumuzu, muhabbetimizi tayin etmektedir, yani
hayatımızı baştan başa tanzim ve dizayn eden adeta bir tanrıdır o. Allah’a iman
ettiğimizi ifade ederiz ama politika denilen şeytanın izinde yürümekte beis
görmeyiz. Hakikatte münafığız ama asla kabul etmeyiz. Etsekte etmesekte,
görmezden gelsekte gelmesekte, söyleyene kızsakta kızmasakta gerçek asla
değişmez, değiştirilemez, değişmeyecektir. Gerçek yüzünden canımız acıyorsa,
acıyan canımızı hakikatle iyileştirmeliyiz. Bendeniz burada politika
yapmıyorum. Münhasıran hakikati izhara ve izaha gayret ediyorum naçizane
mülahazalarıma göre. Bu sebeple politika şeytanının hiçbir boyutuyla
ilgilenmiyorum.
Hakikat ölümsüzdür ve ölümsüz hakikatin bahşettiği öz
hürriyeti özbenliğinde hissettiği kadar yaşar insan. Hürriyetsizliğin
karanlığında ise yaşar ama yaşamaz insan. Binaenaleyh, hürriyet eşittir insan,
insan eşittir hürriyet demektir. Ve insan ve hürriyet eşittir yaşamak demektir.
Mübalağa değildir bu, münhasıran beynin ve yüreğin dip derinliklerinde
hissedersek idrak ederiz bu gerçeği. Bilakis sıradan düşüncelerin ve
duygulanımların dehlizlerinde sünepe gibi yaşar gideriz. Olmayız ama olmuşuz
gibi hareket ederiz ve trajikomik bir hal sergileriz. Bilmeyiz ama biliyormuşuz
gibi ahkâm keseriz cehaletin karanlığında. Politika şeytanı insanı ruhen
çürütmüş, beynen iflas ettirmiş maateessüf. Henüz çocuğuz! Çünkü insanlar yemin
ediyorum yaşamıyorlar ama yaşadıklarını sanıyorlar ve gerçekten de inanıyorlar
yaşadıklarını sandıkları yaşama. Kendi karmaşıklığı içerisinde bir düzen
yaratmış politika şeytanı ve ideal yaşam diye yutturmuş bunu kullaştırdığı
insanlığa. Anlayamıyorum gerçekten insanları. Yani öyle alışmışlar ve
kanıksamışlar ki yaşadıkları yaşamı, sanki yaşadıkları şeyler gerçekten
yaşamaları gereken şeylermiş gibi yaşıyorlar ve yaşadıklarına de ciddi ciddi
inanıyorlar. Oysa şeytan bizden yaşamayı çalmış ve yaşamamayı lütfetmiş bize ve
bizde teşekkür borçlu olarak hissediyoruz kendimizi kendisine karşı. Bu sebeple
yaşamak nedir diye hiç merak etmiyor ve yaşamayı aramıyoruz. Böyle olunca da
yaşamak adına neler yapabiliriz ve yaşamanın yolunu nasıl bulabiliriz
bilmiyoruz. Ne duygularımızı su gibi yaşayabiliyoruz, ne düşüncelerimizi demir
bir yumruk gibi vurabiliyoruz tam göbeğine dünyanın. Ölüyoruz ağır ağır, bağır dünyaya karşı,
dünya sana sağır. Çağın çarklarında öğütülüyoruz. Yaşayacak hiçbir duygumuz yok
ve yaşama dönüştürecek tek bir düşüncemiz. Bu yüzden de ruhumuz ve beynimiz
zamanla kurumuş gitmiş ve ucuz şeylerden zevk alır, basit şeylerle tatmin olur
olmuşuz. Biz, dünya leşinden gönlümüzü, politika şeytanından beynimizi
kurtardığımız an yaşamaya başlayacağız. Bilakis, taşlardan ve tenekelerden
aldığımız hazzı bir şiirden asla alamayacağız ve bunu yapamadığımız müddetçe de
yaşamak nedir anlayamayacağız. Biz taşlardan ve tenekelerden vazgeçtiğimiz,
sahip olmak güdümüzden kendimizi azad ettiğimiz, politika denilen şeytanın ama
hakikatte adi ve alçak emperyalizmin zincirlerini kırdığımız zaman yaşamanın ne
demek olduğunu anlayacağız. Çünkü o zaman kanat takıp gökyüzünde pervaz
edeceğiz kuşlar gibi. Özgürlüğün ne demek olduğunun farkına varacağız. Bizim
olan bir şey olmadıkça, biz bizim olacağız ve gerçek kurtuluşun yolunu
bulacağız ve biz olacağız meşaleyi tutuşturan, tutuşturanların yolunda
koşuşturan. Küfredip durmayacağız. Şiir okuyacağız, şarkı söyleyeceğiz, hayatla
vals yapacağız. İnanmayacağız hiçbir şeye, yalana dolana, politika şeytanına ve
aldanmayacağız leşine dünyanın. Gökyüzüne yürür gibi, güneşi görür gibi,
kırlarda çiçek çiçek açar gibi, dağlarda özgürlük türküsü söyler gibi, el ele
tutuşmuş insanlık şarkısı gibi yaşayacağız. Kuvvetleneceğiz. Güneşle
aydınlanacak ve ısınacağız. Çiçekleneceğiz ve baharları getireceğiz. Duygularımız bir nehir gibi akıp gidecek
sonsuzluğa ve biz gövdemizi bırakıvereceğiz duygularımızın akıntısına. Kimsenin
peşine takılmayacağız, kimse aldatamayacak bizi. Çünkü bir şeylerin peşinde
koşmak ve birilerinin kuklası olmak için varolmadık biz. Biz başkaları için
yaşamayacağız, kendimiz için ve büyük insanlık için yaşayacağız. Kimse için
doğmadık, kimseleri doyurmaya doğmadık. Biz insanlığın ülkesi için doğduk,
insanlığa gerçek ülküsünü göstermek, insanlığı gerçek ülkesine kavuşturmak ve
insanlığın türküsünü terennüm etmek için doğduk. O zaman her halükarda insanlık
çizgisinin üzerinde yürüyeceğiz ve yürüdüğümüz yoldan asla inhiraf etmeyeceğiz.
İnsanlığın saflarında, ülkümüz için, ülkemiz için savaşacağız. İhanet edenin
karşısında insanca bir duruş sergileyeceğiz. Hakikati olanca gücümüzle kirli
suratlara bir ok gibi fırlatacağız. Politika şeytanının, kadim tezgâhlarını,
kumpaslarını, planlarını, yalanlarını, merhametsizliğini, zulmünü ifşa etmekten
imtina etmeyeceğiz. İşte o zaman yaşam bize gülümseyecek, zevkler bir buse
verecek ve yarınlara ışık olacak tebessümümüz. Peygamberler derler ki; ‘’Biz,
sizi yeryüzünün darlığından gökyüzünün genişliğine, hükümdarlara kulluktan
Allah’a kulluğa ve diğer dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine davet etmek için
geldik.’’ Ali Şeriati, İslam ve Sınıfsal Yapı, sh.74
Çok derin ve hazin bir hikâye insanlığın hikâyesi…
Bir heykeltıraşın ince dokunuşlarla kalıbını yonttuğu ve
eserini doğurduğu gibi, hayatta gövdeye yaptığı ince dokunuşlarla ölüme
hazırlıyor insanı…