Herkesin kendi hazzının peşinden koştuğu ve kendi çıkarını
düşündüğü bu dünyada, hayaller birer avuntu, yaşamak arzuları sahte, iri sözler
laf, mücadeleler yalandır. Bu durumda inançları anlamsız kılmaktadır. İnanacak tek
bir insan bırakmamaktadır. Çünkü herkes inandığının mutlak surette tersini
yaşamaktadır. Binaenaleyh, kavga verdiğini söyleyen hiçbir kimseye inanmıyorum.
Çünkü verildiği söylenen kavgaya mütenasip sahici tek bir eylem görmüyorum. Oysa
insan bir hayal kurar ve o hayalin peşinden koşar, hayaline ulaşmak için canını
dişine takar, gücünün kifayet ettiğince fedakârlık yapar. Çendan inandığını
söylediği kavgaya tüm yüreğiyle, aklıyla, gövdesiyle inanır, katılır ve bu
inancı, katılımı hissettirir. Kavgasına eklemeler yapar, bilakis büyük bir
kavgada küçük kalmayı istemek en büyük sahtekârlıktır. Yanlışı diliyle ifade
edemese de, gönlünde ve kafasında yanlışın yanlış olduğunu bilir, ikrar eder ve
buna matuf duygulanımlar, düşünler taşır. Ama bizim dilimiz bir güzeli
isterken, gönlümüz bir çirkindedir. Dilimizde çok güzel dünyalar isterken,
bırakın eylemlerimizi, gönüllerimizde ve kafalarımızda o dünyaları istediğimize
ve istediğimiz için verdiğimizi sandığımız kavgayı yaşattığımıza matuf tek bir
emare yoktur. Dayatılan dünya için değil hayalinde ki dünya için savaşır
kavgası olan. Hayallerde ki dünyaya ütopya deyip geçiştirmez ya da kurabileceği
hayali için içinde ki sese ütopya dedirtip hayalinden feragat etmez. Savaşırken
de namusluca, dürüstçe, samimi ve ciddi olarak savaşır. Yüce ilkeleri
mündemiçtir çünkü o kavga. O kavga, bitmeyen büyük bir kavgadır. Hem manen hem
madden beslenmelidir. Manen güya beslendiği söylenilen kavga madden
beslenmiyorsa, o kavga büyük bir yalandır, kuru bir gürültüdür. İnsan savaştıkça
yaşadığının farkına varır. Savaşılmayan her gün yenilgiye eklenen bir gündür.
Yenilgiye eklenen her bir gün, silinip gitmeye mahkûm olunan gündür. Öyleyse
kavga namusluca verilmelidir, iktiza ediyorsa can pahasına verilmelidir.
Kavgana inanmıyorsun arkadaş! Eğer inansaydın yaşardın. İnanıldığı söylenen ama
yaşanıldığı görülmeyen kavga sahte bir kavgadır, aldatmadır, avutmadır ve rant
kavgasıdır. Bir dünyaya inanıyorum! Münhasıran benim olacağına inandığım bir
dünyaya. Sahiplenilmemiş, sahiplenilmediği için tahdit edilmemiş bir dünyaya.
Bir sürü ahmakça yasaklarla özgürlüklerin gasp edilmediği bir dünyaya.
Yasakları olmayan ve bencilce yasaklar konulmayan bir dünyaya. Verilen emeğin
karşılığını alırken madden ya da manen hiçbir barikatla karşılaşılmayan bir
dünyaya. Başkalarını değil, başkaları için değil, kendimi ve kendim için
yaşayacağım bir dünyaya. Kimsenin, kimsenin sınırlarına müdahale etmeye
yeltenmediği bir dünyaya. Harcanan emeğin, dökülen terin, akıtılan yaşın ve
feda edilen kanın karşılığını tam olarak aldığı bir dünyaya. Sahiplenilmediği
için, sahiplenme heveslilerinin keyfine göre yönetilmeyecek bir dünyaya. Benim
ürettiğim ama birilerinin tüketmediği, birilerinin yedikçe yediği ama benim
ödedikçe ödemediğim bir dünyaya inanıyorum. Bu dünya sahiplenildiği için bunca
pisliğe katlanmak zorunda kalıyoruz. Çünkü sahiplenenler kendi kafalarına göre
sınırlar koyuyorlar, yasalar çıkarıyorlar. Kendilerini koruyan, zenginleştiren,
diğerlerini ezen ve yoksullaştıran yasalar. Her şeyi kendilerine hak görüp
başkalarına haram görüyorlar. Kendileri aksırıncaya tıksırıncaya değin yiyip,
içip, kusuyorlar, başkaları ise geberesiye değin ödüyorlar. Kendi akıllarınca
hareket ediyorlar ama aklın akıldan üstün olduğuna inanmıyorlar. Akıllarının
inandıklarını mutlak doğru farz edip tüm akıllara dikte ediyorlar. Bu dünyanın
herkesin dünyası olduğuna ve verilmiş rızkı Allah’tan başka hiçbir kimsenin
almaya tevessül edemeyeceğine inanmıyorlar. Herkesin emeğinin karşılığını
almasının Allah’ın verdiği bir hak, koyduğu bir yasa olduğuna inanmıyorlar. Bu
dünyayı kendilerinin sanıyorlar ve her şeyin sahibinin Allah olduğuna
inanmıyorlar. Çünkü Allah’a inanmıyorlar!
Boş lakırdı gelmesin, ütopik görülmesin gerçekler sana
arkadaş! Gerçekler yaşanırsa vardırlar, yaşanmazlarsa kuru gürültü gibi
algılanırlar. Sen kendini yorgun hissediyorsun, kavgadan kaçıyorsun, her şeyi
peşinen kabulleniyorsun, yalanlarla avunuyorsun ve realizme sığınıyorsun. Bunu
yapmıyorsun sanıyorsun ama ne yaptığının farkında olmadığın için yapmıyorum
sanıyorsun. Realizm varsa idealizm yoktur, idealizm varsa realizm olmamalıdır
diye düşünüyorsun. Realizmi ıskaladığın için çok feci düşüyorsun ve
umutsuzluğun kucağında buluyorsun kendini ve artık koşmaktan korkuyorsun. Oysa
feci yanılıyorsun. Bilmiyorsun ki, idealizme, katı realizmin dar geçitlerinden
gidilir, barikatlar yıkıla yıkıla gidilir, zincirler kırıla kırıla gidilir,
ayaklar kanaya kanaya gidilir, canın acıya acıya gidilir. Güneş kolay mı doğar
ve dünya bir anda mı aydınlanır? Sen kavga kolayca verilir ve zafer kolayca
gelir mi sanıyorsun? Böyle sanıyorsan, bil ki aldanıyorsun. Çünkü insanlığın
kahir ekseriyetinin yaşamı seni etkiliyor, korkutuyor, ümitsizliğe sevkediyor, gürültü
seni kendi içine çekiyor ve sürüye ekleyiveriyor, farkına bile varamıyorsun.
İnadına direnmen gerekirken, yığılıp kalıyorsun. İşte bu bakıştır, görüştür,
hissediştir seni korkutan. Çünkü sen yaşamaya yanaşmıyorsun. Sadece konuşayım
istiyorsun, bol keseden sallayayım diyorsun. Çok güzel konuşuyorsun, kendi
kendini avutuyorsun, söylediklerinle tatmin oluyorsun ama inandıklarını
yaşamayı unutuyorsun. Sen kendi içindeki vahşi emperyalizmi ve kompradoru
çiğnemeden, ezmeden, yenmeden dışındaki emperyalizmi ve kompradoru çiğnemeye,
ezmeye, yenmeye yelteniyorsun. Böyle bir şeyin, mantığın yasalarına, doğanın
kanunlarına mugayir olduğunu anlayamıyorsun. Çünkü dar kafalısın, sektersin,
bönsün. Ve unutma ki; dar kafalılığın, sekterliğin ve bönlüğün kimliği yoktur. Haddizatında
hiçbir şey yapmak istemiyorsun. Münhasıran, ulaşamadığın şeylere düşman olduğun
için küfretmeye tevessül ediyorsun. Ulaşabilsen, kendinde küfrettiklerinden
olacaksın. Yani katıksız sahtekârsın. Samimi ve namuslu değilsin. Dışında ki
kompradora düşman gibisin ama içindeki kompradoru besleme, büyütme, yaşatma ve o
kompradorla her şeye hükmetme sevdasındasın. Yani yalansın arkadaş! Dilinden
namus akarken, eylemlerinde gizli bir namussuzluk var. Önce içindeki kompradoru
yeneceksin ki, sonra dışarıdaki kompradoru yenebilesin. Söylediklerini
yaşamıyorsun ama sanki yaşıyormuşçasına çok uzak rüyalar kurabiliyorsun. Büyümüyorsun
ama büyükmüş gibi büyük dünyalar peşine düşüyorsun. Unutma ki; insanlığın
hafızasında türlü türlü harfler ve kelimeler vardır. O kelimelerden muhteşem
armoniler doğar, şarkılar ortaya çıkar ve o şarkıları herkes söyler. Tek
harften, tek kelimeden ne armoni olur ne de şarkı doğar. Keza kırlarda çiçekler
türlü türlüdür, rengârenktir ve o karmaşa içinde eşsiz bir insicam vardır ve onlar
muazzam bir tablo ortaya koyarlar, görmeli bir görsel sunarlar tüm insanlığa.
Tüm aklınla, yüreğinle, gövdenle inanacak ve aynı şekilde
yaşayacaksın arkadaş! İnanmazsan yıkılırsın ve inanmadığın bir dünya için
yaşayamazsın. Yaşamıyorsan da savaşamazsın. Çünkü savaşmak demek, yaşamak
demek, yaşamak demek savaşmak demektir. İnsan yaşayarak savaşır ve savaşarak
yaşar. İnanırsan yaşarsın, yaşıyorsan zaten savaşıyorsundur. Ölümü kaybediş
sanma arkadaş! Senin inancının gücü yeni inananları yaratacaktır ve onların
verecekleri savaşım aynı zamanda senin de savaşın olacaktır. Onlar
kazandıklarında, onların zafer şarkılarını senin ruhun hissedecektir. Gerçek
inanç asla kaybettirmez. İnandırır, büyütür, çoğaltır, kazandırır ve zaferin
şarkısı muhakkak gelir senin ruhunu bulur. Bu sözleri bir edebiyat mahiyetinde
algılama. Her kavga bir edebiyata dayanır ama. Edebiyatsız kavga olmaz. Çünkü
edebiyat; kirli, kanlı ve karanlık düzenleri bozar, zira edebiyat düzen
bozucudur. Edebiyat dilde olmaz, söylenen sözler edebiyat değildir, edebiyat
ruhta olur, çünkü hisseden ruhtur ve ruh hissettiği zaman tüm insanlığı sarsar
ve sallar. Edebiyat hissetmektir! İnsan olamayanlara inat insan kalmakta diret,
işte edebiyat budur ve böyle bir edebiyat seni yaşatır, yeni insanları,
inananları yaratır. Edebiyat teorikse kavga pratiktir. Teorisiz pratik olur mu?
Olmaz. Çünkü her pratik bir teoriye dayanır. Teori de, felsefeden ve
edebiyattan müteşekkildir. Kavganı anlamıyorsan anlatamazsın, anlatamıyorsan
yaşatamazsın, yaşamıyor ve yaşatamıyorsan yarınlara bırakamazsın. Kendini ve
kavganı her an sorgulayacaksın. Sorgulayarak ilerleyeceksin. Böyle ilerlersen
attığın her adımı sağlam atarsın ve her attığın sağlam adım sarsar, sallar yeri,
göğü, her şeyi. Varolmak için savaşmak, savaşmak için yaşamak, yaşamak için de
anlamak zorundasın arkadaş! Fırtınalarda üşüyorsak, yağmurlarda ıslanıyorsak,
acılarımız yüreğimizi susturmuyorsa, karanlıktan korkuyorsak ve tüm zorluklara
direnmek için kavga veriyorsak boşuna değildir, güneşli güzel günlere ulaşmak
içindir. Sefaletin şarkısını susturup, mutluluğun şarkısını terennüm etmek ve
özgür yarınlara kavuşmak, çiçekli bahçelerde buluşmak içindir. Kavga verdiğimiz
her gün, aydınlık ve özgür yarınlar için bir kademedir. Aydınlık ve özgür
yarınlardan beklentimizse, insançocuklarının insanca yaşamasıdır.
Biz, ezilenlerin, acılardan acılara sürgün olanların, teri,
yaşı, kanı ve emeği çalınanların, insanlığı arayanların ve güzel insanların
ülkesini arıyoruz bu dünyada arkadaş! Bu arayış kadim bir arayıştır. Ortaya
çıkışta başlamış ve batışa dek sürecek bir arayıştır. Nerededir aradığımız ülke
ve nasıl kavuşulacaktır o ülkeye? Kavga biter mi, umut yiter mi hiç arkadaş? Güneş
batarsa doğar ve karanlık bulutlar kuşkusuz dağılır. Elbette karamsar olunabilir,
elbette güçten düşülebilir, elbette düş kırıklıkları yaşanabilir ama yürek hiç
susmaz, şarkıların çığlığı sonsuza dek yaşar. Aydınlık karanlığı kuşkusuz
yener, özgürlük tutsaklığı elbette yok eder. Bizim kavgamız insanı insan eden
bir kavgadır arkadaş! İnsanı adam eden bir yan vardır bu kutsal kavgada. Çünkü
bu kavga insanlığın ortak kavgasıdır. Ama kavgana inanmıyorsun. İnanılan şey
yaşanır çünkü, bilakis boşuna inanılmış olmaz mı? Öyleyse kavgana inanmalısın,
inanıyorsan da yaşamalısın yani adanmalısın. Ezenlerin kölelerinin çokluğu
yüreğini ürpertmesin, gözlerini korkutmasın, gövdeni dirençten düşürmesin. Ezilenlerin
dostları vardır, kardeşleri vardır, arkadaşları vardır, çendan ortak kavgaları
vardır ve kavuşmak istedikleri güzel ülkeleri vardır, o güzel ülkenin çiçekli
bahçeleri vardır. İnanılan ama yaşanılmayan kavga nasıl bir kavgadır ve o
kavganın sonucu nedir, şimdiden belli değil midir? Kalbimin toprağında ayak
sesleri işitiyorum, beynimin gökleri sarsılıyor sanki. Oradan, buradan, şuradan
ok gibi fırlayıp geliyorlar gibi. Karanlığı deliyorlar gibi. Düşmanı biliyorlar
gibi geliyorlar gibi. Yalanlara inandığında, gerçeklerden korktuğunda,
inandığını yaşamadığında, rüyaların olmadığında, ezen varolduğunda ne
kazanıyorsun, neyi kazanıyorsun arkadaş? Ya senin varlığın ya kan emici kadim
düzenin varlığı, tercihin nedir? Kan emici emperyalist kadim düzenin varlığı
içindir mevcut dünyada ki varolan her şey. Biz zannederiz ki, her şey ezilenin
kazanması ve ülkesine kavuşması içindir. Eğer ki, kendileri sayesinde
varolduğun düşünülüyorsa, hakkını aradığında hakkının bile elinden
alınabileceğine inanılıyorsa, sen neyi nasıl yaşıyorsun arkadaş? Sen hangi
kavgaya inanıyorsun, hangi kavgayı veriyorsun? Şayet, bu dünyanın gerçek
sahibinin Allah olduğuna tüm beyninle, yüreğinle, gövdenle inanıyorsan yani bu
dünyanın, insanlığın ortak tarlası olduğuna inanıyorsan ve sahiplenmeye
yeltenenlere karşı ortak bir kavga verebiliyorsan, çendan vermen icap ettiğine
inanmışsan ve inancını da sahici şekilde yaşamınla ortaya koymuşsan, işte o
zaman, kavganı namusluca vermiş, kendi özbenliğinde ki kompradoru yenmiş ve kendi
dünyanda küçük devrimini gerçekleştirmiş olursun. Öyleyse yaşamak için savaş
arkadaş!